ZİYÂEDDİN EFENDİ

(1847-1918)

Osmanlı şeyhülislâmı.

Müellif:

Mehmed Ziyâeddin Efendi, Ramazan 1263’te (Ağustos 1847) İstanbul’da doğdu. Fetvahâne’de başmüsevvid olan Ezineli Osman Nûri Efendi’nin oğludur. Eyüp’te ibtidâî mektebinden sonra Şehzade Rüşdiyesi’ne devam etti. 18 Ağustos 1858’de kendisine ruûs maaşı tahsis edildi. 17 Şubat 1861’de rüşdiye mektebini a‘lâ derece ile tamamladı. İlk görevine Ocak 1862’de Fetvâhâne-i Âlî’nin pusula odasında başladı. 5 Haziran 1864’te imtihanla fetva odasına tayin edildi. İki yıl sonra da mülâzım sınıfına terfi etti ve ilâve memuriyet olarak fetva musahhihliği görevi verildi. 18 Mart 1867’de müsevvidlikle birlikte i‘lâmât-ı şer‘iyye odasında mübeyyizlik hizmetine getirildi. Ertesi yıl İstanbul ruûsuna nâil oldu ve 3 Nisan 1870 tarihinden itibaren Mekke şehri bâb niyâbetine tayin edildi. 11 Mart 1872’de süresini tamamlayarak İstanbul’a döndü ve önceki görevi olan Fetvahâne’de mübeyyizlik hizmetine devam etti. Ardından mûsıle-i Süleymaniyye’ye terfi etti. Bu arada derslerine katıldığı Fetvâ Emini Şehrî Mehmed Nûri Efendi’den 8 Haziran 1873 tarihinde icâzet aldı. Ziyâeddin Efendi’nin Arapça’ya hâkim olduğu kaydedilir.

Ziyâeddin Efendi 18 Mayıs 1874’te Urfa sancağı niyâbet-i şer‘iyyesine getirildi. İki yıl sonra istifa ederek İstanbul’a döndü ve önceki gibi i‘lâmât-ı şer‘iyye odasındaki müsevvidlik vazifesine devam etti. Bu göreviyle birlikte pusulacılık hizmetini de sürdürdü. Ayrıca Fetvâhâne-i İ‘lâmât-ı Şer‘iyye mümeyyizliği muavinliğine tayin edildi. 3 Ocak 1878’de başmüsevvidliğe yükseltildi. 31 Ağustos 1880’de mûsıle-i Süleymaniyye, Eylül 1885’te hâmise-i Süleymaniyye pâyelerini aldı. 3 Haziran 1886’da bilâd-ı mahrecden Trabzon mevleviyetine getirildi; yaklaşık bir yıl sonra bu görevinden ayrıldı. Eylül 1887’de bilâd-ı hamse pâyesi aldı. 10 Temmuz 1888’de kassâm-ı askerî memuriyetine geçti. Ağustos 1889’da Fetvâhâne-i Âlî İ‘lâmât-ı Şer‘iyye mümeyyizliğine tayin edildi. İki yıl kadar bu görevini sürdürdü. 7 Ağustos 1891’de Mekke kadılığına getirildi. 26 Temmuz 1892’de süresini tamamladı ve 17 Mayıs 1893’ten itibaren Trablusgarp merkez niyâbetine gönderildi. Ardından tekrar İstanbul’a döndü. 12 Temmuz 1896’da ikinci defa Fetvâhâne-i Âlî İ‘lâmât-ı Şer‘iyye mümeyyizliğine tayin edildi, sonra da Sadreyn-i Muhteremeyn müsteşarı oldu. 27 Ekim 1896’da İstanbul pâyesini aldı. 24 Haziran 1897’de müsteşarlıktan ayrıldı ve uhdesine İstanbul kadılığı tevcih edildi. Bu görevde bulunduğu sırada kendisine Anadolu kazaskerliği pâyesi de verildi.

9 Şubat 1909 tarihinde Rumeli kazaskerliğine tayin edilen Ziyâeddin Efendi, dört gün sonra Şeyhülislâm Cemâleddin Efendi istifa edince onun tavsiyesiyle şeyhülislâmlığa getirildi. Şeyhülislâmlık görevi kendisine tebliğ edildiğinde rahatsızlığını ileri sürerek önce kabul etmediği, ardından fikrini değiştirmesi üzerine tayininin yapıldığı kaydedilir. Şeyhülislâmlığı kabulde tereddüt etmesi sebebiyle sadâret alayı ertelenmiş, daha sonra da şeyhülislâmın giymesi âdet olan ferve-i beyzâ bulunamadığından Ziyâeddin Efendi siyah lâta üzerine nişan ve kordon takılarak alaya katılmıştır. Bu tayin esnasında II. Abdülhamid’in kendisine bir kupa (kapalı fayton) hediye ettiği, ancak padişah tahttan indirilince arabanın atlarını saraya iade ettiği belirtilir.

Ziyâeddin Efendi’nin şeyhülislâmlığı esnasında, yabancı ülkelerin kanunlarından faydalanılarak yeni kanunlar ve nizamlar konulacağı hakkında programında yer alan kayıtlar dolayısıyla hükümetin eleştirildiği ve Ziyâeddin Efendi’nin Derviş Vahdetî tarafından Volkan gazetesinde yayımlanan bir açık mektupla protesto edildiği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde şeyhülislâmın açıklama yapmak üzere Meclis-i Meb‘ûsan’a davet edilmesi de Volkan gazetesinde İttihâd-ı Muhammedî Cemiyeti adına tepkiyle karşılanmıştı. 13 Nisan 1909’da Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’nın ilk kabinesinin istifasıyla birlikte Ziyâeddin Efendi’nin şeyhülislâmlığı da sona erdi. Ancak ertesi gün oluşturulan Ahmed Tevfik Paşa kabinesinde Ziyâeddin Efendi yine şeyhülislâm olarak görev aldı. 31 Mart Vak‘ası esnasında şeyhülislâm sıfatıyla Ziyâeddin Efendi halkın ve askerin yatıştırılmasında önemli rol üstlendi.

II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesine meşruiyet kazandırmak için hal‘ fetvasını şeyhülislâm olarak Ziyâeddin Efendi verdi. O sırada Meclis-i Meb‘ûsan üyesi olan Elmalılı M. Hamdi (Yazır) tarafından müsveddesi yazılan fetvaya Fetva Emini Hacı Nûri Efendi karşı çıktı ve fetva eminliğinden daha önce istifa etmiş olduğunu bahane ederek fetvayı imzalamadı. Tartışmaların ardından fetva metnine, padişaha kendiliğinden feragat teklif edilmesi fıkrası ile hal‘ kararının oluşturulan meclise (erbâb-ı hall ü akd) bırakılması şeklinde ifadeler eklendi. Ziyâeddin Efendi, II. Abdülhamid’i dinî kitapları tahrif etmek ve yakmakla suçlayan, sebepsiz hapis ve katil, israf yoluyla devletin hazinesine zarar vermek, yemininden dönmek ve fitneye sebebiyet vermek gibi suçlar isnat eden fetvayı imzalamamak için rahatsızlığını ileri sürüp meclise gitmek istemedi. Ancak Talat Paşa’nın tehdit ve zorlamasıyla fetvanın son şeklini imzalamak zorunda bırakıldı (fetva metni için bk. Ali Cevad, s. 148). Fetvayı imzalamadığı takdirde II. Abdülhamid’in öldürüleceği yolundaki telkinin de Ziyâeddin Efendi üzerinde etkili olduğu belirtilir. Ziyâeddin Efendi, fetvayı 14 Nisan 1909’da Tevfik Paşa’nın ilk kabinesinde görevinde bırakılarak ikinci defa şeyhülislâmlığa getirildiği sırada imzaladı. Fetva metni 27 Nisan’da Meclis-i A‘yân ve Meclis-i Meb‘ûsan üyelerinin katılımıyla oluşturulan Meclis-i Umûmî-i Millî’de okunup oy birliğiyle hal‘ kararı alındı.

Ziyâeddin Efendi ikinci defa tayin edildiği şeyhülislâmlık görevinde sadece yirmi bir gün kalabildi ve 5 Mayıs 1909’da Tevfik Paşa kabinesinin istifası üzerine makamından ayrıldı. Yerine Pîrîzâde Mehmed Sâhib Efendi getirildi. Toplam meşihat süresi iki ay yirmi bir gündür. Ziyâeddin Efendi şeyhülislâmlıktan ayrıldıktan sonra Meclis-i A‘yân üyesi oldu, vefatına kadar bu görevde kaldı. Vefat tarihi hakkında kaynaklarda 1914, 1917, 1918 ve Ramazan 1920 gibi farklı bilgiler vardır. Albayrak ise vefat tarihini 2 Ramazan 1336 (11 Haziran 1334/1918) olarak verir. Mehmed Ziyâeddin Efendi vasiyeti üzerine Eyüp’te bulunan aile mezarlığına defnedildi. Halen mezarının Eyüp’te Beybaba sokağı üzerinde Feridun Ahmed Paşa Türbesi karşısında ve sokağın dirsek yaptığı mevkide Küçük Hüseyin Efendi hazîresinde olduğu belirtilir. Kabri 1950’de torunu Yekta Fırat Bey tarafından yaptırılmıştır. Mezar taşındaki ifadelerden damadı Mehmed Selâhaddin Bey’in kabrinin de burada bulunduğu anlaşılmaktadır (Haskan, II, 80). Birinci dereceden Mecîdî ve Osmânî nişanlarına sahip olan Ziyâeddin Efendi’nin bir kızının bulunduğu ve torunlarının da bu kızından doğduğu bilinmektedir. Onun kendi halinde sessiz bir insan olduğu, nâzırlar heyetinde ve Meclis-i A‘yân’da söze pek karışmadığı kaydedilir. Bu sebeple, Hüseyin Hilmi Paşa’nın mecliste hiçbir iş için konuşmayan Ziyâeddin Efendi’den hoşlanmadığı ve, “Cemâleddin Efendi’nin yerine şeyhülislâm bulamadık” diye şikâyette bulunduğu nakledilir.


BİBLİYOGRAFYA

İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, Sicil Dosyaları, nr. 247 [not: Sadece dosya mevcut, içinde evrakı yok].

Sicil Defteri, İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, VII, 33.

, s. 617-619.

, IX, 1297-1299, 1403; XI, 1665, 1708, 1711.

Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara 1951, s. 21, 23, 35-38.

Ali Cevat, İkinci Meşrutiyetin İlânı ve Otuzbir Mart Hadisesi (haz. Faik Reşit Unat), Ankara 1960, s. 38, 48-54, 57-58, 90-92, 129, 140, 147-154, 179, 180, 191.

, IV, 376-377, 556-557.

Abdülkadir Altunsu, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ankara 1972, s. 222-225.

M. Orhan Bayrak, İstanbul’da Gömülü Meşhur Adamlar (1453-1978), İstanbul 1979, s. 82.

Abdurrahman Şeref, Tarih Söyleşileri (s.nşr. Mübeccel Nami Duru), İstanbul 1980, s. 236.

Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Ulemâsı, İstanbul 1996, III, 378-379.

Osman Selim Kocahanoğlu, Derviş Vahdeti ve Çavuşların İsyanı, İstanbul 2001, s. 159-162.

M. Nermi Haskan, Eyüplü Meşhurlar, İstanbul 2004, II, 79-80.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 44. cildinde, 490-491 numaralı sayfalarda yer almıştır.