YAHYÂ

Kur’an’da adı geçen, İsrâiloğulları’na gönderilen bir peygamber.

Müellif:

Hıristiyanlık’ta Vaftizci Yahyâ (John the Baptist, Jean-Baptist) ismiyle bilinir. İslâmî kaynaklardaki adıyla Yahyâ, Zekeriyyâ’nın oğlu olup annesi Hz. Meryem’in teyzesidir. Yahyâ isminin Batı dillerindeki karşılığı olan Jean’ın (John) aslı “Yehova lutfetti” anlamına gelen İbrânîce Yôhânân’dır; bu isim Grekçe’ye Ioannes, Latince’ye Joannes şeklinde geçmiştir (, III/2, s. 1153, 1591). İslâm kaynaklarına göre yahyâ kelimesi “yaşamak” anlamındaki hayât kökünden türemiştir. Bu isim Yahyâ’nın faziletli yaşayışı, annesinin kısırlığını giderip doğurganlığını canlandırması, kalbinin iman ve ihlâsla canlılık kazanması, Allah’ın onu itaatle diri tutması, şehidlerin hep diri kalması ve onun şehid olması sebebiyle “o yaşayacak” anlamında kendisine Allah tarafından verilmiştir (Sa‘lebî, s. 374; Jeffery, s. 290). Bir başka yoruma göre Allah, Zekeriyyâ’nın ve eşinin yaşlılıklarında doğan bu çocuğa yaşayacağı konusunda kalplerini mutmain etmek için bu adı koymuştur (Fîrûzâbâdî, VI, 94).

Yahyâ’nın ve onun takipçilerinin yaşayışı ve öğretisiyle ilgili olarak İncil ve Kur’an’daki bilgiler dışında geriye herhangi bir yazılı kaynak kalmamıştır. Bu sebeple Yahyâ’ya dair bilgiler -onunla ilgili tarihsel bilgiler değiştirilerek- onu Îsâ’nın müjdecisi ve sahip bulunduğu tanrısal niteliği ilk farkeden kişi konumuna koyan (Elliott, s. 18), kanonik olan ve olmayan İnciller’e (Markos, Matta, Luka, Yuhanna ve Tomas [Thomas]) ve Kur’ân-ı Kerîm’e dayanmaktadır. Bunun dışında Josephus’un Jewish Antiquities adlı eseriyle Sâbiî kutsal yazılarından Ginza’da ve Yahyâ’nın Kitabı’nda da ona dair bazı bilgiler yer almaktadır. Bu bilgilerden Yahyâ’nın öğretisinin en önemli noktasını hangi ilkelerin teşkil ettiğini öğrenmek mümkündür.

Herod Antipas’ın Galile ve Perea, Pontus Pilatus’un Yahuda ve Sâmiriye bölgelerini yönettiği, Kefas’ın Kudüs’te başkâhinlik yaptığı dönemde “vaftizci” sıfatıyla tanınan Yahyâ adlı bir kişi halkın dikkatini çeker. Babasının adı Zekeriyyâ, annesinin adı Elizabet (İbrânîce’de Elişeba, İslâmî kaynaklarda Îşâ/İşbâ) olan bu kişi, Ürdün’ün kırsal kesiminde ve güneyde Ölüdeniz sınırındaki bölgede kendisine Allah tarafından peygamberlik verildiğini ileri sürer. Yahudilik’te kendilerini mâbed hizmetine adayan din adamı sınıfına (kohen/kâhin) mensup bir aile içinde dünyaya gelen Yahyâ, mâbed hizmetini üstlenmek yerine mensup bulunduğu sınıfı terkederek zühd hayatı sürmek için Ürdün nehrinin çevrelediği çöle çekilir. Kaynaklarda Yahyâ’nın çekirge ve yaban balı yiyerek hayatını sürdürdüğü, deve tüyünden elbise giydiği ve belinde deri kemer taşıdığı rivayet edilir (Markos, 1/6; Matta, 3/4). Yahyâ’nın bu giyim tarzıyla, Ahd-i Atîk’in Zekarya kitabında (13/4) ifade edilen geleneksel peygamber giyimini benimseyerek peygamberliğini şeklen de halka göstermek istediği belirtilir. Onun bu giyimi II. Krallar’da yer aldığı üzere (1/8) İlyâ’nın giyim biçimine daha çok benzemektedir. Nitekim o dönemde bazı kişiler Yahyâ’nın geri dönen İlyâ olduğunu iddia etmişlerdir. Luka İncili’nde anlatılan doğumu ve Markos ile Matta İncilleri’nde anlatılan ölümü dışında Yahyâ’nın hayat hikâyesini İncil rivayetlerine dayanarak ortaya koymak mümkün değildir. Meselâ Yahyâ gerçekten Îsâ’yı vaftiz etmiş midir? Bu soruya Matta ve Markos’ta verilen cevap olumlu iken Luka’da olumsuzdur. Yuhanna İncili’nde Yahyâ ile Îsâ’nın aynı zaman diliminde peygamberlik yaptıkları kaydedilirken Markos, Matta ve Luka İncilleri’nde Îsâ’nın, Yahyâ’nın yakalanıp hapsedilmesinden sonra tebliğ faaliyetine başladığı ifade edilmektedir.

Yahyâ’nın mensup olduğu yahudi toplumu bazı gruplara ayrılmıştı ve gruplardan üçü diğerlerine göre daha çok belirgindi. Bunlar Kudüs’teki kutsal mâbedin yönetimini, yahudi ekonomisini elinde tutan ve yahudi seçkinlerinden meydana gelen Sadûkīler, yahudi şeriatına sıkı sıkıya bağlı olan ve hem Tevrat’ı hem onun yorumu niteliğindeki sözlü yahudi geleneğini öğreterek aynı zamanda günlük yaşamlarına uygulamaya çalışan, orta sınıfı teşkil eden Ferîsîler ve Roma’nın Filistin bölgesini işgali sırasında manastır hayatı sürmek için Ölüdeniz bölgesine çekilen münzevilerin oluşturduğu Essenîler’dir. Yahyâ’nın, içinde yer aldığı grup kaynaklarda zikredilmese de onun yaşam ve giyim tarzıyla Essenîler’e benzediği, hatta başlangıçta bir Essenî olduğu ileri sürülmektedir. 1947’de Ölüdeniz/Kumran vadisinde bulunan ve Ölüdeniz/Kumran metinleri diye bilinen yazmaların çözülmesinden sonra bazı araştırmacılar, Yahyâ’nın Essenî olabileceğini daha yüksek bir ihtimal olarak dile getirmeye başlamışlardır. Yahyâ’nın Ölüdeniz bölgesinin yakınlarında tebliğ faaliyetinde bulunduğu, Essenîler gibi kıyamet gününün çok yaklaştığına inandığı ve İşaya’da ifade edildiği gibi (40/3) çölde Tanrı’nın iradesini hâkim kılacak bir düzeni tesis etme yolunu aradığı âşikârdır. Fakat Yahyâ ile Essenîler arasında kıyamet günü konusunda insanları uyarma, onları tövbe etmeye çağırma, suya dalıp çıkma şeklinde vaftiz uygulamasına yer verme, Yahudilik’teki din adamı sınıfını ve diğer yahudi otoritelerini kınama, insanları sade bir hayat yaşamaya teşvik etme gibi hususlarda benzerlikler bulunmasına rağmen aralarında ciddi farklılıklar da vardır. Meselâ Essenîler’in aksine Yahyâ, öğretisini dinleyip vaftiz olmak için yanına gelenlerden yerleşik bir cemaat tesis etmemişti. Ayrıca Essenîler gibi ayrılıkçı değil kapsayıcı ve bütün yahudi toplumuna hitap eden bir kişilikti. Bir diğer önemli fark da Essenîler gibi günlük veya haftalık vaftiz yerine insanları hayatta sadece bir defa vaftize çağırmış olmasıdır. Zira Yahyâ’nın vaftizi fiziksel temizlikten çok ebedî kurtuluşun kendisine bağlandığı, günahların affının sembolik bir göstergesiydi. Yine Yahyâ, Essenîler gibi beyaz elbise giymiyor, deve tüyünden entariyi tercih ediyordu.

Hıristiyan anlayışında Îsâ’nın teyzesinin oğlu ve vaftizcisi olan, onun geleceğini müjdeleyen ve milâttan sonra 27 yılında tebliğe başlayan Yahyâ’nın öğretisi insanların günahlarından tövbe ederek kıyamet gününe, Tanrı’nın krallığına hazır hale gelmeye ve Ürdün nehrinde vaftiz olmaya çağrılması şeklinde özetlenebilir. Yahyâ, yanına gelen kişileri bizzat kendisi Ürdün nehrinde vaftiz ediyordu. Vaftiz uygulamasının bir akarsuda suya dalıp çıkma şeklinde olduğu düşünüldüğünde aslında Yahyâ’nın da bir yahudi peygamberi sıfatıyla Yahudilik’te mevcut bir uygulamayı devam ettirdiği söylenebilir. Ancak o vaftize sembolik bir anlam yüklemiştir. Buna göre vaftiz kişileri her türlü mânevî kirden arındırır ve Tanrı’nın affına vesile teşkil eder. Bu anlamıyla Yahyâ’nın vaftizi, Kudüs’teki mâbed yapılanmasına ve bu yapılanmayı ellerinde tutan aristokrat yahudi sınıfına bir meydan okuma niteliği taşıdığından kendisi, hem aristokrat yahudilerin hem de bunların iş birliği yaptığı Roma idarecilerinin ciddi tepkisini çekmişti.

İbrâhim peygamberin soyundan gelmenin (İsrâilî olmanın) kişiyi kurtuluşa ulaştırdığı şeklindeki yahudi iddiasını şiddetle reddeden Yahyâ, her yahudi bireyin öncelikle ferdî olarak tövbe edip Ürdün nehrinde vaftiz olması gerektiğini vurgulamıştır. Böylece Yahudilik’teki “seçilmişlik/seçkin millet” anlayışına karşı çıkmış, Tanrı katında hiçbir kişinin veya milletin doğrudan kurtuluşu hak etmediğini, kurtuluşun ancak Tanrı’nın iradesine uygun bir yaşam sürmekle elde edilebileceğini söylemiştir. Bir ahlâk muallimi diye nitelenen Yahyâ’nın Luka İncili’nde belirtildiği üzere kendisine soru soranlara verdiği cevaplar da onun öğretisini özetlemektedir. Halk Yahyâ’ya, “Biz ne yapalım?” diye sormuş, Yahyâ da, “İki gömleği olan birini gömleği olmayana versin; yiyeceği olan da bunu hiç yiyeceği olmayanla paylaşsın” cevabını vermiştir. Bazı vergi memurları vaftiz olmaya gelerek Yahyâ’ya, “Muallim, ya biz ne yapalım?” diye sorunca onların sorularını da, “Size emredilenden daha çok vergi almayın” şeklinde cevaplandırmıştır. Askerler de, “Peki biz ne yapalım?” diye sormuş, o da şöyle cevap vermiştir: “Kaba kuvvetle ya da haksız suçlamalarla kimseden para almayın, ücretinizle yetinin” (Luka, 3/10-14). Tövbe ve vaftiz uygulamasıyla Yahyâ, sıradan halk ile vergi toplayıcılarını ve fahişeler gibi toplumda günahkâr kabul edilenleri yahudi şeriatını titizlikle yerine getirme şartı aramadan Tanrı’nın iradesine uygun bir hayat sürmeye yöneltmiş (Matta, 21/32), böylece Îsâ Mesîh’in övgüsünü kazanmıştır. Yahyâ’nın bir diğer önemli görevi de kendisinden sonra gelecek peygamberi müjdelemektir ve bunu, “Benden sonra benden daha güçlü olan geliyor …” şeklinde ifade etmiştir (Markos, 1/7; Luka, 3/16; Matta, 3/11). Yine Yahyâ, “Ben su ile vaftiz ediyorum, o sizi kutsal ruhla vaftiz edecek” demiştir (Markos, 1/8).

Yahyâ’nın öğretisi, aslında yahudi kutsal metinlerinde yer alan geçmiş İsrâil peygamberlerine ait öğretinin bir tekrarı ve devamı mahiyetindedir. Onun diğer İsrâil peygamberlerinden farkı yaklaşan kıyamet gününe vurgu yapması, insanları o güne hazırlıklı olmaya davet etmesi, bundan dolayı da genelde “apokaliptik bir elçi-vâiz” diye nitelendirilmesidir. Esasen Yahyâ ile Îsâ’nın öğretileri birbirine benzemektedir. İkisi arasındaki fark Yahyâ’nın zâhidâne bir hayatı tercih etmesine karşılık Îsâ’nın köy köy dolaşıp tebliğ faaliyetinde bulunmasıdır (Matta, 11/18-19). Kaynaklarda, Yahyâ’nın öğretisinin başarısı ve toplumda bu öğretiyi benimseyen kişilerin sayısıyla ilgili olumlu bilgiler yer almaz. Bunun muhtemel sebebi, Yahyâ hakkında bilgi veren hıristiyan kaynaklarında onun Îsâ Mesîh’in gelişinin hazırlayıcısı olarak görülmesi ve bundan dolayı öğretisinin Îsâ’dan bağımsız bir değer taşımadığının vurgulanmak istenmesidir. Bu durumda hıristiyan kutsal kitaplarında yer alan Yahyâ’ya dair bilgilerin değiştirildiği söylenebilir. Eğer iddia edildiği gibi Yahyâ’nın tebliğinin toplumda etkili olmadığı kabul edilirse o takdirde bölge yöneticisi Herod’un onu neden idam ettirdiği sorusu akla gelir. Aslında Yahyâ’nın tebliği neticesinde etrafında bir kalabalığın toplanmaya başlaması dönemin idarecilerini rahatsız etmiş olmalıdır. Nitekim Galile ve Perea bölgesinin yöneticisi Herod Antipas’ın, Yahyâ’nın bu tebliğinden rahatsızlık duyması yanında Nabat Kralı IV. Aretas’ın kızı olan hanımını boşayarak yahudi hukukuna göre meşrû sayılmayan, kardeşinin hanımı Herodias ile evlenmesinin Yahyâ tarafından eleştirilmesi onun öfkesini iyice arttırmış, Yahyâ’yı tutuklatıp hapse attırmış, daha sonra da başını kestirmek suretiyle idam ettirmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Yahyâ’nın tarihsel kimliğinden ziyade onun dünyaya gelişi ve şahsiyeti üzerinde durulmaktadır. Âl-i İmrân ve Meryem sûrelerinde, Zekeriyyâ’nın Allah’tan kendisinden sonra mâbede hizmet edecek bir yardımcı vermesini istemesi üzerine kendisinin çok yaşlı, hanımının da kısır olmasına rağmen meleklerin ona adı Yahyâ olacak bir oğul müjdelediği ve bu ismin daha önce hiç kimseye verilmediği bildirilmekte, Yahyâ doğup büyüdüğünde kendisine, “İlâhî tebliğe sımsıkı sarıl” diye öğüt verilerek peygamber olarak görevlendirildiği ifade edilmektedir. Kur’an’da ayrıca Yahyâ’ya daha küçük bir çocukken hikmet, kalp yumuşaklığı ve safiyet ihsan edildiği, onun Allah’tan sakınan, annesine ve babasına karşı iyi davranan bir kişi olduğu belirtilmektedir (Âl-i İmrân 3/38-41; Meryem 19/2-15). Hadislerde ise Resûlullah’ın mi‘rac esnasında Yahyâ ile ikinci kat semada karşılaştığı (Buhârî, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 6, “Enbiyâʾ”, 43, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 42; Müslim, “Îmân”, 259, 264; , II, 148; IV, 207), Allah’ın Yahyâ’ya kendisine şirk koşmamak, namaz kılmak, oruç tutmak, sadaka vermek ve Allah’ı zikretmekten ibaret beş şey emrettiği (Tirmizî, “Edeb”, 78; , IV, 130, 202), Yahyâ’dan başka herkesin hata işlediği veya hataya çok yaklaştığı (, I, 292, 295, 301) bildirilmektedir. Ayrıca İslâmî kaynaklarda Kâ‘b el-Ahbâr’dan naklen Yahyâ’nın güzel yüzlü ve yumuşak huylu bir kişi olduğu aktarılır (Fîrûzâbâdî, VI, 95). Bazı kaynaklara göre, İsrâ sûresinde İsrâiloğulları’nın yeryüzünde çıkaracakları bildirilen (17/4) iki karışıklıktan ikincisi onların Yahyâ’yı öldürmeleri ve Îsâ’yı öldürmeye karar vermeleridir. Ahd-i Cedîd’de kandile benzetilen Yahyâ’nın (Yuhanna, 5/35) kol ve kafa tası kemiklerinin Topkapı Sarayı Müzesi Mukaddes Emanetler Dairesi’nde bulunduğu ileri sürülmektedir (bk. MUKADDES EMANETLER).


BİBLİYOGRAFYA

, I, 292, 295, 301; II, 148; IV, 130, 202, 207.

, III, 116-121.

, Kahire 1374/1954, s. 374-380.

, II, 67-68; III, 164, 210, 220; IV, 22, 43.

Mahbûb b. Ahmed el-Cevâlîkī, el-Muʿarreb (nşr. F. Abdürrahîm), Dımaşk 1410/1990, s. 103.

Fîrûzâbâdî, Beṣâʾiru ẕevi’t-temyîz (nşr. Abdülalîm et-Tahâvî), Beyrut, ts. (el-Mektebetü’l-ilmiyye), VI, 94-95.

“Jean”, , III/2, s. 1153.

“Johanan”, a.e., III/2, s. 1591.

A. Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, Baroda 1938, s. 290-291.

Ch. H. H. Scobie, John the Baptist, Philadelphia 1964.

W. Wink, John the Baptist in the Gospel Tradition, Cambridge 1968.

a.mlf., “John the Baptist”, , VIII, 112-114.

J. K. Elliott, Questioning Christian Origins, London 1982.

M. J. Borg, Jesus, A New Vision: Spirit, Culture and the Life of Discipleship, San Francisco 1987.

G. D. Newby, The Making of the Last Prophet: A Reconstraction of the Earliest Biography of Muhammad, Columbia 1989, s. 201-204.

W. B. Tatum, John the Baptist and Jesus, Sonoma 1994.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Ankara 2004, II, 291-299.

O. Betz, “Was John the Baptist an Essene?”, Bible Review (Washington 1990), s. 18-25.

“Yahyâ”, , XIII, 342-343.

A. Rippin, “Yaḥyā b. Zakariyyāʾ”, , XI, 249.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 43. cildinde, 232-234 numaralı sayfalarda yer almıştır.