ABDULLAH b. TÂHİR

Ebü’l-Abbâs Abdullāh b. Tâhir b. el-Hüseyn (ö. 230/844)

Abbâsîler devrinin önemli devlet adamı ve kumandanlarından.

Müellif:

182’de (798) muhtemelen Horasan’da doğmuş, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını orada geçirmiştir. Babasının nezareti altında çok iyi yetiştirildiği anlaşılmaktadır. Hârûnürreşîd’in oğulları Emîn ile Me’mûn arasındaki hilâfet mücadelesinde Me’mûn tarafını tutan ve bu işte baş rolü oynayan babası Tâhir’in maiyetinde o da bu mücadeleye katıldı. el-Cezîre’de çıkan isyanları bastırmak üzere 815 yılında bölgeye vali tayin edilen babasının yanında ilk askerî ve idarî tecrübelerini kazandı. Babasının buradan ayrılmasından sonra (11 Ağustos 819) onun vekili sıfatıyla mücadeleye devam etti. Babası Horasan valiliğine tayin edilince o da Bağdat sâhibü’ş-şurtalığına getirildi. el-Cezîre isyanları tehlikeli bir hal alması üzerine halife Me’mûn tarafından el-Cezîre ile birlikte Şam ve Mısır valiliğine tayin edilerek isyanı bastırmakla görevlendirildi (821). 20.000 kişilik bir kuvvetle Rakka’ya gelince, önceleri âsilere karşı müsamahalı davranarak kendisine karşı birlikte hareket etmelerini önlemeye çalıştı. Ancak isyan, bütün Kuzey Suriye ve el-Cezîre bölgesindeki Mudar kabilelerinin katılmasıyla genişleyerek dört yıl kadar dürdü. Bunun üzerine âsilerin hareket üssü haline getirdikleri kaleleri zaptederek onları teslim olmaya zorladı. Çetin bir mücadeleden sonra önce Bâlis Kalesi’ni zaptetti. Burada isyanın elebaşısı Nasr b. Şebes’in bulunduğu Keysûm Kalesi’ne saldırdı ve kaleyi kuşattı. Muhasara üzerine Nasr eman dilemek zorunda kaldı; ancak Abdullah’ın bölgeden ayrılmasından sonra tekrar isyan etti. Geriye dönen Abdullah, kaleyi ikinci defa kuşatarak Nasr’ı teslim aldı ve Bağdat’a gönderdi.

Bu isyanın bastırılmasından sonra sıra Mısır meselesinin halline gelmişti. Emîn ile Me’mûn arasındaki iktidar mücadelesi, eskiden beri Mısır’da devam eden kabileler arası rekabeti daha da arttırmış ve işi silâhlı mücadeleye kadar gütürmüştü. Kardeş kavgasının sona ermesi üzerine sükûnet sağlanır gibi gözükürken, Endülüs Emevî Hükümdarı I. Hakem’in 15.000 aileyi Mısır’a sürgün etmesi durumu iyice gerginleştirdi. Bu arada Mısır Valisi Ubeydullah b. Sârî hilâfet merkezi ile ilgisini kesip vergisini göndermeyince, halife Mısır’ı tekrar merkeze bağlama işini Abdullah’a verdi. 825 yılında Mısır’a hareket eden Abdullah, İskenderiye’yi Endülüslüler’in elinden geri aldı; âsileri mağlûp ederek Ubeydullah’ı eman dilemeye mecbur etti ve Bağdat’a döndü (826). el-Cezîre ve Mısır isyanlarının bastırılmasında gösterdiği başarıdan dolayı Abdullah bu sefer, Azerbaycan’da isyan eden Bâbek el-Hürremî gailesini ortadan kaldırmakla görevlendirildi. Bu iş için önce Azerbaycan ve Ermeniye valiliğine tayin edildi. Dînever’de, Bâbek üzerine harekete geçireceği orduyu hazırlarken, kardeşi Talha b. Tâhir’in ölümü üzerine, onun yerine Horasan valiliğine tayin edildi (214/829-30).

821 yılından itibaren önce babasının, sonra da kardeşinin idaresi altında bulunan Horasan’a giden Abdullah, Rey’den Hindistan’a kadar uzanan bölgeyi, tam mânasıyla bağımsız bir hükümdar gibi yönetmeye başladı. 834’te Tâlekān’da isyan eden Hz. Ali evlâdından Muhammed b. Kāsım’ın isyanını kolayca bastırdı ve Kasım’ı yakalayarak Bağdat’a gönderdi. Birkaç yıl sonra, idarî bakımdan Horasan’a bağlı olan Taberistan’da daha tehlikeli bir isyan çıktı. Bunun sorumlusu bir bakıma Abdullah’tı; çünkü onun, Taberistan’da Kārinîler ailesinden Mâzyâr b. Kārin’i halifeye şikâyet etmesi üzerine, Mâzyâr ödemekte olduğu vergiyi kesmişti. Mâzyâr’ı isyana sevkeden sebeplerden birinin de bölgedeki Tâhirîler hâkimiyetini çekemeyen Türk kumandanlarından Afşin olduğu kaynaklarda kaydedilmektedir. Nihayet Halife Mu‘tasım’ın da kendi aleyhine dönmesi üzerine Mâzyâr 839’da isyan etti. Ancak Abdullah b. Tâhir ile halifenin gönderdiği kuvvetler karşısında mağlûp oldu; yakalanarak Sâmerrâ’da idam edildi (Ağustos 840).

Abdullah b. Tâhir, Me’mûn zamanında büyük bir itibara sahipti. Ancak Mu‘tasım’ın kendisini pek tutmadığı anlaşılmaktadır. Hatta halifenin onu zehirletmek için bir câriye ile zehirli bir sarık (destârçe) gönderdiği, fakat câriyenin Abdullah’a âşık olması üzerine komplonun ortaya çıktığı söylenmektedir. Abdullah b. Tâhir, Horasan eyaletini on dört yıl kadar babasının prensipleri çerçevesinde idare etti. Memleketin refah seviyesini yükseltmek için bilhassa ziraata büyük önem verdi. Arazi sulamada kullanılan suyun düzenli şekilde sarfedilmesini sağlamak ve halk arasında bu yüzden çıkan kavgaları önlemek amacıyla Horasan fakihleriyle Irak fakihlerini bir araya getirerek kanunlar hazırlattı. Bu heyetin düzenlediği Kitâbü’l-Ḳuniy (kanallar kitabı) iki asır boyunca sulama işlerinde rehber olarak kullanıldı.

Kaynaklarda Abdullah b. Tâhir’in köylülerin menfaatlerini korumak için memurlara tâlimat verdiği, herkesin tahsil yapma imkânına kavuşturulmasını istediği, onun zamanında bilhassa fakir köylü çocuklarının öğrenim için şehirlere gittiği kaydedilmektedir. Abdullah ilim, edebiyat ve felsefeye büyük önem vermiş, âlim ve sanatkârları himaye etmiş, bizzat kendisi de bazı ilmî tartışmalara katılmıştır. Ḥamâse’yi toplayan şair Ebû Temmâm onun himayesine mazhar olmuştur. Kendisi de şair ve aynı zamanda mûsikişinas olan, lüks ve debdebeyi seven Abdullah, gerek Bağdat gerekse Nîşâbur’da muhteşem bir sarayda oturmuştur. Halife ödediği verginin 38-44 milyon dirhem arasında değişmesi, idaresi altındaki ülkenin refah seviyesini göstermektedir. 11 Rebîülevvel 230’da (26 Kasım 844) öldüğü zaman mensup olduğu Tâhirîler hânedanı iyice kuvvetlenmiş bulunuyordu.


BİBLİYOGRAFYA

, II, 456, 459, 461, 463, 472, 477, 480.

, bk. İndeks.

, bk. İndeks.

, III, 83-89.

Fikret Işıltan, Urfa Bölgesi Tarihi, İstanbul 1960, s. 132-141.

H. Dursun Yıldız, İslâmiyet ve Türkler, İstanbul 1976, s. 67, 68, 96, 99.

, s. 267, 271-273, 274-281, 308.

a.mlf., “Tâhirîler”, , I, 42-43.

F. Işıltan, “Me’mûn”, , VII, 693-700.

E. Marin, “ʿAbd Allāh b. Ṭâhir”, , I, 52-53.

C. E. Bosworth, “The Tahirids” and Arabic Culture”, , XIV (1969), s. 45-79.

a.mlf., “ʿAbdallâh b. Tâher”, , I, 186-187.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1988 yılında İstanbul’da basılan 1. cildinde, 137-138 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Leave a Comment