ÜZEYİR

Kur’an’da adı geçen, peygamber olup olmadığı tartışmalı kişi.

Müellif:

Kur’ân-ı Kerîm’de sadece bir yerde Tevbe sûresinde (9/30) bahsi geçen Üzeyir’in (Uzeyr) kimliği tartışmalıdır. Kur’an yorumcularının bir kısmı Bakara sûresinin 259. âyetinde yüzyıl uyuduğu bildirilen kişinin Üzeyir olduğunu nakleder (Ayoub, s. 7). İslâm kaynaklarında açıkça ifade edilmemekle birlikte müslüman âlimlerin çoğunun Üzeyir’i yahudi geleneğindeki Ezrâ ile özdeşleştirdiği görülmektedir. Yahudi geleneği hakkında geniş bilgiye sahip bulunan İbn Hazm, Üzeyir ve Ezrâ isimlerinin aynı şahsa delâlet ettiğini açıkça söylememekle beraber eserlerindeki anlatımdan onun da bu yöndeki görüşü benimsediği anlaşılmaktadır (el-Faṣl, I, 99; er-Red, s. 77). Bir mühtedi olan Semev’el el-Mağribî, Üzeyir’in Ezrâ ile özdeşleştirilmesine karşı çıkar. Ona göre Üzeyir Elazar (Eliezer) kelimesinin Arapçalaşmış şeklidir, dolayısıyla Üzeyir ile Ezrâ aynı kişi değildir (İfhâmü’l-Yehûd, s. 63). Çağdaş araştırmacılardan M. Sharon da benzer bir görüşe sahiptir. Sharon’a göre Üzeyir, İbrânîce “ozer” (yardım edici) kelimesinin Arapçalaştırılmış biçimidir (Encyclopaedia of the Qurʾān, IV, 39). Mekkî b. Ebû Tâlib ise “üzeyir” kelimesinin Arapça kökenden geldiğinde bütün nahivcilerin ittifak ettiğini belirtmektedir (İbnü’l-Cevzî, III, 423). Üzeyir’in kimliği ve üzeyir kelimesinin kökeni konusunda daha farklı görüşler ileri sürenler de vardır. Bu kelimeyi Finkel, Mezmurlar’daki (2/7) “aziz” kelimesine, Mejdi Bey eski Mısır tanrılarından Oziris ismine, Paul Casanova “azazel” kelimesine dayandırır (Jeffery, s. 214). Mejdi Bey’in görüşüne Zürkānî de katılır. Ona göre İsrâiloğulları, Mısır’da bulundukları sırada Oziris’le ilgili inancı benimsemişlerdi (M. Abdülazîm ez-Zürkānî, II, 279). Newby ise Üzeyir’i Enoh’la (Uhnûh/İdrîs) ilişkilendirir (A Concise Encyclopedia of Islam, s. 209; ayrıca bk. İDRÎS).

Üzeyir’in peygamber olup olmadığı konusunda İslâm âlimleri arasında farklı görüşler vardır. İbn Abbas, Üzeyir’in peygamber olup olmadığını bilmediğini söyler (, II, 283). İbn Ebû Hâtim ondan Allah’ın peygamberi diye söz eder (Tefsîr, II, 502). İbn Kesîr, Üzeyir’in peygamberliğine dair görüşün İslâm âlimleri arasında yaygın olduğunu nakleder. Buna göre Üzeyir, Dâvûd ile Süleyman veya Zekeriyyâ ile Yahyâ arasında yaşamıştır. İbn Asâkir’in İbn Abbas’tan rivayet ettiğine göre Üzeyir kader hakkında soru sorduğu için adı peygamberler listesinden silinmiştir (İbn Kesîr, II, 389-391). Bazı İslâm âlimleri Üzeyir’i (Ezrâ) Tevrat’ı tahrif etmekle de suçlamıştır (, I, 197; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 421).

Üzeyir’le ilgili temel problem Kur’an’da bildirildiği üzere (et-Tevbe 9/30) yahudilerin onu Allah’ın oğlu olarak kabul etmeleridir. İslâm âlimlerine göre Üzeyir kaybolan Tevrat’ı yeniden ortaya çıkardığı için yahudiler onu Allah’ın oğlu kabul etmişlerdir. İslâm kaynaklarında bununla ilgili iki rivayet vardır. Bir rivayete göre Üzeyir zamanında İsrâiloğulları Tevrat’ı terketmiş ve doğru yoldan sapmışlardı. Bunun üzerine Allah, Tevrat’ı ve tabutu (tâbût, ahid sandığı) ortadan kaldırır ve hâfızalarındaki Tevrat’la ilgili bilgileri siler. İsrâiloğulları musibetler içinde sefih bir hayat sürmeye başlarlar. Hikmet sahibi sâlih bir kimse olan Üzeyir, Tevrat’ı yeniden göndermesi için Allah’a dua eder. Bir gün gökten bir nur iner ve Üzeyir’in kalbine nüfuz eder; bu nur Tevrat’ın nurudur. Nurun Üzeyir’in kalbine girmesiyle Tevrat onun belleğinde canlanır. Üzeyir bunu halka açıklar ve Tevrat’ın kendilerine yeniden verildiğini müjdeler, ardından Tevrat’ı onlara öğretir. Üzeyir’in ölümünden sonra tabut bulunur ve içinden çıkan Tevrat’la Üzeyir’in öğrettiği Tevrat karşılaştırılır. İkisi arasındaki uygunluğu görünce hayrete düşen İsrâiloğulları, “Üzeyir’e bu bilgi ancak Allah’ın oğlu olduğu için verilmiştir” derler (Ali b. Muhammed el-Hâzin, II, 351). Diğer rivayete göre Bâbil Kralı Buhtunnasr, İsrâiloğulları’nı savaşta yenip mâbedi tahrip etmiş ve Tevrat âlimlerini katletmişti. Üzeyir bu olay sırasında henüz küçük bir çocuktu. İsrâiloğulları sürgünden döndüklerinde aralarında Tevrat’ı bilen kimse kalmamıştı. Allah bir işaret olarak yüzyıl ölü bıraktığı Üzeyir’i yeniden diriltince elindeki tasla bir melek Üzeyir’in yanına gelmiş ve Üzeyir meleğin sunduğu tastaki suyu içince Tevrat bilgisine sahip olmuştur. Daha sonra Allah onu İsrâiloğulları’na göndermiş, Üzeyir kendini onlara tanıtmıştır. İsrâiloğulları, “Sen Üzeyir isen Tevrat’ı bize yazdır” demiş, Üzeyir de Tevrat’ı onlara yazdırmıştır. İçlerinden biri, “Babam Tevrat’ın gömülü olduğu yeri bana haber vermişti” deyince Tevrat’ın gömülü olduğu yere gidip Tevrat’ı çıkarmış, Üzeyir’in yazdırdığı Tevrat’la bu Tevrat arasında hiçbir fark görülmemiştir. Bunun üzerine İsrâiloğulları, Üzeyir’in Allah’ın oğlu olduğu için Allah’ın onun kalbinden Tevrat’ı yok etmediğini söylemiştir (a.g.e., II, 351-352; İbnü’l-Cevzî, III, 423-424).

İslâm kaynaklarında Üzeyir hakkında nakledilen bu rivayetler yahudi tarihinde önemli bir yere sahip olan Ezrâ’yı akla getirmektedir. Nitekim “pseudographik” metinlerden IV. Ezrâ’da (IV/19-48) bu rivayetlere benzer bir anlatım bulunmaktadır. Yahudi geleneğine göre Ezrâ bir peygamber değildir, fakat Yahudilik’te peygamberden üstün bir konuma sahiptir. Yahudi din bilgini rabbiler onu Hz. Mûsâ ile mukayese etmiş ve onun da Hz. Mûsâ gibi Tevrat’ı almaya lâyık olduğunu ileri sürmüştür. Rabbilere göre Hz. Mûsâ daha önce gelmeseydi Tevrat Ezrâ’ya verilirdi (Sanhedrin, 21b). A. Geiger, Kur’an’da yer alan Üzeyir’le ilgili ifadenin Talmud’daki aşırı saygı ifadesinin yanlış aktarımından kaynaklandığını ileri sürer (Judaism and Islam, s. 154).

Yahudiler arasında Ezrâ’nın Allah’ın oğlu olarak yüceltildiğine ilişkin yahudi kaynaklarında herhangi bir bilgi yoktur. Geleneksel yahudi inancında da bunun bir işareti görülmemektedir. Bu sebeple yahudi bilgini Mûsâ b. Meymûn, Kur’an’daki bilgiyi yahudilere karşı bir iftira şeklinde değerlendirir (Jacobs, I, 181). Sa‘lebî, İbn Cerîr et-Taberî, Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Fahreddin er-Râzî ve Tûsî gibi müfessirler âyetin bütün yahudileri kapsamadığını belirtir (Ayoub, s. 9-14). Tefsirlerde yer alan rivayete göre bunu söyleyenler Medine’deki bir grup yahudidir (İbn Ebû Hâtim, VI, 1781; İbnü’l-Cevzî, III, 424). İbn Hazm ise Yemen civarında yaşadıklarını söylediği Sadûkīler’in Ezrâ’yı Allah’ın oğlu olarak kabul etme inancını taşıdıklarını belirtir. Ona göre Sadûkīler’i diğer yahudi gruplardan ayıran en önemli inanç budur (el-Faṣl, I, 99). Makdisî ise Ezrâ’yı Allah’ın oğlu diye kabul eden yahudilerin Filistin yahudileri olduğunu, bunu Ezrâ’yı yüceltmek ve onu onurlandırmak için yaptıklarını, diğer yahudilerin bunu kabul etmediklerini söyler (el-Bedʾ ve’t-târîḫ, IV, 35). Yahudi asıllı İskenderânî ise Hicaz bölgesindeki Karâîler’in bu inanca sahip bulunduklarını nakleder (Lazarus-Yafeh, s. 53).

Ezrâ / Üzeyir’i Allah’ın oğlu diye nitelendiren yahudi gruplarına dair verilen bilgiler tarihsel açıdan doğrulanabilecek nitelikte değildir. Yemen yahudileriyle Ezrâ arasında bir lânetleşmeden söz edilmekte, bu da İbn Hazm’ın verdiği bilgiyi geçersiz kılmaktadır. Makdisî’nin görüşü de tamamen temelsizdir. Karâîler’in mezhep yapısı da İskenderânî’nin görüşünü doğrulamaktan uzaktır. Bununla birlikte Kur’an’da yer alan (et-Tevbe 9/30) ifadeyi mecazi olarak anlamak da uygun değildir. Zira yahudilerin Üzeyir hakkında söylediklerinin, hıristiyanların Hz. Îsâ hakkındaki inançlarına paralel şekilde zikredilmesi böyle anlamayı engellemektedir. Esasen Kur’an’ın indiği dönemdeki Hicaz bölgesi yahudilerinde böyle bir inanç vardı ve Hicaz yahudileri diğer yahudiler gibi bir kurtarıcı mesîh beklentisi içindeydi. Ancak ezoterik inanç yapısına sahip bu bölge yahudilerinin beklediği mesîh farklıydı. Muhtemelen onlar bu mesîhe “Tanrı’nın yardımcısı” anlamında İbrânîce Azaryahu yahut Ozer diyorlar ve onun Tanrı’nın oğlu olduğuna inanıyorlardı. Bu kelimeler Arapça’ya Üzeyir şeklinde aktarılmıştır. Buna göre Tevbe sûresindeki uzeyr kelimesi bir isim değil mesîhe verilen bir unvandır şeklinde düşünülebilir. Üzeyir unvanını taşıyan bu mesîh de Newby’nin işaret ettiği gibi Enoh olmalıdır. Zira Enoh’a atfedilen sıfatlarla hıristiyanların Mesîh diye Îsâ’ya atfettikleri sıfatlar birbirine çok benzemektedir (Adam, s. 103-118).


BİBLİYOGRAFYA

İbn Ebû Hâtim, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm (nşr. Es‘ad Muhammed et-Tayyib), Mekke 1417/1997, II, 502; VI, 1781.

, IV, 35.

, I, 99, 197, 210.

a.mlf., er-Red ʿalâ İbni’n-Naġrîle el-Yehûdî (nşr. İhsan Abbas), Kahire 1380/1960, s. 77.

Semev’el el-Mağribî, İfhâmü’l-Yehûd (nşr. ve trc. Moshe Perlmann), New York 1964, s. 63.

, III, 423-424.

Ali b. Muhammed el-Hâzin, Lübâbü’t-teʾvîl (nşr. Abdüsselâm M. Ali Şâhin), Beyrut 1415/1995, II, 351-352.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Hidâyetü’l-ḥayârâ (nşr. M. Ahmed el-Hâc), Dımaşk 1416/1996, s. 421.

, II, 283, 389-391.

A. Geiger, Judaism and Islam (trc. F. M. Young), Madras 1898, s. 154.

A. Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, Baroda 1938, s. 214.

M. Abdülazîm ez-Zürkānî, Menâhilü’l-ʿirfân, Kahire 1362/1943, II, 279.

L. Jacobs, Jewish Law, New York 1968, I, 181.

Mahmoud Ayoub, “ʿUzayr in the Qur’an and Muslim Tradition”, Studies in Islamic and Judaic Traditions (ed. W. M. Brinner – S. D. Ricks), Atlanta 1986, s. 3-18.

G. D. Newby, A History of the Jews of Arabia, Columbia 1988, s. 59-60.

a.mlf., A Concise Encyclopedia of Islam, Oxford 2004, s. 209.

H. Lazarus-Yafeh, Intertwined Worlds: Medieval Islam and Bible Criticism, Princeton 1992, s. 50-74.

a.mlf., “ʿUzayr”, , X, 960.

Baki Adam, “Müslümanların Yahudilere Yönelttiği Teolojik Eleştiriler”, Müslümanlar ve Diğer Din Mensupları (haz. Abdurrahman Küçük v.dğr.), Ankara 2004, s. 103-118.

Mustafa Öztürk, Kıssaların Dili, Ankara 2010, s. 209-234.

P. Casanova, “Idrîs et ʿOuzaïr”, , CCV (1924), s. 356-360.

Y. Erder, “The Origin of the Name Idris in the Qur’an”, , XLIX/4 (1990), s. 339-350.

V. Comerro, “Esdras Est-Il Le Fils De Dieu?”, Arabica, LII/2, Leiden 2005, s. 165-181.

M. Sharon, “People of the Book”, Encyclopaedia of the Qurʾān (ed. J. D. McAuliffe), Leiden 2004, IV, 39.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 42. cildinde, 401-402 numaralı sayfalarda yer almıştır.