VED

Kur’ân-ı Kerîm’de Nûh kavminin taptığı belirtilen ve Câhiliye döneminde de tapınılan putlardan biri.

Müellif:

Sözlükte “sevgi, sadakat, arzu” mânasına gelen vedd kelimesi meveddetin masdar halidir (, “vdd” md.; , “vdd” md.); vüdd ve vidd olarak da okunmuştur. Kur’an’ın çeşitli âyetlerinde fiil (vedde-yeveddü) ve isim (meveddet) şeklinde (el-Bakara 2/96, 109; en-Nisâ 4/73, 89; el-Enfâl 8/7 vb.), iki yerde de vüdd/vedd biçiminde geçer (Meryem 19/96; Nûh 71/23). Aynı kökten türeyen “vedûd” (çok şefkatli) (Hûd 11/90; el-Burûc 85/14) esmâ-i hüsnâ arasında yer alır. Necidliler’in kelimeye yüklediği “kazık, direk” mânasının yanı sıra bunun bir dağın adı olduğunu söyleyenler de vardır (, “vdd” md.; , “vdd” md.). Bir görüşe göre kelimenin aslı “el-vetedü” olup tâ harfinin dâl ile kaynaşması sonucunda (el-veddü) ortaya çıkmıştır (Batalyevsî, el-Müs̱elles̱, II, 467). Put adı olarak üdd biçiminde de geçer. Câhiliye Arapları’nda Amr b. Vüd, Abdülved, Üd b. Tâbiha, Üd/Üded (Hz. Peygamber’in atası olan Adnân’ın babası) gibi isimlere rastlanmaktadır.

Kur’an’da Nûh kavminin ileri gelenleriyle onların takipçilerinin halka şöyle söyledikleri belirtilmektedir: “Sakın ilâhlarınızı bırakmayın! Hele Ved’den, Süvâ‘dan, Yegūs’tan, Yeûk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin!” (Nûh 71/23). Medineliler âyetteki kelimeyi vüdd, Kûfe ve Basralı kıraat âlimleri ise vedd şeklinde okumuştur (, “vdd” md.; Taberî, XXIII, 305). Bir görüşe göre Ved Nûh kavminin, Vüd ise Kureyşliler’in tapındığı putun adıdır (Fahreddin er-Râzî, VI, 366). Âyette belirtildiği üzere Ved, Hz. Nûh zamanında kendilerine tapınılan ilk beş puttan biri ve en önemlisidir. Nûh kavminin taptığı başka putlar da vardı, fakat isimleri verilen bu putlar en yüce kabul edilenlerdi. Bunların arasında da derece farkı mevcuttu (Elmalılı, VIII, 5376). Mezopotamya medeniyetlerinde (Bâbil bölgesi) öne çıkan bu putların Araplar’a Nûh kavminden geçtiği kabul edilmektedir. Hindistan’da da benzer isimlerde putların varlığına dikkat çekilmekle birlikte (Keşmîrî, IV, 251; Elmalılı, VIII, 5378) Hint inancında Veda bir put ismi değildir. Nûh kavminin putu olan Ved diğer putların en büyüğü idi ve sonraki devirlerde de bu puta Dûmetülcendel’deki (Kûfe) Benî Kelb ve Kureyş kabileleri tapmıştır (, “vdd” md.; Taberi, XXIII, 304; Fahreddin er-Râzî, VI, 365).

Özellikle Mezopotamya ve Güney Arabistan’daki kazılarda bu putların kalıntılarına rastlanması söz konusu putların ve bunlarla ilgili kültlerin oldukça geniş bir coğrafyada yayıldığını göstermektedir. Puta tapınmanın kökeniyle ilgili tezlerden biri bunların tarihî kahraman ve kurtarıcıların zamanla ilâhlaşmış şekilleri olduğu yönündedir. Vedd’in kökeni hakkında İslâm kaynaklarında da bu teze uygun rivayetler nakledilmiştir. İbnü’l-Kelbî’nin aktardığı rivayete göre esasen Ved ve âyette geçen diğer dört isim Hz. Âdem ile Nûh arasındaki bir dönemde yaşamış sâlih kişilerin adıdır. Bu kişiler ölünce yakınları büyük üzüntü duymuş, içlerinden birinin -diğer bir rivayete göre İblîs’in- tavsiyesi üzerine onların heykellerini yapmıştır. Bu ilk nesil zamanında beş sâlih kişinin hâtırasına dikilen heykellerin etrafında dönülerek onlara saygı gösterilmiştir. Daha sonra gelen nesiller ise bu heykellere saygıyı arttırmış, Hz. İdrîs döneminde ve nihayet Nûh devrine gelindiğinde ise bunlar putlaştırılarak onlara ibadet edilmeye başlanmıştır. Hz. Nûh kavmini tevhid inancına çağırmış, fakat onların bu çağrıya isyanla karşılık vermeleri üzerine Allah tûfan felâketini göndermiştir. Tûfan sırasında yerlerinden koparak suların içinde sürüklenen putlar Cidde kıyılarına kadar gelmiş ve suların çekilmesiyle burada kalmıştır. Putperestliğin Araplar arasındaki başlatıcısı kabul edilen Amr b. Lühay sahip olduğu cinin yönlendirmesiyle bu putu Cidde’den alıp Tihâme’ye getirmiş ve halkı söz konusu puta tapınmaya çağırmıştır. Bunun üzerine Avf b. Gudra adlı bir kişi putu alarak Dûmetülcendel’e götürmüş, oğluna da Abdüved ismini vermiştir. Daha sonra bu isim Araplar arasında kullanılmaya başlanmıştır. Avf b. Gudra ayrıca oğlunu putun muhafızı/kâhini (sâdin) yapmış, Vedd’e tapınma Abdüved oğullarının muhafızlığında İslâm’ın ortaya çıkışına kadar devam etmiştir. Hz. Peygamber, Tebük Gazvesi sırasında Hâlid b. Velîd’i bu putu yıkmakla görevlendirmiştir. Abdüved oğullarıyla savaşan Hâlid b. Velîd onları mağlûp etmiş ve putu parçalayarak ortadan kaldırmıştır (Kitâbü’l-Eṣnâm, s. 51-55; ayrıca bk. Taberî, XXIII, 303; Fahreddin er-Râzî, VI, 365; İbn Kesîr, VIII, 261-262). Yine İbnü’l-Kelbî tarafından verilen bilgiye göre Ved kılıç kuşanmış, omuzunda yay, elinde mızrak ve ok taşıyan heybetli bir erkek şeklinde tasvir edilmiştir (Kitâbü’l-Eṣnâm, s. 56).

Ved Allah’tan başkasına tapanların ilk modeli olarak kabul edilmektedir. Vedd’e yüklenen sosyal misyona bakıldığında bunun idealize edilmiş yakışıklı ve kuvvetli erkek formu olduğunu söylemek mümkündür. Bu bağlamda Ved kültünü eski Yunan’daki Apollo, eski Mısır’daki Osiris veya diğer medeniyetlerdeki ideal/ilâhî erkek prototipiyle kıyaslamak mümkündür. Öte yandan Ved ile, aslen bir tanrı olmakla birlikte sonraları dişi formunda tapınılan ve âyette birlikte zikredilen Süvâ‘ arasında “kutsal çift” modellemesine karşılık gelecek şekilde bağlantı kurulmuştur (Smith, s. 304-305; krş. Wellhausen, s. 18). Ved aynı zamanda ay kültleriyle ilişkilendirilmiştir. Yılanların Ved kültünde kutsal kabul edilmesi de bu ilişkiye dayanmaktadır. İslâm öncesi toplumlarda ayla ilgili kültler güneş ve yıldızlarla ilgili kültlerden daha üstün kabul edilirdi. Yemen’de hâkimiyet kuran Maînliler’in ay tanrısı olduğu söylenen Ved ile Güney Arabistan’da tapınılan diğer ay tanrıları (Sin, el-Mekah/Ilumkuh, Amm/Melik) arasında irtibat kurulmuştur (Hitti, s. 60-61; Ved ve güneş özdeşliği için bk. , IX, 908). Bütün Güney Arabistan’da yaygın olan bu inanç sebebiyle bölgedeki kabileler kendilerini ay tanrısının çocukları kabul ederdi. Mezopotamya medeniyetlerinde zaman zaman ortaya çıkan kozmik teslîsin kültünü ay tanrısı (Sin, el-Mekah, Amm ve Ved), güneş tanrısı (Şamas/Şems, Afrodit, Süvâ‘) ve yıldız(lar) / gezegen(ler) (Aştar/Astar, Venüs vb.) oluşturmuştur (Ved ve diğer dört putun gök cisimleriyle ilişkilendirilmesiyle ilgili olarak ayrıca bk. Fahreddin er-Râzî, VI, 365).


BİBLİYOGRAFYA

İbnü’l-Kelbî, Kitâbü’l-Eṣnâm (nşr. Ahmed Zekî Paşa), Kahire 1924, s. 6-13, 51-56.

, s. 327-329.

Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Kahire 2001, XXIII, 303-305.

Batalyevsî, el-Müs̱elles̱ (nşr. Salâh Mehdî el-Fertûsî), [baskı yeri yok] 1981 (Dârü’r-Reşîd), II, 467.

Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, Bulak 1278, VI, 364-366.

, VIII, 261-263.

J. Wellhausen, Reste arabischen Heidentums, Berlin 1897, s. 14-18.

W. R. Smith, The Religion of the Semites, London 1907, s. 304-305.

Keşmîrî, Feyżü’l-bârî ʿalâ Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî, Kahire 1357, IV, 251-252.

, VIII, 5376-5380.

P. K. Hitti, History of the Arabs, New York 1951, s. 60-61.

T. Fahd, Le panthéon de l’Arabie centrale à la veille de l’hégire, Paris 1968, s. 132-134, 152-156.

a.mlf., “Suwaʿ”, , IX, 908-909.

Hashim al-Tawil, Early Arab Icons: Literary and Archaeological Evidence for the Cult of Religious Images in Pre-Islamic Arabia (doktora tezi, 1993), University of Iowa.

H. Derenbourg, “Le dieu Souwâ‘ dans le Coran et sur une inscription sabéenne récemment découverte”, Boletín de la Real Academia de la Historia, XLVII, Madrid 1905, s. 72-78.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 42. cildinde, 589-590 numaralı sayfalarda yer almıştır.