TEVLİYE

Alış fiyatı veya maliyet üzerine kâr koymadan yapılan güvene dayalı satış sözleşmesi; kamu görevine tayin.

Müellif:

Sözlükte “yöneltmek, bir kimseyi yetkili kılmak, bir yere vali tayin etmek” anlamındaki tevliye, terim olarak bir malın alış fiyatı veya maliyeti üzerinde herhangi bir değişiklik yapılmadan satılmasını, ayrıca bir kamu görevine tayini ifade eder. Tevliye güvene dayalı satım türlerinden olduğu için murâbaha ve vadîa ile aynı kategoride yer alır. Bazı fıkıh kitaplarında tevliye ile bağlantılı biçimde ele alınan “işrak” (şirket/iştirak) terimiyle malın bir kısmını alış fiyatına satma (meselâ 10 liraya alınan bir malın yarısını 5 liraya satma) işlemi kastedilmekte ve tevliye ile aynı sıhhat şartlarını taşımaktadır. Bazı araştırmacılar, fıkıh tarihinde tevliye ve işrak kavramlarının içeriğinde değişiklikler meydana geldiği kanaatindedir (Yanagihashi, A History, s. 149-163). Günümüzde özellikle maliyetine satış denilen satışlar tevliye akdi kapsamında değerlendirilir.

Genel muhtevası ve hükümleri itibariyle satım akdinin bir türü sayıldığından bey‘in meşruiyet delilleri tevliye bakımından da geçerlidir. Ayrıca hadislerde tevliye satışı hakkında deliller vardır. Nitekim Resûl-i Ekrem, Hz. Ebû Bekir’in hicret sırasında kullanmak üzere satın aldığı iki deveden birini alış fiyatına kendisine satmasını istemiş (Abdullah b. Yûsuf ez-Zeylaî, IV, 31), bir başka rivayette tevliye satışında sakınca olmadığı ifade edilmiştir (Abdürrezzâk es-San‘ânî, VIII, 48-50). Bazı kaynaklarda murâbaha ile tevliyenin cevazına dair aklî deliller çerçevesinde ticarî tecrübesi bulunmayanların mal almada tecrübeli kişilerin yardımına ihtiyaç duyduklarına değinilir (Bedreddin el-Aynî, VI, 487-488; İbnü’l-Hümâm, VI, 497). Fıkıh eserlerinde bu ve benzeri delillere yer verilerek tevliyenin cevazı konusunda fakihler arasında fikir birliğinin bulunduğu belirtilir.

Tevliye akdinin geçerliliği bağlamında tarafların irade beyanlarının belirli kalıplar içinde ifade edilmesi şart koşulmamakla birlikte bu beyanlarda akdin tevliye olduğuna delâlet eden “sermayesi karşılığında”, “aldığım fiyata” veya “malın üzerinde yazılı olan fiyata” gibi ibarelerin kullanılması gerekli görülmektedir (Buhûtî, III, 229). Sıhhat şartları ve hükümleri, özellikle alış fiyatı ve mala ilişkin meseleler bakımından genelde murâbahaya benzeyen tevliyenin sıhhati için şu şartlar aranır: a) Alış ve satış fiyatı müşteri tarafından bilinmelidir. Aksi takdirde tevliye satışı fâsid olur; ancak müşteri akid meclisinde fiyatı öğrenip kabul ederse fesat ortadan kalkar. b) İlk bedelin mislî mallardan olması gerekir; bu husus fiyatın tesbiti açısından gereklidir. c) Hanefîler’e göre tevliye konusu edimlerin ikisi de para türünden olmamalıdır. Zira bu durumda sarf akdi söz konusu olur ve bedeller taayyün etmeyip zimmete taalluk eder.

Diğer emanet akidlerinde olduğu gibi satıcının malın ilk alış fiyatı, kendisine maliyeti ve malın durumu hakkındaki beyanları tevliyenin hükümleri açısından özel önem taşımaktadır. Bu bağlamda satıcının mal ve fiyata ilişkin yanlış bilgi vermesi alıcıya bazı haklar sağlamakta ve maldan elde edilen kazancın helâlliğini olumsuz etkilemektedir. Gerçek dışı beyanın güveni kötüye kullanmaktan veya hatadan kaynaklanması durumlarıyla, bunun anlaşılması esnasında tevliye konusu malın mevcut olup olmaması ihtimallerine göre mezheplerin konuya dair yaklaşımları farklılık göstermektedir. a) Yanlış beyanın ücretin miktarını ilgilendirmesi durumunda, meselâ malı 10 liraya aldığını söyleyen satıcı gerçekte 9 liraya almışsa Hanefî ve Şâfiîler’de ağırlıklı görüşe ve Hanbelîler’e göre aradaki fark miktarınca müşteri lehine indirim yapılır ve kendisine muhayyerlik tanınmadan akid bağlayıcı sayılır. Aksi takdirde satış tevliye olmaktan çıkar ve murâbahaya dönüşür. Mâlikîler’e göre satıcı fazlalık miktarınca indirim yaparsa müşteri malı almak zorundadır. Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’ye göre müşteri kendisine beyan edilen ilk fiyat karşılığında malı alıp almamakta serbesttir. b) Yanlış beyan ödemenin niteliğinde ise, meselâ satıcı malı vadeli aldığı halde bunu alıcıya bildirmemişse Hanefî, Şâfiî ve Mâlikîler’e göre alıcı belirlenen fiyat karşılığında malı alıp almamakta muhayyerdir. Hanbelîler’de tercih edilen görüşe göre bu durumda müşteri ilk satıştaki vade ile ödeme yapar, kendisine muhayyerlik ve fesih hakkı tanınmaz. Satıcının yanlış beyanı, malın kısmen veya tamamen tüketilmesinden veya iadeyi engelleyecek derecede ayıplı hale gelmesinden sonra ortaya çıkarsa Hanefîler ve Hanbelîler’e göre akid yapıldığı şekilde bağlayıcılık kazanır; Mâlikîler’e göre müşteri doğru fiyata veya malın piyasa değerine göre aradaki farkı iade eder, ancak onun ödediği miktar satıcının yanlış beyanı ile gerçek fiyat arasındaki farktan çok olamaz; Ebû Yûsuf’a göre ise aradaki fark düşülür.

Öte yandan kamu görevlerine yönetici tayini tevliye kelimesiyle ifade edilir. Bu tür görevlendirmeler için tevliyenin yanı sıra “taklîd, tefvîz, tevkîl, istihlâf” gibi terimler de kullanılmıştır. Görevi veya yetkiyi ifade etmek üzere “vilâyet/velâyet” (vilâyet-i âmme), görevlendirilenler için görevle ilgili özel terimlerin yanı sıra “emîr, vali, müvellâ” gibi kelimelere de yer verilmiştir (emîrü’l-hac, vâli’s-sadakāt, vâli’l-mezâlim) (Mâverdî, s. 60, 154, 194; Kâsânî, IX, 253-254). Bu anlamda yirmiden fazla kamu yöneticiliği türü sayılmışsa da (Nezîh Hammâd, s. 34-49) kamu görevleri ve kurumlarının sayısı zamana ve ihtiyaca göre değişir. Genel olarak kamu görevlerine dört tür yönetici tayini söz konusudur: Coğrafî alan ve görev kapsamı bakımından genel (devlet başkanının seçimi, devlet başkanının bütün idarî ve kazâî yetkilerinde kendisine niyâbet etmek üzere bir vezîriâzam tayin etmesi), coğrafî alan genel, görev kapsamı özel (devlet başkanının belli bir görevde bütün ülke çapında kendisine niyâbet etmek üzere bir vezir, kumandan veya genel müdür tayin etmesi), coğrafî alan özel, görev kapsamı genel (devlet başkanına idarî ve kazâî yetkilerinde niyâbet etmek üzere belli bir bölgeye veya eyalete vali yahut emîr tayin edilmesi), her iki bakımdan özel (belirli bir bölgeye kadı, vergi tahsildarı, muhtesip tayini, hac döneminde hac emîri tayini). Vakıfların idaresi için görevli tayininde de tevliye kullanılmış, özellikle Osmanlılar döneminde vakıfların yönetimi için mütevelli tayinine “tevliyet” denilmiştir (ayrıca bk. MÜTEVELLİ; VELÂYET).


BİBLİYOGRAFYA

, “vly” md.

, VIII, 48-50.

, IV, 83-85.

Mâverdî, el-Aḥkâmü’s-sulṭâniyye, Beyrut 1415/1994, s. 60, 132, 134, 154, 171, 194-195, 203 vd.

, XIII, 86-87.

Kâsânî, Bedâʾiʿ (nşr. Ali M. Muavvaz – Âdil Ahmed Abdülmevcûd), Beyrut 1418/1997, VII, 172-180, 185-189; IX, 253-254.

, IV, 206-207, 210-211.

Nevevî, Ravżatü’ṭ-ṭâlibîn (nşr. Ali M. Muavvaz – Âdil Ahmed Abdülmevcûd), Riyad 1423/2003, III, 184-185.

Abdullah b. Yûsuf ez-Zeylaî, Naṣbü’r-râye, [baskı yeri yok] 1393/1973 (el-Mektebetü’l-İslâmiyye), IV, 31.

Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî, el-Miṣbâḥu’l-münîr, Beyrut 1987, s. 258.

Bedreddin el-Aynî, el-Binâye, Beyrut 1401/1981, VI, 486-506.

, VI, 494-510.

Zekeriyyâ el-Ensârî, Esne’l-meṭâlib (nşr. M. M. Tâmir), Beyrut 1422/2001, IV, 226-229.

Şemseddin er-Remlî, Nihâyetü’l-muḥtâc, Beyrut 1404/1984, IV, 106-111.

, III, 229-235.

İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr (nşr. Ali M. Muavvaz – Âdil Ahmed Abdülmevcûd), Riyad 1423/2003, VII, 349-387.

, I, 593-600.

, II, 166-174.

Subhî Mahmesânî, en-Naẓariyyetü’l-ʿâmme li’l-mûcebât ve’l-ʿuḳūd, Beyrut 1983, s. 427-428.

Nezîh Hammâd, Naẓariyyetü’l-vilâye fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, Dımaşk-Beyrut 1414/1994, s. 17-49, 100.

Talip Türcan, Devletin Egemenlik Unsuru ve Egemenlikten Kaynaklanan Yetkileri, Ankara 2001, s. 204-207.

H. Yanagihashi, A History of the Early Islamic Law of Property: Reconstructing the Legal Development, 7th-9th Centuries, Leiden 2004, s. 128-133, 149-163, 210.

a.mlf., “Tawliya and Ishrāk in the Formative Period of Islamic Law”, Annals of Japan Association for Middle East Studies, XIX/1, Tokyo 2003, s. 27-43.

“Tevliye”, , XIV, 195-202.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 41. cildinde, 39-40 numaralı sayfalarda yer almıştır.