YÂR-ı GĀR

Hz. Ebû Bekir’in, hicret yolculuğunun başında Hz. Peygamber ile Sevr mağarasındaki arkadaşlığına işaret eden lakabı.

Müellif:

Farsça yâr (dost) ve Arapça gār (mağara) kelimelerinden oluşan tamlama “mağara arkadaşı” anlamına gelir. Resûl-i Ekrem, hicret etmesini önlemek isteyen müşriklerin kendisine engel olmamaları için yola çıkacağı gece yatağına Hz. Ali’yi yatırmış, ardından Hz. Ebû Bekir’in evine giderek onunla gizlice Mekke’den ayrılıp şehrin dışındaki Sevr mağarasına sığınmış ve takipten kurtulmak için ikisi orada birkaç gün saklanmıştı. Bu sırada bir çift güvercin mağaranın ağzına yuva yapmış, bir örümcek de ağını örerek girişi kapatmış, onları arayanlar, önüne kadar geldikleri halde bu görüntü karşısında içeride kimsenin bulunamayacağını düşünerek mağaraya girmemiş ve oradan ayrılmışlardı. Ancak müşrikler henüz uzaklaşmadan, mağaradaki deliğinden çıkmak isteyen bir yılanın Resûlullah’ı sokmasından endişe eden Hz. Ebû Bekir deliğin ağzını ayağıyla kapatmış, yılan kendisini soktuğu halde sesini çıkarmamıştı. Ayrıca âyette de yer aldığı üzere (et-Tevbe 9/40), bu esnada yakalanacaklarından korkan Hz. Ebû Bekir’e Resûl-i Ekrem, “Üzülme, Allah bizimledir” (Lâ tahzen! İnnellāhe maanâ) demiştir. Bu cümle yâr-ı gār kavramıyla birlikte edebî metinlerde iktibas, istişhâd, irsâl-i mesel ve telmih suretiyle çokça zikredilmiştir. Sevr mağarasında ve hicret yolu boyunca karşılaşılan zorluklara Hz. Peygamber’le beraber katlanarak onu korumak için her şeyi göze alan, her türlü fedakârlığı yapan Hz. Ebû Bekir’e Peygamber’in mağaradaki arkadaşı mânasına yâr-ı gār lakabı verilmiştir. Bu niteleme bir nevi unvan olarak özellikle Fars (bazı manzum örnekler için bk. Sîrûs Şemîsâ, s. 617) ve Türk edebiyatlarında yer bulmuştur.

Genelde Türk edebiyatında ve özellikle divan edebiyatıyla dinî-tasavvufî edebiyatın tevhid, na‘t, hilye-i çehâryâr, hicretnâme, siyer, mi‘râciyye gibi türlerinde Hz. Ebû Bekir için kullanılan yâr-ı gār yakın dostluğu, en üst seviyede fedakârlığı ifade etmek için, ayrıca remiz ve mazmun olarak başvurulan bir tabir haline gelmiştir. Fütûhî’nin Nâz ü Niyâz’ındaki, “Çâr-yâr-ı bâ-kirâmın evvelidir Bû Bekir / Gevher-i kân-ı sadâkat yâr-ı gār-ı Mustafâ / Gār içinde râst kaddin görücek dedi hıred / Bir eliftir lafz-ı gār içre yazıldı gûyiyâ” kıtası, Hz. Ebû Bekir’in bu vasfı üzerine kurulmuştur. Neccârzâde Şeyh Rızâ’nın, “Yâr-ı gār-ı nebevî yâver-i ehl-i İslâm / Hayr-i âl-i Kureşî efdal-i ashâb-ı kirâm” beyti de Hz. Ebû Bekir’i benzer niteliklerle anlatmaktadır. Kemal Edip Kürkçüoğlu’nun na‘tındaki, “Yâr-ı gār eyledi Sıddîk’ı seçip hicrette / Nesl-i Hâşim var iken mazhar-ı rüçhân olarak” beytinde de yâr-ı gārın Hz. Peygamber nezdindeki yerine, hicret kavramıyla birlikte onun diğer ashaba üstünlüğüne ve seçilmiş kişiliğine vurgu yapılmaktadır. Lârendeli Hamdi’nin Hz. Ebû Bekir vasfında yazdığı kısa methiyedeki, “Oluptur Mustafâ’nın çâryârı / Kerâmet Kâ‘be’sinin rükn-i çârı / Husûsan yâr-ı evvel ya‘ni Sıddîk / Emîr-i bârgâh-ı mülk-i tevfîk / Yüzü mir’ât-ı envâr-ı hakîkî / Resûlün gār içinde refîki / Şerîat âsumânı evcine bedr / Güzîn ü parsâ vü aliyyü’l-kadr” mısraları Hz. Ebû Bekir için sıddîk, çâryâr, yâr-ı evvel, yâr-ı gār gibi tamlamalarla yapılmış tavsifleri bir araya getirmiştir. Hamdullah Hamdi’nin na‘tında yer alan, “Bu yâr-ı gārının kim erer medhi gavrına / Sen akl-ı evvelin kim eder sânisin senâ” beyti, Ebû Bekir’in Hz. Peygamber’e yakınlığını pekiştirmek amacıyla âyetteki “ikinin ikincisi” tabirinin telmihen zikredilmesine örnektir.

Yâr-ı gār Türk edebiyatında mecazen “yakın dost, güvenilir arkadaş” anlamında da kullanılmıştır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Dîvân-ı Kebîr’deki, “Şems-i Tebrîzî tuî ender dilem / Hem karîn u yâr-ı gārem rûz u şeb” (Ey Şems-i Tebrîzî hep gönlümün içindesin / Gece gündüz en yakınım ve yâr-ı gārımsın) mısraları Şems-i Tebrîzî ile Mevlânâ arasındaki ileri derecede yakınlığı anlatmaktadır. Tamlamanın Şeyh Galib’in samimi arkadaşı Esrar Dede için yazdığı mersiyedeki kullanımı da bu anlayışa güzel bir örnektir: “Sâye gibi yanımda enîs-i nehâr idi / Hakkā tamâm âşık idi yâr-ı gār idi.” Tabir Nâmî’nin, “Hıfz ede lutf u inâyet eyleye / Ola tevfîk u hidâyet yâr-ı gār” beytinde duanın kabulüne vesile olması amacıyla zikredilmiş, “Endûh u gussa hâtırımın yâr-ı gārıdır / Mülk-i neşât gönlüme gurbet diyârıdır” beytinde ise şair bu tabiri, gam ve kederin gönlündeki ayrılmaz bir ikili gibi devamlı beraberliğini ifade etmek için kullanmıştır. Bâkî’nin, “Uşşâkı zîr-i hâke iletse n’ola gamın / Derd-i mahabbet ehl-i dilin yâr-ı gārıdır” beytinde de aşk derdinin gönül sahiplerinin ayrılmaz bir parçası olduğu yâr-ı gār ile anlatılmıştır. Nakşî’nin, “Künc-i hâtırda hemîşe yâd-ı lutf-ı hüsn eder / Ârzu vü iştiyâkın yâr-ı gārıdır gönül” beyti ise güçlü isteğin, arzu ve iştiyakın gönlün vazgeçilemezi sayıldığını ifade etmektedir. “Geldik bu gāra biz bir iki yâr-ı gār ile / Bir zevk olundu kim anıla rûzgâr ile” beyti tabirin daha dünyevî bir mânada kullanılışına az sayıdaki örneklerden biridir. Şihâbî ise “Bîkesem bîçâreyem bîakrabâyem hâsılı / Dâr-ı dünyâda benim bir yâr-ı gārım kalmadı” beytinde yâr-ı gārı kendi kimsesizliğini anlatmak için kullanmıştır.


BİBLİYOGRAFYA

Hamdullah Hamdi Divanı’nın Tenkidli Metni (haz. Ali Emre Özyıldırım, yüksek lisans tezi, 1995), AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 71.

Bâkî Dîvânı (haz. Sebahattin Küçük), Ankara 1994, s. 162.

Neccârzâde Rızâ Divanı’nın Edisyon Kritiği (haz. Mehmet Özdemir, yüksek lisans tezi, 1999), Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, tür.yer.

İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, İstanbul 1999, s. 415.

Ömer Savran, “Fütûhî’nin Nâz u Niyâz’ı ve Nâz u Niyâz’da Âşık-Mâşuk”, Turkish Studies, V/3 (2010), s. 497.

Sîrûs Şemîsâ, Ferheng-i Telmiḥât, Tahran 1373, s. 617.

, III, 605.

Mustafa Fayda, “Ebû Bekir”, , X, 102.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 43. cildinde, 324 numaralı sayfada yer almıştır.