VÂKIA SÛRESİ

Kur’ân-ı Kerîm’in elli altıncı sûresi.

Müellif:

Adını “mutlaka gerçekleşecek olan şey” anlamına gelen ve sûrenin birinci âyetinde geçen vâkıa kelimesinden alır. Birkaç âyetinin Medine’de nâzil olduğu söylenmişse de (Kurtubî, XVII, 126; Âlûsî, XXVII, 182) müfessirlerin çoğunluğuna göre Mekke’de inmiştir (İbn Atıyye el-Endelüsî, V, 238). Doksan altı âyet olup fâsılaları ا، ب، ة، د، ل، م، ن harfleridir. Nübüvvetin 5 veya 6. yılında nâzil olduğu tahmin edilen sûrenin ana konusu ölümden sonra yeni bir hayatın başlayıp sonsuza kadar devam edeceği, insanların inanç ve davranışlarının karşılığını orada bulacakları hususudur. Bu çerçevede sûrenin muhtevasını iki bölüm halinde ele almak mümkündür. Sûre muhtemelen aynı yıllarda inen diğer sûrelerde etkin biçimde vurgulandığı gibi kıyametin kopuşunu dile getirmekle başlar. İnsanların yaşadığı yer küresinin şiddetli bir sarsıntı ile sarsılacağı, kürenin sabit ağırlıkları sanılan dağların ufalanıp toz haline geleceği o gün insanların sağdakiler, soldakiler ve önde bulunanlar şeklinde üç gruba ayrılacağı belirtilir (âyet 1-7). Öndekiler iman ve iyi davranışlar bakımından diğer müminlere nisbetle mesafe alıp Allah’a yaklaştırılan zümredir. Bunlar cennette bedenî ve ruhî birçok nimete eriştirilecektir. Sağdakiler âhirette amel defterleri sağdan verilecek cennetlikler olup onlar da mutlu kılınacaktır. Soldakiler ise amel defterleri soldan veya arka taraftan verilecek kimselerdir. Bunlar âhireti inkâr eden günahkârlardır ve cehennemde azap göreceklerdir (krş. el-Hâkka 69/19-37; el-İnşikāk 84/7-12). Daha sonra inkârcılara hitap edilerek ilk yaratılışın Allah tarafından gerçekleştirildiğini kabul ettikleri halde öldükten sonra diriltmeyi yine O’nun gerçekleştireceğine niçin inanmadıkları sorulur ve spermadan insan üretmeyi, tohumdan ekin bitirmeyi, buluttan su indirmeyi ve ağaçtan ateş çıkarmayı inkârcıların mı yoksa Allah’ın mı gerçekleştirdiği sorusu yöneltilir. Birinci bölüm, Hz. Peygamber’e şanı ve azameti yüce olan rabbini ulûhiyyetle bağdaşmayan sıfatlardan tenzih etmesini emreden âyetle sona erer (âyet 8-74).

İkinci bölüm, yıldızların yörüngelerine yemin edilerek ve bunun bilenler için büyük bir yemin olduğu belirtilerek başlar. Yemin konusunun âlemlerin rabbi tarafından Hz. Muhammed’e indirilen vahyin ürünü Kur’an’ın teşkil ettiği belirtilir. Ardından büyük bir lutuf sayılan böyle bir kelâmın kāle alınması ve bu nimete şükredilmesi gerektiği halde onun nankörce inkâr edilmesi hayret verici bir davranış diye nitelendirilir. Ardından inanmayanların en önemli eksiği olan ölüme ve ölüm ötesi âlemine iman konusuna etkili biçimde temas edilerek, “Peki, can boğaza dayandığı ve siz etrafındakiler çaresizlik içinde bakındığınız zaman bizim âhiret yolcusuna sizden daha yakın olduğumuzu biliyor musunuz? Onun sorgu ve ceza âlemine sürüklenmeyeceği iddiasında samimi iseniz ölümü geri çevirmeli değil misiniz?” soruları yöneltilir. Ardından Allah’a yakın olan ve amel defterleri sağdan verilenlerin ebedî hayattaki mutluluğu, gerçeği yalanlayanların da mutsuzluğuna temas edilir. Sûre Resûlullah’a rabbinin ismini ve şanını yüceltmesini emreden âyetle tamamlanır (âyet 75-96). Mekke döneminin ortalarında inen sûrelerin çoğunda görüldüğü gibi Vâkıa sûresinde de âhirete iman konusu ele alınmış, ebedî hayatta mutlu veya mutsuz olacak insanların yaşantıları tasvir edilmiş, kişide âhiret inancını oluşturup davranışlarını etkileyecek uyarıcı ve düşündürücü ifadelere müessir bir üslûp içinde yer verilmiştir. Dünya hayatının çekici ve itici yanlarının çoğu zaman kişinin bedeninin yanı sıra psikolojik hayatını da çeşitli yönlere sürüklemekte olduğu inkâr edilmez bir gerçektir. Bu sebeple Vâkıa sûresi zaman zaman okunmalı, bu sayede kişi mânevî yönelişinde meydana gelebilecek sapmalardan kendini korumalıdır.

Vâkıa sûresi, Resûl-i Ekrem’e diğer peygamberlere verilen ilâhî kitaplara Kur’an’dan tekabül eden sûre gruplarından fazla olarak inzâl edilen “mufassal” sûreler içinde yer alır. Abdullah b. Abbas’tan rivayet edildiğine göre Hz. Ebû Bekir, Resûlullah’a erken sayılacak bir yaşta saçlarına ak düşmesinin sebebini sorunca o da, “Beni Hûd, Vâkıa, Mürselât, Amme yetesâelûn ve İze’ş-şemsü küvvirat sûreleri ihtiyarlatmıştır” cevaben vermiştir (Tirmizî, “Tefsîr”, 56/6; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, s. 322). Bu sûrelerin ilkinin geçmiş peygamberlerin çetin mücadelelerinden, diğerlerinin kıyametin kopması ve âhiret hallerinden bahsetmesi dikkat çekicidir. Hz. Peygamber’in sabah namazlarında Vâkıa sûresini okuduğuna dair rivayet sahih kabul edilmiştir (, V, 104; a.e. [Arnaût], XXXIV, 504-505; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, s. 323). “Her gece Vâkıa sûresini okuyan kimse fakirlik çekmez” meâlinde (Zemahşerî, VI, 40; Beyzâvî, IV, 240) Resûl-i Ekrem’e nisbet edilen hadisin sahih olmadığı belirtilmiştir (Zemahşerî, VI, 40-41 [neşredenin notu]; M. Nâsırüddin el-Elbânî, I, 45-46, hadis nr. 290; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, s. 323-324). Bunun dışında sûrenin fazileti için nakledilen bazı rivayetlerin de sıhhati tesbit edilememiştir (Âlûsî, XXVII, 183; Elmalılı, VI, 4700).

Adnân Câbir Muhammed et-Tuveyrikī Sûretü’l-Vâḳıʿa ve hüdâhâ ve beyyinâtühâ (1400/1980, Mekke Ümmülkurâ Üniversitesi Şeriat Fakültesi), Halil Cebeci Âhiret Hayatı Açısından Vâkıa Sûresi ve Tefsîri (1999, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) adıyla yüksek lisans tezi hazırlamıştır. André Miquel l’Evénement, le Coran, sourate LVI adını taşıyan tefsir niteliğinde bir çalışma yapmış (Paris 1992), Mahmûd Muhammed Garîb Sûretü’l-Vâḳıʿa ve menhecühâ fi’l-ʿaḳāʾid (Bağdat, ts. [ed-Dârü’l-Arabiyye]), Muhammed b. Muhammed Ebû Şühbe Tefsîrü Sûreti’l-Vâḳıʿa: Ṣuver mine’l-iʿcâzi’l-beyânî ve aḥkâmi’l-meʿânî (Cidde 1403/1983) ismiyle birer eser kaleme almıştır. Âmir Îdan Ali, “Sûretü’l-Vâḳıʿa: Ḍavʾ ʿale’l-ḳırâʾâti’l-Ḳurʾâniyye ve’t-tevcîhâti’n-naḥviyye” adlı bir makale yayımlamıştır (Âfâḳu’s̱-s̱eḳāfe ve’t-türâs̱, yıl 2, sy. 48 [Dübey 1425/2005], s. 6-22).


BİBLİYOGRAFYA

, V, 104; a.e. (Arnaût), XXXIV, 504-505.

Tirmizî, “Tefsîr”, 56/1-6.

Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XXVII, 266.

Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl (nşr. Eymen Sâlih Şa‘bân), Kahire 1424/2003, s. 318-319.

Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Riyad 1418/1998, VI, 40-41 [neşredenin notu].

İbn Atıyye el-Endelüsî, el-Muḥarrerü’l-vecîz (nşr. Abdüsselâm Abdüşşâfî Muhammed), Beyrut 1413/1993, V, 238.

Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, IV, 240.

Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, Beyrut 1408/1988, XVII, 126.

Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî (nşr. M. Ahmed el-Emed – Ömer Abdüsselâm es-Selâmî), Beyrut 1421/2000, XXVII, 182-183.

M. Fevzi Efendi, el-Havâssü’n-nâfia fî tefsîri sûreti’l-Vâkıa, İstanbul 1313.

, VI, 4700.

M. Nâsırüddin el-Elbânî, Silsiletü’l-eḥâdîs̱i’ż-żaʿîfe ve’l-mevżuʿa, Riyad 1420/2000, I, 45-46, hadis nr. 290.

İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, el-Eḥâdîs̱ ve’l-âs̱ârü’l-vâride fî feżâʾili süveri’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 322-324.

Seyyid Muhammed Hüseynî – Mahbûbe Müezzin, “Sûre-i Vâḳıʿa”, , IX, 387-388.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 42. cildinde, 470-471 numaralı sayfalarda yer almıştır.