ZÂHİRÜ’r-RİVÂYE

ZÂHİRÜ’r-RİVÂYE (ظاهر الرواية) Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî (ö. 189/805) tarafından kaleme alınan ve Hanefî mezhebinin kuruluş dönemi temel görüşlerini ihtiva eden eserlerin ortak adı.

Müellif: Eyyüp Said Kaya

Hanefî mezhebi tarihinde Şeybânî’nin yazdığı el-Aṣl, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr, el-Câmiʿu’l-kebîr, es-Siyerü’l-kebîr ve ez-Ziyâdât adlı eserler rivayet açısından kuvvetli bulunduğu için zâhirü’r-rivâye, muhtevası Hanefî fıkhının temelini teşkil ettiği için “mesâilü’l-usûl/el-usûl” olarak adlandırılmıştır. Bu eserler arasında Şeybânî’nin ilk defa kaleme aldığı el-Aṣl, Hanefî çevresinin henüz Kûfe’de çalışmalarını sürdürdüğü dönemi temsil eder ve diğer metinlere nisbetle Ebû Hanîfe’nin halkasındaki fıkhî birikimi en çok yansıtan eser olarak dikkat çeker. Çeşitli fıkıh babları hakkında birer eser yazan Şeybânî, bu çalışmalarını bir kitapta toplamamasına rağmen söz konusu eserler birbirinden bağımsız metinler şeklinde algılanmamış ve Ebû Hanîfe’nin halkasında şekillenmiş bab sistematiğini kapsayan büyük bir metnin parçaları kabul edilerek el-Aṣl diye adlandırılmıştır. el-Aṣl literatürde el-Mebsûṭ adıyla da anılır. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Şeybânî’nin üzerinde ittifak ettiği fıkhî görüşleri ana hatlarıyla içermesi yönüyle Hanefî mezhebinin temel çizgisinin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Şeybânî, el-Câmiʿu’l-kebîr’de ise Hanefî çevresinin fıkhî mesaisini aktarmaktan ziyade hayatının özellikle son yirmi yılına ait görüşlerini kaleme almıştır. Metin özellikleri ve yazım tarihine dair kayıtlar dikkate alındığında ez-Ziyâdât’ın el-Câmiʿu’l-kebîr üzerine yazılmış bir ek olduğu söylenebilir. Zâhirü’r-rivâye metinleri içinde Şeybânî’nin en son kaleme aldığı eser es-Siyerü’l-kebîr’dir. Müellifin Rakka kadılığı yaptığı sırada tamamladığı eserin asıl metni günümüze ulaşmamış, ancak Şemsüleimme es-Serahsî, es-Siyerü’l-kebîr üzerine kaleme aldığı şerhte bu eseri kendi ifadeleriyle aktarmıştır.

Ebû Hanîfe ve talebelerinin fıkhî birikimini temsil yönüyle zâhirü’r-rivâye eserlerinin, Hanefî çevresinin II. (VIII.) yüzyılda ürettiği diğer metinlerden farklı bir kategoride kabul edilmesini haklı kılan sebepler vardır. Ebû Hanîfe’nin halkasındaki fıkhî meseleleri tedvin amacıyla kaleme alınan bu eserler Hanefî çevresinin diğer önemli simaları tarafından da kabul görmesi, müellife aidiyetleri, kapsamları ve metin özellikleri açısından nâdirü’r-rivâye eserlerinden daha üstün metinlerdir. Dolayısıyla zâhirü’r-rivâye kapsamındaki eserlerin gerek Şeybânî gerekse Ebû Yûsuf ve Hasan b. Ziyâd’a atfedilen diğer metinlere nisbetle daha kuvvetli rivayet zincirleriyle sonraki nesillere ulaştığına dair Hanefî literatüründeki yaygın görüş, bu eserlerin daha makbul ve tanınmış olmasının sebebinden ziyade sonucu olarak kabul edilmelidir. el-Aṣl, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr ve el-Câmiʿu’l-kebîr, Hanefî çevresinde geliştirilmiş fıkıh babları sistematiğini kapsadığı için zâhirü’r-rivâyenin temel metinleri kabul edilir. Bu anlayışın, zâhirü’r-rivâye üzerine yazılan ilk şerh ve muhtasar çalışmalarına kadar uzandığı anlaşılmaktadır. Nitekim Şeybânî’nin fıkıh eserlerini yeniden ifade etmeyi amaçlayan ilk müelliflerden Hâkim eş-Şehîd el-Mervezî (ö. 334/945) el-Kâfî’sinde başka eserlerden de faydalanmakla birlikte mukaddimesinde kaynak olarak bu üç eseri zikretmekle yetinmiştir. Zâhirü’r-rivâye kavramının IV. (X.) yüzyıl Hanefî literatüründe terim olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim bu metinleri sonraki nesillere aktaran isnadlar, farklı nüshalarına dair kayıtlar, hakkında yazılan ihtisar ve şerhlerin ortaya çıkış tarihleri ve nâdir rivayet kavramının gelişim süreci bu tesbiti desteklemektedir.

Zâhirü’r-rivâye fıkıh ilminin konu, problem ve dil açısından bağımsız hale geldiğine işaret eden ilk telif metinlerdir. Fıkıh tarihinde bu eserler müellif dışındaki şahsiyetlerin tasarruflarına kapalı, müellifin görüşlerini ve akıl yürütmelerini içeren, baştan sona belirli bir tasnif ve kompozisyona göre kaleme alınmış ilk çalışmalar olarak kabul edilebilir ve bu açıdan kendi içinde bir gelişim sürecini temsil eder. Nitekim el-Aṣl fıkhî meselelere dair belirli çevre ve kişilerin rivayet ve görüşlerini fıkıh babları altında toplayan, başkalarının tasarruflarına belirli ölçüde açık metinler oluşturma anlamındaki tedvin döneminin sonlarına yaklaşıldığına işaret ederken el-Câmiʿu’l-kebîr ve es-Siyerü’l-kebîr telif edilmiş kitap kavramına daha uygun özelliklere sahiptir. Kaleme alındıkları dönemden itibaren zâhirü’r-rivâye eserlerinden bazılarının “eṣ-ṣaġīr” ve “el-kebîr” diye nitelenmesi de bu olguya işaret eder. Aynı ismi taşıyan kitapları birbirinden ayırmak için eklenen bu sıfatlardan “eṣ-ṣaġīr” Şeybânî’nin daha erken bir dönemde, Ebû Hanîfe’nin halkasındaki fıkhî mesaiyi yansıtma amacıyla kaleme aldığı ve metin özellikleri açısından tedvin kavramına daha yakın eserler için kullanılırken, “el-kebîr” nisbeten geç bir dönemde, müellifin kendi görüşlerini ortaya koyma amacıyla yazdığı telifler için kullanılmıştır. İbn Âbidîn gibi geç klasik dönem fakihlerinin bazı eserlerinde ve çağdaş pek çok çalışmada es-Siyerü’ṣ-ṣaġīr adlı bir kitabın zâhirü’r-rivâyenin altıncı metni olarak kabul edildiği görülmektedir. Muhtemelen bu kabul, es-Siyerü’l-kebîr’in daha erken dönemde kaleme alınmış ve “es-Siyer” başlığını taşıyan başka bir kitaptan ayrılması için bu adı aldığı zannına dayanmaktadır. Ancak Şeybânî’nin es-Siyerü’ṣ-ṣaġīr başlığıyla müstakil bir eser yazdığı bilinmediği gibi zâhirü’r-rivâye kavramının gelişiminde rol oynayan muhtasarların ve şerhlerin müellifleri de böyle bir eserin varlığına işaret etmemiştir.

Hanefî literatürünün temelini oluşturan zâhirü’r-rivâye eserleri üzerine ihtisar, şerh, tertip, tehzip, nazım gibi çalışmalar modernleşme sürecine kadar canlı bir şekilde varlığını sürdürmüştür. Söz konusu çalışmaların önemli bir kısmı zâhirü’r-rivâye eserlerindeki ifadelerin anlamını ve delillerini açıklamak gibi metni koruyarak yapılan faaliyetler, bir kısmı da zamanla gelişen fıkıh dili, sistematiği ve terminolojisi ile metnin yeniden inşası, iç kompozisyonunun ve bölüm tasnifinin yeniden düzenlenmesi şeklindedir. Hatta bu sebeple, zâhirü’r-rivâyeye dahil bazı eserlerin II. (VIII.) yüzyılda kaleme alındığı şekliyle orijinal metinleri ya kaybolmuş veya sonraki müdahalelerin ürünü olan nüshalarının gölgesinde kalıp Hanefî fakihlerinin ilgi alanı dışına çıkmıştır.

Zâhirü’r-rivâye, Hanefî mezhebi tarihi içinde ortaya çıkmış görüşleri hiyerarşik olarak sınıflandıran çalışmalara göre rivayet değeri açısından tercih edilmesi gereken (râcih) görüşleri temsil etmektedir. Buna göre prensip olarak Ebû Hanîfe ve talebelerine birden fazla görüş atfedilmesi halinde zâhirü’r-rivâyede yer alan görüş tarihen sabit kabul edilir. Eğer zâhirü’r-rivâyede birden fazla görüş bulunuyorsa bu görüşlerin içinde yer aldığı eserlerin kaleme alınış tarihine göre karar verilir ve daha sonra yazılmış eserdeki görüş tercih edilir. Zâhirü’r-rivâye müntesip fakihin, kendi ictihadı neticesinde farklı bir görüş ortaya koymadıkça tercih edilmesi gereken görüşler olarak kabul gördüğünden “mesâilü’l-usûl” diye adlandırılmıştır. Zâhir kelimesinin İslâmî ilimler geleneğinde yaygın biçimde “delil açısından kuvvetli” anlamında kullanılması, bazı müelliflerin zâhirü’r-rivâye ile mesâilü’l-usûl ifadelerinin farklı alanlara işaret ettiğini ve müntesip fakihin tercih ettiği, ancak Şeybânî’nin beş eseri dışında kalan bir görüşün de zâhirü’r-rivâye olarak nitelenebileceğini zannetmesine yol açmıştır. Nitekim İbn Âbidîn, kendisi gibi Hanefî mezhebi tarihini sınıflandırma çalışmalarıyla tanınmış İbn Kemal’i bu hataya düştüğünü belirterek eleştirmektedir. İslâm medeniyeti ve özellikle fıkıh tarihi açısından taşıdığı öneme rağmen zâhirü’r-rivâye metinlerinin modern dönemde gelişen tahkikli neşir standartlarına uygun toplu neşri henüz yapılmamıştır. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî’nin şahsî fedakârlık ve gayretleriyle ortaya koyduğu zâhirü’r-rivâyeyi yayın projesi, maddî zorluklar ve seçilen yazma nüshaların uygun olmayışı gibi sebeplerle yetersiz ve eksik kalmıştır. Zâhirü’r-rivâye metinlerine sonradan yapılan müdahaleleri tesbit ederek II. (VIII.) yüzyıldaki orijinal halini ortaya çıkarmak bu konudaki yayın teşebbüslerinin önündeki en büyük zorluğu teşkil etmektedir.

BİBLİYOGRAFYA

Ebû Yûsuf, er-Red ʿalâ Siyeri’l-Evzâʿî (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî), Kahire 1357, neşredenin girişi, s. 4.
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, el-Câmiʿu’l-kebîr (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî), Haydarâbâd 1356.
a.mlf., el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr (nşr. Mehmet Boynukalın), Beyrut 1432/2011, neşredenin girişi, s. 5-59.
Hâkim eş-Şehîd, el-Kâfî, Süleymaniye Ktp., Hacı Beşir Ağa, nr. 288, vr. 1b.
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 257-258.
Serahsî, Şerḥu’s-Siyeri’l-kebîr (nşr. Selâhaddin el-Müneccid – Abdülazîz Ahmed), Kahire 1958-71, I-V.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 962-964.
İbn Âbidîn, ʿUḳūdü resmi’l-müftî (Mecmûʿatü resâʾili İbn ʿÂbidîn içinde), [baskı yeri ve tarihi yok] (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), s. 10-52.
Leknevî, ʿUmdetü’r-riʿâye fî ḥalli Şerḥi’l-Viḳāye (nşr. Salâh Muhammed Ebü’l-Hâc), Beyrut 2009.
M. Zâhid Kevserî, Bulûġu’l-emânî, Kahire 1355, tür.yer.
M. İbrâhim Ahmed Ali, “el-Meẕheb ʿinde’l-Ḥanefiyye”, Dirâsât fi’l-fıḳhi’l-İslâmî, Mekke, ts., s. 54-139.
Eyyüp Said Kaya, Mezheblerin Teşekkülünden Sonra Fıkhî İstidlâl (doktora tezi, 2001), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, tür.yer.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 44. cildinde, 101-102 numaralı sayfalarda yer almıştır.