VAAZ

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/2Müellif: HASAN CİRİTBölüme Git
    Sözlükte “öğüt vermek, uyarmak, sakındırmak” anlamındaki va‘z “bir topluluğa dinî ve ahlâkî konularda nasihat etmek, dinleyenlerin kalplerini iyiliğe …
  • 2/2Müellif: KÜRŞAT DEMİRCİBölüme Git
    Diğer Dinlerde. Bir dinin kendi müntesiplerine dinî kuralları ve doktrinleri öğretmeyi ifade eden vaaz kavramı büyük oranda tek tanrılı ve misyoner eğ…

Müellif:

Sözlükte “öğüt vermek, uyarmak, sakındırmak” anlamındaki va‘z “bir topluluğa dinî ve ahlâkî konularda nasihat etmek, dinleyenlerin kalplerini iyiliğe ısındıracak sözler söylemek, uhrevî mükâfat ve azaba dair bilgiler vererek teşvik ve ikazda bulunmak” şeklinde tanımlanır (el-Müfredât, “vʿaẓ” md.; , “vʿaẓ” md.; , “vʿaẓ” md.; , “vʿaẓ” md.). Bunun yanında başlangıçtan günümüze kadar gelen uygulamayı dikkate alarak vaaz terimini “dinî konularda cemaati aydınlatarak mânen gelişmesini sağlamak amacıyla din âlimlerince ibadet mahallerinde yapılan konuşma” diye tanımlamak mümkündür. Bu şekilde konuşma yapan kimseye vâiz denir. İslâmî kaynaklarda mev‘iza (çoğulu mevâ‘iz), tezkîr, irşad, nasihat, tebşîr ve inzâr gibi kavramlar da çok defa vaaz anlamında kullanılmaktadır. Sözlükte “hikâye, haber” demek olan kıssa kelimesi, eski toplumların başından geçen ibret verici olayları anlatarak vaaz ve nasihat etmeyi ifade eder. Vaazında çokça kıssa kullanana kās (çoğulu kussâs) veya kassâs denir (İbnü’l-Cevzî, s. 159; Süyûtî, Taḥẕîrü’l-ḫavâṣ, s. 269).

Kur’ân-ı Kerîm’de vaaz kelimesi bulunmamakla birlikte birçok âyette mev‘iza, vâizîn, ayrıca va‘z kökünden fiiller geçer. Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’e insanları dine hikmetle, güzel öğütle ve en güzel usulle davet etmesini emretmektedir (en-Nahl 16/125). Bazı âyetlerde muhtelif emir ve yasaklar zikredilip çeşitli bilgiler verildikten sonra bunlarla Allah’ın insanlara nasihat ettiği belirtilmekte (en-Nisâ 4/58; en-Nahl 16/90; en-Nûr 24/17), Resûl-i Ekrem’e de çevresindekilere vaaz ve nasihatte bulunması emredilmektedir (en-Nisâ 4/63; Kāf 50/45; ez-Zâriyât 51/55; el-Gāşiye 88/21, 22). Bazan âyetler mev‘iza şeklinde adlandırılırken (el-Bakara 2/275; en-Nûr 24/34) bazan da bütünüyle Kur’an’ın insanlar için bir mev‘iza olduğu (Âl-i İmrân 3/138; Yûnus 10/57), Allah’ın onu insanlara öğüt için indirdiği (el-Bakara 2/231) ifade edilir. Bu arada Tevrat tabletlerinde (elvâh) yazılanlarla (el-A‘râf 7/145) İncil’in de aynı niteliği taşıdığı (el-Mâide 5/46) belirtilir. Kur’an’da Allah’ın Hz. Nûh’a nasihati (Hûd 11/46), Hûd’un halkına (eş-Şuarâ 26/124-136) ve Lokmân’ın oğluna (Lokmân 31/13) yaptığı nasihatler için de vaaz kavramı kullanılmakta olup bu âyetlerdeki konular ve üslûp vaazlarda takip edilecek metoda ışık tutması bakımından önem taşır. Kur’an’da vaaza yakın anlamda başka kavramlar da geçer. Bunların en sık kullanılanı zikr, zikrâ, tezkîr, tezkire ile aynı kökten türeyen diğer kelimelerdir. Nitekim Hz. Peygamber’in yalnız hatırlatıcı (müzekkir) olduğu bildirilir (el-Gāşiye 88/21). Kur’an’da vaaz kavramı daha çok buyurucu yahut yasaklayıcı ifadelerle hukukî çerçeveye giren genel prensipler bağlamında yer alırken tezkirin mükâfat ve cezayı, cennet ve cehennemi hatırlatan, insana içini ve dışını arındırmasını öğütleyen ifadelerle hukukî yapıya mânevî ve ahlâkî bir temel hazırlandığı söylenebilir (Pedersen, I, 227; Abdülhay el-Kettânî, III, 7). Dikkat çekici bir husus da zikir ve tezkirle bütün insanlığa hitap edilirken vaazda asıl hedef kitleyi daha çok müslümanların teşkil etmesidir. Kur’an kendini ve diğer ilâhî kitapları zikir diye de adlandırır. Kur’an’da, peygamberlerin tebliğ ve davet hizmetlerini yerine getirirken müjdeleyici ve sevindirici haberler vermeleri “tebşîr”, ilâhî emirlere uymayanları kötü bir âkıbetin beklediğini haber verip onları uyarmaları “inzâr” kavramıyla ifade edilir (bk. , “bşr”, “nẕr” md.leri).

Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’inde vaaz konusuna dair bablar açılmıştır (“ʿİlim”, 28, 32, 40; “Ṣalât”, 40; “Cenâʾiz”, 83; “ʿÎdeyn”, 19; “Daʿavât”, 69; “Aḥkâm”, 20). İlgili hadislere göre Resûl-i Ekrem çeşitli vesilelerle, bilhassa namazdan sonra cemaatle sohbet eder, vaaz ve nasihatte bulunurdu (Nesâî, “Sehiv”, 99; , V, 91, 97, 105). Hutbesi çoğunlukla kısa ve özlü olurdu (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 231). Bir defasında sabah namazından sonra çok etkili bir vaaz vermiş, dinleyenlerin gözleri dolup kalpleri titremişti (Tirmizî, “ʿİlim”, 16; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 6; İbn Mâce, “Muḳaddime”, 6). Resûlullah cuma ve bayram hutbelerinde birkaç âyet okur, ardından cemaate vaaz ve nasihatte bulunurdu (Buhârî, “ʿÎdeyn”, 6; Müslim, “Cumʿa”, 41; Tirmizî, “Ṣalât”, 365). Bir bayram günü bayram namazını kıldırıp hutbeyi irat edince kadınlar tarafına yönelmiş, Bilâl’e yaslanarak hayır yapmanın önemi hakkında konuşmuştur (Buhârî, “ʿÎdeyn”, 19; Müslim, “ʿÎdeyn”, 4; Nesâî, “ʿÎdeyn”, 19). Bunların dışında Hz. Peygamber’in kabir başında toplananlara (Buhârî, “Cenâʾiz”, 82), anlaşmazlıkları çözmesi için huzuruna gelenlere (Buhârî, “Ahḳâm”, 20), evinde eşlerine (Buhârî, “ʿİlim”, 40) vaaz ettiği, kadınları eğitmek üzere özel bir gün ayırdığı (Buhârî, “ʿİlim”, 36), valilere gittikleri yerin insanlarına vaaz ve nasihatte bulunmalarını öğütlediği (İbnü’l-Cevzî, s. 167) bildirilmektedir. Resûl-i Ekrem her işinde olduğu gibi vaazlarında da kolaylığı tercih eder, dinleyenleri bıktırmayacak şekilde kısa konuşur, vaazları belli günlerde yapardı. Her perşembe günü halka vaaz veren Abdullah b. Mes‘ûd bunu her gün yapmasını isteyenlere, “Resûlullah bize bıkkınlık gelebileceği endişesiyle özel vaaz zamanı ayırırdı, ben de size bıkkınlık vermemek için uygun vakitleri gözetiyorum” demiştir (, I, 465; Buhârî, “ʿİlim”, 11, 12; Müslim, “Münâfiḳūn”, 82-83). Hz. Peygamber vaazlarında insanları ilgilendiren her konuya yer verirdi. Allah’a itaat, iman esasları, âhiret hayatı, toplumsal meseleler, dinî emirler ve yasaklar vaazlarında en çok üzerinde durduğu konulardı (Resûlullah’ın hutbe ve vaazları hakkında bilgi için bk. Kāsım b. Sellâm, s. 87-106). Resûl-i Ekrem vaaz ve hutbelerinde zaman zaman sesini yükseltir, bazan konuya göre yüz ifadesinin değiştiği görülürdü (Buhârî, “ʿİlim”, 28). Konuşmanın etkisini arttırmak, meselenin daha iyi anlaşılmasını sağlamak amacıyla vaazlarında kıssalar da aktarırdı (Cirit, s. 75-83).

Resûlullah’ın vaaz ve nasihatleri bu konuda izlenecek yöntemlere ışık tutması bakımından önem taşımaktadır. Onun vaaz tarzını benimsemenin zorunlu olduğunu belirten İbn Hazm’a göre muhataplarına sert ve karamsar ifadelerle vaaz eden kimse Hz. Peygamber’in metodundan uzaklaşmış demektir. Çünkü vaazda sert üslûp kullanmak beklenenin aksine insanların tepkisine ve kötülükte ısrar etmelerine yol açabilir. Vâizin güler yüzlü ve müjdeleyici olması, yumuşak bir üslûpla konuşması Kur’an’ın (Âl-i İmrân 3/159; Tâhâ 20/44) ve Resûl-i Ekrem’in (meselâ bk. Buhârî, “Edeb”, 35, 38; “ʿİlim”, 11; Müslim, “Birr”, 74-76) tavsiyesidir, vaazda sonuç alma bakımından bu daha başarılı bir yöntemdir. Vaaz ve nasihatte doğrudan muhatabı suçlamak yerine dolaylı ifadelerle konuşmak gerektiğini de belirten İbn Hazm, Resûlullah’ın bu yöntemi kullandığına dair rivayetleri (, III, 133, 154; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 5) hatırlatır (el-Aḫlâḳ ve’s-siyer, s. 62). Vaazı bir sanat diye nitelendiren Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, bu tür konuşmaların kasas (kıssa), tezkir, vaaz olmak üzere üçe ayrıldığını, kās, müzekkir, vâiz terimlerinin sık sık birbirinin yerine kullanıldığını belirtmektedir (el-Ḳuṣṣâṣ, s. 159, 162). Buna göre vâizliğin tarihî seyrini incelerken anılan terimleri birlikte değerlendirmek gerekir.

Hz. Peygamber’den sonra bir meslek olarak vaaz ve kıssa anlatma faaliyetinin ne zaman başladığı, bu işi ilk defa kimlerin yaptığı hususunda kaynaklarda değişik rivayetler yer almaktadır. Resûlullah’ın vefatını takiben müslümanlar arasında vaaz etmek için resmî izin isteyenlerin ortaya çıktığı görülür. Birçok rivayette ashaptan ilk defa Temîm ed-Dârî’nin Hz. Ömer’den izin alıp kıssa anlattığı belirtilmektedir (, III, 449; Zehebî, II, 447; İbnü’l-Cevzî, s. 177). Tâbiînden Ubeyd b. Umeyr el-Leysî’nin ilk kıssacı olduğu kaydedilir (İbn Sa‘d, V, 463). Hâris b. Muâviye el-Kindî’nin aynı maksatla Hz. Ömer’e başvurduğu (, I, 18; İbnü’l-Cevzî, s. 202; Süyûtî, Taḥẕîr, s. 233), Basra Mescidi’nde ilk defa Esved b. Serî’nin kıssa anlattığı bilinmektedir (Câhiz, I, 367). Hz. Ömer’in hilâfeti sırasında halk eğitimcisi yahut vâiz olarak kās ve kāri gibi unvanlarla ortaya çıkan kıssacıların Hulefâ-yi Râşidîn’in son zamanlarından itibaren halka dini telkin etmek yerine siyasî maksatlarla mesleklerini muhtelif cereyanların neşir ve telkin vasıtası haline getirdikleri görülmektedir (Hasenî, s. 158). Öte yandan zühd ve tasavvuf hareketleri, zındıklık, edebiyat ve eğlence düşkünlüğü gibi gelişmelerin etkisiyle çeşitli gruplara mensup vâiz ve kıssacıların ortaya çıktığı bilinmektedir (ayrıca bk. KISSAHAN; KUSSÂS).

II. (VIII.) yüzyılda ashap ve tâbiînin vefatı, İslâm coğrafyasının genişlemesi, Ehl-i kitap’la temaslar, tercüme faaliyetleri ve sosyal hayattaki olumsuz gelişmeler üzerine ortaya çıkan zühd hareketinin yaygınlaşması, buna bağlı şekilde zühd ve rekāikle ilgili haberlerin toplumda revaç bulması gibi sebeplerle vâiz ve kıssacılar arasında başta İsrâiliyat olmak üzere zayıf ve asılsız haberlere yaygın biçimde yer verilmiştir. İlk dönemlerde kās teriminin halka dinî konularda öğüt veren kimseler için kullanıldığı, bunların büyük çoğunluğunu âlim şahsiyetlerin, güvenilir râvilerin teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Ancak III. (IX.) yüzyılın sonlarında kıssacılık büyük ölçüde çıkar amaçlı şarlatanlığa dönüşmüş, IV. (X.) yüzyıldan itibaren kās yerine vâiz ve müzekkir terimleri yaygınlık kazanmıştır. Nitekim bu dönemde yaşayan Ebü’l-Leys es-Semerkandî “dinî konularda öğüt veren kimse” anlamında müzekkir terimini kullanmakta, bu vazifeyi yerine getiren kimselerde bulunması gereken özelliklerden söz etmektedir (Bustânü’l-ʿârifîn, s. 310-312). Bilhassa müzekkirin IV. (X.) yüzyıldan itibaren sadece sûfî vâizleri ifade ettiğini ileri sürenler de vardır (Mez, II, 112).

Vaaz ve tezkirin zamanla kaynaklarda ilmî bir disiplin halinde ele alındığı görülmektedir. “İlmü’l-mevâ‘iz” (Taşköprizâde, II, 551), “ilmü’l-mev‘iza” (, II, 1909), “ilmü’l-izat ve’z-zikr” (Zehebî, XVII, 481), “ilmü’z-zikr ve’t-tezkîr” (Gazzâlî, I, 53), “ilmü’t-tezkîr” (, IV, 32), “ilmü’l-va‘z” (Sıddîk Hasan Han, II, 570) gibi adlarla anılan vaaz konusu Kur’an ve hadis ilimleri arasında incelenir. V. (XI.) yüzyılın önde gelen vâizlerinden Yahyâ b. Ammâr, beş kısma ayırdığı dinî ilimlerden birini de “dinin azığı” diye nitelediği ilmü’l-izat ve’z-zikrin teşkil ettiğini belirtir (Zehebî, XVII, 481). Gazzâlî ise bazı lafızların zamanla ilk dönemlerde kullanıldığı mânanın dışında olumsuz bir muhteva kazandığını, aslında önemli bir ilim sayılan zikir ve tezkirin de sonraki dönemlerde kıssacılığa dönüştüğünü ifade etmektedir (İḥyâʾ, I, 53). Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Kur’an ilimlerini tevhid, tezkir ve ahkâm şeklinde üç grupta ele almaktadır (Abdülhay el-Kettânî, III, 7). Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, Kur’an’ın ihtiva ettiği ilimleri ahkâm, cedel ve tezkir diye üç kısımda toplamıştır (el-Fevzü’l-kebîr, s. 19). Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an ilimleri arasında zikrettiği hitabet ve mev‘izanın belli usul ve kaidelere dayanan bir ilim olduğunu belirtir (Büyük Tefsir Tarihi, I, 53). Kâtib Çelebi bu ilmin usul ve fürûuna dair çeşitli eserler telif edildiğini kaydetmektedir (, II, 1909).

Bir vâizde aranan özelliklerin başında kaynaklara hâkimiyet yanında insan ve toplum psikolojisini iyi bilmesi; cemaatin bilgi ve kültür yapısını, toplumun dinî, ahlâkî ve içtimaî ihtiyaçlarını dikkate alarak bilgilendirici, yol gösterici ve eğitici konuşma yapması gelmektedir. Bu arada vaazdan beklenen etkinin elde edilebilmesi için vâizin ses tonunu iyi ayarlaması, beden dilini fazla kullanmaması, dinin özüyle ve tevhid akîdesiyle bağdaşmayan gerçek dışı kıssa ve menkıbelere yer vermemesi de önemlidir. Ayrıca vâiz riyaya yol açan yapmacık üslûptan şiddetle sakınmalı; dinin emir ve yasaklarını, İslâm’ın temel esaslarını, hak ve adalet anlayışını, dinin topluma sunduğu barış, kardeşlik, feragat, fedakârlık ve hoşgörüye dayanan ahlâkî erdemleri tatlı bir üslûpla anlatmalı; uyarılarda bulunurken korkutucu ve ürkütücü değil daima özendirici, ümit verici bir yol izlemelidir. Vaazda bu konuda yazılmış kitapların seçimi de ayrı bir önem taşımaktadır. Zira VI. (XII.) yüzyıldan, tasavvuf kültürünün İslâm toplumunda yaygınlık kazanmasından itibaren telif edilen mev‘iza türü eserlerin tergīb ve terhîb yöntemini fazla abartarak İslâm’ın ve hayatın gerçekleriyle bağdaşmayan menkıbelere çokça yer verdikleri görülmektedir. Bu eserlerde yer alan bazı örneklemeler, Ortaçağ tarım toplumunun bilgisini ve psikolojik yapısını yansıttığından onların günümüz toplumuna aynen nakledilmesi birçok açıdan sakıncalıdır. Vâiz ve hatiplerin bu önemli hususlara dikkat etmeleri gerekmektedir.

Literatür. Vâiz ve kıssacıların hadis ilmiyle münasebetlerini ilk dönemlerden itibaren tenkitçi bir yaklaşımla ele alan teorik nitelikteki eserlerin yanında halka, idarecilere ve aydınlara yönelik öğütlerden oluşan kitaplar da telif edilmiştir. Vâizliğin tarihî seyrine ışık tutan birinci gruptaki eserlere şu örnekler verilebilir: İbn Ebû Âsım, el-Müẕekkir ve’t-teẕkîr ve’ẕ-ẕikr (nşr. Amr b. Abdülmün‘im, Tanta 1412/1992; nşr. Ebû Yâsir Hâlid b. Kāsım er-Redâdî, Riyad 1413/1993); Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-Ḳuṣṣâṣ ve’l-müẕekkirûn (bk. bibl.); Ebü’l-Fütûh Es‘ad b. Mahmûd b. Halef el-İclî, Âfâtü’l-vuʿʿâẓ (Zehebî, XXI, 403; , I, 131); Nâsıhuddin İbnü’l-Hanbelî, Târîḫu’l-vuʿʿâẓ (Zehebî, XXIII, 7); Süyûtî, Taḥẕîrü’l-eyḳāẓ min ekâẕîbi’l-vuʿʿâẓ ve Taḥẕîrü’l-ḫavâṣ min ekâẕîbi’l-ḳuṣṣâṣ. Ayrıca kıssacıları tanıtmak ve onların zararlarından sakındırmak amacıyla yazılan eserleri de vaaz literatüründen saymak gerekir. Vaaz ve nasihat maksadıyla telif edilen ikinci türden eserler genelde edep, ahlâk, tergīb-terhîb, zühd ve rekāik kitaplarıyla benzerlik gösterir. Emevîler döneminde mev‘iza literatüründen söz edilirken Müstevrid el-Hâricî’nin Âdâb adlı eserinde (Müberred, III, 1163) Hattâb b. Muallâ el-Mahzûmî’nin oğlu için yazdığı öğütlere (İbn Hibbân, s. 198-204) yer verdiğini belirtmek gerekir (, I, 258). İmam Mâlik’in Hârûnürreşîd’e ithafen el-Âdâb ve’l-mevʿiẓa adlı bir risâle kaleme aldığı söylenir (Sandıkçı, s. 55); ancak Zehebî eserin uydurma olduğunu söyler (Aʿlâmü’n-nübelâʾ, VIII, 89). Kâtib Çelebi, mev‘iza ilmiyle ilgili kitaplardan bahsederken Gazzâlî’nin İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’ini bu alanın başta gelen eserleri arasında zikreder (, II, 1909). İḥyâʾın kaynaklarından olan Hâris el-Muhâsibî’nin er-Riʿâye’siyle Ebû Tâlib el-Mekkî’nin Ḳūtü’l-ḳulûb’u da bu kapsamda değerlendirilmelidir. İlk dönemlerdeki “hutbe” veya “hutab” başlıklı eserlerle bazı kıssacı vâizlere nisbet edilen, âlemin yaratılışıyla ilgili bilgileri ve peygamber kıssalarını içeren el-Mübtedeʾ veya Ḳaṣaṣü’l-enbiyâʾ adlı eserleri de vaaz kitapları kapsamında değerlendirmek mümkündür. Meselâ Sa‘lebî’nin Ḳaṣaṣü’l-enbiyâʾı (ʿArâʾisü’l-mecâlis) incelendiğinde bu durum açıkça görülmektedir (, III, 265-266).

Asıl vaaz ve nasihat içerikli eserler Emevîler döneminde ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunlar arasında Vehb b. Münebbih’e ait Kitâbü’l-Mübtedeʾ, Ḥikmetü Vehb, Ḥikmetü Loḳmân ve Mevʿiẓa adlı eserler (İbn Hayr, I, 377, 378, 380; , I, 252) dikkat çekmektedir. Hasan-ı Basrî’ye nisbet edilen hutbeler (Sezgin, I, 593) ve Abdülmün‘im b. İdrîs el-Yemânî’ye atfedilen Kitâbü’l-Mübtedeʾ adlı eser de (İbnü’n-Nedîm, s. 38) bu kapsamda zikredilebilir. Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm’ın el-Ḫuṭab ve’l-mevâʿiẓ (Kahire 1406/1986), Gulâmu Halîl’in Kitâbü’l-Mevâʿiẓ (İbnü’n-Nedîm, s. 263), Sehl b. Abdullah et-Tüsterî’nin Kitâbü Mevâʿiẓi’l-ʿârifîn (a.g.e., a.y.) adlı eserleri III. (IX.) yüzyılda telif edilen mev‘iza kitaplarındandır. Bu tür eserler IV. (X.) yüzyılda sistematik bir görünüm kazanarak daha da yaygınlaşmıştır. Bunlar arasında Mekhûl b. Fazl en-Nesefî’nin el-Lüʾlüʾiyyât fi’l-mevâʿiẓ (Zehebî, XV, 33), Ebû Saîd İbnü’l-Hanbelî’nin Risâle fi’l-mevâʿiẓ ve’l-fevâʾid (, I, 358), İshak b. İbrâhim et-Tücîbî’nin Kitâbü’n-Neṣâʾiḥ adlı divanı (Zehebî, XVI, 79-80, 107-108), Ebû Bekir el-Âcurrî’nin Kitâbü’n-Naṣîḥati’l-kebîr (İbnü’n-Nedîm, s. 302; İbn Hayr, I, 367), Ebü’l-Feth el-Ezdî’nin Kitâb fîhi mevâʿiẓ ve ḥikem (Kettânî, s. 59), dönemin meşhur hatiplerinden İbn Nübâte el-Hatîb’in öğütlerinin toplandığı Dîvânü’l-ḫuṭab (, XX, 232-233), Ebü’l-Leys es-Semerkandî’nin Tenbîhü’l-ġāfilîn (Beyrut 1409/1988) ve Bustânü’l-ʿârifîn (bk. bibl.), vâizlik yaptığı kaydedilen ve İbn Cenk diye tanınan Ebû Saîd Halîl b. Ahmed b. Muhammed es-Semerkandî’nin Kitâbü’d-Daʿavât ve’l-âdâb ve’l-mevâʿiẓ (, II, 295), İbn Ebû Zemenîn’in el-Mevâʿiẓu (en-Neṣâʾiḥu)’l-manẓûme (Ziriklî, VII, 101) adlı eserleri sayılabilir. Sonraki dönemlerde de çeşitli mezhep ve fikirlere mensup kimseler tarafından farklı dillerde mev‘iza türü eserler telif edilmiştir (Yeşil, s. 85-141). Özellikle VI. (XII.) yüzyılın meşhur vâizlerinden Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî bu konuda çok sayıda eser kaleme almıştır (, XX, 548-549; Kâmil Muhammed Uveyde, ʿAbdurraḥmân el-Cevzî şeyḫu’z-zühhâd ve imâmü’l-vuʿʿâẓ adıyla bir çalışma yapmıştır [Beyrut 1993]). Vaaz ve nasihate dair eserlerin çoğunlukla zâhid ve mutasavvıflar, kısmen de diğer âlimler tarafından yazıldığı görülmektedir (bu tür eserlerdeki hadisler hakkında bazı tesbit ve değerlendirmeler için bk. Yeşil, s. 143-170). Osmanlılar’ın son dönemleriyle Cumhuriyet’in ilk yıllarında çokça kullanılan mev‘iza kitapları arasında Oflu Muhammed Emin Efendi’nin Necâtü’l-mü’minîn (İstanbul 1308), Hopalı Osman Efendi’nin Dürretü’n-nâsıhîn (İstanbul 1313), Alay Müftüsü Muhammed Şâkir’in İrşâdü’l-gāfilîn (İstanbul 1326) adlı eserleri hayli yaygınlık kazanmıştır. Bunların dışında özellikle devlet ve siyaset adamlarına öğütler içeren eserler de kaleme alınmıştır (bk. SİYÂSETNÂME).


BİBLİYOGRAFYA

, “bşr”, “ẕkr”, “nẕr”, “vʿaẓ” md.leri.

, “ẕkr”, “vʿaẓ” md.leri.

, I, 18, 465; III, 134, 154, 449; V, 91, 97, 105.

Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, el-Ḫuṭab ve’l-mevâʿiẓ (nşr. Ramazan Abdüttevvâb), Kahire 1406/1986, s. 87-160.

İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, Beyrut 1398/1978, V, 463.

, I, 367.

Müberred, el-Kâmil (nşr. M. Ahmed ed-Dâlî), Beyrut 1406/1986, III, 1163.

İbn Hibbân, Ravżatü’l-ʿuḳalâʾ ve nüzhetü’l-fużalâʾ (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd v.dğr.), Beyrut 1397/1977, s. 198-204.

Ebü’l-Leys es-Semerkandî, Bustânü’l-ʿârifîn, Beyrut 1409/1988, s. 310-312.

İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, Beyrut 1377, s. 38, 50, 263, 302.

İbn Hazm, el-Aḫlâḳ ve’s-siyer, Beyrut 1405/1985, s. 62.

Gazzâlî, İḥyâʾ, Beyrut 1412/1992, I, 53.

İbn Hayr, Fehrese (nşr. İbrâhim el-Ebyârî), Kahire 1410/1989, I, 362, 367, 373, 377, 378, 380.

İbnü’l-Cevzî, el-Ḳuṣṣâṣ ve’l-müẕekkirûn (nşr. M. Lutfî es-Sabbâğ), Beyrut 1409/1988, s. 159, 162, 167, 177, 202.

, II, 477; VIII, 89; XV, 33; XVI, 79-80, 107-108; XVII, 481; XXI, 403; XXIII, 7.

, IV, 32.

a.mlf., Taḥẕîrü’l-ḫavâṣ min ekâẕîbi’l-ḳuṣṣâṣ (nşr. M. Lutfî es-Sabbâğ), Beyrut 1404/1984, s. 233, 269.

, Beyrut 1405/1985, II, 551.

, I, 62, 131; II, 1909.

Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, el-Fevzü’l-kebîr fî uṣûli’t-tefsîr (trc. Selmân el-Hüseynî en-Nedvî), Beyrut 1407/1987, s. 19.

Sıddîk Hasan Han, Ebcedü’l-ʿulûm, Beyrut 1978, II, 570.

, I, 358; Suppl., I, 248.

a.mlf., GAL (Ar.), I, 252, 258.

, II, 295.

J. Pedersen, “The Islamic Preacher: Wā‘iẓ, Mudhakkir, Qāṣṣ”, Ignace Goldziher Memorial Volume (ed. S. Löwinger – J. Somogyi), Budapest 1948, I, 226-251.

, I, 593.

Adam Mez, el-Ḥaḍâretü’l-İslâmiyye, Beyrut 1387/1967, II, 112.

Ziriklî, el-Aʿlâm, Beyrut 1389/1969, VII, 101.

I. Goldziher, Muslim Studies (trc. C. R. Barber – S. M. Stern), London 1971, II, 152.

Hâşim Ma‘rûf el-Hasenî, el-Mevżûʿât fi’l-âs̱âr ve’l-aḫbâr, Beyrut 1973, s. 158.

Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul 1973, I, 53.

M. Lutfî es-Sabbâğ, Târîḫu’l-ḳuṣṣâṣ ve es̱eruhüm fi’l-ḥadîs̱i’n-nebevî ve reʾyü’l-ʿulemâʾ fîhim, Beyrut 1405/1985.

, III, 7.

, s. 59.

S. Kemal Sandıkçı, İlk Üç Asırda İslâm Coğrafyasında Hadîs, Ankara 1991, s. 55.

Mahmut Yeşil, Va‘z Edebiyatında Hadisler, Ankara 2001.

Hasan Cirit, Halkın İslâm Anlayışının Kaynakları: Vaaz ve Kıssacılık, İstanbul 2002, s. 75-180.

Mehmet Faruk Bayraktar, Türkiye’de Vaizlik: Tarihçesi ve Problemleri, İstanbul 2009.

Mücteba Uğur, “Va‘z, Kıssacılık ve Hadiste Kussâs”, , XXVIII (1986), s. 291-326.

Ch. Pellat, “Ḳāṣṣ”, , IV, 733-735.

Günay Tümer, “Arâisü’l-mecâlis”, , III, 265-266.

Mustafa Çağrıcı, “Da‘vet”, a.e., IX, 16-19.

Hulûsi Kılıç, “İbn Nübâte el-Hatîb”, a.e., XX, 232-233.

İbrahim Hatiboğlu, “İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec”, a.e., XX, 548-550.

Casim Avcı, “Nasîhatü’l-mülûk”, a.e., XXXII, 411.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 42. cildinde, 404-407 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

Diğer Dinlerde. Bir dinin kendi müntesiplerine dinî kuralları ve doktrinleri öğretmeyi ifade eden vaaz kavramı büyük oranda tek tanrılı ve misyoner eğilimli dinlerde mevcuttur. Mensuplarına inançlarla ilgili öğretici ve eğitici bilgilerin çoğu defa ritüeller içerisinde verildiği çok tanrılı dinlerde böyle bir anlayışın ortaya çıkmasına gerek kalmamıştır. Ayrıca çok tanrılı inançlarda dini yayma gibi bir amaç ve faaliyetin bulunmaması da vaaz kültürünün oluşmasını engellemiş görünmektedir. Vaaz, inananlar topluluğunun varlığını tehdit eden bir meydan okumaya karşı cemaatin aldığı bir önlem mekanizması olarak sosyal ve siyasal bir kurum niteliğine de sahiptir. Bu bağlamda vaaz Yahudilik, Hıristiyanlık, Budizm, Hinduizm gibi inanç sistemlerinde önemli bir anlayış biçiminde varlığını sürdürmektedir.

Yahudilik’te vaaz sadece dinî tâlim anlamıyla sınırlı kalmamıştır. Cemaati birbirine bağlamadaki katkı çerçevesinde düşünüldüğünde diyasporadaki kimlik çözülmesine karşı vaazın yahudi kimliğini nasıl güçlendirebileceğini görmek zor değildir. İbrânîce’de vaaz karşılığında kullanılan deraş kelimesi “dini öğretmek, tâlim etmek” anlamına gelir. Muhtemelen birinci diyasporadan (m.ö. 586) itibaren karşılaşılan yeni durum, dinî kuralların öğretimi sürecinde vaaz kavramının yeniden gözden geçirilmesine yol açmıştır. Gelenek açısından ilk vâiz kabul edilen Ezrâ bu süreçteki gelişimin prototipi olsa gerektir. Milâttan önce IV. yüzyıldan itibaren diyasporadaki yahudi kolonilerinin Grek kültürünün etkisine girmesi vaaz kavramının birleştirici ve kimlik koruyucu bir unsur halinde önemini arttırmıştır. Sinagogların yaygınlaşması da vaazları ibadetin ayrılmaz parçası haline getirmiştir. Aynı dönemde İskenderiye merkezli Grek retoriğinin yahudi vaaz diline girmesi zengin bir yahudi vaaz literatürünün oluşmasını sağlamıştır. Erken dönem yahudi vaazlarının niteliğine dair temel bilgilerin bir kısmı Ahd-i Cedîd’deki bazı ifadelere dayanmaktadır. İkinci mâbed döneminden itibaren vaazların Şabat kutlamalarının en temel parçası olduğu bilinmektedir. Luka’da (4/16-21) Îsâ’nın Nâsıra Sinagogu’nda verdiği vaaz muhtemelen bu geleneğin uzantılarından biridir. Pavlus’un vaazları da (Resullerin İşleri, 13/15-41) şüphesiz aynı ortak geleneği yansıtır. Ayrıca Josephus’un ve Philo’nun yazıları ile IV. Makabiler, Süleyman’ın Hikmeti ve Ya‘kūb’un Mektubu gibi dinî metinler de erken dönem yahudi vaazına dair bilgiler vermektedir. Bilhassa Philo’nun yazılarında sinagoglardaki yahudi vaazlarının mahiyeti konusunda zengin materyal bulunmaktadır.

XII. yüzyıldan itibaren sıkça temasa geçilen müslümanlar karşısında yahudi inancının korunabilmesi için vaazlar büyük oranda Tevrat’tan alınan âyetler ve Midraş’tan iktibas edilen kıssalarla âdeta kelâmî bir çerçevede sunulur hale gelmiştir. Yahudi vaaz literatürü en zengin dönemini bu süreçte yaşamıştır. Abraham ben Hiyya’nın Hegyon ha Nefeş’i, Bahye ben A’şer’in Kad ha Kemah’ı vaaz literatürünün klasikleri arasındadır. XV-XVIII. yüzyıllar arasında İspanya’dan başlayıp İtalya, Fransa ve Almanya’ya kadar uzanan geniş bir kuşak içerisinde Sefarad vaaz geleneği yaygınlaşır. XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren Alman yahudileri arasından başlayarak vaazların yerel dilde verilmesi ve Protestan Hıristiyanlığı’ndan etkilenip vaazların sinagoglarda ibadetle eş değerde önem kazanması bu konuda zengin bir geleneğin oluşmasına katkı sağlamıştır. XVIII. yüzyıldan itibaren gerek konuları gerekse mistik bir ruh çerçevesinde sunulması dolayısıyla güçlü bir vaaz kültürünün Doğu Avrupa Yahudiliği tarafından temsil edildiği görülmektedir. Doğu Avrupa vaazlarının bu heyecanlı karakterinde Osmanlı Sabatayistleri ile yakın teması bulunan bu coğrafyanın yerli Sabatayist vâizlerinin büyük katkısı vardır. Çoğunlukla gezici olan Sabataycı vâizlerin en klasiklerinden biri Moravyalı Yehuda Leib ben Yaakov’dur. Bu gelenek daha sonra Hasidik vâizler tarafından devam ettirilmiştir. Günümüzde daha çok Şabat ritüelinde ve bayram günlerinde sinagoglarda icra edilen vaaz büyük oranda Tevrat âyetlerinin gelenek doğrultusunda yorumlanmasından ibarettir. Geleneksel bir sinagog vaazı konunun esaslarının ele alındığı “petiha” ile kutsal kitap referanslı göndermeler yapılan asıl bölüm “deruş”tan meydana gelir. Vaaz etme görevi haham veya rabbilerle sınırlıdır.

Hıristiyan literatüründe vaaz için kullanılan iki ifade sermon ve homilydir. Sermon Latince “sermo”dan (konuşma) gelir ve ekseriyetle doğrudan kutsal kitap âyetlerini referans almadan dinî konular, ahlâkî meseleler ve gündelik hayatla ilgili vaazları ifade eder. Grekçe “homilia”dan (görüşme) gelen homily ise referanslarını yine kutsal kitaptan alan, bazan onun tefsiri türünden açıklamaları da içeren vaaz çeşitlerini ifade eder. Bugün her iki kelime birbiri yerine kullanılmaktadır. Hıristiyan vaaz literatürünün prototipi Ahd-i Cedîd’de yer alan Îsâ’nın dağdaki vaazı (Matta, 5/7), Petrus’un vaazı (Resullerin İşleri, 2/14-40), Pavlus’un çeşitli vaazları (Resullerin İşleri, 20/7) ve Stephan’ın konuşmasıdır (Resullerin İşleri, 7/1-53). II. yüzyıldan başlayarak VI. yüzyıla kadar süren patristik literatürde (Origen, Tertullian, Melito of Sardis, Jerome, Chrysostome, Nazianlı Gregory, Augustine, Ambrosa, Papa Gregory the Great ve Hillary) dönemlerinin vaaz türlerine ve konularına yönelik oldukça zengin materyal vardır. 325 tarihli İznik Konsili’nden sonra vaazlar liturjinin temel unsurlarından birini teşkil etmiştir. VIII. yüzyılda Avrupa’da merkezî bir Frank devleti kurmak isteyen Şarlman, kendi siyasal ideolojisinin yayılma aracı olarak kiliselerde verilen vaazları yeniden düzenlemiş, vaaz pazar liturjisinin zorunlu unsuru haline getirilmiştir.

Hıristiyan literatüründe en köklü vaaz külliyatı XII. yüzyıldan itibaren Haçlı seferlerinin teşkil ettiği sosyopsikolojik ortamda meydana getirilmiştir. Patristik vaaz literatürüne egemen olan eski Roma-Yunan retoriği bu dönemde Hugh J. St. Victor gibi vâizlerin katkılarıyla “sapientia” (hikmet) ağırlıklı mistik bir ruhla hazırlanmaya başlanmıştır. Bernard Clairvaux ve Alain de Lille bu üslûbun teşekkülüne katkıda bulunan diğer önemli kilise adamlarıdır. Aynı dönemde Nogentli Abbot Guibert vaaz konularına dinî meselelerden çok gündelik hayatla ilgili ahlâkî konuları sokarak vaazların halkın seviyesine inmesine katkı sağlamıştır. Ortaçağ vaaz kültüründe ortaya çıkan yeniliklerden biri de gezici vâizliktir. Latin dünyasında vaaz kavramı pek çok açıdan değişirken İslâm coğrafyasının egemenliğine girmeye başlayan Doğu Hıristiyanlığı’nda vaazlar didaktik ve retoriksel üslûbu korumuş, sadece kilise liturjisinin bir parçası halinde kalmıştır.

XVI. yüzyılda Reform hareketinin güçlenmesiyle birlikte Protestan kiliselerinde vaazlar ayrı bir gelişim çizgisi izlemiştir. Gerek yerel dillerde kutsal kitabı öğretme çabası gerekse ibadetlerin önemini kaybederek zamanla vaazların âyinin temeli haline gelmesi Protestanlar’ın vaaza yaptığı vurguyu arttırmıştır. XVIII ve XIX. yüzyıllarda “Büyük Uyanış” diye adlandırılan Protestan revizyonizmi döneminde vaazlar biçim ve içerik yönünden büyük oranda değişmiştir. Gündelik hayatın içinden alınan örneklerle insanın Tanrı karşısında mutlak eşitliğini vurgulamaya çalışan ateşli vaazlar, XIX. yüzyıl Amerikan pozitivist ve katı hiyerarşik toplum anlayışına ciddi bir darbe indirmiştir. Amerika’nın kendi demokrasi dinamiklerinde bu vaaz türünün önemli katkısı vardır. Bu bağlamda Amerikalı vâiz Jonathan Edwards’ı zikretmek gerekir. Luther’le birlikte başlayan, vaazın kurtuluşta tanrının izzetine erişmekten sonra gelen en önemli araç olduğu tezi, Protestan vaaz anlayışının vazgeçilmez unsuru şeklinde günümüze kadar devam etmiştir. Aynı gelenek halen Evanjelik kiliselerde varlığını sürdürmektedir. Bugün kabul edildiği şekliyle pek çok Hıristiyan mezhebine göre vaaz kilise âyinlerinde ve birtakım seküler ritüellerde (evlilik, ölüm gibi) liturjinin temel parçasıdır. Katolik, Ortodoks gibi ana hıristiyan gruplarında vaaz verme görevi piskopos, papaz gibi ruhban sınıfına mensup kişilerle sınırlıdır. Protestanlar’da ise din adamı olmayanlar da vaaz verebilmektedir. Hıristiyan literatüründe vaazların konuları, şekli, okunuş üslûbu gibi meselelerle uğraşan teolojik çalışma alanına “homiletic” adı verilmektedir.

Budist literatüründe vaaz kavramı “anupublikatha” ile (“öğretim metodu”) ifade edilmektedir. Budist öğretiyi (dharma) aktarma ve yayma amacıyla çoğunlukla üstatlar (arhat) tarafından verilen vaazların toplandığı en eski klasik eserler milâttan önce II. yüzyıl civarında Budist müfessiri Maha Kaccana tarafından yazılan Nettippakarana ve Petakapedesa adlı kitaplardır. Budist literatüründe en meşhur vaaz Buda’nın ilk vaazıdır.


BİBLİYOGRAFYA

R. H. Fuller, “Sermon”, A Dictionary of Liturgy and Worship (ed. J. G. Davies), London 1972, s. 344, 345.

A. Z. Idelsohn, Jewish Liturgy and its Development, New York 1995, s. 16-17.

R. Marsden, The Cambridge Old English Reader, London 2004, s. 165-166.

W. A. Brown, “Theology and the Preaching of the Gospel”, The Biblical World, XLIII/6, Chicago 1914, s. 382-395.

L. O. Bristol, “Primitive Christian Preaching and the Epistle to Hebrews”, Journal of Biblical Literature, LXVIII/2, New York 1949, s. 89-97.

L. Buell, “The Unitarian Movement and the Art of Preaching in 19th Century America”, American Quarterly, XXIV/2, New York 1972, s. 166-190.

J. F. Mclue, “Luther and the Problem of Popular Preaching”, The Sixteenth Century Journal, XVI/1, New York 1985, s. 33-43.

D. G. Buttrick, “Preaching”, Encyclopedia of Christianity, New York 2005, s. 973-977.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 42. cildinde, 407-409 numaralı sayfalarda yer almıştır.