- 1/5Müellif: FÜSUN (BAYKAL) SOYKANBölüme GitKuzey Afrika’nın en küçük ülkesi olup yüzölçümü 163.610 km2, nüfusu 10.589.025’tir (2010). Batıda Cezayir, güneydoğuda Libya sınırlarıyla, kuzeyde ve …
- 2/5Müellif: İSMAİL YİĞİTBölüme GitII. TARİH İslâm Öncesi. Bölgenin ilk sakinlerinin Batı Asya veya Avrupa’dan gelen topluluklar olduğu söylenir. Daha sonra bölgeye Berberîler yerleşti….
- 3/5Müellif: AHMET KAVASBölüme GitOsmanlı Dönemi. Osmanlılar’ın Tunus’la olan ilgileri XVI. yüzyıl başlarında buraya kadar uzanan Osmanlı denizcileri vasıtasıyla başladı. 1510’lu yılla…
- 4/5Müellif: İSMAİL YİĞİTBölüme GitIII. KÜLTÜR ve MEDENİYET Halifelerle valiler Berberîler’in İslâm’ı benimsemesi için gayret gösterdiler. Kayrevan şehri kuruluşundan itibaren Tunus böl…
- 5/5Müellif: KADİR PEKTAŞBölüme GitIV. SANAT Milâttan önce VIII. yüzyılda Tunus körfezi kıyısında kurulan Fenike yerleşmesi Kartaca, Pön Savaşları (m.ö. 264-146) sonunda Romalılar taraf…
Kuzey Afrika’nın en küçük ülkesi olup yüzölçümü 163.610 km2, nüfusu 10.589.025’tir (2010). Batıda Cezayir, güneydoğuda Libya sınırlarıyla, kuzeyde ve doğuda uzunluğu 1300 kilometreyi bulan Akdeniz kıyılarıyla çevrilidir. Birleşmiş Milletler, Arap Devletleri Birliği, İslâm Konferansı Teşkilâtı, Afrika Birliği Teşkilâtı ve Arap Mağrib Birliği’ne üye olan ülke tek meclisli, çok partili cumhuriyetle yönetilir. Resmî adı el-Cumhûriyyetü’t-Tûnisiyye, başşehri Tunus (2010 tah. 740.000, banliyöleriyle birlikte 1 milyon civarı), diğer önemli şehirleri Sefâkus (Sfaks, 287.000), Sûse (200.000), Kayrevan (164.000), Kābis (Gabes, 125.000) ve Benzert’tir (Bizerte, 120.000).
I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA
Fazla yüksek olmayan ülkenin yarısının yükseltisi 200 metrenin altındadır. Tel Atlasları ile Sahrâ Atlasları’nın son uzantıları alçalarak batı sınırlarından içeri girer. Mecerda vadisinin kuzeyindeki Tel Atlasları, en fazla 900 metreye ulaşır ve Benzert kıyılarında son bulur. Rölyef çok parçalı ve kesilmiş olup kıyılar yüksek kıyı tipinde ve kayalıktır. En önemli akarsuyu, Cezayir’den doğup Tunus körfezine dökülen, 600 kilometrelik uzunluğunun 400 kilometresi Tunus’ta bulunan Mecerda’dır. Nehir Tel Atlasları ile daha güneydeki Sahrâ Atlasları’nı birbirinden ayırır. Vadinin güneyindeki Sahrâ Atlasları bir dizi kalker sırtlardan oluşur, bu sebeple Tunus Sırtı adıyla anılır. Yer yer çöküntülerle kesintiye uğrayan Tunus Sırtı, Bonburnu’na kadar uzanır. Ülkenin en yüksek zirvesi olan Cebelişeânibî de (Cebel Şambi) (1544 m.) buradadır. Merkezî Tunus ülkenin orta kesiminde geniş bir platodur; batıda yüksek stepler, doğuda alçak stepler denilen iki bölüme ayrılır. En doğuda ise Sûse-Sefâkus arasında verimli topraklarıyla tanınan sahil bölümü yer alır. Bu bölümden içerilere ve güneye gidildikçe bir dizi sığ tuz gölü ve tuzlu bataklık geniş alanlar kaplar. Bunların en büyüğü Şattülcerîd’dir. En güneyde kumlu, taşlı çöllerden meydana gelen Sahrâ bulunmaktadır. Tunus’un doğu kıyılarında küçük, kayalıklı ve az yerleşilmiş Karkane adaları ile Cerbe adası yer alır. Sonradan bir yolla karaya bağlanan Cerbe kesintisiz kumsalları ve birçok vahasıyla bir turizm cennetidir. Ülkenin kuzeyinde nemli ve ılık Akdeniz iklimi görülürken merkezde yarı kurak, güneyde “sirokko” rüzgârlarının şiddetli sıcaklıklara ve kuraklığa yol açtığı çöl iklimi egemendir. Kuzeydeki dağlık alanda yağış 500-1500 mm. arasındadır. Buna karşılık ülkenin dörtte üçünde yağış tutarı 100 milimetreyi geçmez. Bol yağış alan kuzeybatı yöresinde dağlar meşe ormanlarıyla kaplıdır. Merkezî kesimde güneye doğru gittikçe otsu step türlerinden çalılara geçilir ve Sahrâ’da vahalar dışında bitki örtüsüne rastlanmaz.
Nüfusun % 98’ini Araplar oluşturur; çok az oranda Berberî, Avrupalılar’dan Fransız ve İtalyanlar bulunur. Yahudiler geçmişte önemli bir topluluk iken günümüzde çok azalmıştır. Ülkede kilometrekareye ortalama altmış beş kişi düşer; ancak nüfusun coğrafî dağılışı çok farklıdır. Büyük kısım Sefâkus’un kuzeyindeki kıyı kuşağında toplanmıştır; dağlık alanlarla güneydeki çöl düzlükleri boş denilecek ölçüde tenhadır. Nüfusun % 63’ü şehirlerde, % 37’si kırsal kesimde oturur. Arap, Berberî, Afrika ve Avrupa kültürlerinin kavşağı olan Tunus’ta nüfusun büyük kısmı Sünnî müslümandır. Toplumun yarısı tarımla, yarısı sanayi, turizm, balıkçılık, madencilik ve imalât işleriyle uğraşır. Tunus ekonomisi hizmetler sektörü, tarım, hafif sanayi, petrol ve fosfat üretimine dayalıdır. Hizmetler sektörü son yıllarda ticaret, ulaşım, telekomünikasyon, turizm ve finans alanlarında birçok reform geçirmiştir.
Tarıma elverişli topraklar 340.000’i sulamalı alan olmak üzere 5 milyon hektardır. Tarımın payı giderek azalmakta, imalât sektörü öne geçmektedir. Başlıca ürünler zeytinyağı, turunçgiller, hurma, tahıl, patates, domates, kırmızı et, süt ve deniz ürünleridir. Ülkede yaklaşık 10.000 sanayi tesisi bulunmakta ve bunların çoğu deniz kıyısında yer almaktadır. Benzert, Tunus ve Sefâkus’ta kurulan fabrikalarda maden ürünleri işlenmektedir. Sanayi başlıca elektronik, otomotiv, kimya, tekstil, gıda, metal, deri ve ayakkabı dalları üzerinde yoğunlaşmıştır. Tunus’un en önemli yer altı zenginlikleri fosfat, petrol ve doğal gazdır. Fosfat yatakları Afrika’nın sayılı rezervlerindendir. Petrol Sahrâ tipi hafif petrol olup 1966’dan beri Burme’de üretilmektedir; Benzert’te de bir rafineri vardır. Ülke topraklarından ayrıca demir, kurşun, çinko ve civa çıkarılmaktadır.
Tunus, kıyılarının % 37’sini oluşturan ve en güzelleri Cerbe adası ile Hammâmet körfezinde bulunan ince kumlu plajları, arkeolojik ve kültürel zenginlikleriyle Akdeniz havzasında çok önemli bir turizm ülkesidir. Uluslararası yedi havaalanı ve sekiz limanı, 17.000 kilometrelik karayolu (% 65’i asfalt) ve 1880 kilometrelik demiryolu ağına sahiptir. Başta Kartaca olmak üzere Thuburbo Majus, Kerkouane, Dugga, Bulla Regia gibi Romalılar’a ve Kartacalılar’a ait harabeler kültür turizmi için önemli merkezlerdir. Kayrevan Sîdî Ukbe Camii, Tunus Zeytûne Camii, Tunus’un eski bölümü “medine” ve egzotik çarşısı “sûk”, Sûse ve Münestîr ribâtları da başlıca turist çeken yerler arasındadır. Cerbe adasında dünyanın en eski yahudi tapınaklarından biri olan Griba yer alır. XIX. yüzyıl beylik dönemi sarayındaki Bardo Müzesi dünyanın en zengin Roma mozaik koleksiyonunu barındırmaktadır. Kartaca Arkeoloji, Kayrevan İslâm Sanatları, Cem ve Münestîr Ribât diğer önemli müzelerdir. Vaha ve çöl manzaralarıyla güney bölgesinde çeşitli etkinlikler düzenlenerek çöl turizmi geliştirilmektedir. Ülkede bulunan altı millî park ve birçok doğal rezerv alanında flora ve fauna koruma altına alınmıştır.
Tunus’ta el sanatları ülke ekonomisinin en dinamik sektörlerinden biridir. Turistik önem taşıyan başlıca el sanatları çinicilik, deri işlemeciliği, altın ve gümüş üzerine bijuteri, emaye bakır işlemeciliği, geleneksel ahşap müzik aletleri yapımcılığı ve halıcılıktır. Özellikle çinicilik, bakırcılık ve halıcılıkla, fes ve nargile imalâtında Osmanlı etkisi görülür. Tunus’un dış ticaretinde en önemli ihracat mallarını tekstil, deri ürünleri, ham petrol, makineler, elektrikli aletler, zeytinyağı, balık, şarap, hurma, fosfat ve gübre oluştururken ithalât malları arasında otomobil ve yedek parçaları, petrol makine aksamı, kimyasal maddeler, tekstil ve deri ürünleri, fuel-oil, kereste ve tahıl başta gelmektedir. Kuzey Afrika’da istikrarlı ve liberal ekonomiye hızla geçmekte olan Tunus, Türkiye’nin Afrika’ya açılım politikasında önemli bir köprü vazifesi görmektedir. Tunus-Türkiye ticarî ve ekonomik ilişkileri 15 Temmuz 1992 tarihinde Ankara’da imzalanan Ticaret, Ekonomik ve Teknik İşbirliği Antlaşması çerçevesinde yürütülmektedir. Tunus Türkiye’den buğday, patates, nohut, fındık, kalorifer radyatörleri, demir çelik çubuklar, buzdolabı, ilâç gibi maddeler alırken Türkiye Tunus’tan hurma, fosfat, alüminyum florür, deri, suni kâğıt hamuru, hurda bakır gibi maddeler ithal etmektedir.
BİBLİYOGRAFYA
Türkkaya Ataöv, Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, Ankara 1977, s. 113-131.
Atlas de Tunisie. Editions Jeune Afrique, Paris 1979.
Aydoğan Köksal, Afrika Genel ve Ülkeler Coğrafyası, Ankara 1999, s. 355-369.
Tunus’un Temel Ekonomik Göstergeleri ve Türkiye-Tunus Dış Ticareti (İzmir Ticaret Odası), İzmir 2001.
F. Heske, “Tunus’da Ormancılık”, İÜ Orman Fakültesi Dergisi, VI/1, İstanbul 1956, s. 1-34.
Füsun Soykan, “Tunus Turizmi Üzerine”, Ege Coğrafya Dergisi, sy. 7, İzmir 1993, s. 89-115.
a.mlf., “Tunus’ta Turizmin Bugünkü Durumu ve Etkileri”, a.e., sy. 8 (1995), s. 93-108.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 41. cildinde, 384-385 numaralı sayfalarda yer almıştır.
II. TARİH
İslâm Öncesi. Bölgenin ilk sakinlerinin Batı Asya veya Avrupa’dan gelen topluluklar olduğu söylenir. Daha sonra bölgeye Berberîler yerleşti. Tüccar bir millet olan Fenikeliler’in Suriye’den gelişiyle Tunus tarih sahnesine çıktı. Milâttan önce XII. yüzyıldan itibaren bölgeye gelmeye başlayan ve sahillerde ticarî koloniler oluşturan Fenikeliler, Kartaca şehrini merkez edindiler ve milâttan önce IX. yüzyılın ilk yarısında bölgede önemli bir deniz gücüne sahip büyük bir imparatorluk kurdular. Batı Akdeniz havzasını, Sardinya, Malta ve Balear adalarını hâkimiyetleri altına aldılar. Bugün Tunus şehrinin banliyösü durumundaki Kartaca’da hüküm sürdükleri için Kartacalılar olarak da bilinen Fenikeliler hükümranlıklarını yedi asır (m.ö. 846 – m.s. 146) devam ettirdiler. Kartaca ile Roma arasında siyasî ve ticarî rekabet yüzünden başlayan, yaklaşık bir asır devam eden Pön savaşları Kartacalılar’ın yıkılışıyla sonuçlandı. Kartaca’yı ve Tunus’un diğer merkezlerini ellerine geçiren Romalılar, savaş sırasında tahrip ettikleri Kartaca’yı yeniden imar ederek Kuzey Afrika’daki topraklarının idarî merkezi yaptılar. IV. yüzyılın ortalarında İspanya’dan gelen Vandallar bölgede Roma hâkimiyetine son verip yaklaşık bir asır hüküm sürdüler (440-535). Tunus ve civarı 535 yılında Bizans’ın eline geçti ve müslümanların fethine kadar Bizans hâkimiyetinde kaldı. İslâm fetihleri esnasında İfrîkıye diye adlandırılan Tunus ve civarında putperestlik ve Hıristiyanlık yaygındı, halkın çoğunluğu putperest Berberîler’den oluşuyordu.
İslâmî Dönem. Hz. Osman zamanında 27 (647) yılında İfrîkıye’nin fethine çıkan Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh o yıllarda Bizans’tan ayrılıp bağımsızlığını ilân eden Gregorios’u Sübeytıla’da yendi ve bölgenin ileri gelenlerini vergiye bağladı. İfrîkıye halkının anlaşmayı bozması üzerine 33 (653) veya 34’te (654-55) ikinci defa sefere çıkarak onları tekrar itaat altına aldı. Hz. Ali ile Muâviye arasındaki mücadeleler sırasında bölge İslâm hâkimiyetinden çıktı. Tunus’un doğu kesimini Muâviye’nin İfrîkıye valiliğine getirdiği Muâviye b. Hudeyc yeniden İslâm egemenliği altına aldı (45/665). Ardından valiliğe tayin edilen Ukbe b. Nâfi‘ devamlı bir ordu bulundurmak amacıyla Tunus’ta Kayrevan şehrini kurdu (50/670); Kayrevan, Mağrib’deki fetihler için ordunun bir hareket ve ikmal üssü durumuna getirildi. 55 (675) yılında vali tayin edilen Ebü’l-Muhâcir Dînâr, yedi yıl süren valiliği esnasında Kartaca şehri ve civarının fethini tamamladı. Bu yıllardan itibaren Berberîler arasında İslâmiyet yayılmaya başladı. Abdülmelik b. Mervân ile muhaliflerinin iktidar mücadelesi döneminde bölgede Berberî isyanları çıktı. Bu olaylar esnasında Kartaca gibi sahil şehirleri Bizanslılar’ın eline geçti. Berberî reisi Küseyle, Muharrem 64’te (Eylül 683) Kayrevan’ı ve buradan Berka’ya kadar olan bölgeyi zaptederek 69 (688-89) yılına kadar elinde tuttu. Abdülmelik b. Mervân siyasî birliği sağladıktan sonra bölge valiliğine Hassân b. Nu‘mân’ı tayin etti ve onu kalabalık birliklerle destekledi. Hassân, Berberî isyanlarını bastırdığı gibi Kartaca’yı da geri aldı ve Tunus şehrini kurarak orada bir tersane yaptırdı (82/701). Onun ardından İfrîkıye valiliğine tayin edilen Mûsâ b. Nusayr’ın Zağvân’ı almasıyla Tunus’un tamamı İslâm hâkimiyetine girdi. Mûsâ b. Nusayr 88 (707) yılında Mağrib’in tamamını fethetti ve Akdeniz adaları ile Endülüs fetihlerini gerçekleştirdi. Ömer b. Abdülazîz’den sonraki dönemde görev yapan valilerin bölge halkına karşı yürüttüğü yanlış siyaset yüzünden Tunus ve civarında istikrar kalmadı. Yezîd b. Abdülmelik’in İfrîkıye valisi Yezîd b. Ebû Müslim, müslüman olan Berberîler’i ve mallarını ganimet sayarak humus alması ve onları cizye ile mükellef tutması gibi uygulamaları sebebiyle öldürüldü (102/720-21). Ardından Ubeyde b. Abdurrahman ve Ubeydullah b. Habhâb’ın Berberîler’e karşı Arap ırkçılığından kaynaklanan haksız uygulamaları Hâricîliği kabul eden Berberîler’in isyanına yol açtı. Kayrevan 124’te (742) Hâricîler’in Sufriyye kolunun hücumuna mâruz kaldı. II. Mervân, 127 (745) yılında ayaklanıp Kayrevan’ı ele geçiren Abdurrahman b. Habîb’i vali olarak tanımak zorunda kaldı.
Abbâsîler’in ilk yıllarında bölgede Hâricî isyanları sürdü. 140’ta (757) Sufrî Hâricîleri’nin, ertesi yıl İbâzîler’in eline geçen Kayrevan üç yıl sonra geri alınarak etrafı surlarla çevrildi. Ebû Ca‘fer el-Mansûr tarafından 155’te (772) İfrîkıye valiliğine tayin edilen Yezîd b. Hâtim el-Mühellebî isyanları bastırıp bölgeyi kontrol altına aldı. Onun vefatının ardından aynı aileden bölgeyi yöneten valilerin dördüncüsü olan Fazl b. Ravh b. Hâtim, 178’de (794) Tunus şehrinde başlayan isyan sırasında Kayrevan’a giren isyancılar tarafından öldürüldü. Bunun üzerine Hârûnürreşîd’in İfrîkıye valiliğine gönderdiği Herseme b. A‘yen, Kayrevan’a gelip isyanı bastırdı. Ancak kendisine karşı başlatılan bir ayaklanma sebebiyle halifeye mektup yazarak görevden alınmasını istedi ve yerine İbrâhim b. Ağleb’in getirilmesini tavsiye etti. İbrâhim b. Ağleb’in Hârûnürreşîd tarafından babadan oğula intikal etmek üzere vali tayin edilmesiyle Tunus ve civarında Ağlebîler dönemi başlamış oldu (800).
Başşehirleri Kayrevan olmak üzere kurulan, Abbâsî hâkimiyetini tanıyan ve paralarda halifelerin adına yer veren Ağlebîler, Fâtımîler tarafından yıkıldı (909). I. Ziyâdetullah (817-838) zamanında Bizans İmparatorluğu’nun egemenliğindeki Sicilya’nın fethi için başlatılan seferler 859’da Bizans’ın Sicilya’daki önemli şehri Kasrıyâne’nin alınmasıyla sonuçlandı. Sicilya, bu tarihten itibaren Avrupa sahillerine karşı girişilen fetih harekâtı sırasında bir üs vazifesi gördü. 869’da Malta, 878’de Siracusa (Sarakūse) fethedildi ve Akdeniz’de İslâm hâkimiyeti güçlendi. Ağlebîler döneminde Tunus önemli bir kalkınmaya sahne oldu; özellikle Kayrevan çok parlak günler yaşadı, bölgenin ilim, kültür ve ticaret merkezi haline geldi. Gemi inşası, cam, mermer, mensucat ve maden sanayii ilerledi, çeşitli el sanatları oldukça gelişti. Kasrülkadîm (Abbâsiyye) ve Rakkāde şehirleri tesis edildi, bu iki şehirde ve diğer merkezlerde çok sayıda cami ve sarnıç inşa edildi. Tunus’u Cezayir’e bağlayan yol üzerinde kurulan Bâce, Tunus’un kuzeybatısında önemli bir merkez haline geldi. Ağlebî emîrleri, İskenderiye’den Atlas Okyanusu’na uzanan sahil şeridinde ribâtlar yaptırarak güçlü bir savunma sistemi oluşturdu. Sebte ile İskenderiye arasındaki sahil boyunca yetmiş sekiz ribât inşa edildiği bilinmektedir. Herseme b. A‘yen tarafından 180 (796) yılında yaptırılan Münestîr Ribâtı bunların ilki sayılır; ribât birçok onarım geçirerek zamanımıza ulaşmıştır. Bugüne kadar iyi durumda gelen Sûse Ribâtı’nı I. Ziyâdetullah 206’da (822) yaptırdı. Ağlebîler, Sûse’de İfrîkıye’de İslâm mimarisinin başta gelen örneklerinden sayılan ulucami (el-Mescidü’l-kebîr) ve büyük bir limanla tersane inşa ettirdiler. Tunus’ta bulunan en eski bîmâristan, Ağlebî Emîri I. Ziyâdetullah tarafından Kayrevan’da tesis edildi. Ağlebîler devrinde ilmî hareket de büyük gelişme gösterdi. Kayrevan dinî ilimlerle edebiyatın merkezi oldu. Hanefî ve Mâlikî mezhepleri İfrîkıye’de daha da güçlendi. Bu dönemde özellikle Mâlikî mezhebi büyük ilgi gördü ve Kayrevan şehri Mâlikîler’in merkezi haline geldi. Tunus şehri de dönemin en önemli ilim merkezleri arasına girdi, iki şehirde çok sayıda âlim yetişti. Öte yandan Abbâsîler’in Mu‘tezile’yi resmî mezhep edindikleri yıllarda diğer mezhepler bölgede temsil imkânı buldu. X. yüzyılda Cerîd ahalisinin büyük bir kısmı İbâzî mezhebini benimsedi.
İsmâilî dâîlerinden Ebû Abdullah eş-Şiî’nin Mağrib’de başlattığı yoğun propaganda ve askerî harekât Ağlebîler’in sonunu getirdi. Ebû Abdullah, Berberî Kutâme kabilesinin desteğini sağlayıp Ağlebîler’e karşı güçlü bir mücadele başlatmıştı. Son Ağlebî hükümdarı III. Ziyâdetullah bazı tedbirler aldıysa da başarı sağlayamadı ve 296’da (909) Mısır’a kaçtı. Ebû Abdullah eş-Şiî, İmam Ubeydullah el-Mehdî ile birlikte bir direnişle karşılaşmadan o sırada başşehir olan Rakkāde’ye girdi ve Fâtımîler Devleti’ni kurdu (909). Fâtımîler 362’de (973) Mısır’a intikal edinceye kadar Tunus’ta hüküm sürdüler. Fâtımî idarecilerinin, Mâlikî ve Hanefî mezheplerinin yaygın olduğu Tunus’ta kendi mezheplerini yaymak için uyguladıkları baskı huzursuzluklara yol açtı. Ubeydullah el-Mehdî, Kayrevan’da Mâlikî âlimlerinin ve onları destekleyen halkın direnişiyle karşılaşınca 303 (915) yılında Doğu İfrîkıye sahilindeki bir yarımadada Mehdiye şehrini kurdu ve 308’de (920) burayı başşehir yaptı. Halifeliğinin ilk altı yılını Kayrevan’da, geri kalan on dokuz yılını Mehdiye’de geçirdi. Hâricîler’den Ebû Yezîd en-Nükkârî tarafından başlatılan büyük isyan Fâtımîler’e zor günler yaşattı. 334’te (945) Tunus şehrini işgal ve tahrip eden Ebû Yezîd 944’te Kayrevan’ı ele geçirdi ve bir yıl süreyle elinde tuttu. Halife Mansûr-Billâh’ın Ebû Yezîd’e karşı zafer kazanmasından ve isyanın sona ermesinin ardından (336/947) Fâtımîler, Mehdiye’yi terkedip yeni başşehirleri Sayrelmansûriye’ye (Sabra) yerleştiler. Bu arada Sicilya adasındaki İslâm hâkimiyetini devam ettirdiler, Bizanslılar’a karşı başarılı bir mücadele vererek Orta Akdeniz’in batı kısmında üstünlük sağladılar.
Halife Muiz-Lidînillâh, Mısır’a doğru yola çıkarken İfrîkıye’nin yönetimini Berberî Zîrî kabilesinin lideri Bulukkîn b. Zîrî es-Sanhâcî’ye bıraktı. Böylece Tunus’ta Zîrîler dönemi başladı (972). Bâdîs b. Mansûr zamanında amcası Hammâd’ın 405 (1015) yılında Cezayir sınırlarında kalan Kal‘atü Benî Hammâd’da bağımsızlığını ilân etmesiyle Zîrîler ikiye bölündü. Ardından Muiz b. Bâdîs, 441’de veya 443’te (1049 veya 1051) Fâtımîler’i terkedip Bağdat’taki Abbâsî halifesine bağlandığını açıkladı ve hutbeyi onun adına okuttu. Bunun üzerine Fâtımî Halifesi Müstansır-Billâh, Zîrîler’i cezalandırmak için Mısır’ın Saîd bölgesinde huzursuzluğa yol açan bedevî Benî Hilâl ve Benî Süleym kabilelerini bölgeye sevketti. Bölgedeki şehirlerin yönetiminin ve ellerine geçirecekleri her şeyin kendilerine ait olacağını söyleyip onları göçe teşvik etti. Sayıları konusunda 50.000 ile 1 milyon arasında rakamlar verilen bu kabileler 445’te (1053) Übbe ve Ürbüs’ü (Laribus) tahrip ve talan ettiler. Muiz b. Bâdîs, bu tehlike karşısında 449 (1057) yılında başşehrini terkedip oğlu Temîm’in valilik yaptığı Mehdiye’ye sığındı. Onun ardından Kayrevan bedevîler tarafından yağmalandı, yakılıp yıkıldı. Bedevîler sahil şeridi hariç ülkenin tamamını kontrol altına aldılar. Bu göçler bölgede bedevî Arap nüfusunu yoğun biçimde arttırdı. Arazilerini ve hayvanlarını onlardan koruyamayan Zenâte ve Sanhâce Berberîleri’nden önemli bir kısmı vatanlarından ayrılarak Büyük Sahrâ vahalarına, bir kısmı Güney Sudan’a göç etti, bir kısmı da şehirlere taşındı. Daha sonraki yıllarda Benî Hilâl ile Benî Süleym çoğunluğu Berberîler’den oluşan yerli halkla karıştı, evliliklerle akrabalık bağları kuruldu. Benî Hilâl ve Benî Süleym’in bölgeyi istilâsı esnasında Zîrîler’in Mehdiye valisi Temîm b. Muiz topraklarını korumayı başardı. Bedevîlerin çıkardığı kargaşa sırasında sahildeki şehirlerden Tunus’ta ve Kartaca’dan Muallaka’ya kadar olan bölgede Benî Riyâh’ın iki kolu, Benzert’te Benî Verd, Kābis’te Benî Câmî, Sefâkus’ta Benî Melîl emirlikleri kuruldu. Bunlar haraç karşılığında Benî Hilâl’in himayesine girdiler. Hilâlîler, Temîm’in tekelindeki deniz ticaretini ele geçirmeye çalıştılar ve Muvahhidler’in kurucusu Abdülmü’min el-Kûmî gelinceye kadar bölgedeki varlıklarını korudular.
Tunus şehrini ele geçiren Benî Hilâl’e mensup Abîd b. Ebü’l-Gays’ın zulmünden kaçan şehir halkı Kal‘atü Benî Hammâd emîrinin himayesine sığındı. Hammâdî Emîri Nâsır b. Alennâs’ın Tunus valiliğine tayin ettiği Abdülhak b. Abdülazîz b. Horasan şehirde kontrolü sağlamayı başardı. Abdülhak’ın 1062’de bağımsızlığını ilân etmesiyle Tunus şehrinde Horasânîler dönemi başladı. Tunus kısa aralıklarla Zîrîler’in ve Hammâdîler’in eline geçtiyse de Horasânîler varlıklarını 1159 yılına kadar devam ettirdiler ve Tunus’un gelişmesine önemli katkılarda bulundular. Ekonomik açıdan bölgenin en önemli şehri haline gelen Tunus, İfrîkıye’nin hıristiyan Batı’ya açılan penceresi konumuna geldi. Piza, Cenova gibi İtalyan şehir devletleriyle ticaret antlaşmaları imzalandı, şehrin limanı canlandı ve Avrupa ülkeleriyle ticarette yeni bir dönem başladı. Horasânî emîrleri şehrin imarına, özellikle Zeytûne Camii başta olmak üzere mimari eserlerin tamir ve bakımına itina gösterdiler. Tunus o sırada İfrîkıye’nin en meşhur şehirleri arasına girmişti. Zeytûne Camii civarındaki çok sayıda çarşısıyla zengin bir ticaret ve önemli bir ilim merkeziydi.
Zîrîler’in elinde kalan tek merkez olan Mehdiye 1087 yılında bir süre Pizalı ve Cenevizli korsanların eline geçtiyse de geri alındı. Sicilya’yı zapteden Normanlar, 543’te (1148) Tunus’un doğusundaki sahil şehirlerine saldırıp Mehdiye’yi ve diğer bazı şehirleri işgal ettiler. Zîrîler’in son emîri Hasan b. Ali, onlara karşı Fas’ta hüküm süren Muvahhidler’in kurucusu Abdülmü’min el-Kûmî’den yardım istedi. 553’te (1158) Tunus’u, 555’te (1160) Mehdiye’yi ve diğer sahil şehirlerini Normanlar’dan geri alan Abdülmü’min, Benî Hilâl’in gücünü kırdığı gibi Horasânîler’e de son vererek İfrîkıye bölgesini Tunus şehrinde oturan bir vali tarafından yönetilen bir eyalet haline getirdi. Böylece Tunus, İfrîkıye eyaletinin merkezi oldu. Şehrin batı kısmında valinin ve diğer yöneticilerin ikameti için Kal‘atü’l-Kasba inşa edildi. Tunus, 580 (1184) yılında Balear adalarını elinde tutan Benî Gāniye tarafından istilâ edildiyse de üç yıl sonra Ebû Yûsuf el-Mansûr şehri geri aldı. Benî Gāniye 584’te (1188) zaptettiği Mehdiye’yi 602 Cemâziyelâhirine (Ocak 1206) kadar elinde tuttu. Muvahhidler, Tunus’a ve bölgedeki diğer şehirlere akrabaları Berberî Hafsî ailesinden valiler tayin ettiler. O dönemde İfrîkıye’de Tunus, Sûse, Mehdiye, Sefâkus, Kābis, Benzert, Tezrût, Kayrevan, Tûzer (Tevzer/Tozeur) ve Hammâmet gibi önemli şehirler mevcuttu.
Muvahhidler Devleti’ndeki bölünme ve ardından ortaya çıkan karışıklıklar sırasında Kābis valiliğine tayin edilen Ebû Zekeriyyâ el-Hafsî, Tunus üzerine yürüdü ve 625 (1228) yılında şehre girip İfrîkıye’nin tamamına hâkim oldu. Muvahhidler’le irtibatını kopararak bağımsızlığını ilân etti ve Hafsî hânedanını kurdu, kısa sürede İfrîkıye’nin yegâne hâkimi durumuna geldi. Muvahhidler’in Kuzey Afrika’daki topraklarında ortaya çıkan üç devletten biri olan Hafsîler, Tunus’u başşehir yaptılar. Abbâsî halifeliğinin 656’da (1258) yıkılışından sonra Mekke şerifinin elçi gönderip I. Muhammed el-Müstansır’ı Abbâsî halifesinin vârisi tanıdığını ve ona itaat ettiğini bildirmesi Hafsîler’e bütün İslâm dünyasında büyük bir itibar kazandırdı. Ancak bu durum, Bağdat Abbâsî hilâfetinin Memlük Sultanı I. Baybars tarafından Kahire’de yeniden tesisiyle sona erdi (659/1261). Hafsîler, Tunus merkez olmak üzere Cezayir’in Bicâye şehriyle kısmen bugünkü Libya’nın batısındaki topraklarda yaklaşık üç asır hüküm sürdüler (1228-1574). Hafsîler döneminde ülke hızlı bir ekonomik gelişmeye sahne oldu, Tunus önemli bir ticaret merkezi haline geldi ve bütün İfrîkıye bölgesinin en önemli metropolü konumuna yükseldi. İlk dönemlerde Endülüs’ün çeşitli şehirlerinden çıkarıldıktan sonra Tunus’a gelen çok sayıdaki Endülüslü müslüman ülkenin sosyal, ekonomik ve ilmî hayatını etkiledi. Tunus’ta çok sayıda saray, cami ve medrese inşa edildi. Endülüs mimarisinin özelliklerini taşıyan bu eserlerden bir kısmı günümüze ulaşmıştır. Kuzey Afrika’daki ilk medrese hânedanın kurucusu Ebû Zekeriyyâ tarafından Tunus’ta inşa edildi ve medreseler giderek çoğaldı. Kökleri Muvahhidler’e dayanan tasavvufî hareketler Hafsîler döneminde de etkisini sürdürdü. Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî tarafından kurulan Şâzeliyye tarikatı İfrîkıye ve bütün Mağrib’de yayıldı.
Fransa Kralı IX. Louis 1270 yılında büyük bir Haçlı ordusunun başında Tunus sahillerine saldırdı. Kartaca’da kuvvetli bir direnişle karşılaşan Fransız ordusunda ortaya çıkan veba salgını yüzünden kral ve askerlerin büyük bölümü telef oldu. Yapılan antlaşmayla Fransızlar üç aydan fazla süren muhasarayı kaldırıp geri döndüler. Ancak 1287’de Mehdiye’yi yağma ve tahrip ettiler. Mehdiye 792 (1390) ve 927 (1521) yıllarında yeni saldırılara mâruz kaldı. 1284’te hıristiyanların eline geçen Cerbe adası 1334’te geri alınabildi. Ebû Zekeriyyâ Yahyâ el-Vâsiḳ’ın tahta çıkmasından (675/1277) itibaren Hafsîler arasında başlayan taht kavgaları büyük karışıklıklara yol açtı. Ebû Hafs Ömer zamanında (1284-1295) ülke Tunus ve Bicâye merkezli ikiye bölündü. Bu arada Cerîd, Tûzer ve Kābis’te bağımsız mahallî emirlikler kuruldu. Tunus şehri 1329’da Abdülvâdîler, 1347-1350 ve 1357’de Merînîler tarafından kısa sürelerle işgal edildi. I. Ebü’l-Abbas Ahmed el-Müstansır (1370-1394) devlete yeniden itibar kazandırdıysa da Ebû Ömer Osman’ın 893’te (1488) ölümünün ardından Hafsîler’in ikinci parlak dönemi de sona erdi ve ülke karıştı. Ayrıca bu devirde başta İspanya olmak üzere Avrupa devletlerinin sahillere saldırıları yoğunlaştı. Bu arada Osmanlılar hıristiyanları Kuzey Afrika’dan çıkarmak için bölgeye geldiler. Oruç ve Hızır kardeşler, XVI. yüzyılın başlarında Berberî denizcilerin merkezi halindeki Cerbe adasını harekât üssü edindiler. Hızır Reis, Cezayir’in ardından limanın müstahkem kalesi Halkulvâdî ile (La Goulette) birlikte Tunus şehrini ele geçirdi (1534). Ancak İspanyollar, Tunus’u bir yıl sonra geri alarak Hafsî Sultanı Mevlây Hasan’ı yeniden tahta oturttular. 1569’da tekrar Osmanlılar’ın eline geçen şehir 1573’te ikinci defa İspanyol işgaline uğradıysa da 1574’te geri alınıp kesin biçimde Osmanlı topraklarına katıldı ve Tunus’a Osmanlı Devleti’ne bağlı bir eyalet statüsü verildi.
BİBLİYOGRAFYA
İbn Abdülhakem, Fütûḥu Mıṣr (Âmir), tür.yer.
Rakīk el-Kayrevânî, Târîḫu İfrîḳıyye ve’l-Maġrib (nşr. M. Zeynühüm M. Azeb), Kahire 1994, tür.yer.
Bekrî, el-Mesâlik, II, 697-699.
İbn İzârî, el-Beyânü’l-muġrib (Kettânî), tür.yer.
İbn Haldûn, el-ʿİber (nşr. Halîl Şehhâde), Beyrut 1421/2001, VI, tür.yer.
İbn Kunfüz, el-Fârisiyye fî mebâdiʾi’d-devleti’l-Ḥafṣiyye (nşr, Muhammed eş-Şâzelî en-Neyfer – Abdülmecîd et-Türkî), Tunus 1968, tür.yer.
İbnü’ş-Şemmâ‘, el-Edilletü’l-beyyinetü’n-nûrâniyye fî mefâḫiri’d-devleti’l-Ḥafṣiyye (nşr. Tâhir b. Muhammed el-Ma‘mûrî), Tunus 1984, tür.yer.
İbn Ebû Dînâr, el-Müʾnis fî aḫbâri İfrîḳıyye ve Tûnis (nşr. Muhammed Şemmâm), Tunus 1387/1967, tür.yer.
el-Ḥulelü’s-sündüsiyye, I-III, tür.yer.
İbn Ebü’d-Dıyâf, İtḥâfü ehli’z-zamân (nşr. Ahmed Abdüsselâm), Tunus 1985, tür.yer.
Aziz Samih İlter, Şimali Afrikada Türkler, İstanbul 1937, II, tür.yer.
Hüseyin Mûnis, Fetḥu’l-ʿArab li’l-Maġrib, Kahire 1366/1947.
Hasan M. Cevher, Tûnis, Kahire 1961.
Mohamed Talbi, l’Emirat aghlabide: 184-296/800-909, Paris 1966, tür.yer.
M. Hıdır Hüseyin, Tûnis ve Câmiʿu’z-Zeytûne (nşr. Ali Rızâ et-Tûnisî), Dımaşk 1391/1971, tür.yer.
Reşîd en-Nâdûrî v.dğr., el-Maġribü’l-kebîr, Beyrut 1981, I-IV, tür.yer.
Ahmed Tevfîk el-Medenî, Ḳarṭâcenne fî erbaʿati ʿuṣûr, Cezayir 1986, tür.yer.
İbn Verdân, Târîḫu memleketi’l-Eġālibe (nşr. M. Zeynühüm M. Azeb), Kahire 1408/1988.
Habîb Sâmir, Hâẕihî Tûnis, Beyrut 1988, s. 37-51.
R. Brunschvig, Târîḫu İfrîḳıyye fi’l-ʿahdi’l-Ḥafṣî (trc. Hammâdî es-Sâhilî), Beyrut 1988, I-II, tür.yer.
a.mlf., “Tunus”, İA, XII/2, s. 60-68.
Abdullah M. Cemâleddin, ed-Devletü’l-Fâṭımiyye, Kahire 1991.
M. Hâdî eş-Şerîf, Târîḫu Tûnis (trc. Muhammed eş-Şâvuş-Muhammed Acîne), Tunus 1993, s. 39-66.
İsmail Yiğit, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi: Endülüs (Gırnata) Beni Ahmer Devleti ve Kuzey Afrika İslâm Devletleri, İstanbul 1995, s. 283-349.
Abdülmecîd b. Hamde, S̱eḳāfetü’l-müctemaʿi’l-Ḳayrevânî fi’l-ḳarni’s̱-s̱âlis̱i’l-hicrî, Tunus 1997, tür.yer.
Mahmûd İsmâil, el-Eġālibe (184-296): Siyâsetühümü’l-ḫâriciyye, Kahire 2000.
Abdülkerim Özaydın, “Ağlebîler”, DİA, I, 475-478.
Eymen Fuâd Seyyid, “Fâtımîler”, a.e., XII, 228.
Muhammed Razûk, “Hafsîler”, a.e., XV, 125-128.
Ahmet Kavas, “Horasânîler”, a.e., XVIII, 241-242.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 41. cildinde, 385-388 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Osmanlı Dönemi. Osmanlılar’ın Tunus’la olan ilgileri XVI. yüzyıl başlarında buraya kadar uzanan Osmanlı denizcileri vasıtasıyla başladı. 1510’lu yıllarda Cezayir’in batısındaki Tilimsân’a yönelen bu faaliyetler, 958’de (1551) Trablusgarp’ın alınışına kadar hızlı bir seyir izledi. Özellikle Oruç ve Hızır reisler, elde ettikleri ganimetlerin beşte birini Hafsî Sultanı V. Muhammed’e vererek Tunus şehrine 10 mil kadar uzaklıkta Akdeniz sahilinde Halkulvâdî (La Goletta) denilen, göl tarafında kalan iç kısımdaki kaleye yerleştiler. Oruç Reis’in 924’te (1518) ölümünden sonra İspanyollar’ın hedefi haline gelen Halkulvâdî Kalesi yıktırıldı. Ardından Osmanlı deniz kuvvetlerinin başına geçen Barbaros Hayreddin Paşa 1534’te Cezayir’den gelip burayı Osmanlı topraklarına kattı. Ancak Kutsal Cermen Roma imparatoru olan V. Karl donanmasıyla Tunus’a asker çıkarıp burayı ele geçirdi (Temmuz 1535). Mevlây Hasan b. Muhammed tekrar Tunus’ta Hafsî tahtına oturtuldu. O da buradaki hıristiyan esirleri serbest bıraktı ve korunması için Halkulvâdî’de İspanyol askerlerinin yerleşmesini uygun buldu. Daha önce kardeşlerini katleden Mevlây Hasan, ölümden kurtulan ve tahtını tehdit eden kardeşi Reşîd’i Kanûnî Sultan Süleyman’a şikâyet etti. Reşîd, Hayreddin Paşa tarafından İstanbul’a götürüldü ve kendisine maaş bağlandı. Mevlây Hasan 1540’ta tahttan indirildiyse de kısa zamanda yeniden iktidarı ele geçirdi, fakat 1543’te tamamen uzaklaştırıldı; yerine oğlu Ahmed geçti. Babasının Tunus’u tekrar ele geçirmek amacıyla Avrupalılar’dan yardım istemesi üzerine gözlerine mil çektirdi.
İspanyollar’ın himayesinde Tunus’ta iktidarı elinde bulunduran Hafsî ailesi Osmanlılar için bölgede istikrarsızlığın temel sebebi olmaya devam etti. Barbaros Hayreddin Paşa’nın bölgede en güvendiği adamlarından Turgut Reis 1544 yılında önce Cerbe adasını zaptetti ve burayı üs haline getirdi. Bu dönemde anlaştığı Tunus Hükümdarı Mevlây Ahmed’den erzak ve cephane alırken topladığı ganimetlerin bir kısmını ona vermekteydi. Turgut Reis, Tunus ile Trablusgarp arasında önemli bir mevki olan Mehdiye’yi de ele geçirdi. Ancak Andrea Doria kumandasındaki Habsburg donanması Mehdiye’yi 1550’de kuşattı, burayı savunan az sayıdaki Osmanlı askerini katletti, şehir halkını esir aldı; Cerbe adasını da işgal etti. Mehdiye’yi daha fazla tutamayacaklarını anlayan İspanyollar 1554 yılında çekilince Osmanlılar surları tekrar inşa ederek buraya Anadolu’dan ve Rumeli’den aileler yerleştirdiler. Turgut Reis ve Cezayir Beylerbeyi Piyâle Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması 1560’ta Cerbe’yi İspanyol işgalinden kurtardı. Tunus şehri ise 1569’daki Osmanlılar’ın ikinci müdahalesine kadar İspanyollar’ın himayesinde ve III. Mevlây Ahmed’in idaresinde kaldı. Osmanlılar Tunus şehrine hâkim olunca III. Mevlây Ahmed, Halkulvâdî’deki İspanyollar’a sığındı. Ramazan Bey adında bir kişi buranın ilk kaymakamı yapılarak emrine 3000 asker bırakıldı. Tunus şehrinin güneyinde kalan Sûs, Manastır ve Kayrevan 1551’den sonra Trablusgarp’ın bir parçası haline geldi. Halkulvâdî ve Kalebend denilen Goletta Kalesi İskelesi İspanyollar’ın elinde bulunuyordu. 2 Zilhicce 980’de (5 Nisan 1573) Tunus kumandanı Kılıç Ali Paşa, kaymakamı Ramazan Paşa ve beylerbeyi Haydar Paşa idi. 10 Ekim 1573’te İspanyollar, Tunus’ta kontrolü ele geçirmek amacıyla yeni bir harekâta giriştiler. Tunus’u alıp burada 8000 asker bıraktılar. Hafsî hânedanı adına tahta III. Mevlây Ahmed’in kardeşi VI. Mevlây Muhammed’i geçirdiler. Tunus Beylerbeyi Haydar Paşa, İspanyol işgali sırasında fazla direnç göstermeden Kayrevan’a çekildi.
Osmanlılar buna karşılık 982’de (1574) büyük bir donanma sevkettiler. Donanma Vezir Koca Sinan Paşa kumandasında İstanbul’dan hareket ederken Kayrevan’da bulunan Haydar Paşa da yerlilerden çok miktarda asker toplamıştı. Ayrıca sefere Cezayir Beylerbeyi Ramazan Paşa, Trablusgarp Beylerbeyi Mustafa Paşa ve Mısır’dan gönüllü askerler katıldı. Yemen fâtihi Koca Sinan Paşa ve Kaptanıderyâ Kılıç Ali Paşa kumandasındaki donanma altı günlük bir muhasaranın ardından 12 Eylül 1574’te Tunus’u geri aldı. Sinan Paşa, Osmanlı tarihinin en önemli deniz zaferlerinden biri olan ve tarihe Tunus savaşı diye geçen bu başarısından sonra şehirde 3000 yeniçeri bıraktı, Haydar Paşa’yı yeniden beylerbeyiliğe getirdi. Halkulvâdî Kalesi de otuz üç gün direndiyse de 6 Cemâziyelevvel 982’de (24 Ağustos 1574) yapılan büyük hücum sonunda ele geçirildi. VI. Mevlây Muhammed ve İspanyol kumandanı Serbellino esir alınıp İstanbul’a gönderildi. Müstahkem kale bir daha İspanyollar’ın eline geçmemesi için tamamen yıktırıldı. Tunus şehri dahil Halkulvâdî, Bâbülbahr ve Sen Jak kalelerinin tamamı Osmanlı idaresine girdi. Böylece Tunus’ta uzun sürecek Osmanlı hâkimiyeti dönemi başlamış oldu.
Hafsî hânedanın son sultanının İstanbul’a getirilmesinden sonra Meylây Ahmed gibi bazı aile fertleri başta Sicilya adasının merkezi Palermo olmak üzere yeniden toparlanıp 1581’de eyaletin iç kısımlarına geçtiler ve Tunus’u tekrar ele geçirme teşebbüsünde bulundular. Bazı kısmî başarılar elde ettilerse de alınan tedbirlerle bu teşebbüsler önlendi. Mevlây Ahmed’in oğlu Hammûde 1575’te hıristiyan olup Charles d’Autriche, kız kardeşi de Donna Maria adını aldı. İkinci önemli şehir olan güneydeki Kayrevan, Şeyh Abdüssamed’in 994’te (1586) Osmanlı Devleti’ne bağlılık arzetmesi üzerine Tunus beylerbeyiliği içine alındı. 1609’da Osman Dayı zamanında Tunus’a gelen Endülüslü müslümanlar Muhammed Cardenas adlı önderlerinin emrinde 3000 kişilik mahallî bir güç oluşturdular. Tunus eyaletinde bir beylerbeyi bulunuyordu. 1591’de ortaya çıkan ve doğrudan askerlik işlerinden sorumlu olan “dayı” unvanlı kumandanlarla vergi toplanması, yol güvenliğinin sağlanması ve ayaklanmaların bastırılması gibi işleri düzenlemekle mükellef Tunus vatan sancağı beyleri idarede zamanla öne çıktılar. Bu üç başlı idare XVII. yüzyılda Murâdîler döneminde iktidar paylaşımı konusunda sürekli rekabete yol açtı. Bunların içinde giderek yetkileri veraset yoluyla devredilen Tunus beyleri etkili duruma geldi. Eyalet bazan beylerbeyisiz kaldığı gibi zaman zaman dayılar veya sancak beylerine beylerbeyilik verildiği de oldu.
Müstakil bir eyalet haline gelişinden sonra Tunus şehrindeki asker sayısı Yûsuf Dayı döneminde 4000’e çıkarıldı. Her 100 asker için bir bölükbaşı tayin edildi ve toplam kırk kişiden meydana gelen bu askerî sınıfla yeniçeri divanı oluşturuldu. Yeniçeri kethüdâları arasından seçilen veya doğrudan İstanbul’dan gönderilen bir yeniçeri ağası askerî konularda bunlara kumanda ediyor, emrinde bir kethüdâ, sekiz çavuş ve kâtiplik görevi yapan iki hoca bulunuyordu. Beylerbeyinin idaresindeki Tunus Ocağı Divanı XVIII. yüzyıla kadar aslî vasfını koruduysa da daha müstakil faaliyet gösterdi. Beylerbeyi ve dayı divan toplantılarına katılmamaktaydı. Alınan kararlar beylerbeyine takdim edilir, imzalaması halinde uygulamaya konurdu. Divandakilerin tamamı Türk kökenliler veya ihtida ederek Osmanlı safında yer alanlardan oluşuyor ve toplam on iki odabaşı, yirmi dört bölükbaşı, altı veya sekiz çavuş, kâtiplik görevinde iki veya dört hoca, birer tercüman, kâhya, ayrıca ağanın iştirakiyle kırk yedi veya elli bir üyesi bulunuyordu.
Tunus eyaleti sancaklara ayrılmakta ve her sancakta bir sancak beyi devleti temsil etmekteydi. Askerî işlerden “kāid” denilen bir kumandan sorumluydu. Dinî konularda eyalet merkezinde ulemâ arasından bir kişi başkadı (kādılkudât) tayin edilirken diğer şehirlere kadılar veya onların görevini yürütecek nâibler görevlendirilirdi. Başlangıçta bütün eyaleti idare edecek bir düzen kurulamadı ve bazı şehirlerde tek bir Osmanlı memuru görev yaptı. Meselâ Teburba’da vergi toplamakla görevli bir kāid varken Münestîr Ribâtı’nda bir kāid ve bir yeniçeri ile üç Türk görevli olmak üzere beş memur vardı. Sûs şehrinde ise otuz kırk kadar Osmanlı görevlisi bulunuyordu. Hammâmet’te ihtida eden bir kāid dışında memur yoktu. Osmanlı görevlileri aileleriyle birlikte genelde başşehir Tunus’ta ikamet ediyor, bunlardan 2000 asker burada kalırken diğer 2000’i Tunus beyi ile eyaleti dolaşıyordu. Tunus eyaleti sâlyâneli statüde idi. Vergiler iltizam yoluyla toplanır, gelirlerden beylerbeyi, sancak beyi, asker ve diğerlerinin maaşları ödendikten sonra geriye kalan meblağ devlet hazinesine aktarılırdı. 1580 yılına kadar Cezayir, Trablusgarp ve Tunus eyaletlerinin ortak bir mal defterdarı vardı. Aynı yıl Cezayir’in diğerlerine göre daha uzakta olması dolayısıyla buraya ayrı bir defterdar tayin edildi.
Tunus’un muhafazasında sayıları 4000 ile 8000 arasında değişen yeniçerilerin önemli rolü vardı. Anadolu’dan Garp ocaklarına getirilen yeniçeriler bir müddet sonra odabaşı, ardından bölükbaşı ve nihayet ağa olabilmekte, odabaşılıktan itibaren Tunus eyalet divanından görev almaktaydı. Tunus beyleri ise dayılar veya dayının onayını alan divan tarafından tayin edilmekteydi. Ahmed Bey döneminde ordu yönetimi “devletli” denilen en üst rütbeliye yardım eden dârü’l-asker kumandasındaydı. İdarî konularda başhoca, sancaklarda 1800 askerden sorumlu ağa el-sancak ve emrinde bir kâhya ile bir bayraktar vardı. Bunların alt rütbelerindekiler bölükbaşıları idi. Tunus’ta her birine oda denilen toplam 300 küçük askerî birim vardı. Türk yeniçeriler yanında “mehâzin” (zuav) adı verilen yerli askerler de eşit sayıdaydı. Ayrıca Garp ocakları donanmasını oluşturan denizciler bulunuyordu. 1645’te Girit’e yapılan ilk saldırıda Cezayir yirmi, Trablusgarp ve Tunus sekizer kadırga göndermişti. Diğer deniz savaşlarına da Tunus kadırgaları iştirak etti. İstanbul’dan 1574’te ilk beylerbeyi olan Haydar Paşa’nın yerine 1576 yılı başlarında Receb Paşa gönderildi. Başlangıçta halk tarafından çok olumlu karşılandıysa da özellikle Kayrevan sancak beyliğine kadar yükselecek olan Ebû Tayyibü’l-hadare adlı bir yerlinin hakkında yaptığı şikâyetler görevden alınmasına yol açtı. Yerine tekrar Haydar Paşa beylerbeyi tayin edildi. Bu dönemde Trablusgarp eyaleti de bir müddet Tunus’tan idare edildiği için Fizan ve Sahraaltı Afrikası’ndaki Bornu Sultanlığı ile münasebetler Tunus beylerbeyiliği vasıtasıyla yürütüldü.
Mehdiye şehri, 1550’de Turgut Reis’in askerlerinin elinden alındıktan sonra yaşanamayacak şekilde tahrip edilmişti; bu hali otuz yıl devam ettikten sonra yeniden ihya edilerek Tunus’a bağlandı. Cezayir beylerbeyiliğinden 1577’de azledilen Ramazan Paşa bir yıl sonra Tunus’a, Haydar Paşa da Trablusgarp’a beylerbeyi oldu. Ramazan Paşa iki yıl kaldığı Tunus beylerbeyiliğinden 987 Rebîülâhirinde (Haziran 1579) Cezayir’in Tilimsân sancak beyliğine gönderildi, yerine Câfer Paşa Tunus beylerbeyiliğine getirildi. Câfer Paşa, Haydar Paşa’nın yol açtığı zararları gidermeye çalıştıysa da yanı başındaki Trablusgarp’ta beylerbeyilik yaptığından onun bölgedeki nüfuzunu bir türlü kıramadı ve her ikisi azledilip İstanbul’a çağrıldı. Tunus’a Mustafa Paşa tayin edildi. Ancak Cezayir ve Trablusgarp eyaletlerinin Tunus eyaleti üzerindeki baskılarını azaltamadığı için halkın şikâyetleri üzerine 993’te (1585) Hasan Paşa Tunus’a gönderildi. Bu iki beylerbeyi zamanında Cezayir’de olduğu gibi Tunus’ta da korsanların sayısı arttı. 1588’de Mehmed Paşa, Tunus beylerbeyi olduysa da 1591’de Câfer Paşa, bir yıl sonra da Hüseyin Paşa bu göreve getirildi.
1590’lı yılların başında Tunus’ta ortaya çıkan dayılık makamını elde etmek isteyenler arasında yaşanan rekabet ortamında buraya Ahmed Paşa gönderildi. Tunus’ta 1631’de Murâdî, 1705’te Hüseynî ailesi eyalet yönetiminde yetki sahibi olunca beylerbeyi tayininde aksamalar görüldü ve iktidarı elinde tutan aile fertlerinin görevlerinin onaylanmasıyla yetinildi. 1019’da (1610) Mehmed Paşa adlı bir beylerbeyinden bahsedilmekte olup onun ardından kimin beylerbeyi olduğuna dair kayıt yoktur. 1087’de (1676) Tunus’a beylerbeyi sıfatıyla sancak beyi Ebû Abdullah Mahmud Paşa’nın kardeşi ve Murad Paşa’nın oğlu Mehmed Paşa Hafsî yollandı. Fakat Tunus sancak beyi olan yeğeni Mehmed Bey onu kabul etmeyip İstanbul’a geri gönderdi. İki yıl sonra yeğenleri Ali ve Mehmed beyler arasında çıkan, beyliği ele geçirme kavgası sırasında tekrar beylerbeyi olarak yollanan Mehmed Paşa bu defa herhangi bir yaptırım gücü bulunmayan bir vali konumunda kaldı. 1096’da (1685) beylerbeyiliğe Tunus Defterdarı Mehmed Bektaş Paşa geçti; Mehmed Bey “vatan beyi”, kardeşi Ali Bey dayı oldu. Ali Bey’in vefatı üzerine Mehmed Bey, vatan beyliğiyle dayılığı uhdesinde toplayarak beylerbeyi Mehmed Bektaş Paşa ile uyumlu bir idare kurdu. 1688’de Mehmed Bektaş Paşa ölünce yerine İstanbul’dan Mustafa Paşa gönderildi. Kardeşinin oğlu Ali’yi dayı yapan Mehmed Bey yeni beylerbeyi ile de iyi geçindi. Murâdîler devrinden sonra Tunus Beyliği, Hüseyin Bey vasıtasıyla Hüseynîler olarak tanınacak ailenin eline geçti. Hüseyin Bey, vatan beyliğini onaylatmak için İstanbul’a yaptığı müracaat neticesinde Dîvân-ı Hümâyun’dan paşalık unvanı da aldı. Bu dönemde Tunus eyaletinde tek yetkili Tunus beyi oldu; bundan böyle hem dayının görevlerini hem de Osmanlı Devleti adına İstanbul’dan gönderilen beylerbeyiliğin sorumluluğunu tek başına üstlendi.
Denizcilerden dayı seçilerek kendisine belli yetkiler verilmesi âdeti ilk defa 1591’de Tunus’ta başlatıldı, 1609’da Trablusgarp’ta ve 1681 yılından itibaren Cezayir’de uygulandı. Tunus’ta ilk dayı İbrâhim adındaki bir bölükbaşı idi ve üç yıl bu görevde kalmıştı. Tunus dayıları içinde en etkili kişi on üç yıl boyunca görevini dirayetle yürüten Osman Dayı oldu; eyalette Osmanlı nüfuzunu açık biçimde yerleştirdi. Yerlilerden “zuav” denilen bir birlik kurarak yeniçerilerin eyaletteki güçlerini kırdı. Özellikle Endülüslü müslümanlardan İspanya’da kalan ve Moriskolar diye bilinen kimseleri Tunus’un sahil şehirlerine getirtip yerleştirdi. 1610’da vefat edince yerine damadı Yûsuf Dayı geçti. Osman Dayı’nın zamanında Tunus beyi olan Ramazan Bey’in yetiştirdiği Korsika asıllı, Avrupalılar’ın Osta Morato Genovese dedikleri Murad Bey isimli mühtedi Yûsuf Dayı ile çok iyi geçindi ve İstanbul’dan kendisine beylerbeyilik ve paşalık unvanı verildi. 1637 yılında önce Murad Paşa, ardından Yûsuf Dayı vefat etti. Murad Bey’in yerine eyaletin her tarafını dolaşıp itaat altına alan ve Hammûde Bey olarak da tanınan oğlu Ebû Abdullah Mahmud Bey, Yûsuf Dayı’nın yerine Cenevizli Usta Murad Kaptan geçti. Hammûde Bey’in nüfuzu eyalette giderek arttı. Böylece Tunus’ta Murâdîler dönemi başladı.
Murâdî hânedanı Tunus’ta toplam yedi beyin idaresinde seksen üç yıl hâkim oldu. Yerlerini Hüseynîler aldı. Vatan beyliğini ele geçiren İbrâhim Şerif’in kumandanlarından Hüseyin Bey onun Cezayir birliklerine esir düşmesi üzerine Tunus’ta idareyi eline aldı. Yerine vâris tayin ettiği yeniçeri ağası Ali Bey’e İstanbul’da paşa unvanı ve beylerbeyilik verildi, ancak aile içinde başlayan rekabetten faydalanan Cezayir Dayısı Ali Paşa, Hüseyin Bey’in oğulları Mehmed ve Ali beyleri alıp 1756’da Tunus’a girdi. Tunus Beylerbeyi Ali Paşa, oğullarından vatan beyi Mehmed Bey ve kardeşiyle torunları yakalanarak öldürüldü. Mehmed Bey vatan beyi, kardeşi Ali Bey dayı oldu. Mehmed Bey üç yıl sonra vefat edince Mahmud ve İsmâil adlı iki oğlu henüz küçük yaşta bulunduğundan Tunus beyliğine kardeşi Ali Bey geçti ve İstanbul’dan kendisine paşalık unvanı verildi. Oğlu Hammûde’yi henüz kendisi hayatta iken vatan beyi yaptı, ancak yeğenlerini öldürmedi.
1770’te Tunus, Fransız donanması tarafından günlerce bombalanarak tahrip edildikten sonra barış antlaşması yapıldı. Hammûde Paşa’nın 1814’te ölümü üzerine yerine oğlu Osman geçti. Onun yerini daha sonra Mahmud Bey aldı. Bu da 30 Mart 1824’te ölünce oğlu Seydi Hüseyin Bey Tunus dayısı oldu. Seydi Hüseyin, Cezayir Fransa tarafından işgal edildiğinde herhangi bir yardımda bulunmadığı gibi Çengeloğlu Tâhir Paşa’nın Tunus üzerinden geçişine de izin vermedi. On bir yıl beylik yaptıktan sonra 21 Mayıs 1835’te vefat etti ve kardeşi Mustafa Tunus beyi oldu. Kendisine İstanbul’dan asâkir-i mansûre ferikliği rütbesi ve beylerbeyilik verildi. Onun da 1837’de vefatıyla yerine Ahmed Bey getirildi. Çengeloğlu Tâhir Bey’in Trablusgarp’tan buraya gelen donanması Tunus’ta Osmanlı idaresini kuvvetlendirdi ve Ahmed Bey’i görevden aldı. Ancak Ahmed Bey, Fransızlar’dan aldığı destekle yeniden duruma hâkim oldu, ardından Osmanlı Devleti’ne yaklaştı ve kendisine paşalık rütbesi verildi. Avrupa âdetlerini daha çok benimsedi ve ülkesindeki Avrupalılar’a iyi davranmaya özen gösterdi. Fransız subayları getirterek Bardo Sarayı yanında 1840’ta açtırdığı askerî okulda ordusunu modernleştirmeye çalıştı. Burada okuyan gençler XIX. yüzyılın ikinci yarısında Tunus’un her konuda yetişmiş insanları arasında yer aldı. 5000 olan asker sayısı 20.000’e çıkarıldı ve askerler Avrupalı meslektaşları gibi giydirildi. Tunus’ta bir top dökümhanesi yapıldığı gibi Fransız mühendisleri tarafından eyaletin bir haritası çizildi. Köle ticareti 1841’de yasaklandı, ticaretin yapıldığı pazarlar 1846’da kapatıldı. Ahmed Bey 5 Ekim 1846 tarihinde Fransa kralının davetlisi olarak Paris’e gitti. 1854’te ölünce yerine müşîr-i sânî Mehmed Bey geçtiyse de dört yıl sonra vefatı üzerine müşîr-i-sâlîs olan kardeşi Mehmed Sâdık yerini aldı ve Fransız işgali öncesinde Osmanlı Devleti adına Tunus beyliği yaptı.
Hüseynîler zamanında beylik makamı veraset usulüyle değil eyaletin ileri gelenleri tarafından yapılan seçimle belirleniyor, kaptanpaşa vasıtasıyla padişaha arzedilen adayın beyliğe tayini isteniyordu; padişahın uygun bulması durumunda önceleri mîrimîranlıkla, ardından feriklikle veya müşirlikle eyalet valisi oluyordu. Beylerin yerlerinde kalıp kalmayacakları iki üç yılda bir gönderilen fermanla bildiriliyordu. Sadece Tunus beyi Mehmed Sâdık Paşa beyliğin veraset yoluyla devri için Hayreddin Paşa’yı 1864’te İstanbul’a gönderdi. Fransızlar, Tunus’un Osmanlı Devleti’ne bu şekilde yakınlaşmasını tehlikeli buldularsa da Hayreddin Paşa 1871’de Tunus’u Osmanlı Devleti’ne yakın konuma getirdi ve 23 Ekim 1871 tarihli fermanla Tunus Emirliği, doğrudan İstanbul’a bağlı kalmak üzere Mehmed Sâdık Paşa ve evlâdına veraset usulüyle verildi. Artık padişahın izni olmadan savaş ve barış görüşmeleri yapılmayacak, ülkeden hiçbir toprak başkasına verilmeyecek, Osmanlı Devleti’nin asker talebi de karşılanacaktı. Fransa bu fermanı tanımadığı gibi Mehmed Sâdık Paşa da Osmanlı-Rus savaşına istenilen askeri göndermedi. Bu irtibatı sağlayan Hayreddin Paşa da görevinden azledildi (1877). Gittikçe artan İtalyan nüfuzu aslında Alman imparatorluk şansölyesi Bismarck’ın Fransa ile İtalyanlar’ı karşı karşıya getirme politikasının bir ürünü idi. Fransızlar, İtalyanlar’dan önce harekete geçerek Tunus sınırındaki düzmece bir kavgayı bahane edip 1881 yılı Mart ayında buraya asker sevkettiler. 12 Mayıs 1881’de Tunus beyi ile Bardo Antlaşması’nı imzalayarak bu eyaleti kendi himayelerine aldıklarını duyurdular. Mehmed Sâdık Paşa 1882 yılı Ekiminde vefat etti. Yerine geçen Seydi Ali Bey döneminde Fransız genel valisi Pierre Paul Cambon zamanında 8 Haziran 1883 tarihli Mersâ Antlaşması imzalanınca Tunus himaye adı altında Fransa’nın resmen idaresine girdi. 1882’de İngiltere Mısır’a girdiğinden Tunus meselesi tamamen Fransa’nın istediği şekilde sonuçlandı. Burası artık Osmanlı Devleti salnâmelerinde “eyâlet-i mümtâze” diye yer aldı. Tarihî Bardo Sarayı 1888’de müzeye çevrildi. Tunus’un idarî yapısında kısmî değişiklik yapılarak seksen olan “kāidât” sayısı altmışa, 2000 olan ve dar anlamda idarî birimi ifade eden “şeyhât” sayısı da 600’e indirildi.
Tunus, Osmanlı idaresinde kaldığı son iki yüzyılında özellikle dinî bağlarla irtibatını sürdürdü. Tunuslular, Osmanlı halifesinin tebaası olmadan hilâfete sadık kalıyor ve hiç vergi ödemiyordu. Sadece beylik makamına oturanlar bir saygı ifadesi olarak İstanbul’daki en üst dinî yetkiliye hediyeler gönderiyordu. Karşılıklı siyasî muameleler azdı ve Tunus kendi hukukuna göre yabancı devletlerle anlaşmalar yapabiliyordu. 1742 ve 1743 yılları ile 1824 yılında Fransa ile antlaşmalar imzalanması, korsanlığın engellenmesi ve köleliği kaldıran sözleşme beylerin rahat hareketlerini göstermektedir. Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti ile herhangi bir savaş konumuna girmeden yalnız bu eyalette yirmi defa savaştılar. Osmanlı döneminde Tunus toplumu âyan ve avam diye iki sınıfa ayrılmıştı. Hafsîler devrinde avam dışında kendilerine itibar edilenlere “şürefâ” denilmekteydi; bunlar Muvahhidler döneminden kalan ailelere mensup reislerinden oluşurdu. Diğerlerini “büyûtât” adı verilen tüccarlar, memurlar ve okumuşlar teşkil ediyordu. Hafsîler devrindeki sosyal yapı Osmanlı idaresinde ciddi bir değişikliğe uğramadı.
Osmanlı yönetimi zamanında Tunus toplumunu yerli Araplar, Endülüslü müslümanlar ve Anadolu’dan buraya sevkedilen askerlerle sivil memurlar teşkil ediyordu. Ayrıca Anadolu kökenlilerin yerli kadınlarla evliliklerinden doğan ve “kuloğlu” denilen melez bir sınıf vardı. Bunlar, merkezî idare ile yerli halk arasında irtibatın âhenkli şekilde yürütülmesinde etkin görevlerde bulunuyordu. Çoğunluğu Anadolu’dan gelen babalarına oranla çok iyi eğitim gördüğü için eyaletin beylerbeyilik, dayılık ve beylik görevleri hariç üst makamlarda görev almakta ve içlerinden çok sayıda âlim yetişmekteydi. Genelde Üsküdar, Sinop, Ankara, Urfa, Edirne, Akhisar, Akşehir, Bodrum, Bergama, Bosna, Diyarbekir, Denizli, Antep, Tokat, Sivas, Menteşe, Kıbrıs, Sofya ve Gürcistan gibi şehir ve bölgelere mensuptu. Eyaletteki mesleklerine göre bostancı, bahrî, bakırcı, bıçakçı, boyacı, terzi, demirci, kuyumcu, bozacı, tavukçu ve kahveci gibi soyadlarıyla kolayca tanınıyorlardı.
Avrupalı esirler hürriyetlerine kavuşmak için müslüman oluyordu. Doğrudan Avrupa’dan bu eyalete gelip din değiştirerek Osmanlı idaresine giren denizciler de vardı. Bunlar Anadolu’dan gelmiş olanlarla daha yakın irtibat kurabiliyorlardı. Tunus eyaleti müslümanlarının yerli ve Endülüs asıllı olanları Mâlikî mezhebi, Anadolu’dan gelenler, bunların yerli hanımlarla evliliklerinden doğanlarla mühtediler ise Hanefî mezhebine mensuptu. Türk kökenlilerin savaşçı yönleri, Endülüslüler’in ziraat ve el sanatlarındaki becerileri öne çıkıyordu. Özellikle Endülüslüler Teburba, Süleyman ve Testûr gibi ülkenin kuzeydoğusundaki şehirleri Avrupaî tarzda kalkındırdılar. Kurdukları yeni köyler İber yarımadasında bıraktıkları köylere çok benziyordu. İspanya etkisinden tamamen kurtulamadıkları için kendi aralarında Kastilya diliyle konuşuyorlardı. Tunus’un Osmanlı idaresi altındaki nüfus durumu hakkında yeterli bilgi yoktur. Tunus şehriyle ilgili verilen rakamlar da çok abartılıdır (1587’de ancak 25.000 dolayında nüfusu vardı). Tunus’ta 1605’te başlayan ve 1622’de “vebâü ebi’l-gays” denilen salgında sadece Tunus şehrinde günde ortalama 2000 kişinin öldüğü belirtilir. Vebanın en öldürücü olduğu yıllar 1643-1650 arasıdır. 1676-1677’deki veba salgınında ise bütün eyalette toplam 400.000 kişinin hayatını kaybettiğine dair bilgiler doğru olmamalıdır. XVIII. yüzyılda veba salgını durunca nüfusta artış meydana geldi.
Sömürge Dönemi. Tunus, Fransa’nın kontrolü altına girince bu idareye karşı giderek direniş gösterilmeye başlandı. Bu hususta öne çıkan isimlerden biri Sefâkus-Kābis arasında yaşayan bir kabile reisi olan Neffât Kāidi Ali b. Halîfe’dir. Fransızlar’ın üzerine sevkettiği ordulara dayanamadı ve Trablusgarp’a geçerek Osmanlı Devleti’ne sığındı. Daha sonra Fransızlar’la anlaşıp bir daha mücadele etmemek üzere Tunus’a döndü. 1888’de yayımlanmaya başlayan Cerîdetü’l-ḥâżıra, 1896’da ez-Zehrâ isimli gazeteler ve özellikle aynı yıl Haldûniyye adlı cemiyet etrafında bağımsızlığa giden sürecin temelleri atıldı. 1905’te Avukat Ali Bâş Hanbe ve Beşîr Sefar’ın öncülüğünde Sâdıkī Koleji Mezunları Derneği benzer faaliyetlere hız verdi; le Tunisien adlı gazeteyi çıkardı. 1908 yılında Jön Türkler’den ilham alarak kurdukları Cemâatü’ş-şebâb et-Tûnisiyye adlı teşkilâtla Türk asıllı Zemerî ve Ali Bâş Hanbe, Cezayir asıllı Abdülazîz b. İbrâhim es-Seâlibî ile Tunus asıllı Abdülcelîl Zavuş siyasal etkinlikleri başlattılar. İtalyanlar’ın 1911’de Trablusgarp’a saldırıları Tunuslular’ı Osmanlı Devleti’ne daha fazla yaklaştırdı; Tunuslular bu savaşa açıkça destek vermekten çekinmediler. Ali Bâş Hanbe, Tunuslular’ın Osmanlılar’a desteğini arttırmak için bir dernek kurdu. Ancak Cellaz Mezarlığı olayı diye bilinen olaydan sonra 1912’de yargılanıp Fransa’ya sürgüne gönderildi. I. Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’a gelerek mücadelesine buradan devam etti.
Fransızlar 1881-1956 yıllarında Tunus’a yirmi bir genel vali tayin ettiler. Bunların içinde ilk vali Théodore Justin Dominique Roustan’dan sonra 28 Şubat 1882 – 23 Haziran 1885 tarihleri arasında valilik yapan Pierre Paul Cambon himaye adı altında sömürgeleştirme sürecini tamamladı. Ancak otuz yıl boyunca Fransız sömürge siyasetinin başta gelen ismi genel sekreter Bernard Roy oldu. Tunus’taki Avrupalı sayısı giderek arttı; 1881’de 15.000 kadar İtalyan varken bunlar 1901’de 71.000’e, 1911’de 88.000’e çıktı. Toplam 148.000 Avrupalı’nın geri kalanını 46.000 Fransız ve 11.000 Maltalı oluşturuyordu. Müslümanların sayısı aynı dönemde 1.700.000 kadardı. I. Dünya Savaşı’nda Fransa sadece Tunus sömürgesindeki yerli gençlerden 63.000 kişiyi cephelere sürdü. 1931’de Tunus’un nüfusu 2.410.000 oldu, bunun 251.000’ini Avrupalılar teşkil ediyordu. Bu tarihte Fransızlar’ın sayısı 91.000’e çıkmıştı.
Bağımsızlık yolunda mücadele edenlerin öncüleri arasında İslâmî konulardaki yazılarıyla öne çıkan Muhammed Bayram el-Hamîs, er-Râʿid gazetesinin editörlüğü yanında vakıf idaresi müdürü oldu. Bir diğer önder Abdülazîz b. İbrâhim es-Seâlibî’nin 1920’de Paris’te yayımlanan la Tunisie martyre (et-Tûnisiyye eş-şehîde) adlı kitabı gençlik üzerinde ciddi etki bıraktı. Tunus’ta Fransız sömürgeciliğine karşı ilk düzenli siyasî hareket Abdülazîz b. İbrâhim es-Seâlibî’nin 1920’de kurduğu el-Hizbü’d-düstûrî ile başladı. Ancak hareket içinde on beş yıl gibi kısa bir süre sonra ayrılmalar başladı ve Mahmûd Materî’nin başkanlığında, Habîb Burgiba’nın genel sekreterliğinde el-Hizbü’d-düstûrî el-cedîd kuruldu. Partinin yayın organı olan el-ʿAmel’de (l’Action tunisienne) kendi düşüncelerini yaymaya başladılar. el-Hizbü’d-düstûrî II. Dünya Savaşı sonrasına kadar varlığını devam ettirdiyse de ilk günlerdeki etkinliğini, kurucusu Abdülazîz b. İbrâhim es-Seâlibî’yi satılmışlık ve diktatörlükle itham eden Habîb Burgiba’nın karşıt görüşleriyle yitirdi. Fransızlar Habîb Burgiba’yı bağımsızlık yanlısı girişimlerinden dolayı 1940 yılında hapse attılar. 17 Kasım 1942-13 Mayıs 1943 tarihlerinde II. Dünya Savaşı’nın en kapsamlısı olarak bilinen Tunus savaşı cereyan etti ve Almanlar’la İtalyanlar geri çekilmek zorunda kaldı. Mücadelenin devam ettiği günlerde Almanlar, 1942’de Habîb Burgiba’yı serbest bırakarak Roma’ya götürdüler. Ardından İtalyanlar’ın safına çekmeye çalıştılar, ancak başarılı olamayıp 7 Nisan 1943’te Tunus’a geri getirdiler. Habîb Burgiba, Fransızlar’la iş birliği yapmayı ülkesinin geleceği için daha faydalı gördü. 26 Mart 1945’te gizlice Sefâkus’a, oradan Trablusgarp’a ve Arap Birliği’nin kurulduğu Kahire’ye geçti. Tunus’a 9 Eylül 1947’de dönebildi.
Bağımsızlık Dönemi. 1950’li yılların başında Tunus beyi Lamine Bey denen Emîn Bey bağımsızlık mücadelesini sürdüren gençleri destekledi. 20 Mart 1956’da Tunus bağımsızlığına kavuşurken Hüseynî ailesinden Emîn Bey on dokuzuncu bey sıfatıyla Osmanlılar’dan kalan bir geleneği sürdürdü; 27 Temmuz 1957 tarihine kadar Tunus kralı oldu. Bu tarihte Tunus Cumhuriyeti ilân edildi; Hüseynî ailesinin saltanatı sona erip Emîn Bey’in başbakan tayin ettiği Habîb Burgiba ilk devlet başkanı olarak bütün yetkileri eline aldı. Bağımsızlık sonrası Avrupalılar artan baskılar üzerine şehri terketmeye başladı. Onların yerini diğer bölgelerden gelen yerli nüfus doldurdu ve Araplaşma süreci tamamlandı. Giderek artan iç göçlerle başşehir Tunus’un etrafında yeni varoşlar ortaya çıktı. 1958’de Tunus Arap Birliği’ne, 1969’da İslâm Konferansı Teşkilâtı’na girdi. Tunus şehri, 12 Haziran 1979 tarihinde Mısır ile İsrail arasında imzalanan Camp David Antlaşması’nın ardından Kahire yerine birliğin merkezi oldu ve 31 Ekim 1990 tarihine kadar bu konumunu sürdürdü.
Tunus’ta siyasî hayatın şekillenmesinde şer‘î hükümleri esas alan ve kısaca “düstûr” denilen anayasa etkili oldu. 2 Mart 1934’te ed-Düstûrü’l-cedîd adıyla oluşan siyasî hareket 1969’da Sosyalist Düstur Partisi adını aldı. Hareketin kuruluşunda öncülerden biri olan Sâlih b. Yûsuf, Habîb Burgiba ile birlikte hareket ettiği halde zamanla araları açıldı ve 1961’de bir suikastla öldürüleceği Mısır’a kaçmaya zorlandı. Partinin genel başkanı olan Habîb Burgiba tek parti sisteminin ağır yönetim biçimini uygulayarak otuz bir yıl iktidarda kaldı. Her türlü muhafazakâr yapılanmayı ağır şekilde bastırdı. Kasım 1987’de görevinden ayrıldı. Tunus’un ikinci devlet başkanı olan Zeynelâbidîn b. Ali kansız bir darbe ile iktidarı ele geçirdi. Paris’teki Saint Syr askerî okulunda eğitim gören Zeynelâbidîn çeşitli görevlerin ardından 1986 yılı Ekiminde başbakan oldu. Bu görevinin henüz birinci ayını doldurmadan Habîb Burgiba’nın rahatsızlığının devlet başkanlığı görevini yürütmesini engellediğini ileri sürerek 7 Kasım günü onun yerini aldı. 1987’de başladığı devlet başkanlığı görevine 2009 yılında beşinci defa seçildi ve 2014’te aday olacağını açıklamasına rağmen 14 Ocak 2011 tarihinde ülkenin güneyindeki Sîdîbûyezîd şehrinde başlayan ve kısa zamanda yayılan halk ayaklanması sonucu devlet başkanlığı görevini terkederek Suudi Arabistan’a sığındı. Devletin başına aynı gün görevden alınan Başbakan Muhammed Gannûşî anayasaya uygun olarak geçtiyse de yine anayasa gereği görevi meclis başkanına verdiğinden Fuâd Mebeza 15 Ocak günü geçici devlet başkanı oldu.
Tunus’ta İslâmî Hareket. Tunus’ta Batı merkezli devlet sistemi içinde dinî esaslara göre siyasî yapılanmaların önü 1988 yılına kadar kapalı idi. İlk defa 1970’te Zeytûne Camii Üniversitesi hocaları ve öğrencilerinin faaliyete geçirdiği Kur’ân-ı Kerîm’i Koruma Derneği bir başlangıç teşkil etti. Râşid el-Gannûşî önderliğinde 1971’de Tunus Üniversitesi’nde bir caminin açılmasıyla yeni bir hareket başladı ve el-Cemâatü’l-İslâmiyye adıyla bir derneğe dönüştü. Kısa zamanda şehrin diğer camilerine Abdülfettâh Mûrû ile vaazlar verip büyük bir kitleyi etraflarında topladılar. 1971’de ilkokulda, 1976’da ortaokulda, 1977’de lisede Arapça’nın Fransızca’nın yerine eğitim dili olması gençlerin İslâmiyet’e ilgisini arttırdı. Bunda 1970-1980 yıllarında kurulan hükümetlerde Millî Eğitim Bakanlığı yapan Muhammed Mizâlî’nin katkısı büyüktür. 19 Eylül 1980 tarihinde Cemâatü’l-İslâmiyye, Hareketü’l-itticâhi’l-İslâmî adıyla siyasî bir yapılanmaya dönüştü. Ancak hükümet 21 Aralık günü kurucusu Râşid el-Gannûşî’yi tutukladı ve 5 Ocak 1980’de serbest bıraktı. Ardından tekrar yakalanıp 1981-1984 yılları arasında hapiste kaldı. 23 Nisan 1980-8 Temmuz 1986 tarihlerinde başbakanlık yapan Muhammed Mizâlî bu hareketi himaye etmekle suçlandı ve sonunda görevden alınıp ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı; bunun üzerine gizlice Fransa’ya iltica etti. 2002 yılında cezasının kaldırılmasına rağmen yaşamaya devam ettiği Paris’te 23 Haziran 2010’da vefat etti. Râşid el-Gannûşî ömür boyu hapis cezasına çarptırıldıysa da Zeynelâbidîn b. Ali tarafından 1988’de serbest bırakıldı. Aynı yıl ismini Hizbü’n-nehda olarak değiştiren hareket 1989’da yapılan genel seçimlerde % 22 oy aldığını ilân ederken resmî rakamlar bunu % 17 olarak gösterdi. Bu harekete karşı uygulanan baskı neticesinde önce hapse atılan ve ardından serbest bırakılan Râşid el-Gannûşî Cezayir’e iltica etti. 1991’e kadar burada kaldı, ardından Sudan’ın başşehri Hartum’a sığındı ve 1993’te iltica ettiği İngiltere’de 2011 yılına kadar sürgün hayatı yaşadı.
BİBLİYOGRAFYA
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 364-386, 580; III/2, s. 217, 293-304, 340; IV/1, s. 3-4, 438.
Karal, Osmanlı Tarihi, VI, 127-129, 164-165; VIII, 78, 81-87, 169, 174, 287-289, 315-316.
Omar Saidi, “le Maghreb: l’unification sous les almohades”, Histoire générale de l’Afrique (ed. D. T. Niane), Paris 1958, IV, 35-78.
A. Raymond – J. Poncet, la Tunisie, Paris 1971.
A. Raymond, “Une liste des deys de Tunis de 1590-1832”, Les Cahiers de Tunisie, VIII/32 (1960), s. 129-136.
Taoufik Bachrouch, Formation sociale barbaresque et pouvoir à Tunis au XVIIe siècle, Tunus 1977, s. 11-14, 27-36, 51-53, 64, 109-110, 130-132, 176-177.
a.mlf., “L’historiographie tunisienne de 1968 à 1985”, IBLA, L/159 (1987), s. 75-90.
P. Bardin, Algériens et tunisiens dans l’empire ottoman de 1848 à 1914, Paris 1979, tür.yer.
Mohamed el-Aziz Ben Achour, “Islam et controle social à Tunis aux XVIIIe et XIXe siècle”, la Ville arabe dans l’Islam (ed. Abdelwahab Baudiba – Dominique Chevallier), Tunus 1982, s. 137-149.
Muhammed b. el-Hoca, Ṣafaḥât min târîḫi Tûnis (nşr. Hammâdî es-Sâhilî – Cîlânî b. Yahyâ), Beyrut 1986, s. 117-135.
Boubaker Sadok, La régence de Tunis au XVIIe siècle: ses relations commerciales avec les ports de l’Europe méditerranéenne, Zaghouan 1987, s. 38-42.
K. J. Perkins, Historical Dictionary of Tunisia, Matuchen 1989, s. 17-19, 20-27, 43-47, 53, 58, 73-75, 282-290.
M. Hâdî eş-Şerîf, Târîḫu Tûnis (trc. Muhammed eş-Şâvuş – Muhammed Acîne), Tunus 1993, s. 64, 66, 113-116.
J. Ganiage, Histoire contemporaine du Maghreb, Paris 1994, s. 267, 270, 273, 282-305, 316-319, 425-428, 458-459, 487-491, 505-511.
Tunis, cité de la mer (ed. Alia Baccar-Bournaz), Tunis 1999, tür.yer.
Mohamed Sadek Messikh, Tunis: La mémoire, Paris 2000.
Ahmed Saadaoui, Tunis ville ottomane, Tunis 2001, tür.yer.
G. Goussaud-Falgas, Tunis, la ville moderne: Les origines et la période française, Saint-Cyr-sur-Loire 2005.
Tunis, 1800-1950: Portrait architectural et urbain (ed. Sémia Akrout-Yaïche v.dğr.), Tunis 2006, tür.yer.
Ph. di Folco, Le goût de Tunis (ed. M. de France), Paris 2007, tür.yer.
C. Bilas – T. Bilanges, Tunis, l’orient de la modernité, Paris 2010.
J. Pignon, “La milice des janissaires de Tunis au temps des deys (1590-1650)”, Revue internationale d’histoire militaire, sy. 18, Paris 1956, s. 301-325.
A. Martel, “L’armée d’Ahmed Bey d’arprès d’un instructeur français”, a.e., s. 373-407.
R. Mantran, “Documents turs relatifs à l’armée tunisienne”, a.e., s. 359-372.
a.mlf., “L’évolution des relations entre la Tunisie et l’empire ottoman du XVIe au XIXe siècle”, Les Cahiers de Tunisie, sy. 26-27 (1959), s. 319-333.
Osman Kaak, “Türkiye Devrine Ait Tunus Bibliyografyası”, Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni, IX/3-4, Ankara 1960, s. 167-175.
Mehmet Maksudoğlu, “Tunusta Dayıların Ortaya Çıkışı”, AÜİFD, XIV (1966), s. 189-203.
a.mlf., “Tunusta Hâkimiyetin Dayılardan Beylere Geçişi”, a.e., XV (1967), s. 173-187.
J. Taieb, “la Tunisie des premiers temps coloniaux”, IBLA, sy. 141 (1978), s. 57-83.
B. D. Cannon, “La constitution ottomane dans la stratégie politique jeune tunisienne, 1908-1910”, Les Cahiers de Tunisie, XXIX (1981), s. 279-294.
Abdel-Magid Turki, “Quelques affinités culturelles tunisio-turques”, St.I, LXI (1985), s. 127-153.
el-Ezher Ahmed Bedreddin el-Kesrâvî, “en-Neşâṭü’l-miʿmârî bi-medîneti Ṣifâḳus fi’l-ʿahdi’l-ʿOs̱mânî”, el-Mecelletü’t-Târîḫiyyetü’l-Maġribiyye, sy. 45-46, Tunus 1987, s. 73-86.
Neji Jelloul, “Les fortifications de Tunis à l’époque ottomane”, Arab Historical Review for Ottoman Studies, sy. 9-10, Zaghouan 1987, s. 95-135.
Robert Brunschvig, “Tunus”, İA, XII/2, s. 68-95.
Mohamed-Hédi Chérif, “Tunisia”, EI2 (İng.), X, 648-651.
Ali Mahjoubi, “Tunisia”, a.e., X, 651-654.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 41. cildinde, 388-393 numaralı sayfalarda yer almıştır.
III. KÜLTÜR ve MEDENİYET
Halifelerle valiler Berberîler’in İslâm’ı benimsemesi için gayret gösterdiler. Kayrevan şehri kuruluşundan itibaren Tunus bölgesinde İslâm davetinin merkezi oldu. Eğitim ve öğretim faaliyetleri Kayrevan Sîdî Ukbe Camii’nde yürütülüyordu. Bu hareketin öncülüğünü, Ukbe’nin askerleri içinde sayıları on ikiye ulaşan sahâbîlerle çoğunluğu teşkil eden tâbiîn nesline mensup âlimler yapıyordu. Ömer b. Abdülazîz, İsmâil b. Abdullah b. Ebü’l-Muhâcir başkanlığında on fakihi bölgede Berberîler’e İslâm’ı öğretmekle görevlendirmişti. Onların Kayrevan’da yürüttüğü faaliyet kısa sürede gelişti, ders meclisleri Berberî ve Arap öğrencilerin oluşturduğu yeni nesiller tarafından büyük ilgi gördü. Tâbiîn âlimlerinden İkrime el-Berberî’nin Kayrevan’da tefsir ve hadis okuttuğu, onun derslerine katılmak için Mağrib’den talebelerin geldiği rivayet edilmektedir. Daha sonra Yahyâ b. Sellâm, Kayrevan Camii’nde tefsir dersleri verdi ve tefsirini orada yazdı. Tunus şehri 82 (701) yılında kuruluşundan kısa bir süre sonra bölgenin ikinci ilim merkezi haline geldi. Şehrin kurucusu Hassân b. Nu‘mân’ın çalışmaları sayesinde Berberîler arasında İslâm’ın yayılışı hızlandı. Ömer b. Abdülazîz’in zekât âmili olarak gönderdiği hadis âlimi Yahyâ b. Saîd el-Ensârî, Tunus şehrine yerleşti ve etrafında toplanan gençlere ders verdi. Ubeydullah b. Habhâb valiliği sırasında Tunus şehrinde Zeytûne Camii’ni yaptırdı (116/734). Zeytûne bu yıllardan itibaren önemli bir ilim merkezi oldu, şehirdeki âlimlerin sayısı giderek arttı. Ayrıca büyük camilerin yanı sıra inşa edilen mahalle mescidlerinde öğretim faaliyetleri yürütülüyordu. II. (VIII.) yüzyılın başlarında Tunus’un yerli halkı Berberîler’in tamamına yakını Müslümanlığı kabul etmişti. Vali Yezîd b. Ebû Müslim’in izlediği ırkçı ve zalimce politikası yüzünden Emevîler’in son döneminde müslüman Berberîler’in büyük bir kısmı Hâricîliğe yöneldi. Ancak Fas ve Cezayir’de gücünü devam ettiren Hâricîlik Tunus’ta fazla destek görmedi, iç kısımdaki bazı bölgeler hariç taraftarı kalmadı. Günümüzde ise halkının üçte ikisi Hâricî olan Cerbe adası dışında Tunus’ta bu mezhebin mensubu bulunmamaktadır.
Abbâsîler devrinin başlarında Kayrevan’da ve Tunus’ta öğrenim gören talebelerin bazıları Ebû Hanîfe, İmam Mâlik ve diğer âlimlerin derslerine katılmak için Mısır, Hicaz ve Irak’a gittiler; dönüşlerinde bu iki imamın mezhebini Tunus’ta yaymaya çalıştılar. Tunus’ta yetiştikten sonra Mısır’da Leys b. Sa‘d ve İbn Lehîa, Irak’ta Süfyân es-Sevrî, Medine’de Mâlik b. Enes’in derslerine katılan Ali b. Ziyâd el-Absî, İmam Mâlik’in el-Muvaṭṭaʾını Tunus şehrine getirdi ve onun görüşlerini yaymaya başladı. Bu mezhebi Kayrevan’da ilk defa İbn Gānim el-Kādî’nin tanıttığı belirtilmektedir. Kayrevan’daki tahsilinden sonra önce Irak’a gidip bir süre Ebû Hanîfe’nin derslerine giren, ardından Medine’ye geçip Mâlik b. Enes’ten ders alan İbn Ferrûh, Hanefî mezhebinin bölgede tanınmasında aracı oldu. Böylece Kayrevan ve Tunus camilerinde daha ziyade bu iki mezhebin fıkhı okutuldu. Abdurrahman b. Ziyâd, Ebû Mes‘ûd b. Eşres, Abbas b. Velîd, Zeyd b. Bişr, Hâlid b. Ebû İmrân et-Tücîbî, Abdülmelik b. Kerîme, Ebû Küreyb Abdurrahman b. Küreyb bu dönemde Tunus’ta yetişen önemli âlimlerdendir. Abbâsî Valisi Yezîd b. Hâtim’in kâtip olarak görevlendirdiği Basra nahiv âlimlerinden Ebû Ali Hasan b. Saîd el-Basrî, Basra’nın ileri gelen lugat bilginlerinden Yûnus b. Habîb, Kûfe nahivcilerinden Kuteybe el-Cu‘fî, valinin çocuklarına muallimlik yapan İyâz b. Avâne el-Kelbî, Kayrevan’da Arap dili çalışmalarının öncüleri oldu. Ayrıca şairlere büyük ilgi gösteren valinin etrafında çok sayıda şair toplandı. Bunların çevresinde başlayan lugat çalışmaları ve edebî hareket kısa sürede gelişti; III. (IX.) yüzyılın ilk yarısında Abdülmelik b. Katan el-Mehrî gibi nahivciler yetişti.
Ağlebîler devrinde başşehir Kayrevan dinî ilimlerle edebiyatın merkezi haline geldi. Kayrevan ve Tunus’a Endülüs ve Sicilya şehirlerinden öğrenciler gelir, buradan aldıkları ilmî, felsefî anlayışı ülkelerinde yaymaya çalışırlardı. Böylece Tunus, II. (VIII.) yüzyılın sonlarından itibaren bölgede Hanefî ve Mâlikî mezhebinin merkezi konumuna yükseldi. Nitekim Kayrevan kadısının belirlenmesi için kendilerine danışılan ve çoğu Hanefî olan âlimler Hanefî fakihi Süleyman b. İmrân’ı, Süleyman ise Sahnûn’u teklif etmişti. İfrîkıye’de en geniş talebe halkasına sahip olduğu belirtilen Sahnûn’un 234’te (849) kadılığa tayin edilmesi dengeyi Mâlikî mezhebi lehine çevirdi. Hanefîlik varlığını III. (IX.) yüzyılın sonuna kadar devam ettirdiyse de ardından Mâlikî mezhebi Tunus ve Kayrevan çevresinde tek mezhep haline geldi, Mağrib’e doğru yayılıp bölgeyle özdeşleşti. Bu arada Ağlebîler’in Mu‘tezile ile yakın ilişkileri ve Emîr I. Ziyâdetullah döneminden (817-838) itibaren Abbâsî politikasına paralel şekilde Mu‘tezile’nin resmî mezhep haline gelmesi idarecilerle Mâlikî fakihlerinin arasının açılmasına zemin hazırlamıştı. Bazı fakihler halku’l-Kur’ân meselesinde başlatılan mihne politikası yüzünden takibata mâruz kaldı. Diğer taraftan Kayrevan Camii’nde Cebriyye, Mürcie ve İbâzıyye mensuplarının ders halkaları kurulur, Mâlikî ve Hanefî fakihleriyle onların âlimleri arasında tartışmalar cereyan ederdi. Sahnûn kadılık görevine getirilince bu tartışmaları yasakladı. Ağlebîler devrinde Kayrevan ve Tunus’ta yetişen din âlimlerinden bazıları şunlardır: Kayrevan kadısı ve Sicilya fâtihi Esed b. Furât, Mâlikî fıkhının temel kaynaklarından el-Müdevvenetü’l-kübrâ’nın müellifi Sahnûn ve oğlu Muhammed b. Sahnûn, İbn Abdûs el-Kayrevânî, muhaddis Behlûl b. Râşid el-Kayrevânî, Mûsâ b. Muâviye es-Sumâdıhî, Ebû Semüre Şecere b. Îsâ el-Meâfirî et-Tûnisî, Yûsuf b. Yahyâ el-Megāmî, Yahyâ b. Ömer el-Kinânî, Îsâ b. Miskîn. Tunus bölgesinin (İfrîkıye) fethiyle ilgili ilk eserin II. (VIII.) yüzyılın sonlarında ölen Îsâ b. İmrân b. Ebü’l-Muhâcir tarafından yazıldığı bilinmektedir. Ebü’l-Arab gibi tarihçiler günümüze ulaşmayan bu eserden yararlanmıştır. Ağlebîler dönemi bunun yanında felsefe, matematik, astronomi ve tıp ilimlerinde yetişen âlimlerle dikkat çeker. II. İbrâhim, Bağdat’taki Beytülhikme’yi örnek alarak o sırada başşehir olan Rakkāde’de bir araştırma merkezi ve kütüphane inşa ettirdi; burada görev yapmak üzere tıpta ve ulûm-i evâilde tanınan bazı Bağdatlı âlimleri getirtti. Başkanlığını matematikçi Ebü’l-Yüsr İbrâhim b. Ahmed eş-Şeybânî’nin üstlendiği merkezin kütüphanesinde çok sayıda değerli eser toplamıştı. Bu kitaplar Fâtımîler tarafından Kahire’ye götürüldü (İbrâhim Harekât, II, 62). Merkezde yetişen âlimlerden Muhammed b. Cezzâr ve Ziyâd b. Halfûn tıp, yahudi hekimi İshak b. Süleyman el-İsrâilî tıp ve felsefe, Ebû Saîd es-Saykalî felsefede temayüz etmiştir. Hekim, eczacı ve tarihçi Ebû Ca‘fer İbnü’l-Cezzâr el-Kayrevânî bölgede İbn Sînâ’nın yerini tutan tabip olarak nitelenir; Ebû Ca‘fer’in çok sayıda eseri vardır. Kayrevan ilim merkezinin etkileri Kartaca asıllı bir hıristiyan olan Afrikalı Konstantin vasıtasıyla Batı dünyasına ulaştı. Kayrevan’da yetişen Konstantin Arap dili, matematik, özellikle tıp ve astronomi alanında temayüz ettikten sonra İtalya’ya geçti. Salerno’da Monte Cassino’daki Benedictine Manastırı’nın başına getirilmesinin ardından rahipleri Arap diliyle ilgilenmeye, tıp, astronomi ve astrolojiye dair Arapça kitapları Latince’ye çevirmeye teşvik etti. Böylece İslâm kültürünü Batı’ya taşıyanların öncülerinden biri oldu (Hasan Hüsnî Abdülvehhâb, I, 39). Kendisi de şair olan İbrâhim b. Ağleb ve diğer Ağlebî emîrlerinin şairlere gösterdiği yakınlık sayesinde Kayrevan’da şiir de gelişti. Öte yandan Ağlebî kâtiplerinden Ebü’l-Yüsr eş-Şeybânî divan yazışmalarında temayüz etti ve bir ekol meydana getirdi. Kitap toplamaya önem veren Ağlebî emîrleri Sîdî Ukbe Camii’nde bir kütüphane yaptırdılar. Bu kütüphanedeki yazmalardan bazıları günümüze ulaşmıştır (İbrâhim Harekât, I, 62). II. İbrâhim’in kütüphanesinden de söz edilir. Camilerin yanı sıra sahillerde inşa edilen ribâtlarda da kütüphaneler bulunuyordu.
Mâlikîliğin uygulanmasını ortadan kaldırmayı bir devlet politikası haline getiren Fâtımîler’in İfrîkıye döneminde (909-973) Tunus’ta ilmî hareket büyük baskıya mâruz kaldı. Kayrevan Camii’nde Mâlikî ve Hanefî fakihlerinin dersleri yasaklandı, bazı fakihler hapse atıldı, birkaçı daha ağır cezalara çarptırıldı. Bu şartlarda öğretim evlerde gizli olarak devam ettirildi. Fâtımî idarecilerinin baskıları ve özellikle Hz. Ebû Bekir ile Ömer’e ta‘netmelerinin Mâlikî fakihlerini onlara karşı Ehl-i sünnet’in görüşlerini savunmaya ve bu konuda eserler yazmaya sevkettiği görülmektedir. Fâtımî halifeleri için yazdığı övgü şiirleriyle tanınan ve Batı İslâm dünyasının Buhturî’si denilen Ali b. Muhammed el-İyâzî bu dönemin en meşhur şairidir. Fâtımîler’in Kahire’ye intikalinden sonra başlayan Zîrîler devrinde Tunus’ta Mâlikîlik tekrar güçlendi. İki dönemde de yaşayan ve bölgede Mâlikîler’in önderi olan İbn Ebû Zeyd, ŞiîFâtımîler’in baskılarına karşı mücadele etmek suretiyle Ehl-i sünnet’in görüşlerini savundu; Ehl-i sünnet ile Şîa arasındaki ihtilâflara dair çeşitli risâleler kaleme aldı. İbn Ebû Zeyd’in vefatından sonra Kayrevan’da Mâlikî mezhebinin otoritesi haline gelen Ebü’l-Hasan el-Kābisî, Eş‘ariyye’nin bölgeye yayılmasına katkıda bulundu. Zîrî Hükümdarı Muiz b. Bâdîs’in 441 veya 443’te (1049 veya 1051) Fâtımîler’le ilişkisini keserek Mâlikî mezhebinin uygulanacağını ilân etmesiyle yeni bir dönem başladı. Nitekim Makrîzî, İfrîkıye’de Mâlikîliğin yeniden güçlenmesinin en büyük âmili olarak Muiz b. Bâdîs’i göstermektedir (el-Ḫıṭaṭ, II, 333-334). Böylece siyasî iktidarın desteğini alan Mâlikî mezhebi yeniden adliye teşkilâtına hâkim oldu ve halkın tek mezhebi haline geldi. Öte yandan Kayrevan’ın Eş‘arî kelâmcılarından Muhammed b. Atîk et-Temîmî sayesinde bölgede Eş‘arîlik de yayıldı ve V. (XI.) yüzyıldan itibaren hâkim mezhep konumuna yükseldi. Ebü’l-Fazl Yûsuf b. Mesrûr, Muhammed b. Hâris el-Huşenî, Ali b. Abdülganî el-Husrî, Ebû İmrân el-Fâsî, Ebü’l-Hasan el-Lahmî, tefsir sahibi Ali b. Faddâl el-Mücâşiî, Ebü’l-Abbas el-Mehdevî, İbn Reşîḳ el-Kayrevânî, İbn Şeref el-Kayrevânî, Ebû İshak et-Tûnisî, Medine kārii Nâfi‘in Verş tarikiyle gelen ve Mağrib’de günümüzde de yaygın olan kıraatini bölgeye taşıyan İbn Hayrûn, ondan kısa süre sonra bu alanda yetişen müfessir Mekkî b. Ebû Tâlib, Zîrîler döneminin diğer tanınmış âlimleridir. Tunus’ta tasavvuf hareketleri IV. (X.) yüzyılda Şeyh Muhriz b. Halef’le başladı. Büyük itibar gören Muhriz’in mezarı günümüzde Tunus şehrinin başta gelen ziyaret yerlerindendir. Devlet tarafından desteklenen Muhriz ve müridleri Tunus’ta Şiîler’le mücadelede etkin rol oynadılar. Bölgenin ilk tabakat müelliflerinden Ebü’l-Arab ve talebesi Muhammed b. Hâris el-Huşenî daha sonraki âlimlere örnek teşkil etti. Ebû Bekir Abdullah b. Muhammed el-Mâlikî, Kuzey Afrika’da bilinen ilk bölge tarihinin sahibi İbnü’r-Rakīk el-Kayrevânî, Ebû Ca‘fer İbnü’l-Cezzâr ve Fâtımî Başdâîsi Kādî Nu‘mân b. Muhammed dönemin diğer tarihçileridir. Zîrîler devrinde astronomi alanında Abdülmün‘im b. Muhammed el-Kindî el-Kayrevânî ve Zîrî Emîri Muiz b. Bâdîs’in müneccimliğini yapan Ali b. Ebü’r-Ricâl temayüz etti. Diğer taraftan bizzat kimya ile meşgul olan Mehdiye Zîrî emîri Yahyâ b. Temîm’in madenlerin tahlili için bir atölye açtığı ve burayı aletler ve önemli bir kütüphaneyle donattığı bilinmektedir (Hasan Hüsnî Abdülvehhâb, I, 40). Muiz b. Bâdîs, sayıları 100’e ulaştığı söylenen şairlerine büyük ihsanlarda bulunurdu. Cömertliğiyle meşhur oğlu Temîm’in sarayı da çeşitli ülkelerden gelen şairlerin toplandığı yerdi. Şeyh Muhriz b. Halef, Ali b. Abdülganî el-Husrî, İbn Reşîḳ, İbn Şeref gibi şairler Muiz b. Bâdîs’in sarayında bulundular. Rakīk el-Kayrevânî, Türâb es-Sûsî, İbn Ureybe el-Mehdevî ve Abdülvâhid b. Fütûh dönemin diğer önemli şairleridir. Bu devirde yetişen lugat âlimlerinin başında Abdullah b. Muhammed el-Mekfûf, bütün İslâm dünyasında tanınan Muhammed b. Ca‘fer el-Kazzâz ve onun öğrencileri İbn Şeref ile İbn Reşîḳ gibi âlimler gelir.
Horasânîler’in başşehri olarak kaldığı dönemde (1062-1159) Tunus şehri, bölgenin önemli bir ilim merkezi haline geldi. Burada yetişen çok sayıda fakih bölgedeki şehirlerde kadılık görevini üstlendi (Bekrî, II, 697-699). Hayatının son yıllarında Tunus’ta Horasânî emîrine sığınan İbn Hamdîs es-Sıkıllî, Horasan emîrleri hakkında söylediği şiirleriyle meşhurdur. Kısa süren Muvahhidler döneminde İbn Tûmert’in görüşleri uyarınca Mâlikî fakihlerinin fürûa dair eserlerinin yakılması için emirnâmeler çıkarıldı. Buna rağmen Mâlikîlik Tunus’ta varlığını korudu, Muvahhidler’in son yıllarında Hafsîler’in kurucusu Ebû Zekeriyyâ’nın vali tayin edilmesine kadar İbn Tûmert’in görüşleri Tunus’ta etkisini gösteremedi. Ebû Zekeriyyâ, Muvahhidî düşüncesini Endülüslü Zâhirî âlimleri vasıtasıyla yaymak istediyse de bölgede Mâlikî mezhebinin kesin hâkimiyeti sebebiyle onun gayretleri de sonuçsuz kaldı. Muvahhidler zamanında Ebû Medyen’in bölgeye gelmesinden itibaren tasavvufî hareket güçlendi.
Tunus’u başşehir edinen ilk büyük devlet olan Hafsîler, Tunus’u aynı zamanda ülkenin en önemli ilim merkezi haline getirdiler. Dönemin başlarında Endülüs’ten çok sayıda âlim geldiği gibi Doğu İslâm dünyasındaki ilmî gelişmeler de bölgeye yansıdı. Kelâm ilmi alanında bir canlanma görüldü. Öte yandan devletin kurucusu Ebû Zekeriyyâ tarafından Tunus’ta bölgedeki ilk medrese inşa edildi. Ardından en önemlileri Tunus’taki Şemmâiyye, Muarradiyye, Tevfîkıyye, Müntasıriyye ve Zeytûne olmak üzere medreselerin sayısı arttı ve Tunus âlimlerin toplanma noktası oldu. Bölgenin diğer şehirlerinden ve Endülüs’ten gelen pek çok âlim Tunus’a yerleşti. Endülüs’ten bilhassa VII. (XIII.) yüzyılın ilk yarısında Belensiye, Şâtıbe, Mürsiye, Ceyyân, Kurtuba ve İşbîliye’nin hıristiyanların eline geçmesinin ardından Tunus’a gelen çok sayıda göçmen arasında İbnü’l-Ebbâr, Hâzim el-Kartâcennî, İbn Usfûr el-İşbîlî, İbn Amîre gibi bölgedeki ilmî hareketi etkileyen âlimler bulunuyordu. Abdurrahman b. Muhammed ed-Debbâğ, bu dönemde yazılan en önemli tefsirin müellifi İbn Arafe, onun talebesi Übbî, Mâlikîler’in Tunus’taki önemli âlimlerinden biri olan müfessir İbn Bezîze, talebesi İbn Zeytûn, Burzülî, İbn Râşid el-Kafsî, Gubrînî, İbn Nâcî, Muhammed en-Nefzâvî, Muhammed b. Şuayb el-Haskerî, Ebû Ali Nâsırüddin Mansûr eş-Şâdilî, Muhammed b. Câbir el-Vâdîâşî, Ebü’l-Kāsım el-Lübeydî, tarihçi, sosyolog ve devlet adamı İbn Haldûn ve Muhammed b. Kāsım er-Rassâ‘ Hafsîler zamanında yetişen din âlimlerinin en meşhurlarıdır. Ebû Medyen’in gelişinden itibaren bölgede sayıları artan mutasavvıflardan Abdülazîz el-Mehdevî, Ebû Yûsuf ed-Dehmânî, Ebû Ali en-Neftî, Ebû Saîd el-Bâcî ve Tâhir el-Mezûgī temayüz etti. VII. (XIII.) yüzyıldan itibaren şeyhlerin sayısı arttı; hayatının önemli bir kısmını Tunus’ta geçiren Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî devrinin en mühim tasavvufî şahsiyetidir. Ancak düşünceleri ulemânın tepkisini çekince kalabalık bir mürid topluluğuyla birlikte Mısır’a gitti ve orada vefat etti. Şâzeliyye tarikatı bütün Mağrib’de yayıldı, ulemâ üzerinde de etkili oldu. XIV. yüzyılda tarikatlar kırsal ve dağlık kesimlerde de etkilerini hissettirmeye başladı ve oralarda zâviyelerin kurulmasıyla pekişti. Şeyhlerin aileleri, öğrencileri ve müridleriyle beraber yaşadığı bu zâviyeler yolcuların ve hac kervanlarının uğradığı ve ağırlandığı mekânlar haline geldi. Tunus’ta Hammûde Paşa Camii civarındaki zâviyesinde medfun Arûsiyye tarikatının kurucusu Ahmed b. Muhammed el-Arûs el-Hevvârî, Kāsım el-Cilîzî, Şa‘biyye’nin kurucusu Ahmed b. Mahlûf eş-Şa‘bî, Ali evlâdından Sâlim el-Mezûgī ile oğlu Âmir b. Sâlim el-Mezûgī, Ebû Saîd Halef b. Yahyâ et-Temîmî el-Bâcî, Ebü’l-Hasan Ali el-Müntasır, Ebû Muhammed el-Mercânî ve Muhammed b. İmrân zâviyelerdeki faaliyetleriyle etkili olan mutasavvıflardan bazılarıdır. Kādiriyye bölgeye Kayrevan’daki zâviyesinde medfun Ebü’l-Kāsım b. Halef et-Tücîbî vasıtasıyla girdi. Günümüzde Şâzeliyye’nin bazı kolları, Ticâniyye, Kādiriyye ve İbn Azzûz Mustafa b. Muhammed’e nisbet edilen Azzûziyye tarikatı ülkede varlığını devam ettirmektedir.
Hafsîler döneminde yetişen İbn Haldûn, Kitâbü’l-ʿİber’inin iki cildini Kuzey Afrika tarihine ayırmıştır. Hânedan tarihi türünde İbn Hammâd es-Sanhâcî, İbn Kunfüz, İbnü’ş-Şemmâ el-Hintâtî ve Abdullah Muhammed ez-Zerkeşî; tabakat türünde Abdurrahman b. Muhammed ed-Debbâğ, İbn Nâcî el-Kayrevânî, Gubrînî zamanın diğer meşhur tarihçileridir. Öte yandan Mayurka adasında doğan ve Fransisken papazları tarafından eğitilen Anselmo Turmeda 1388 yılında geldiği Tunus’ta Hafsî sultanının huzurunda müslüman oldu ve Abdullah adını aldı. Tuḥfetü’l-erîb fi’r-reddi ʿalâ ehli’ṣ-ṣalîb başta olmak üzere Katalanca ve Arapça eserler yazan Abdullah et-Tercümân, Tunus’ta öldü ve oraya defnedildi. Bu dönemde kimya alanında eserinin bazı bölümleri Batı dillerine çevrilen Tîfâşî yetişti. Sefâkus şehrinden Şerefî ailesinin bazı üyeleri XVI. yüzyılın ortalarından sonuna kadar yaptıkları haritalarla ün kazandılar. Ali b. Ahmed eş-Şerefî es-Sefâkusî 955’te (1548) sekiz yapraklı bir atlas hazırladı. Ailenin diğer bir üyesi Muhammed b. Ali eş-Şerefî 1601’de doğu yarısı İdrîsî’nin haritasına, batı yarısı Katalonyalı gemicilerin haritalarına dayanan bir dünya haritası yaptı. Mûsikide Şeyh Muhammed ez-Zarîf, matematikte Ali b. Muhammed el-Kallesâdî, tıpta Endülüs’ten göç eden İbn Enderâs Muhammed b. Ahmed, oğlu Ebû Ya‘kūb Yûsuf, Ahmed b. Abdüsselâm es-Sıkıllî ve Abdurrahman es-Sıkıllî yetişti. Hafsîler devrinde şiir gelişti. Divan sahibi olan Ebû Zekeriyyâ ve oğlu Müstansır şairleri himaye ederdi. Tunuslu şairlerin sayısı arttığı gibi İbnü’l-Ebbâr, Hâzim el-Kartâcennî gibi Endülüslü şairlerden pek çoğu buraya gelip yerleşti. Sûse şairlerinden Ruaynî, İbn Nahîl, İnân b. Câbir, İbn Ebü’l-Hüseyin, İbnü’s-Simâ el-Mehdevî, Şihâb b. Halûf, Ebü’l-Haccâc el-Beyyâsî, İbn Arabiyye el-Mehdevî ve Ahmed es-Savvâf dönemin diğer önemli şairleridir. Hafsîler’in son zamanlarında zayıflayan şiir, XI. (XVII.) yüzyılda Endülüslü bazı şairlerin gelişiyle yeniden canlandı. Ali el-Gurâb es-Sefâkusî, Muhammed el-Vergī, Muhammed Mâzûr, el-Hâc Hammûde, Abdüllatîf et-Tavîr el-Kayrevânî gibi şairler yetişti. Bu dönemde Arap edebiyatında Muhammed b. Abdülcebbâr er-Ruaynî, Ali b. İbrâhim et-Ticânî, Ahmed el-Leyyânî, Ebü’l-Mutarrif b. Umeyre, İbn Ebü’l-Hüseyin, Hâzim el-Kartâcennî, Ahmed b. Muhammed el-Hallâf ve İbn Abdüsselâm Seâde temayüz etti. Hafsîler devrinde Tunus’ta zengin kütüphaneler kuruldu. Ebû Zekeriyyâ’nın sarayında yaptırdığı kütüphanede 30.000 cilt kitap bulunuyordu. Ebû Fâris Abdülazîz’in Tunus Zeytûne Camii’nde kurduğu kütüphaneye 30.000’den fazla eser vakfettiği bilinmektedir. Bu kütüphaneye vakfedilen kitapların sayısı 200.000’e ulaşmıştı. Sultan Ebû Ömer Osman sarayındaki kütüphaneleri Zeytûne’de hazırlattığı yeni bir kütüphaneye nakletti. Daha sonra V. Muhammed el-Mütevekkil aynı mekânda Abdaliyye Kütüphanesi’ni yaptırdı. Kütüphanesine yazma eser satın almak için İspanya’nın Şâtıbe şehrine gönderdiği bir kişi 3000 yazma eserle geri dönmüştü. İspanya işgali sırasında tahribe mâruz kalan bu kütüphanelerden Zeytûne Kütüphanesi Hüseynîler döneminde yenilendi.
Osmanlı hâkimiyetinin ilk safhasında İspanya’nın Tunus’u işgali sebebiyle ülkedeki âlimlerin önemli bir kısmı başka bölgelere gitmişti. Bölgenin kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine girmesinin ardından bunların çoğu geriye dönünce ilmî hayat tekrar canlandı. Osmanlılar’la birlikte bölgede Hanefî mezhebi yeniden ortaya çıktı. Yûsuf Dayı’nın açtığı ve Ramazan Efendi’yi müderris tayin ettiği ilk Hanefî medresesini yenileri takip etti. Askerlerin yanı sıra Osmanlı ülkesinin çeşitli bölgelerinden gelen göçmenlerle ülkedeki Hanefîler’in sayısı büyük oranda arttı. Bu arada pek çok Hanefî fakihi oraya geldi, cami ve medreselerde Hanefî fıkhı öğretimi başladı. Bunlardan lugat, meâni, beyân, mantık, fıkıh ve tefsir konularında meşhur olan Molla Ahmed, Zeytûne’de müderrislik görevine getirildi ve çok sayıda talebe yetiştirdi. Yûsuf Dayı’dan itibaren kādılkudât Hanefîler’den seçildi. Osmanlı döneminde özellikle XVII. yüzyılın başlarında Endülüs’teki müslümanların toptan sürgün edilmesinin ardından yoğunluk kazanan göç esnasında Tunus’a gelen Endülüslü âlimler şehrin ilmî hayatına katkı sağladı. Dayılar ve Hüseynîler devrinde Tunus’ta yeni cami ve medreseler inşa edildi, şehirdeki medreselerin sayısı otuza ulaştı (Tâhir el-Ma‘mûrî, s. 81-969). Ebüssuûd’un tefsirine geniş bir hâşiye yazan Şeyh Ebû Abdullah Muhammed Zeytûne, Muhammed Kuveysim, Ali es-Süveysî ve Şeyhülkurrâ Mustafa İzmirli, Muhammed Hammûde Fütâte, Ebü’l-Abbas Ahmed eş-Şerîf el-Hanefî, Ebû Abdullah Muhammed Tâcülârifîn el-Osmânî, Yûsuf ez-Zağvânî, Sâlih el-Kevvâş, Kara Batak diye bilinen Muhammed b. Mustafa, Kara Hoca olarak tanınan Ahmed Burnâz, Osmanlı döneminde yetişen âlimlerin en meşhurlarıdır. İbn Ebû Dînâr el-Kayrevânî, Muhammed b. Muhammed el-Endelüsî, Mahmûd b. Saîd Makdîş, İbn Ebü’d-Dıyâf, Muhammed es-Sagīr b. Yûsuf el-Bâcî, el-Hâc Hammûde ve Muhammed b. Osman es-Senûsî dönemin önemli tarihçilerinin başında gelir.
Tunus’ta Ahmed Bey zamanında Batılılaşma faaliyetleri başladı. 1840’ta Bardo’da Avrupa tarzında ilk yüksek harp okulu açıldı. Fransa ve İstanbul’dan subaylar ve kitaplar getirtildi. 1873’te “müdîran” reisliğine tayin edilen Hayreddin Paşa reform çalışmalarına hız verdi; 1876’da Sâdıkī Koleji açıldı. Bardo Harp Okulu’nda ve bu kolejde himaye döneminin ardından Tunus yönetimini üslenecek kadrolar yetişti. Bu iki okulun mezunları, geleneksel İslâmî eğitime yeni bir yön vererek yabancı dillerle modern ilimlerin öğretimini birlikte gerçekleştirmek için 1896’da el-Cem‘iyyetü’l-Haldûniyye’yi kurdular. Hayreddin Paşa, İbn Ebü’d-Dıyâf, Muhammed Fâzıl İbn Âşûr, Muhammed Bayram, tefsir sahibi Muhammed Tâhir İbn Âşûr, Hasan Hüsnî Abdülvehhâb, Abdülazîz b. İbrâhim es-Seâlibî, Muhammed b. Osman es-Senûsî, Osmanlı hâkimiyetinin son devrinde ve işgal döneminde Tunus’un önde gelen âlim, fikir ve siyaset adamlarıdır. Günümüzde Tunus’ta on üç üniversite, çok sayıda yüksek okul ve enstitü bulunmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
Ebû Bekir el-Mâlikî, Riyâżü’n-nüfûs (nşr. Beşîr el-Bekkûş – Muhammed el-Arûsî el-Matvî), Beyrut 1401-1403/1981-83, I-III.
Muhammed b. Hâris el-Huşenî, Ṭabaḳātü ʿulemâʾi İfrîḳıyye (nşr. M. Zeynühüm M. Azeb), Kahire 1413/1993.
Bekrî, el-Mesâlik, II, 697-699.
Makrîzî, el-Ḫıṭaṭ, II, 333-334.
M. Hıdır Hüseyin, Tûnis ve Câmiʿu’z-Zeytûne (nşr. Ali Rızâ et-Tûnisî), Dımaşk 1391/1971.
Muhammed el-Menûnî, el-ʿUlûm ve’l-âdâb ve’l-fünûn ʿalâ ʿahdi’l-Muvaḥḥidîn, Rabat 1977.
a.mlf., Ḥaḍâretü’l-Muvaḥḥidîn, Mağrib 1989.
Tâhir el-Ma‘mûrî, Câmiʿu’z-Zeytûne ve medârisü’l-ʿilm fi’l-ʿahdeyni’l-Ḥafṣî ve’t-Türkî, Tunus 1980.
Abdülazîz ed-Devlâtlî, Medînetü Tûnis fi’l-ʿahdi’l-Ḥafṣî (trc. Muhammed eş-Şâbbî – Abdülazîz ed-Devlâtlî), Tunus 1981.
Mahfûz, Terâcimü’l-müʾellifîn, I-II, tür.yer.
Müncî eş-Şemlî, Fi’s̱-S̱eḳāfeti’t-Tûnisiyye, Beyrut 1985.
Sâdık ez-Zemerlî, Aʿlâm Tûnisiyyûn (trc. Hammâdî es-Sâhilî), Beyrut 1986.
Cân Fûntân, el-Edebü’t-Tûnisiyyü’l-muʿâsır, Tunus 1989.
Hasan Hüsnî Abdülvehhâb, Kitâbü’l-ʿÖmr fi’l-muṣannefât ve’l-müʾellifîne’t-Tûnisiyyîn (nşr. Muhammed el-Arûsî el-Matvî – Beşîr el-Bekkûş), Beyrut 1990.
Şevkī Dayf, Târîḫu’l-edeb, IX, 8-13, 109-327.
M. Hâdî eş-Şerîf, Târîḫu Tûnis (trc. Muhammed eş-Şâvuş – Muhammed Acîne), Tunus 1993, s. 39-66.
Târîḫu’l-edebi’t-Tûnisî: el-ḥadîs̱ ve’l-muʿâṣır, Kartâc 1993.
M. Selâheddin el-Müstâvî, el-İslâm fî Tûnis baʿde 7 min nuvembr, Tunus 1993.
A. H. Green, el-ʿUlemâʾü’t-Tûnisiyyûn 1873-1915 (trc. Hafnâvî Amâyiriyye – Esmâ Muallâ), Tunus 1416/1995.
Züheyr el-Humeydân, Aʿlâmü’l-ḥaḍâreti’l-ʿArabiyyeti’l-İslâmiyye fi’l-ʿulûmi’l-esâsiyye ve’t-taṭbîḳıyye, Dımaşk 1996, V, 25-43, 102-113, 116-119, 332.
Ahmed b. Mîlâd, eṭ-Ṭıbbü’l-ʿArabiyyü’t-Tûnisî, Beyrut 1999.
İbrâhim Harekât, Medḫal ilâ târîḫi’l-ʿulûm bi’l-Maġribi’l-müslim ḥatte’l-ḳarn 9/15 h., Dârülbeyzâ 1421/2000, I-III, tür.yer.
Ahmed et-Tavîlî, Târîḫu medîneti Tûnis es̱-s̱eḳāfî ve’l-ḥaḍârî, Tunus 2002.
a.mlf., el-Edeb bi-Tûnis fi’l-ʿahdi’l-Ḥafṣî, Tunus 2004.
Muhtâr el-Ayyâşî, ez-Zeytûne ve’z-Zeytûniyyûn fî târîḫi Tûnisi’l-muʿâṣır (1883-1958), Tunus 2003.
Ebû Abdullah Muhammed el-Cûdî el-Kayrevânî, Târîḫu ḳuḍâti’l-Ḳayrevân (nşr. Enes el-Hâdî el-Allânî), Kartâc 2004.
Hişâm Ubeyd, Tûnis ve evliyâʾühe’ṣ-ṣâliḥûn fî müdevveneti’l-menâḳıbi’ṣ-ṣûfiyye, Tunus 2006.
Muhammed Razûk, “Hafsîler”, DİA, XV, 125-128.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 41. cildinde, 393-397 numaralı sayfalarda yer almıştır.
IV. SANAT
Milâttan önce VIII. yüzyılda Tunus körfezi kıyısında kurulan Fenike yerleşmesi Kartaca, Pön Savaşları (m.ö. 264-146) sonunda Romalılar tarafından yerle bir edildi. Bu sebeple günümüzde başşehir Tunus’un banliyösü durumundaki Kartaca’da bulunan en eski kalıntılar Roma dönemine aittir. Bu dönemde şehir anfiteatr, gösterişli evler, tapınaklar, su kemerleri ve hamamlarla donatıldı. el-Cem’deki büyük Colloseum bütün Tunus’ta Roma devrinden kalan en görkemli yapıdır. Yaklaşık 30.000 kişilik bu yapı oldukça sağlam durumda günümüze ulaşmıştır. Bölgede daha sonraki Vandal ve Bizans egemenliği sırasında önemli bir bölümü zamanımıza kadar gelmeyen bazilikalar inşa edildi.
VII. yüzyılın ortalarından itibaren İslâm akınlarının başlaması esnasında Tunus, 670’te Ukbe b. Nâfi‘ tarafından önemli bir üs durumundaki Kayrevan şehrinin kurulması ile büyük ölçüde müslümanların eline geçti. Uzun süre Kartaca’nın varoşu olan Tunus şehri, Araplar’ın fethinin ardından İfrîkıye’nin kültürel ve ekonomik başşehri haline geldi. 671’de Ukbe b. Nâfi‘in inşa ettirdiği büyük camisiyle Kayrevan’ın İslâm âleminin dördüncü dinî merkezi olarak kabul edilmesi bölgeyi bir ölçüde kutsallaştırdı. Sonraki devirlerde yapılan pek çok değişiklikle bugüne ulaşan Kayrevan’daki Sîdî Ukbe Camii, ortadaki daha geniş tutulan mihraba dik neflerin kıble yönünde enine bir nefle kesilmesinden oluşan plana sahip harimi, revaklarla çevrili avlusu ve kuzey duvarının ortasında kademeler halinde yükselen kare gövdeli minaresiyle sadece Tunus’ta değil bütün Mağrib ülkelerinde büyük bir etki yaptı. Başşehirde ticaretin yoğunlaştığı bir yerde inşa edilen Zeytûne Camii (80/699) ve Hafsîler’in eseri Halk Camii’nde (XIV. yüzyıl) aynı plan şeması ana hatlarıyla uygulandı.
Abbâsîler zamanında 800 yılından sonra Tunus, Ağlebîler’in yönetiminde yarı bağımsız bir statü kazandı. Bu devirde ülkede önemli bir mimari faaliyet göze çarpar. Sefâkus (849) ve Sûse (850-851) ulucamileriyle askerî amaçlı Münestîr ve Sûse Ribâtı (VIII. yüzyılın ikinci yarısı) Ağlebîler’in inşa ettirdiği önemli yapılardır. Bunun yanında Sîdî Ukbe Camii günümüzdeki görünümüne büyük ölçüde bu dönemde yapılan onarımlarla ulaştı. Ağlebîler’in ardından bölgede sırasıyla Fâtımî, Muvahhid ve Hafsî egemenlikleri görülür. At nalı kemerli giriş kapısıyla dikkati çeken Mehdiye Ulucamii (916) Tunus’ta Fâtımîler’den kalan en önemli yapıdır. XII. yüzyılın ortalarından itibaren Tunus’ta idareyi eline geçiren Muvahhidler zamanında Zeytûne Camii’nden sonra şehrin en mühim mâbedi sayılan Kasba Camii inşa edildi (1232-1236). Bir sarnıç üzerinde yükselen cami dilimli kemerlerin süslediği kare gövdeli minaresiyle ünlüdür. Ülke Hafsîler döneminde yoğun bir yapılaşmaya sahne oldu. Hafsîler’in Tunus’ta inşa ettirdiği Tevfîk (XIII. yüzyıl), Ebû Muhammed (XIII. yüzyıl) ve Mellasin (XV. yüzyıl) camileri, sütunlarla taşınan tonoz örtülü enine gelişen ibadet mekânı ve avlunun bir köşesinde kare blok halinde yükselen minareden meydana gelmektedir. Ayrıca bu dönemde ortadaki avluya açılan eyvanlar ve hücrelerden teşekül eden medreseler yaptırıldı. Bunlara Şemmâiyye (1249) ve Müntasıriyye (1437) medreselerini örnek vermek mümkündür.
Tunus’ta ortaya konan mimari, süsleme ve el sanatlarında Endülüs-Mağrib sanatının etkisi çok açık biçimde görülmektedir. Osmanlı döneminin ilk yıllarında bu gelenek bütün ilkeleriyle devam etti, Türk sanatına ait özellikler ancak XVII. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmaya başladı. 300 yılı aşkın bir süre Türk idaresinde kalan Tunus cami, medrese, imaret, saray, han, hamam, çarşı, kışla ve kale gibi mimari eserlerle donatıldı. Külliye inşasına Tunus’ta fazla ilgi gösterilmedi. Türbenin çevresindeki yapılardan oluşan Sîdî Sâhib Külliyesi’yle (XIV ve XVII. yüzyıl) cami çevresinde inşa edilen Cedîd Külliyesi (1726-1727) ve Yûsuf Sâhibü’t-tâba‘ Külliyesi (1813-1814) Anadolu ve İstanbul’da yapılan pek çok külliyede uygulanan bir düzenlemeye sahiptir. Önceki dönemlerde camilerde yaygın biçimde kullanılan çok destekli plan düzeni, Osmanlı döneminde destek sayısı ve harimin iç bölümlerinde tabii olarak görülen bazı farklılıklar dışında büyük ölçüde tekrar edildi. Bu camilerde görülen farklılık iç mekânının plan düzeninde değil avlu formunda olmasıdır. Önce inşa edilen camilerinde avlu harimin genelde batı bölümünü kaplamakta iken Osmanlı döneminde yapılan camilerin çoğunda avlu harimi “U” şeklinde sarmaktadır. Tunus’ta idareyi elinde tutan kişiler tarafından yaptırılan Hammûde Paşa Camii (1098/1687) ve Yûsuf Sâhibü’t-tâba‘ Camii’nde kıble duvarına dik uzanan neflerin mihrap önünde ve girişte enine neflerle kesilmesinden meydana gelen plan şemasında Kayrevan Sîdî Ukbe Camii’nin etkisi açıktır. Bunlardan Yûsuf Sâhibü’t-tâba‘ Camii’nde diğerlerine göre kubbenin daha fazla kullanıldığı görülür. Yine mihrap duvarına paralel neflerin ortada dikine bir nefle kesilmesinden oluşan planıyla Cedîd Camii, Tunus’taki Osmanlı camileri içinde istisna teşkil etmektedir. Bu yapılar “U” şeklindeki avlu formu, sekizgen gövdeli minareleri ve mermer minberleriyle Mağrib’deki benzerlerinden ayrılır. Orta kubbenin çevresinde dört yarım kubbeli merkezî plan şemasının uygulandığı, Mehmed Bey Camii diye de tanınan Sîdî Mahrez Camii ile (1692-1699) tek kubbeli orta mekâna üç yönden kemerlerle açılan kubbeli bölümlerden oluşan Kâtib Ali Camii de Osmanlı mimarisinin Tunus’taki etkilerini açık biçimde ortaya koymaktadır. Merkezî plan sadece Mehmed Bey Camii’nde değil türbelerde de uygulanmıştır. Bey Türbesi (1711), Gurebâ Camii Türbesi (XVI-XVII. yüzyıl) ve Hamza Türbesi’nde (XVIII-XIX. yüzyıl) rastlanan dört ayağa dayalı orta kubbenin çevresindeki dört yarım kubbe veya tonozlardan meydana gelen kurgu bu tesirin boyutlarını göstermesi bakımından önemlidir.
Osmanlı döneminde yapılan çok sayıda medrese günümüze sağlam şekilde ulaşabilmiştir. Genellikle revaklı avlunun çevresinde beşik tonozlu hücrelerle mescidden teşekkül eden ve bir kısmı iki katlı olan medreselerde türbe ve sebille Osmanlı medrese mimarisinde rastlanmayan minarelere de yer verilmiştir. Zeytûne Camii’nin çok yakınında birbirine bitişik olarak inşa edilen Nahle (1714), Bâşiyye (1753) ve Süleymaniyye (1755) medreseleri âdeta bir medrese sitesi oluşturur. Cedîd Camii’nin revaklı avlusunu “U” şeklinde saran hücrelerden teşekkül eden medresesi plan düzeni ile Osmanlı etkisini taşımaktadır. Tunus’ta Osmanlı devri medreseleri süslemeleriyle dikkat çeker. Yapıların giriş holü, mescid ve avlu cephelerinde duvarlar yerden belirli bir yüksekliğe kadar çini, bunun üzerinde alçı kompozisyonlarla süslenmiştir. Tunus’ta Osmanlı medreseleri zaten sıkışık olan şehir dokusu içinde sivil yapılarla birleşik halde düzenlenmiştir. Ayrıca bu yapılarda süsleme daha ziyade iç mekânda yoğunlaştığından dıştaki diğer yapılar arasında kolayca algılanamamaktadır. Etrafında hücrelerin ve mescidin bulunduğu avlunun dört yönden revaklarla çevrilmesi ve avluya açılan eyvanlara yer verilmemesi bu yapıları daha öncekilerden ayırmaktadır. Bununla birlikte genellikle serbest bir düzenleme, çok destekli plana sahip mescidler, üzeri beşik tonoz örtülü dikdörtgen planlı hücrelerle kapı, pencere ve kemer formlarında daha çok yerel sanat etkileri ağır basmaktadır.
Tunus’ta Osmanlı döneminden günümüze gelebilen mimari örneklerden biri de zâviyelerdir. Varlığı dıştan balık pulu biçimindeki yeşil kiremitlerle kaplı kubbeleriyle anlaşılabilen zâviyelere tonozlu uzun hollerle giriş sağlanmıştır. Genelde revaklarla çevrelenen avlunun etrafında tonozla örtülen derviş hücreleri ve üzeri kubbe ile kapatılan tevhidhâneye yer verilmiştir. Bu plan, tevhidhânenin karşısındaki avluya açılan eyvan dışında 1435 yılında Hafsîler tarafından inşa edilen Sîdî Bin Arûs Zâviyesi’nde uygulanmıştır. Osmanlı döneminden Tunus’ta Sîdî İbrâhim Riyâhî (1850), Sîdî Bû Medyen (1854-1859) ve Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî (XIV ve XVIII. yüzyıl) zâviyelerinde aynı planlama belirgin şekilde görülür. Sadece dışa ve tevhidhâneye açılan hücreleri bulunan Münestîr’deki Sîdî Mazerî Zâviyesi (1177/1763-64), dikdörtgen avlunun çevresindeki derviş hücrelerinin tevhidhâneden ayrı düzenlendiği Tunus’ta Sîdî Ali Şeyha Zâviyesi (1852), üzeri kubbe ile kapatılan orta mekânın çevresindeki hücreler ve farklı bir tonoz örtüye sahip türbe bölümüyle Sîdî Mahrez Zâviyesi (1862) bu plan şemasının değişik varyasyonlarını oluşturur. Geniş bir alanı kaplayan mescid ve hücrelerin bulunduğu avlu ile yan yana iki dikdörtgen mekândan teşekkül eden ve türbeye yer verilmeyen Tunus Sîdî Abdülkādir Zâviyesi (1846-1852) bu düzenlemeye uymamaktadır. Büyük bölümü orijinal şeklini kaybeden Tunus’taki Halfâvî Zâviyesi (XVII. yüzyıl) ve Sîdî Ali Azzûz Zâviyesi (1758-1781) orta bölümü kubbe, yanları düz çatı ile örtülen “T” planlı tevhidhânesiyle Tunus’taki klasik zâviye planından farklıdır. Ayrıca Mehdiye’deki Ramazanoğlu Zâviyesi’nin (1872) giriş kapısının hemen yanında yükselen minaresi, derin giriş holünün sağındaki mescidi ve bunlardan ayrı düzenlenen avluyu “U” şeklinde saran derviş hücrelerinden oluşan planı daha çok Tunus’taki medrese yapılarına benzemektedir. Tunus’taki Türk türbe mimarisinde kare planlı, köşe sütunlarına yaslanan kemerlerin üzerinde yükselen soğan biçimli kubbe ile örtülü yapılar çoğunluktadır. Dayı Ahmed Hoca (1057/1647), Dayı Mehmed Laz (1657), Fellârî (1710) ve Ali Paşa (1170/1756-57) türbeleri bunların en güzel örnekleridir. Ayrıca dört yarım kubbeli merkezî plan düzenine göre inşa edilen türbeler bulunmaktadır. Bunların hemen tamamında oldukça girift alçı süslemeye büyük önem verildiği görülmektedir.
Sık sık dış saldırılara mâruz kalan Tunus’ta Osmanlı devrinde savunma amaçlı yapıların inşası önem kazanmıştır. Genellikle dörtgen plandan oluşan kaleler çeşitli formlardaki kulelerle desteklenen kalın duvarlara sahiptir. Bunlar geniş bir avlunun çevresinde beşik tonozlu dehlizlerle geçilebilen büyük koğuşlar, depolar ve mescidden meydana gelir. Gārülmilh’te Vüstânî (1638-1640), Lûtânî (1070/1659-60) ve Tunus burçlarında (1631-1666) olduğu gibi deniz kıyısında yer alan kalelerin sahile bakan yönlerine içine topların yerleştirildiği mazgallar bulunan duvarlardan meydana gelen yarım daire planlı bir bölüm eklenmiştir. Başşehir Tunus’un güney girişinde bir kontrol merkezi olarak inşa edilen Ali Reis Burcu’nda (XVII. yüzyıl başları) sekizgen planlı ilk binanın kuzeyine dikdörtgen bir yapının eklenmesinden ortaya çıkan farklı bir düzenlemeye rastlanmaktadır. Üçgen şeklinde planlamaya sahip Tunus’taki Endülüs Burcu (XVII. yüzyıl) ve genel kurgusu ile at nalı biçiminde bir planın görüldüğü Flifel Burcu (1743) benzer örnekleri başka yapılarda uygulanmayan değişik planlamanın görüldüğü yapılardır. Hammûde Paşa’nın Tunus’un Medine’sinde birbirine yakın tarihlerde yaptırdığı kışlalarda tek tip plan şeması uygulanmıştır. Dikdörtgen planlı, revaklı bir avlunun çevresindeki çapraz tonozlu koğuşlardan meydana gelen yapılar iki katlıdır. Yapıya girişi sağlayan dış kapıları üzerinde Türkçe kitâbelere, koğuş kapıları üzerinde orada kalan askerlerin Türkçe lakaplarını belirten levhalara yer verilmiştir. Bunlardan Başmakıye Kışlası (1814) bugün hastahane, Attârîn (1814) ve Çakmakçılar (1809) kışlaları kütüphane olarak kullanılmaktadır. Osmanlı döneminde Tunus’ta yapılan çarşılar üzeri tonozlu bir koridorun iki yakasındaki dükkânlardan teşekkül etmektedir. Bunlardan Türk Çarşısı ile (1610-1637) Birka Çarşısı’nda (1610-1637) kubbeye de yer verilmiştir. İstanbul başta olmak üzere Osmanlı Devleti’nin diğer şehirlerindeki çarşılarla benzerlik göstermekle birlikte çoğu, belirli bir şemaya göre düzenlenmeyen ve geniş bir kıvrım yaparak devam eden koridorları ile farklılık göstermektedir.
Tunus’ta Osmanlı devri köprülerinin başında Ali Paşa (1180/1766-67) ve Mecâzülbâb (1678) köprüleri gelmektedir. Biçim yönünden Anadolu’daki taş köprülerle benzerlik taşıyan Mecâzülbâb Köprüsü, Binzert’te Dayı Osman’ın yaptırdığı Bâbıtunus Köprüsü (1593-1610) ve Ali Paşa Köprüsü ortadaki yüksek, yanlardakiler daha alçak tutulan yedi yuvarlak kemerden meydana gelmektedir. Köprülerden başka Tunus su mimarisi saray ve evlerin avlusundaki selsebiller, su kuyuları, camilerin yakınındaki abdest alma yerlerinin dışında halkın temizlik ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılmış tesisler (mîdae), hamamlar, çeşme ve sebillerden meydana gelmektedir. Osmanlı döneminde inşa edilen konak niteliğindeki evlerin büyük bölümünde mermer selsebillere yer verilmiştir. Bir ihtiyacı karşılamaktan çok avlunun genel kompozisyonunu tamamlayan bir eleman niteliği taşıyan bu eserlerin en güzel örnekleri Bin Abdullah Evi’nde (XVIII. yüzyıl) ve Bardo Sarayı’nda görülmektedir. Kaliteli bir mermer işçiliğinin ortaya konulduğu selsebillerde Avrupalı sanatçıların etkisi açıktır. Yazların oldukça kurak geçtiği Tunus’ta su ihtiyacını karşılamak amacıyla birçok kuyu açılmıştır. Bunlardan Hammâmet’te Hangūtü’l-Hammâmet, Kayrevan Hûtu Kuyusu (1705-1734) orijinal şeklini kaybetmiştir. Hafsîler döneminde Attârîn Mîdaesi inşa edilmiştir. Aynı amaçla Dayı Yûsuf tarafından Türk Çarşısı’nın içinde Köşk Mîdaesi ile (1610-1637) Hüseyin b. Ali Paşa tarafından Kayrevan’da üç mîdae yaptırılmıştır. Revaklı bir avlunun ortasında çevresinde oturma yerleri bulunan şadırvandan meydana gelen bu yapılar Attârîn Mîdaesi’nin yakın benzerleridir. G. Marçais’nin tanıttığı Bardo Hamamı’nın, sütunlara yaslanan bir kubbe ile örtülen göbek taşının bulunduğu sıcaklık bölümünün çevresindeki beşik tonozlu mekânlardan oluşan planı klasik Osmanlı hamamlarından çok farklı düzenlemesiyle dikkat çekmektedir. Aynı şekilde Yûsuf Sâhibü’t-tâba‘ Hamamı’nda belirli bir plan düzeni görülmemektedir. Osmanlı döneminde hemen her mahallede cami ve medrese gibi yapıların yakınında sebil ya da çeşmeler kurulmuş, bunlardan günümüze ancak çok az bölümü ulaşmıştır.
Tunus’taki sebiller, genel olarak düz tavanlı küçük odaların sokağa bakan cephelerinde sütunlara oturan bir kemerle çevrelenmiş düz atkılı pencerelerden meydana gelmektedir. Çoğunlukla bronz parmaklıklara sahip pencerelerin önünde su tasını koymak için mermer altlıklarla küçük havuzlar bulunmaktadır. Bazı değişikliklere uğramış olmakla birlikte Benzert’te Dayı Mustafa Sebili (1709), Süleyman Sebili (1839), Bâşiyye, Cedîd ve Bi’rü’l-ahcâr medreselerinin sebilleri bu şekildedir. Mısır’da Osmanlı devrinde inşa edilen pek çok sebil bununla aynı formdadır. Yûsuf Sâhibü’t-tâba‘ın Tunus’ta 1804’te yaptırdığı, ortada “L” şeklinde bir pâyeye oturan, iki at nalı kemerle dışa açılan çift cepheli sebille sütunlara oturan dört kemerden oluşan tek cepheli diğer sebili biraz daha farklı bir tarzdadır. Hammûde Paşa’nın Mennûbe’de inşa ettirdiği sebil ise (1208/1793-94) suyun dağıtıldığı kubbeli iki küçük mekân, bunların arasındaki yalaklar, abdest alma yerleri, mescid ve küçük kahvehanesiyle hiçbir yerde örneği görülmeyen bir form sergilemektedir. Tunus’taki çeşmeler genellikle duvara bağlı tek cephelidir. Bunların en görkemlisi Benzert’te üzerindeki Türkçe kitâbesine göre 1041 (1631-32) yılında Dayı Yûsuf tarafından inşa ettirilen Aynicereynâ Çeşmesi’dir. Benzert’te yine aynı kişinin yaptırdığı anlaşılan, üst kısımları prizmatik külâh biçimindeki üç çeşme basit yapıları ile birbirine benzemektedir. At nalı kemerli bir nişten ibaret Zeytûne Camii’nin doğu cephesindeki çeşme ile yuvarlak kemerli eyvan şeklindeki Dayı İbrâhim Çeşmesi’nin (1114/1702-1703) Anadolu’da pek çok örneği bulunmaktadır.
Zengin mermer, alçı ve çini bezemeleriyle hayranlık uyandıran konaklarda belirli bir plan şeması uygulanmıştır. “Skifa” adı verilen, üzeri tonozlu giriş mekânlarından geçilen, bir ya da daha fazla revaklı avluların çevresinde yer alan “T” planlı mekânlarla bunların gerisindeki günlük ikamete ayrılmış odalar, hamam ve helâ gibi bölümlere yer verilmiştir. Dayı Osman Evi (XVI. yüzyıl sonu), Ramazan Bey Evi (XVII. yüzyıl), Bin Abdullah Evi, Bayram Türkî Evi (XVI. yüzyıl sonu), Bey Evi (1610-1637) gibi sivil mimari örneklerinin hepsinde bu plan küçük farklılıklarla tekrar edilmiştir. Çeşitli dönemlerde eklenen birçok yapıdan oluşan Bardo Sarayı’nda yapılar surlarla çevrelenen geniş bir alanın içinde yer almaktadır. Cami, hamam ve askerî okul gibi yapılar bu sahanın doğusunda, saray erkânının kaldığı asıl bölüm de büyük bir külliye halinde batıda bulunmaktadır.
Tunus’ta Osmanlı devri yapılarında Endülüslü mimarlar ve sanatkârlar çalışmıştır. Özellikle mihrap, minber, kürsü gibi eserlerin süslemelerinin yanı sıra duvarlarda görülen alçı dekorasyonda bu sanatçıların etkisi açık biçimde görülmektedir. Yapılarda Güney Tunus’ta tuğla, kuzeyde taş-mermer kullanılmıştır. Osmanlı dönemi yapıların çoğunda çapraz ve beşik tonoz uygulanmıştır. Bununla birlikte önemli oranda kubbeye yer verilmiş, kubbeye istiridye yivli tromp ya da düz pandantiflerle geçilmiştir. Türk döneminde ahşap minberlerin yanı sıra mermer minberler de mevcuttur. Camilerde vaaz kürsüsü yerine “tilâvet kürsüsü” vardır. Çok destekli cami iç mekânları sıcak iklim sebebiyle pencerelerin az sayıda açılmasından genellikle loş ve kasvetlidir. Yapılarda çini, alçı ve taş-mermer üzerine süsleme yapılmıştır. Taş-mermer süslemelerde Türk etkili geometrik, Avrupa ve Endülüs etkili bitkisel örnekler hâkimdir. XVI. yüzyıl İznik çinilerinin yanı sıra Tunus’ta günümüzde hâlâ imal edilen çini levhalar binaları süsleyen başlıca unsurlardandır. Osmanlı döneminde sülüs ve nesih hatlı yazının yanında kûfî karakterli yazı örneklerine de rastlanmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
Bekrî, el-Muġrib, bk. İndeks.
G. Marçais, “Notes sur les ribats en Berberie”, Mélanges René Basset, Paris 1925, II, 395-430.
a.mlf., Coupole et plafonds de la grande mosquée Kairouan, Paris 1925.
a.mlf., Manuel d’art musulmane sicile, Paris 1926-27, I-II.
a.mlf., Tunis et Kairouan, Paris 1937.
a.mlf., l’Architecture musulmane d’occident, Paris 1957.
Ahmad Fikry, Nouvelles recherches sur la grande mosquée de Kairouan, Paris 1934.
B. Roy – P. Poinssot, Inscriptions arabes de Kairouan, Paris 1950, II.
Slimane Mostafa Zbiss, Monuments musulmans d’époque husseynite en Tunisie, Tunis 1955.
a.mlf., el-Ḳıbâbü’t-Tûnisiyye fî teṭavvürihâ, Tunus 1959.
a.mlf., “Tunus’ta Türk Sanatı”, Milletlerarası Birinci Türk Sanatları Kongresi (Ankara 19-24 Ekim 1959) Kongreye Sunulan Tebliğler, Ankara 1962, s. 413-417.
a.mlf., Monastir, ses monuments, Tunus 1964.
a.mlf., Les monuments de Tunis, Tunus 1971.
a.mlf., Ḥavle medîneti Tûnis el-atîḳa: La Medina de Tunis, Tunus 1981.
a.mlf., “Quelques sites andalous de Tunisie”, Awrāq, sy. 1, Madrid 1978, s. 55-57.
A. Lézine, Le ribat de Sousse, Tunus 1956.
a.mlf., Sousse: les monuments musulmans, Tunis, ts. (Cérès productions).
J. Revault, Palais et demeures de Tunis (XVIe et XVIIe siècles), Paris 1967.
a.mlf., Palais et résidences d’été de la région de Tunis (XVIe-XIXe siècles), Paris 1974.
a.mlf., “Influence de l’art turc sur l’art tunisien la fin du XVIe et XIXe siècles”, Art turc, Aix-en-Provence 1975, s. 201-208.
Mohammed Masmoudi – Jamila Binous, Tunis: la ville et les monuments, Tunus 1980.
Abdülazîz ed-Devlâtlî, Tunis sous les hafsides, Tunus 1980.
Muhammed b. el-Hoca, Târîḫu meʿâlimi’t-tevḥîd fi’l-ḳadîm ve fi’l-cedîd (nşr. Hammâdî es-Sâhilî – el-Cîlânî b. Yahyâ), Tunus 1985.
Mohamed Scharabi, Der Bazar, Tübingen 1985, s. 153-159.
Filiz Yenişehiroğlu, Türkiye Dışındaki Osmanlı Mimari Yapıtları, Ankara 1989, s. 154-163.
R. Ettinghausen – O. Grabar, The Art and Architecture of Islam: 650-1250, London 1991.
S. Santelli, Medinas: Traditional Architecture of Tunisia (trc. K. Hilton), Tunus 1992.
H. Boutia, Bizerte: les monuments islamiques, Tunus 1992.
Mehmet Şeker, Başşehir Tunus’taki Türkçe Kitabeler, İstanbul 1994.
Néji Djelloul, Les fortifications côtieres ottomanes de la régence de Tunis (XVIe-XIXe siècles), Zaghouan 1995.
Filiz Kansu, “Tunus”, Arkitekt, sy. 433, İstanbul 1996, s. 74-81.
Kadir Pektaş, Tunus’ta Osmanlı Mimari Eserleri, Ankara 2002.
M. Mercier, “Inscriptions arabes inédités de Tunisie”, Recueil des notices et mémories de la société archéologique du départment Constantine, sy. 7, Constantine 1894, s. 1-30.
Ch. Monchicourt, “Essai bibliographique sur les plans imprimés de Tripoli, Djerba et Tunis-Goulette au XVIe siècle”, RAfr., sy. 16 (1925), s. 385-418.
R. Brunschvig, “Quelques remarques historiques sur les medersas de Tunisie”, RT, sy. 6 (1931), s. 261-285.
M. Boussige, “Deux ponts voisins de Rades”, a.e., sy. 38 (1936), s. 451-465.
A. Pellegrin, “Mosquées et zaouïas de Tunis”, Cahiers Charles de Foucould, sy. 2, Paris 1950, s. 220-232.
R. Mantran, “Quelques inscriptions turques de Tunis”, Oriens, XVIII-XIX (1965-66), s. 185-192.
a.mlf., “D̲j̲arba”, EI2 (Fr.), II, 473.
M. Azîz b. Âşûr, “Turbet El-Bey, sépulture des begs et de la famille husaynite à Tunis”, IBLA, I, Tunus 1985, s. 45-84.
P. Jervis, “Kairavan”, Environ Mental Design, sy. 1-2, Roma 1989, s. 36-53.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 41. cildinde, 397-400 numaralı sayfalarda yer almıştır.