VÂKIA

Gayb âleminden kalbe gelen mânayı ifade eden tasavvuf terimi.

Müellif:

Sözlükte “âniden meydana gelen olay, sıkıntı, kıyamet” gibi anlamlara gelen vâkıa (çoğulu vâkıât) tasavvuf literatüründe sûfînin vecd ve istiğrak halinde vâkıf olduğu hakikatleri anlatmak için kullanılır. Vâkıa uyku ile uyanıklık arası bir halde iken meydana gelir; rüyaya benzemekle birlikte esasen ondan farklıdır. Ayrıca sâlikin kalbine yerleşerek gelip geçici olmaması bakımından hâtırdan (çoğulu havâtır) ayrılır. Tasavvufta “tavâriḳ, bevâdî, bâdih, kādih, tevâlî, levâmi‘, levâih” gibi tabirler vâkıa ile yakın anlamlarda kullanılmıştır. Sûfîler mânevî meselelerine ve ruhî müşkillerine de vâkıa derler. Zikir sırasında kendinden geçip gaybet halini yaşayan sâlikin kalbine birtakım remiz hayaller akmaya başlar. Sâlik kendine gelince (sahv) ya ilâhî bir lutuf olarak o remizlerin mânasını bilir ya da şeyhi tarafından bunlar kendisine yorumlanır. Böylece sâlik remiz hayallerin hakikatini anlar. İnsanın zihnine gelen, vâkıa ile hiçbir alâkası bulunmayan birtakım hayalleri vâkıa ile karıştırmamak gerekir (Şehâbeddin es-Sühreverdî, I, 367, 371).

Vâkıa haram ve helâllere dikkat eden, bütün zamanını zikir ve ibadetle geçiren kimselerin kalbine geldiği gibi yoğun zikir ve ibadete devam etmediği halde mânevî alanda kabiliyet sahibi kimselerin kalbine de gelebilir (a.g.e., I, 367-368). Muhyiddin İbnü’l-Arabî, el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye’de kendisine vâkıa olarak gelen hadisleri ve çeşitli bilgileri yer yer nakletmiştir. Onun bazan vâkıayı rüya anlamında kullandığı da görülmektedir. Muhakkik sûfîler, seyrüsülûk esnasında meydana gelen vâkıaları ibadet ve taatin kabulüne bir alâmet şeklinde görmüşler, ancak dervişin bunlarla oyalanmayıp yoluna devam etmesi gerektiğini vurgulamışlardır.

Tasavvuf tarihinde bazı önemli sûfîlerin sohbetleri gayb âleminden gönüllerine gelen vâkıaların bir ürünü kabul edildiğinden “vâkıât” adıyla kaydedilmiştir. Bu çerçevede Aziz Mahmud Hüdâyî’nin, mürşidi Üftâde’nin sohbetlerini ve seyrüsülûkle ilgili açıklamalarını bir araya getirdiği Vâḳıʿât-ı Üftâde adlı eseriyle İbrâhim Râkım Efendi’nin Niyâzî-i Mısrî’nin sohbetleri ve menkıbelerini derlediği Vâkıât-ı Mısrî adlı eseri zikredilebilir. Sûfîler, vâkıa ile rüyanın farkına dikkat çektikleri halde zaman zaman bunları birbirinin yerine kullanmışlardır. Meselâ Niyâzî-i Mısrî’nin Ta‘bîrâtü’l-vâkıât adlı eseri tasavvuf eğitiminde önemli yeri olan rüya hadisesinin mahiyetini ve rüyada görülen sembollerin yedi nefis merhalesine göre yorumlarını içermektedir. Mehmed Nasûhî’nin Mükâşefât-ı Vâkıât’ı ile Hüseyin Vassâf’ın Vâkıât’ı da seyrüsülûk esnasındaki mânevî hal ve rüyalarla ilgilidir. Vâkıât adıyla rüyaları konu edinen başka eserler de vardır.


BİBLİYOGRAFYA

, s. 418.

, s. 538.

Şehâbeddin es-Sühreverdî, ʿAvârifü’l-maʿârif (nşr. Edîb el-Kemdânî – M. Mahmûd Mustafa), Mekke 1422/2001, I, 367-368, 371.

Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Iṣṭılâḥât: Muʿcemü ıṣṭılâḥâti’ṣ-ṣûfiyye (nşr. Abdülvehhâb el-Câbî), Beyrut 1411/1990, s. 68.

Abdürrezzâk el-Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü (trc. Ekrem Demirli), İstanbul 2004, s. 576.

İbrâhim Hakkı Erzurûmî, Mârifetnâme, İstanbul 1333, s. 449.

Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1995, s. 509.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 42. cildinde, 470 numaralı sayfada yer almıştır.