ZÜLFİKAR

Resûl-i Ekrem’in Hz. Ali’ye verdiği meşhur kılıç.

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/2Müellif: MUSTAFA ÖZBölüme Git
    Sözlükte “sahip” anlamındaki zû ile “omurga, boğum” mânasına gelen fekār kelimelerinden oluşan zülfekār Hz. Ali’nin iki tarafı keskin, ortası yivli kı…
  • 2/2Müellif: MELİHA YILDIRAN SARIKAYABölüme Git
    TÜRK EDEBİYATI. Türk edebiyatında daima Hz. Ali’ye izâfe edilerek anılan zülfikar düldülle birlikte ona Allah tarafından bahşedilen efsanevî bir kılıç…

Müellif:

Sözlükte “sahip” anlamındaki ile “omurga, boğum” mânasına gelen fekār kelimelerinden oluşan zülfekār Hz. Ali’nin iki tarafı keskin, ortası yivli kılıcının adıdır. Kelime Türkçe’ye zülfikar şeklinde geçmiştir. Hz. Peygamber, Bedir Gazvesi’nde ele geçirilen ganimetleri savaşa katılanlar arasında taksim ederken uzunluğu yedi karış, eni bir karış olduğu belirtilen (Ya‘kūbî, II, 88) boğumlu bir kılıcı kendine ayırmıştı. Kabzasının ucu gümüşten, bağında bir halkası, ortasında da gümüşten bir süs topuzcuğu bulunan zülfikarın Merzûk es-Sakīl adlı bir kılıç ustası tarafından yapıldığı rivayet edilir. Zülfikarın Mekke’de Haccâcoğulları’ndan Münebbih b. Haccâc yahut Nebîh b. Haccâc’a ait olduğu zikredilmekle birlikte (Belâzürî, I, 144-145) genelde kabul edilen görüşe göre kılıç Bedir’de öldürülen Âs b. Münebbih’e aittir. Onu öldüren kişi bilinmediği için umumi ganimetler arasına dahil edilmiştir (a.g.e., I, 145, 294, 521). Kılıca zülfikar adı, büyük ihtimalle ele geçirildikten sonra yivli ve iki tarafının keskin oluşundan dolayı verilmiştir. Resûlullah zülfikarı Hz. Ali’ye verinceye kadar kendisi kullanmıştır (İbn Seyyidünnâs, II, 918).

Resûl-i Ekrem’in zülfikarı Hz. Ali’ye ne zaman hediye ettiği kesin olarak bilinmemekte, genellikle Uhud Gazvesi’nde verdiği kabul edilmekte ve bu sırada, “Lâ fetâ illâ Alî, lâ seyfe illâ zülfikār” (Ali’den başka yiğit, zülfikardan başka kılıç yoktur) diye nidâ edildiği ileri sürülmektedir. Bu hususta farklı görüşler de vardır. Meselâ Vâkıdî’nin naklettiği bir rivayete göre Resûlullah, 6 yılının Cemâziyelâhirinde (Ekim-Kasım 627) Zeyd b. Hârise kumandasındaki Hismâ seriyyesinde ele geçirilen esir ve ganimetlerle ilgili hüküm vermek üzere Hz. Ali’yi görevlendirmiş, Ali de Zeyd’in kendisine itaat edip etmeyeceği konusunda tereddüdünü bildirince Hz. Peygamber, kılıcını (zülfikar) ona kendisi tarafından görevlendirildiğine alâmet olmak üzere vermiştir (el-Meġāzî, II, 559). Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra Abbas b. Abdülmuttalib, Halife Ebû Bekir’e miras konusunda amcanın mı yoksa amcazadenin mi önce geldiğini sormuş, amcanın önce geldiği cevabını alınca bu defa Resûlullah’ın bineği düldül ile zırhı ve kılıcı zülfikarın niçin Ali’ye intikal ettiğini öğrenmek istemiş, Ebû Bekir de zülfikarı Ali’nin elinde gördüklerini ve kılıcı ondan almanın uygun bir davranış olmayacağını söyleyince Abbas bu isteğinden vazgeçmiştir (Belâzürî, I, 525).

Zülfikar Hz. Ali’den sonra Hasan ve Hüseyin’e, Hüseyin’den sonra Ali evlâdına intikal etmiştir. Muhammed b. Abdullah el-Mehdî (en-Nefsüzzekiyye), Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr’a karşı Medine’de isyan ettiğinde zülfikar onun elinde bulunuyordu. Savaş esnasında Abbâsî ordusundan atılan bir okla yaralanan Muhammed b. Abdullah öleceğini anlayınca zülfikarı kendisine 400 dinar borçlu olduğu tüccara vermek istemiş, Ebû Tâlib neslinden onunla karşılaşacak bir kişinin borcu ödeyip kılıcı geri alacaklarını söylemiştir. Ca‘fer b. Süleyman b. Ali, Yemen ve Medine valiliğine getirilince zülfikarı 400 dinar vererek almıştır. Kılıç daha sonra Abbâsî Halifesi Mehdî-Billâh tarafından satın alınmış, ardından Halife Hâdî-İlelhakk’a ve Hârûnürreşîd’e intikal etmiştir. Şair Asmaî, Tûs’ta bulunduğu sırada Hârûnürreşîd’i zülfikarı kuşanmış olarak gördüğünü belirtir. Asmaî, Hârûnürreşîd’in zülfikarı kendisine gösterebileceğini söylediğini, onun izniyle zülfikarı eline alıp kınından sıyırdığını ve on sekiz boğumlu olduğunu kaydeder. Hârûnürreşîd’in daha sonra zülfikarı kumandanlarından Yezîd b. Mezyed’e hediye ettiği rivayet edilir. Buhtürî’nin divanındaki şiirlerden zülfikarın Abbâsîler’den Mu‘tez-Billâh’ın eline geçtiği anlaşılmaktadır (Dîvân, II, 239). IV. (X.) yüzyılda Muktedir-Billâh’ın elinde bulunduğu bilinen zülfikarın daha sonra kime intikal ettiğine dair yeterli bilgi yoktur. Bazı tarihçiler, kılıcın kısa bir süre Fâtımîler’e geçtikten sonra tekrar Abbâsîler’e intikal ettiğini ileri sürerler. Rivayete göre Ya‘kūb b. İshak et-Temîmî adlı bir Fâtımî kumandanı Abbâsî kuvvetlerince esir alınıp Bağdat’ta hapsedilmiş, on dört yıl hapis yattıktan sonra Abbâsî Halifesi Muktedir-Billâh’ın 320’de (932) öldürülmesi esnasında meydana gelen karışıklıklardan faydalanıp Mehdiye’ye kaçarken zülfikarı da beraberinde götürmüştür. Makrîzî zülfikarla birlikte Amr b. Ma‘dîkerib, Hz. Hüseyin, Hamza b. Abdülmuttalib, Ca‘fer es-Sâdık ve bazı Fâtımî halifelerinin kılıçlarını Mısır’daki hizânetü’s-silâhta gördüğünü, fakat bunların Fâtımî Halifesi Müstansır-Billâh’a karşı çıkan Hamdân ve Şâver oğulları gibi emîrler tarafından zaman içinde yağmalanıp paylaşıldığını belirtmektedir (el-Ḫıṭaṭ, II, 267-268). Hâkimiyet, güç ve iktidar sembolü olan kılıcı Resûl-i Ekrem’in Hz. Ali’ye hediye etmesi Şiîler tarafından metafizik ve mânevî bağlamda yorumlanarak Ali’nin zâhirî ve bâtınî mânada Peygamber’in tek ve hakiki vârisi olduğuna inanılmış, Mehdî’nin son savaşında bu kılıcı kullanacağı iddia edilmiştir. İmam Ali er-Rızâ’nın, zülfikarın Allah’ın emriyle Cebrâil tarafından semadan indirildiğini söylediği de rivayet edilir (Ya‘kūbî, II, 88).

İslâm ülkelerinin edebiyat ve kültürlerinde zülfikara geniş yer verilmiş, Osmanlı sanatında çeşitli malzemeler üzerine zülfikar resmedilmiştir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde kayıtlı Siyer-i Nebî (Hazine, nr. 1223) ve Falnâme (Hazine, nr. 1703) gibi minyatürlü yazmalarda Hz. Ali’nin zülfikarla düşmanlarını, ejderi ve aslanı öldürüşü tasvir edilmektedir. Barbaros Hayreddin Paşa’nın İstanbul Deniz Müzesi’nde muhafaza edilen sancağında iri bir zülfikar motifi bulunmaktadır. Zülfikar bazı mezar taşlarına da konu olmuştur. Osmanlı devrinde sevilerek giyilen tılsımlı gömleklerin bir kısmında, Bektaşîlik’te ve çeşitli tarikatlarda, Hz. Ali’ye ait hat ve levhalarda zülfikar motifi yaygın biçimde kullanılmıştır. Özellikle halk sanatında zülfikar motifi çokça işlenmiş olup yakın dönemde de -formları bozulmakla birlikte- takı şeklinde ele alınıp kullanıldığı görülmektedir. David Geoffrey Alexander, New York Üniversitesi’nde zülfikarla ilgili bir doktora tezi hazırlamıştır (Dhulfakar, New York 1984).


BİBLİYOGRAFYA

, s. 305.

İbnü’l-Kelbî, Kitâbü’l-Eṣnâm (nşr. Ahmed Zekî Paşa), Kahire 1914, s. 15.

, I, 103-104; II, 559.

, I, 486-487.

, I, 144-145, 294, 521, 525.

Buhtürî, Dîvân, İstanbul 1300, II, 239.

, II, 88.

, VI, 330-331.

, Kahire 1356, II, 918.

, Beyrut 1953, II, 267-268.

S. M. Zwemer, Studies in Popular Islam, London 1939, s. 25-39.

Abdurrahman Zekî, es-Seyf fi’l-ʿâlemi’l-İslâmî, Kahire 1957, s. 42.

Malik Aksel, Türklerde Dinî Resimler, İstanbul 1967, s. 88, 108.

Zdzisław Żygulski, Ottoman Art in the Service of the Empire, New York 1992, s. 46-50.

Metin And, Minyatürlerle Osmanlı-İslâm Mitologyası, İstanbul 1998, s. 356-357.

Serdar Özdemir, Hz. Peygamber’in Seriyyeleri, İstanbul 2001, s. 60-65.

J. Hathaway, “The Iconography of the Sword Zülfikâr in the Ottoman World (With Special Reference to Egypt)”, International Congress on Learning and Education in the Ottoman World (ed. Ali Çaksu), İstanbul 2001, s. 365-376.

M. Abdülhay el-Kettânî, Hz. Peygamber’in Yönetimi: et-Terâtîbu’l-idâriyye (trc. Ahmet Özel), İstanbul 2003, I, 518, 523.

Seyyid Mahmûd Husrevânî Şerîatî, “Ẕülfiḳār Mîrâs̱î ez-Peyâmberân-ı Küẕeşte”, Mîşkât, sy. 44, Meşhed 1373 hş./1994, s. 170-179.

Hâlid Sâlih el-Aselî, “Eḍvâʾ ʿalâ seyfi’r-Resûl”, Âdâbü’r-râfideyn, XIII, Musul 1981, s. 79-95.

Hâlid Sindâvî, “Seyf Ẕülfiḳār fi’l-edebi’ş-Şîʿî”, el-Kermil, sy. 21-22, Hayfa 2000-2001, s. 201-217.

E. Mittwoch, “D̲h̲u’l-Faḳār”, , II, 233.

Jean Calmard, “Du’l-Faqār”, , VII, 566-568.

Abdülhüseyin Şehîdî Sâlihî, “Ẕülfiḳār”, , VII, 52-53.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 44. cildinde, 553-554 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

TÜRK EDEBİYATI. Türk edebiyatında daima Hz. Ali’ye izâfe edilerek anılan zülfikar düldülle birlikte ona Allah tarafından bahşedilen efsanevî bir kılıç olarak yer almıştır. İçinde Ali’nin efsanevî hayatına dair epeyce malzeme bulunan Yemînî’nin Fazîletnâme’sinde, “Belinde zülfikār altında düldül / Önünce bile kanber ol şehe kul” beytiyle tasvir edilmektedir. Bu kılıç düşmanın konumuna göre bazan 40, bazan da 150 arşın uzunluktadır. Kan Kal’ası Cengi’nde zülfikarın on kişi tarafından taşınamayacak kadar ağır olduğu, Umman Cengi’nde bir fili binicisiyle beraber ikiye bölerek yerin 60 arşın derinliğine saplandığı, kırk kişiyi birden biçecek kudrete sahip bulunduğu ve düşmanın boynuna büyük bir gürültü ile indiği anlatılmaktadır. Zülfikar taşı kesecek kadar keskindir, çıkardığı ateşle kara büyüleri yakıp yok eder. Zülfikarın en çok söz konusu edildiği metinlerin başında Hz. Ali cenkleri gelmektedir. Bu cenklerde Hz. Ali zülfikarla ve atı düldülle büyük kahramanlıklar gösterir (Demir – Erdem, s. 347). Saz şairleri ve özellikle Alevî-Bektaşî şairleri de zülfikardan sık sık söz ederler: “Yolumuz on iki imama çıkar / Mürşidim Muhammed Ahmed-i Muhtâr / Rehberim Alî’dir sâhib-zülfikār / Kulundur Şâhiyâ dîvâna geldim” (Şâhî); “Yûnus’un deryâya daldığı zaman / Kırk gündüz kırk gece kaldığı zaman / Ali zülfikarı çaldığı zaman / Hayber Kal‘ası’nda kolunda idim” (Pîr Sultan Abdal). Ayrıca “Lâ fetâ illâ Alî, lâ seyfe illâ zülfikār” (Ali’den başka yiğit, zülfikardan başka kılıç yoktur) ibaresi pek çok şair tarafından nazma çekilmiş, özellikle musammatların mütekerrir mısraı olarak kullanılmıştır. Ümmî Sinan’ın, “Lâ fetâ illâ Alî lâ seyfe illâ zülfikār / Kenz-i mahfîdir sana kân-ı hidâyet Murtazâ” ve Şeyh Galib’in, “Ebruvânında yazar ol seyyid-i âlî-tebâr / Lâ fetâ illâ Alî lâ seyfe illâ zülfikār” beyitleri bunun örneklerindendir. Zülfikar şiirlerde Hz. Ali’nin kılıcı olarak gerçek anlamıyla zikredildiği gibi teşbih, istiare, telmih ve mecaz yoluyla bazı kavram ve unsurların tanımlanmasında da kullanılmıştır. Bu yönüyle Türk şiirinin zengin imajlarının önemli bir unsurudur. Hatâî, “Zülfikāriyle musahhar kıldı heft kişveri / Parmağiyle fethediptir kapısını Hayber’in” beytinde, cihanı zülfikarıyla hükmü altına alan Hz. Ali’nin Hayber kapısını parmağıyla açar gibi kolayca açtığını ifade etmektedir. Ali methine tahsis edilen şiirlerde (na‘t-ı Alî) zülfikar teşhis sanatıyla âdeta müstakil bir hüviyete bürünmektedir. Nâilî’nin, “Ne zülfikār ki bir yerde eylemez âram / Bulunca pençe-i pür-zûr-ı şîr-i yezdânı” beytine göre zülfikarın kabzası Hz. Ali’nin güçlü pençesine kavuştuğunda onunla âdeta bütünleşmektedir.

Zülfikar, Türkler’de eski bir gelenek olan silâh üzerine yemin etme âdetinde bir yemin unsuru olmuştur. Taşlıcalı Yahyâ’nın, “Dôstum şâh-ı velâyet kılıcı hakkıçün / Gün gibi hüsn iline eylediler şeh seni” ve Şeyh Galib’in, “Lâ-havl o çeşm-i sâhir-i şehlâ-nigâhtan / Her sözde zülfikār-ı Alî’ye yemin eder” beyitleri buna örnektir. Padişahlar ve devlet ricâli hakkında yazılan kasidelerde övülen kişinin kılıcı ekseriyetle zülfikara benzetilir. Yine Taşlıcalı Yahyâ’nın, “Göz yaşı gibi düşe yüz üzre adûların / Çeksen gazâ gününde Alî gibi zülfikār” beytinde olduğu gibi. Bâkî, Hz. Ali misali din düşmanlarına aman vermeyen Sultan III. Mehmed’in elindeki kanlı kılıcı da zülfikara teşbih etmektedir: “Eyler hücûmu düşmen-i dîne Alî-sıfat / Şemşîr-i hûn-feşânı kılar kâr-ı zülfikār.” Yavuz Sultan Selim için söylediği bir kasidesinde Hayâlî Bey, “Revâfızla havâric mün‘adim oldu zamânında / Çekelden şark u garbe zülfikār-ı şâh-ı merdânı” beytinde padişahın tıpkı Ali gibi hem Hâricîler’i hem de Râfizîler’i etkisiz hale getirdiğini ifade etmektedir. Hz. Ali nasıl yiğitlerin şahı ise zülfikar da silâhların en mükemmelidir. “Şöyle kâr eyler adûya tîğ-i ser-tîzi anın / Etse anı zülfikār-ı Hayder-i kerrâr eder” beytinde Enderunlu Vâsıf zülfikarın gücünü vurgulamaktadır. İki tarafının hilâl gibi boğumlu ve keskin, ortasının yivli olması yönüyle de zülfikar teşbih ve istiare unsuru olarak kullanılmıştır: “Âh mahabbet seyfiyle bu sînemi âmâc eden / Zülfikār-ı Hayder-i kerrâra benzer kaşların” (Yavuz Sultan Selim). Taşlıcalı Yahyâ ise, “Zülfikār-ı Hayder-i kerrâra benzer hey’eti / Âşık-ı şeydâya dest-i merhabâdır gönderi” beytinde sevgilinin duruşunu zülfikara, elindeki mızrağı da divane âşığa merhaba diyerek selâm veren ele benzetmektedir.

Sevgilinin can alıcı gamzesi etkili ve tahripkâr yönüyle divan şiirinde zülfikara benzetilir. Esasen gamze göz, kaş ve kirpiklerle birlikte âşığa cefa eden sevgilinin kan dökücü silâhlarıdır; Leylâ Hanım’ın, “Gamzesi zülfikār-ı Hayder’dir / İki ebrûsu iki hançerdir” beytinde olduğu gibi. Bunların dışında zülfikar en çok kaleme teşbih edilir: “Kim alırsa destine tahrîr-i vasfınçün kalem / Gösterir a‘dâ-yı dîne zülfikār-ı Hayder’i” (Birrî Mehmed Dede). Müştak Baba’nın, “Sıdk ile Sıddîkıyem Fârûkiyem Osmâniyem / Hayderîyem elde hâmem zülfikārımdır benim” beytinde kalemle zülfikar arasındaki benzerlik teşbîh-i belîğ ile kurulmuştur. Ayrıca lisan ve kelâm da olumlu olumsuz özellikleriyle zülfikara teşbih edilir. Özellikle dil, açtığı onulmaz gönül yaraları sebebiyle zülfikara eştir. “Vasf eylemekte zâtını ey Murtazâ-sehâ / Dürr ü cevâhir oldu zebânım çü zülfikār” beytinde Figānî, cömertliğiyle Hz. Ali’ye benzettiği Kemalpaşazâde’yi anlatırken onun söylediği güzel sözlerle dilinin zülfikar gibi inci ve mücevher haline geldiğini söylemektedir.

Abdâlân zümresini tasvir ettiği bir gazelinde Âhî bu zümre mensuplarının göğüslerine yaptırdıkları Ali ve zülfikar dövmelerini hatırlatarak, “Abdallarız ki her tarafa yâ Alî diye / Diller uzattı sînedeki zülfikārımız” demektedir. Zülfikarın ucunun çatallı olduğu inancı gerçeği yansıtmasa da bu özellik “yâ Alî” yazıları dışında zülfikar resimlerinde de görülür. Ali (علي) isminin sonundaki yâ harfi, celî sülüs veya celî ta‘lik istiflerde ters yönlü yâ ile (yâ-yi ma‘kûs) yazıldığı zaman harfin uç kısmı ucu çatallı zülfikara benzetilir. Ayrıca diğer bazı harfler ve özellikle lâmelif de ucu çatallı zülfikara teşbih edilir. Zülfikara benzetilen başka unsurlar arasında el, pençe ve alem yer almaktadır. Taşlıcalı Yahyâ, divanının dîbâcesinde eserindeki harflerden bir kısmını özellikle anmakta ve bu harflerle ilgili teşbihler geliştirmektedir. Bunlardan biri de “lâmelif”tir: “Her görünen lâmelifi zülfikār / Yâ’ları kavs-i felek-i nâmdâr.” “Rûz u şeb” redifli kasidesinde Şeyh Galib zülfikarı Hz. Ali’nin pençesi şeklinde nitelemektedir: “Pençe-i şîr-i Hudâ’dır mihr ü mehtir zülfikār / Çeşm-i hussâda bu ma‘nâ günden azher rûz ü şeb.” Bazı sûfî şairler zülfikarı aşk, mârifet, gayret, himmet, ihlâs ve dua gibi kavramların etkisini anlatmak için kullanmışlardır. Nesîmî’nin, “Doğru söz doğrar hasûdun bağrını şol ma‘niden / Münkire oldu Nesîmî’nin kelâmı zülfikār” beytinde Nesîmî’nin zülfikar gibi keskin sözünün hasetçinin bağrını doğradığı ve inkârcılara zarar verdiği vurgulanmaktadır. Aziz Mahmud Hüdâyî, “N’ola ol münkiri duâ-yı velî / Kesse mânend-i zülfikār-ı Alî” müfredinde velînin duasının zülfikar gibi keskin olmasını temenni etmektedir. Sun‘ullah Gaybî de, “Ser-i şirki serâpâ kat‘ eder ol / Alî’nin zülfikārıdır mahabbet” beytinde muhabbetin tıpkı zülfikar gibi şirkin başını kesip attığını söylemektedir.

Ali, zülfikar ve atı düldül Türk kültüründe önemli yeri olan yiğit, silâh ve binek terkibini teşkil etmesi bakımından şairlere ilham vermiştir: “Sana hüsn ü bana yaş gökten inmiş / Alî’ye zülfikāriyle düldül” (Kadı Burhâneddin). “Der cûd u heybetin ile râkib gören seni / Düldüldür atı kendi Alî tîği zülfikār” beytinde Mesîhî mahbubun, zülfikara benzeyen kılıcını kuşanıp ata bindiğini görenlerin Hz. Ali’nin düldül üzerindeki heybetli duruşunu hatırladıklarını ifade etmektedir. Zülfikar ile düldülün zikredildiği beyitlerde zülfikar şairin elinde mûcizeler yaratan kalemin, düldül ise şairin sanatkâr tabiatının kendisine benzetilenidir. “Hayder-i kerrârıyım meydân-ı nazmın Bâkiyâ / Nevg-i hâme zülfikār u tab‘ düldüldür bana” beytine göre elindeki kalemin sivri ucunu zülfikara benzeten Bâkî’nin sözleri zülfikar kadar keskindir, yüksek sanatkâr tabiatı da düldüle benzemektedir; Bâkî ise şiir meydanının Hayder-i kerrârıdır.

Zülfikarın menşei konusunda çeşitli rivayetler vardır. Bunlardan birine göre Hz. Ali, Yemen’de demir kaide üzerinde duran taştan yontulmuş bir putu kırmış ve demirini Medine’ye götürmüştür. Ömer es-Saykal adlı demirci bu demiri eriterek her biri 7 arşın boyunda ve 1 karış eninde iki kılıç dökmüş, ortasına kanın akması için yivler açmıştır. Şiî geleneğine göre zülfikar Hz. Mûsâ’nın asâsı, on emirin taşındığı kutsal sandık ve kendi tabutuyla birlikte Hz. Âdem tarafından cennetten çıkarılmıştır. Zülfikarın âkıbetine dair bir rivayete göre kılıç Necef denizine bırakılmıştır. İbn Mülcem tarafından zehirli bir hançerle yaralanan Ali çocuklarına bazı vasiyetlerde bulunmuş ve düldülün sahraya, zülfikarın da Necef denizine bırakılmasını emretmiştir. Hz. Ali bu vazifeyi önce Hasan’a vermiş, onun zülfikara kıyamadığını anlayınca bu defa Hüseyin’i görevlendirmiş ve Hüseyin’den geri döndükten sonra gördüklerini anlatmasını istemiştir. Hüseyin, “Çün bıraktım zülfikārı deniz kaynadı, kan oldu; ol aradan gitti” deyince (Eşrefoğlu Rûmî, s. 10) Ali vasiyetinin yerine getirildiğinden emin olmuştur. Bir diğer inanışa göre Hz. Ali, Resûl-i Ekrem’in ölümünden sonra -onun vasiyeti üzerine- zülfikarı hiç taşımamış ve kullanmamıştır. Alevîliğin muteber kaynaklarından Yemînî’nin Fazîletnâme’sinde bu konu şöyle anlatılmaktadır: “Resûlullah vasiyyet eylemiştir / Alî’ye son deminde söylemiştir // Kuşanma zülfikārı ba‘de benden / Ki ben râzî olam her halde senden.”

İslâm dünyasında dinî meşruiyet ve askerî üstünlük için mücadele edenlerin zülfikarı bir simge halinde kullandıkları bilinmekte, kılıcın Türkistan bölgesinde İslâmiyet’in yayılmasında önemli rolü olduğuna inanılmaktadır. Esasen fevkalâde özelliklere sahip kılıç inancı Hunlar’dan Osmanlılar’a kadar devam etmiş, zülfikara yüklenen anlamlar da bu inançtan zuhur etmiştir. Osmanlılar’da zülfikar genellikle yeniçerilerle bağlantılı biçimde düşünülmüştür. Yeniçerilerin zülfikara gösterdikleri bağlılık Hz. Ali’ye bağlılıklarının bir parçası ve Bektaşîlik’le ilişkilerinin bir uzantısıdır. Nitekim yeniçerilerin savaş sancağı üzerinde bir zülfikar motifi bulunmaktaydı. Ordu ile bu motif arasındaki bağlantı Hz. Peygamber’in Ali’ye zülfikarı kuşandırmasına kadar götürülebilir. Osmanlı devlet teşkilâtında Osman Gazi’den itibaren gelenek halini alan “taklîd-i seyf” adlı kılıç kuşanma merasimi de buna bağlanabilir.

Osmanlılar’da zülfikar motifi tezyinatta da kullanılmış, özellikle İslâm resim sanatının en önemli kısmını teşkil eden kitap resimlerinde Hz. Ali daima elinde veya belinde zülfikarla, kanber ve düldülle tasvir edilmiş, dinî resimlerde de Ali’ye ve zülfikara çeşitli hat kompozisyonları içinde yer verilmiştir (Aksel, tür.yer.).


BİBLİYOGRAFYA

Nesîmî Dîvânı (haz. Hüseyin Ayan), Ankara 1990, s. 142.

Eşrefoğlu Rûmî, Tarikatnâme (haz. Esra Keskinkılıç), İstanbul 2002, s. 10.

Mesîhî Dîvânı (haz. Mine Mengi), Ankara 1995, s. 69.

Âhî Divânı (haz. Necati Sungur), Ankara 1994, s. 113.

Hayâlî Bey Dîvânı (haz. Ali Nihat Tarlan), İstanbul 1945, s. 63.

Yahyâ Bey Dîvânı (haz. Mehmed Çavuşoğlu), İstanbul 1977, s. 12, 54, 569, 585.

Bâkî Dîvânı (haz. Sabahattin Küçük), Ankara 1994, s. 27, 109.

Seyyid Azîz Mahmûd Hüdâyî Dîvânı (haz. Ziver Tezeren), İstanbul 1985, II, 197.

Ümmî Sinan Divanı: İnceleme-Metin (haz. A. Azmi Bilgin), İstanbul 2000, s. 23.

Sun‘ullâh-ı Gaybî Dîvânı: İnceleme-Metin (haz. Bilal Kemikli), İstanbul 2000, s. 256.

Şeyh Galib Dîvânı (haz. M. Muhsin Kalkışım), Ankara 1994, s. 51, 285, 456.

Enderunlu Osman Vâsıf Bey ve Dîvânı (haz. Rahşan Gürel), İstanbul, ts. (Kitabevi), s. 265.

Abdülkadir Karahan, Figanî ve Divançesi, İstanbul 1966, s. 22.

Cemâl Kurnaz, Hayâlî Bey Dîvânı’nın Tahlili, İstanbul 1996, s. 242.

İsmet Çetin, Türk Edebiyatında Hz. Ali Cenknâmeleri, Ankara 1997, s. 423-427.

Meliha Yıldıran Sarıkaya, Türk-İslâm Edebiyatı’nda Hz. Ali (doktora tezi, 2004), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 56-62, 355-383.

Serpil Bağcı, “Metinlerden Resimlere: El Yazma Tasvirlerinde Hz. Ali”, Tarihten Teolojiye: İslam İnançlarında Hz. Ali (haz. Ahmet Yaşar Ocak), Ankara 2005, s. 217-250.

Necati Demir – Mehmet Dursun Erdem, Hazret-i Ali Cenkleri, Ankara 2007.

Nejat Sefercioğlu, Nev’î Divanı’nın Tahlîli, Ankara 2001, s. 172.

Malik Aksel, Türklerde Dinî Resimler (haz. Beşir Ayvazoğlu), İstanbul 2010, tür.yer.

Nurettin Albayrak, Ansiklopedik Halk Edebiyatı Sözlüğü, İstanbul 2010, s. 574-575.

“Müessis-i Devlet-i Aliyye Osman Gazi Hazretlerinin Taklîd-i Seyf Merasimi”, Osmanlı Târih ve Edebiyat Mecmuası, II/20, İstanbul 1335, s. 464-476.

J. Hathaway, “Unutulan İkon: Hz. Ali’nin Kılıcı Zülfikar’ın Osmanlı Türevi” (trc. İdil Eser), Cogito, sy. 19, İstanbul 1999, s. 147.

T. R. Topuzoğlu, “Zülfekâr”, , XIII, 649-650.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 44. cildinde, 554-556 numaralı sayfalarda yer almıştır.