BEYHAKĪ, Ahmed b. Hüseyin

Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Alî el-Beyhakī (ö. 458/1066)

Muhaddis ve Şâfiî fakihi.

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/2Müellif: M. YAŞAR KANDEMİRBölüme Git
    Şâban 384’te (Eylül 994) Nîşâbur’a bağlı Beyhak bölgesinin Hüsrevcird köyünde doğdu; bu sebeple Hüsrevcirdî nisbesiyle de anılır. Beyhak’ta büyüdü ve …
  • 2/2Müellif: YUSUF ŞEVKİ YAVUZBölüme Git
    Akaide Dair Görüşleri. Beyhakī itikadî konularla yakından ilgilenmiş, özellikle akaide dair hadisleri ihtiva eden ve bunlara yorumlar getiren kitaplar…

Müellif:

Şâban 384’te (Eylül 994) Nîşâbur’a bağlı Beyhak bölgesinin Hüsrevcird köyünde doğdu; bu sebeple Hüsrevcirdî nisbesiyle de anılır. Beyhak’ta büyüdü ve ilk tahsilini burada yaptı. On beş yaşında iken hadis okudu, daha sonra da fıkıh öğrenmeye başladı. Fıkıh ilminde hocası Ebü’l-Feth Nâsır b. Muhammed el-Mervezî’dir. Muhtelif hocalardan faydalanmak maksadıyla İsferâyin, Tûs, Hemedan, İsfahan, Rey, Nîşâbur, Bağdat, Kûfe, Mekke gibi yerleri dolaştı. Hadisi diğer ilimlere tercih ederek sadece onunla meşgul olmaya başladı. Hadis ilminin en önemli meselelerini Hâkim en-Nîsâbûrî’den öğrendi ve hocaları içinde en çok ondan faydalandı. Diğer hocaları arasında muhaddis, kelâm ve fıkıh âlimi İbn Fûrek, zâhid ve vâiz Hargûşî, fakih ve muhaddis İbn Mahmiş, mutasavvıf Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Ebû Hâzim el-Abdûyî, muhaddis, fakih ve kelâm âlimi Ebû İshak Rükneddin el-İsferâyînî, muhaddis Ebû Zer el-Herevî, muhaddis ve fakih Ebû Bekir el-Berkānî gibi meşhur âlimler bulunmaktadır. Tanınmış talebeleri arasında, Şeyhülkudât İbnü’l-Beyhakī diye bilinen oğlu İsmâil b. Ahmed, Hafîdü’l-Beyhakī diye anılan torunu Ubeydullah b. Muhammed, Mekke ve Medine fakihi muhaddis Furâvî, Horasanlı muhaddis Zâhir b. Tâhir, muhaddis Ebü’l-Meâlî Muhammed b. İsmâil el-Fârisî sayılabilir.

Beyhakī 406 (1015-16) yılından itibaren eserlerini telif etmeye başladı. Hadis ilmindeki sağlam bilgisi ve güçlü hâfızasıyla kendini kabul ettirdi. Hadislerde mevcut gizli kusurların tesbiti ile birbirine zıtmış gibi görünen rivayetlerin uzlaştırılmasında ve hadislerin fıkhını kavramada devrinin otoritesi oldu. Nîşâburlu âlimler kitaplarını, özellikle Maʿrifetü’s-sünen ve’l-âs̱âr’ını kendilerine okutmasını rica ettikleri için 441 (104-950) yılında bu maksatla Beyhak’tan Nîşâbur’a gitti. Bu şehre sonraları iki defa daha geldi. Beyhakī fıkıh ve usûl-i fıkıh sahalarında da devrinin otoritelerinden biriydi. Mensubu bulunduğu Şâfiî fıkhının üstünlüğünü savundu ve bu alanda değerli eserler verdi. Bu sebepledir ki İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, her Şâfiî fakihinin İmam Şâfiî’ye minnet borcu olduğunu, ancak mezhebini ve görüşlerini müdafaa etmek için Beyhakī’nin kaleme aldığı eserler sebebiyle İmam Şâfiî’nin ona minnettar olması gerektiğini söyler (İbn Asâkir, s. 266). Gerçekten de Beyhakī’nin eserleri sayesinde Şâfiî fıkhı daha geniş bir muhite yayılma ve tutunma imkânı bulmuştur. Zehebî’ye göre, geniş ilmi ve âlimler arasındaki ihtilâflara olan derin vukufu sebebiyle kendi adına bir mezhep kurup ictihad etmeyi arzu etseydi bunu mükemmel bir şekilde başarabilirdi. Onun ilimdeki yerini tesbite çalışan otoriteler, hem hadis hem de fıkıhtaki üstün mevkiine ve Eş‘arî kelâmındaki geniş bilgisine özellikle işaret ettikten sonra çeşitli ilimlere vâkıf olduğunu, daha önce benzeri görülmeyen eserler verdiğini ve 1000 cüzü bulan eserlerinin hacmi itibariyle de seleflerini geçtiğini belirtirler. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey zamanında (1040-1063) Vezir Amîdülmülk el-Kündürî’nin teşvikiyle Eş‘arîler aleyhinde şiddetli bir takip başladığı zaman Eş‘arî olması sebebiyle Beyhakī de İmam Kuşeyrî ve İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî gibi yurdundan ayrılarak Mekke’ye sığındı.

Beyhakī 10 Cemâziyelevvel 458’de (9 Nisan 1066) Nîşâbur’da vefat etti. Cenazesi Beyhak’a nakledilerek doğduğu yer olan Hüsrevcird’de toprağa verildi. Beyhakī dünya malına değer vermeyen zâhid bir âlimdi. İlim tahsili uğrunda ve hayatının daha sonraki devirlerinde çeşitli sıkıntılar çektiği halde bunlardan kimseye şikâyet etmezdi. Maddî imkânsızlık sebebiyle Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce’nin sünenlerine sahip olamadığı rivayet edilir. Hz. Peygamber’in ve ashabın örnek hayatını yaşamaya çalışırdı. Otuz yıl aralıksız oruç tuttuğu nakledilmektedir. İlmî tartışmalarda rakiplerine karşı son derece anlayışlı ve insaflı davranırdı.

Eserleri. Beyhakī bütün eserlerini muhaddislere has metotla her rivayetin senedini zikrederek yazmıştır. Mevzû olduğunu bildiği bir haberi kitaplarına almamayı prensip edinmiştir. Eserlerini şöyle sıralamak mümkündür:

A) Hadisle İlgili Olanlar. 1. es-Sünenü’l-kübrâ. es-Sünenü’l-kebîr diye de anılan eser diğer hadis kitaplarında bulunmayan pek çok hadisi, sahâbe ve tâbiîn kavlini muhtelif rivayetleriyle birlikte ihtiva etmekte olup fıkıh bablarına göre yapılan tertibinde Şâfiî fıkhı ön planda tutulmuştur. İbnü’t-Türkmânî’nin Beyhakī tarafından yapılan hadis değerlendirmelerini yer yer tenkit ettiği ve bazı konularda açıklayıcı bilgiler verdiği el-Cevherü’n-naḳī fi’r-reddi ʿale’l-Beyhaḳī adlı kitabıyla birlikte on cilt halinde basılmıştır (Haydarâbâd 1344-1355).

2. el-Medḫal ilâ Kitâbi’s-Sünen. es-Sünenü’l-kübrâ’ya giriş mahiyetindeki bu eser Muhammed Ziyâürrahmân el-A‘zamî tarafından yayımlanmıştır (Küveyt 1985). A‘zamî eserin usûl-i hadîse dair olan birinci cüzünün kaybolduğunu belirtmektedir.

3. Maʿrifetü’s-sünen ve’l-âs̱âr. es-Sünen ve’l-âs̱âr veya Maʿrifetü’ş-Şâfiʿî li’s-sünen ve’l-âs̱âr adlarıyla da bilinen kitap Şâfiî fıkhının dayandığı hadisleri, sahâbe ve tâbiîn sözlerini ihtiva etmekte ve onların güvenilir olduğunu ispata çalışmaktadır. Tâceddin es-Sübkî, bir Şâfiî fakihinin yanında bu kitabın mutlaka bulunması gerektiğini söyler. Hanefî fakihi Ebû Ca‘fer et-Tahâvî’nin Şerḥu Meʿâni’l-âs̱âr’ında Şâfiîler’e yönelttiği tenkitleri haksız bulan Beyhakī bu eserinde, Tahâvî’yi kendi mezhebini esas alıp mezhebine uygun düşen zayıf hadisleri sahih, uygun düşmeyen sahih hadisleri de zayıf göstermekle itham etmektedir. Brockelmann bu eserle es-Sünenü’l-kübrâ’nın aynı kitap olduğunu zannetmiştir (, II, 582). Dört ciltlik eserin I. cildi Seyyid Ahmed Sakr tarafından neşredilmiştir (Kahire, ts.).

4. es-Sünenü’ṣ-ṣuġrâ. İki cilt hacmindeki eserin 392 varaktan ibaret olan 18. cüzü Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (III. Ahmed, nr. 269). Brockelmann Maʿrifetü’s-sünen ile bu eserin aynı kitap olduğunu ileri sürmüştür (GAL, I, 447; Suppl., II, 619).

5. el-Ḳırâʾatü ḫalfe’l-imâm. Namazda kıraatin zaruretine ve imama uyan kimselerin Kur’an okuması icap ettiğine dair hadislerle sahâbe ve tâbiîn sözlerinden 450’sini topladığı bu eser ilk olarak Hindistan’da basılmış (tarihsiz), daha sonra Muhammed Saîd b. Besyûnî Zağlûl tarafından yayımlanmıştır (Beyrut 1405/1984).

6. Kitâbü Taḫrîci eḥâdîs̱i’l-Üm. Eserin İrlanda’da (The Chester Beatty Library) bir nüshası, Kahire’de ise bu nüshanın mikrofilmi bulunmaktadır (, I, 447; Suppl., II, 619; Şerif Nâyif, s. 50, dipnot 1).

7. Feżâʾilü’l-evḳāt. Receb, şâban, ramazan, şevval, zilhicce ve muharrem ayları ile cuma, pazartesi ve perşembe günlerinin fazileti ve her ay üç gün oruç tutmanın sevabına dair 307 rivayetin toplandığı eser Adnân Abdurrahman Mecîd el-Kaysî tarafından Mekke’de yayımlanmıştır (1410/1990).

B) Akaidle İlgili Olanlar. 1. el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât. Eserde Allah Teâlâ’nın isimleri kitap, sünnet ve icmâa dayanılarak açıklanmış, bilinen doksan dokuz isminin dışında başka isimleri olduğu da gösterilmiştir. Çeşitli baskıları olan eser son defa İmâdüddin Ahmed Haydar tarafından iki cilt olarak neşredilmiştir (Beyrut 1405/1985).

2. Delâ’ilü’n-nübüvve. Sahih rivayetlere dayanarak Hz. Muhammed’in herhangi bir insandan farklı taraflarını, peygamberliğini belirten yanlarını, mûcizelerini derlediği meşhur eseridir. Abdülmu‘tî Kal‘acî tarafından yedi cilt halinde yayımlanmıştır (Beyrut 1405/1985).

3. Şuʿabü’l-îmân. el-Câmiʿu’l-muṣannef fî beyâni şuʿabi’l-îmân adıyla da anılan eserde, imanın altmış veya yetmiş küsur şubesi bulunduğunu belirten hadisten hareketle bunların nelerden ibaret olduğu âyet ve hadislerin yardımıyla tesbite çalışılmaktadır. Eser Ebû Hâcer Muhammed Saîd b. Besyûnî Zağlûl tarafından iki cildi fihrist olmak üzere dokuz cilt halinde yayımlanmıştır (Beyrut 1410/1990).

4. el-İʿtiḳād ve’l-hidâye ilâ sebîli’r-reşâd. Müellif bu eserde âlemin sonradan yaratıldığına, onu yaratanın benzeri bulunmayan bir ilâh olduğuna, Allah’ın sıfatlarına, kader ve onunla ilgili olarak hidâyet, dalâlet, ecel, rızık gibi meselelere, kabir azabı, şefaat, ba‘s, hisâb, mîzan, cennet ve cehennem gibi âhiret hallerine, sünnete sarılıp bid‘attan kaçınmaya, ülü’l-emre itaate, Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu ispata, evliyanın kerametleri, ashap, Ehl-i beyt, aşere-i mübeşşere ve dört halifeye dair selef akîdesini âyet ve hadislerle ortaya koymaktadır. Eseri önce Ahmed Muhammed Mürsî tahkik etmeden (Kahire 1380/1961), daha sonra da Ahmed İsâm el-Kâtib bazı notlarla (Kahire 1401/1981) yayımlamışlardır. Beyrut’taki Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye eseri bir komisyona hazırlatarak neşretmiş (1404/1984), son olarak da Kemal Yûsuf el-Hût güvenilir bir yazmasıyla matbu nüshaları karşılaştırıp elde ettiği metni yayımlamıştır (Beyrut 1405/1985).

5. Kitâbü’l-Ḳażâʾ ve’l-ḳader. Eserin Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Şehid Ali Paşa, nr. 1498) 108 varak hacminde bir nüshası bulunmaktadır (ayrıca bk. , VI, 231). Ebü’l-Fidâ el-Eserî tarafından yayımlanan el-Ḳażâʾ ve’l-ḳader ise Şuʿabü’l-îmân’ın konuyla ilgili bölümünün aynen neşrinden ibarettir.

6. Kitâbü’l-Baʿs̱ ve’n-nüşûr. Âmir Ahmed Haydar tarafından neşredilmiştir (Beyrut 1986).

7. İs̱bâtü ʿaẕâbi’l-ḳabr (ve suʾâli’l-melekeyn). Âyet, hadis ve selef âlimlerinin sözlerine dayanarak kabir azabının varlığını aklen ve dinen ispat ettiği bu eser Mustafa Saîd Hâlid tarafından yayımlanmıştır (Kahire 1986).

8. Kitâb fî ḥayâti’l-enbiyâʾ fî ḳubûrihim. Kâtib Çelebi’nin Mâ verede fî ḥayâti’l-enbiyâʾ (ve) baʿde vefâtihim adıyla zikrettiği ve 1000 meseleyi ihtiva ettiğini söylediği (, II, 1355) eserin Medine’de bir nüshası bulunmaktadır (, I, 619).

C) Ahlâkla İlgili Olanlar. 1. el-Âdâb. Ana babaya, akrabaya ve diğer insanlara yapılması gereken iyilikler, karşılıklı vazifeler, belli başlı kötü huylar ile nefsi bu huylardan kurtarıp terbiye etmenin yolları ve diğer İslâmî edepler hakkında 1194 hadisin derlendiği eser Abdülkādir Ahmed Atâ tarafından yayımlanmıştır (Beyrut 1406/1986).

2. ez-Zühdü’l-kebîr. Uzlet, dünyaya önem vermeme, ölüm gelip çatmadan önce hayatı değerlendirme gibi zühd ve takvâ ile ilgili konulardaki hadisleri, muhtelif zâhid ve âlimlerin bu konudaki görüşlerini ihtiva etmektedir. 989 rivayetin senedleriyle birlikte zikredildiği eseri Âmir Ahmed Haydar yayımlamıştır (Beyrut 1408/1987).

3. el-Erbaʿûne’ṣ-ṣuġrâ. Allah’ın birliği, tevbe, nefsi murakabe, doğruluk, tevekkül, ihlâs, helâl kazanç, iyilik, merhamet, tevazu vb. kırk konuya dair 161 rivayetten meydana gelmektedir. Her konuda mükerrer senedlerle birlikte en az iki, en çok beş altı rivayet bulunmaktadır. Eser Ebû Hâcer Muhammed Saîd b. Besyûnî Zağlûl tarafından yayımlanmıştır (Beyrut 1407/1987). Keşfü’ẓ-ẓunûn’da (I, 53) el-Erbaʿûn fi’l-aḫlâḳ adıyla zikredilen ve 100 hadis ihtiva ettiği belirtilen kitap da budur. Aynı konuda el-Erbaʿûne’l-kübrâ adlı başka bir eserinin daha bulunduğu kaydedilmektedir.

4. ed-Daʿavâtü’l-kebîr. Eserde Hz. Peygamber’in bizzat yaptığı veya sahâbîlerden birine öğrettiği dualar bir araya getirilmiştir. Tâceddin es-Sübkî bu eserin bir benzerinin daha bulunmadığını yeminle söyler. Eserin yarısı olduğu belirtilen ve 260 hadisi ihtiva eden bir bölümü Bedr b. Abdullah el-Bedr tarafından rivayetler değerlendirilmek suretiyle yayımlanmıştır (Küveyt 1409/1989). Kaynaklarda Beyhakī’nin bir de ed-Daʿavâtü’ṣ-ṣaġīr adlı eserinden söz edilmektedir.

D) Şâfiî Mezhebiyle İlgili Olanlar. 1. Menâḳıbü’ş-Şâfiʿî. Kendisinden önce bu konuda on kadar eser yazılmış olmakla beraber Beyhakī’nin kitabı hepsinden daha mükemmeldir. Eserde Kureyş kabilesine mensup olan İmam Şâfiî’nin asâletine işaret ettikten sonra onun ikinci asrın müceddidi olduğunu, fıkıh, usûl-i fıkıh, hadis ve kelâm gibi dinî ilimlerdeki üstünlüğü yanında diğer ilimleri de bildiğini ifade etmekte, zühd ve takvâsını ve diğer faziletlerini dile getirmekte, ailesini ve önemli talebelerini zikretmektedir. Bu arada bazı hadislerde geçen “Kureyşli âlim” ifadesiyle İmam Şâfiî’nin kastedildiğini söyler (I, 26, 54). Bu yorumun doğruluğu bir yana esasen söz konusu hadisler de zayıftır. Eser Seyyid Ahmed Sakr tarafından iki cilt halinde yayımlanmıştır (Kahire 1390-1391/1970-1971).

2. Beyânü ḫaṭaʾi men aḫṭaʾe ʿale’ş-Şâfiʿî. Maʿrifetü’s-sünen ve’l-âs̱âr’da İmam Şâfiî’nin kitaplarını rivayet edenlerin yaptığı yanlışları yeri geldikçe belirten müellif daha sonra bunları müstakil bir kitapta toplamıştır. Ayrıca İmam Şâfiî’nin bazı meselelerde isabetli hüküm vermediğine dair muhtelif kimseler tarafından ileri sürülen iddiaları da cevaplandırmıştır. Eser Halil Molla Hâtır (Riyad 1980) ve Şerif Nâyif Duays tarafından neşredilmiştir (Beyrut 1402/1983).

3. el-Mebsûṭ. Nuṣûṣu’ş-Şâfiʿî diye de bilinen eserde müellif İmam Şâfiî’ye ait fıkhî metinlerin tamamını toplamış ve bunları talebelerine okutmuştur. Bazı kaynaklarda bu kitabın üç cilt olduğu kaydedilirken Keşfü’ẓ-ẓunûn’da (II, 1581-1582) el-Mebsûṭ fî fürûʿi’ş-Şâfiʿiyye başlığı altında bu kitabın Beyhakī’nin en büyük ve en önemli eserlerinden biri olduğu, yirmi cilt hacminde bulunduğu söylenmekte, Nuṣûṣu’ş-Şâfiʿî başlığı altında ise (II, 1957) on ciltlik bir eser olduğu kaydedilmektedir. Eserin Bodleian Kütüphanesi’nde bir nüshası bulunmaktadır (, I, 447).

4. el-Ḫilâfiyyât beyne’ş-Şâfiʿî ve Ebî Ḥanîfe. Kaynaklarda bu adla zikredilen, fıkıh bablarına göre tertip edilmiş eserin Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’nde (nr. 277-278) Kitâb fî beyâni iḫtilâfi’l-İmâmi’l-Ḥanefî ve’l-İmâmi’ş-Şâfiʿî adında bir nüshası bulunmaktadır. Sübkî bu eserin de kendi türünün ilki olduğunu, böyle bir kitabı ancak hem fıkhı hem de hadisi iyi bilen birinin yazabileceğini söylemektedir.

5. Aḥkâmü’l-Ḳurʾân. Mecmûʿâtü kelâmi’ş-Şâfiʿî fî aḥkâmi’l-Ḳurʾân adıyla da anılmaktadır. İmam Şâfiî’nin ahkâm âyetlerinin tefsirine dair görüşlerini ihtiva eden eser Zâhid Kevserî’nin mukaddimesiyle birlikte Abdülganî Abdülhâliḳ tarafından neşredilmiştir (Kahire 1371/1952, Beyrut 1395).

Beyhakī’nin bunların dışında çeşitli kaynaklarda şu eserleri de zikredilmektedir: et-Terġīb ve’t-terhîb, el-Maʿârif (Maʿrifetü ʿulûmi’l-ḥadîs̱), Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe, Menâḳıbü’l-İmâm Aḥmed, Şerḥu’l-esmâʾi’l-ḥüsnâ, Kitâbü’r-Rüʾye, Câmiʿu ebvâbi ḳırâʾati’l-Ḳurʾân, Kitâbü’l-Esrâ, Yenâbîʿu’l-uṣûl (el-Yenâbîʿ fi’l-uṣûl), el-Muḥîṭ (el-Muḥîṭ yeteʿalleḳu bi-ʿilmi’l-ḥadîs̱).

BİBLİYOGRAFYA

Beyhakī, Beyânü ḫaṭaʾi men aḫtaʾe ʿale’ş-Şâfiʿî (nşr. Şerîf Nâyif), Beyrut 1402/1983, nâşirin mukaddimesi, s. 15-52.

a.mlf., Delâʾilü’n-nübüvve (nşr. Abdülmu‘tî Kal‘acî), Beyrut 1405/1985, nâşirin mukaddimesi, s. 92-119.

a.mlf., el-İʿtiḳād ve’l-hidâye ilâ sebîli’r-reşâd (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1405/1985, nâşirin girişi.

el-Ḥâfıẓ el-Beyhaḳī fî süṭûr, s. 7-13.

, II, 381.

, s. 265-267.

, VIII, 242.

, I, 75-76.

, XVIII, 163-170.

a.mlf., Teẕkiretü’l-ḥuffâẓ, III, 1132-1135.

, IV, 8-16.

, I, 198-200.

, V, 77-78.

, I, 9, 53, 261, 400, 574, 721, 760; II, 1007, 1047, 1391, 1393, 1455, 1581-1582, 1621, 1726, 1739, 1836, 1957, 2051.

, s. 101-104.

, I, 620-621.

, I, 446-447; Suppl., I, 618-619.

a.mlf., GAL (Ar.), VI, 231.

a.mlf., “Beyhakî”, , II, 582.

a.mlf., “el-Beyhakī”, , IV, 429-430.

, s. 33-34.

, II/2, s. 513-523.

M. Şerefeddin, “Selçuklular Devrinde Mezâhib”, , I (1925), s. 104-105.

J. Robson, “al-Bayhaḳī”, , I, 1164.

a.mlf., “el-Beyhaḳī”, , V, 317-318.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1992 yılında İstanbul’da basılan 6. cildinde, 58-61 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

Akaide Dair Görüşleri. Beyhakī itikadî konularla yakından ilgilenmiş, özellikle akaide dair hadisleri ihtiva eden ve bunlara yorumlar getiren kitaplar yazmış Sünnî bir âlimdir. el-İʿtiḳād ve Şuʿabü’l-îmân gibi akaidin bütün meselelerini konu edinen eserlerinin yanında el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât, Kitâbü’l-Ḳażâʾ ve’l-ḳader, el-Baʿs̱ ve’n-nüşûr, Delâʾilü’n-nübüvve gibi bir veya birkaç konuyu incelediği eserleri de vardır. Devrinin ünlü kelâmcılarından biri olan İbn Fûrek’in derslerine devam ederek diğer ilimlerin yanı sıra akaid alanında da kendisini yetiştirmiştir. Beyhakī itikadî meseleleri bir taraftan nakillerle delillendirirken diğer taraftan aklî istidlâllere de başvurmuş ve böylece Selefî-Eş‘arî bir çizgi takip etmiştir. O bu metodun Şîa, Mu‘tezile ve Müşebbihe gruplarının etkilerini asgariye indireceğini düşünmüştür. Beyhakī’nin başlıca akaid konularına dair görüşlerini şöylece özetlemek mümkündür:

1. İlâhiyyât. Peygamberlerin ortaya koyduğu naklî deliller yanında âlemin hâdis ve mükemmel bir düzene sahip olması, varlıklarda birbirine zıt unsurların uyum içinde bir arada bulunması, ayrıca peygamberlerin gösterdikleri mûcizeler Allah’ın varlığına ilişkin delillerdir (el-İʿtiḳād, s. 12-13, 15).

Allah Teâlâ’ya muhtelif naslarda hay, alîm, kadîr, mürîd, mütekellim, semî‘, basîr, hâlik, râzık gibi isimlerin nisbet edilmesi zâtıyla birlikte sıfatlarının da bulunduğunu gösterir. Eğer sıfatları bulunmasaydı sadece zâtının mevcudiyetini ifade eden kadîm, evvel, âhir, hak gibi isimlerinin bulunması gerekirdi. Halbuki bunlardan başka kudret sıfatını anlatan kādir, kāhir, muktedir; ilim sıfatına işaret eden alîm, habîr, hakîm, hâfız, muhsî; fiilî sıfatlarını haber veren hâlik, râzık, bedi‘, bâri’, muhyî, mümît ve yaratıklara benzemediğini bildiren ahad, müteâlî, azîz, mecîd, karîb, muhît gibi isimleri de vardır. Ayrıca naslarda ilim, kudret ve irade müstakil birer sıfat olarak da zâtına nisbet edilmektedir. Zâtî ve fiilî kısımlarına ayrılan ilâhî sıfatların ilk grubuna girenler kadîm, ikinci grubunda yer alanlar ise hâdistir. İlâhî sıfatlardan hayat, ilim, irade, kudret, kelâm gibi zâtî sıfatlarla yaratma, rızık verme, öldürme, diriltme gibi fiilî sıfatları aklen ispat etmek mümkün olmakla birlikte bir kısım zâtî ve fiilî sıfatlar vardır ki bunlar sadece nakil yoluyla bilinir. Meselâ yed, vech, ayn zâtî-haberî sıfatlardan olup keyfiyetlerinin bilinmesi imkânsızdır. Fakat akıl onların yaratıklar hakkında kullanıldıkları anlamlarda Allah’a atfedilemeyeceğine de hükmeder. Tevâtür derecesindeki naslarla sabit olmayıp sadece âhad haberlerle rivayet edilen kef, yemîn, sûret, esâbî‘ gibi zâtî-haberî sıfatlarla ityân, mecî’ gibi sübûtu kesin bulunan fiilî-haberî sıfatların te’vil edilmesi gerekir. Allah zâtıyla yaratıkların içinde mevcut olmamakla ve bir mekânda bulunmamakla birlikte belli niteliklere sahip maddî bir nesne olan arşa istivâ (ulüv) etmiştir. Fakat bu istivânın gerçek mânasını Allah’a havale etmelidir. Allah’a nisbet edilen isimler (esmâ-i hüsnâ) nasların belirlemesiyle sabittir, ancak âlimlerin ittifakla lâyık gördüğü isimlerin de O’na atfedilmesi mümkündür. Beyhakī, Kur’an’da bazı sûrelerin baş taraflarında yer alan “hurûf-ı mukattaa”nın ilâhî isimlerin remizleri olduğunu öne sürmüştür.

Kadere inanmak esasen Allah’ın ilim, kudret ve irade sıfatlarına iman etmenin bir gereğidir. Zira naslarda Allah’ın her şeyi önceden bildiği, mülkünde mutlak tasarruf sahibi olduğu ve kulların fiilleri dahil olmak üzere her şeyi kendi hür iradesiyle yarattığı belirtilmektedir. Allah kullarından dilediğini dalâlete, dilediğini hidayete sevkeder. Ne var ki dalâlete sevkederken adaletten ayrılmaz, küfrü de çok defa farkedilemeyen çeşitli hikmetlere bağlı olarak yaratır (Kitâbü’l-Ḳażâʾ ve’l-ḳader, vr. 62a, 65a).

2. Nübüvvet. Geçmiş peygamberlerin nübüvvetleri mûcize ile bilindiği gibi Hz. Muhammed’in nübüvveti de gösterdiği mûcizelerle ispat edilir. Bunların en önemlisi Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’an’ın taşıdığı en önemli beşer üstü özellik (i‘câz) din, felsefe, ahlâk, astronomi, fen ilimleri gibi ihtisas gerektiren birçok konuya dair bilgiler ihtiva etmesine rağmen ümmî bir insanın elinde ortaya çıkması ve bu veciz kitaptan ilham alınarak ciltler dolusu eserlerin yazılması noktalarında toplanır (Delâʾilü’n-nübüvve, I, 1718; el-İʿtiḳād, s. 146-148). Peygamberler ölümlerinden sonra bile Allah katında diridirler. Son peygamber Hz. Muhammed’le birlikte bütün peygamberlere inanmak farzdır; zira Kur’ân-ı Kerîm’de onların bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr edenler kâfir olarak nitelendirilmiştir (en-Nisâ 4/150-151).

3. Âhiret Halleri. Kabir azabı veya nimeti, ruhun cesede ait bir parçaya iade edilmesiyle gerçekleşmiş olabilir. Bu aklen imkânsız değildir. Ölen kişinin ruhunu teslim ediş tarzı ile öldüğü yer kabir azabı görüp görmeyeceğine işaret eder. Âhirette yaratıkların hesaba çekilmesi tek tek değil toplu olarak gerçekleşecektir; amellerin tartılması bu hesaba çekilme işleminden ayrı bir safhadır. Amellerin tartılması naslarda belirtildiği üzere (vezin) zâhirî anlamıyla vuku bulacaktır. İyilikleri ağır gelenler azap görmeden cennete gireceklerdir. Cennette müminlerin amellerine göre girecekleri dört ayrı bölüm vardır. Cennet göklerin üstünde ve arşın altındadır.

4. İman-Günah ve Mükellefiyet. İmanın kalp ile tasdik ve dil ile ikrardan oluşan iki unsuru vardır. Bir engel bulunmadıkça kalbindeki tasdiki diliyle ifade etmeyen kimse mümin sayılmaz. İman ilâhî buyruklara itaat etmekle çoğalıp isyan etmekle azalmasına rağmen hiçbir günah sahibini imandan mahrum bırakmaz. Zira Allah’a eş koşmayan bütün müminler kurtuluşa eren zümreden sayılmışlardır (el-En‘âm 6/82). Günahkâr müminler hakkında verilecek en isabetli hüküm onların imanlarının kemal derecesinde bulunmadığıdır. İman ile İslâm aynı anlama gelir. Naslarda birinin diğerinin yerinde kullanılmış olması (ez-Zâriyât 51/35) bunu gösterir. Kâfirler de iman mükellefiyetinden başka İslâmî emir ve yasaklara da muhatap olup bunlara uymadıklarından dolayı ayrıca sorumlu tutulacaklardır. Çocuklara dünyada babalarının inançlarına göre muamele edilir, âhiretteki durumlarına gelince bu husustaki hükmü Allah’a havale etmek gerekir.

Bu akaid telakkilerinin incelenmesinden anlaşılacağı üzere Beyhakī bütün ilâhî sıfatları zâtî ve fiilî kısımlarına ayırmış, bunlardan bazı haberî sıfatların te’vil edilmemesi gerektiğini kabul ederek Selefiyye’ye uymuş, bazılarının te’vilini ise zaruri görmek ve bir kısım zâtî sıfatların akılla bilinebileceğini belirtmek suretiyle de kelâmcıların görüşüne katılmıştır. Arşa istivâ konusunda Ebû Hanîfe, Ahmed b. Hanbel ve Buhârî gibi âlimlerle aynı görüşü paylaşmış, fiilî sıfatların hâdis olduğunu söyleyerek Eş‘ariyye’nin yanında yer almış, Kur’an’ın ihtiva ettiği ilimlere işaret edip bunu kendine göre en önemli i‘câz noktası olarak görmüştür. İmanın iki unsuru bulunduğunu benimseyerek bazı Mâtürîdî âlimlerin görüşlerine katılmış; iman ile İslâm’ın aynı anlama geldiğini savunarak yine Mâtürîdiyye’ye iştirak etmiştir. İlâhî sıfatları ispat ederken esmâ-i hüsnâdan hareket etmiş ve kendine has bir açıklama yaparak bir taraftan ilâhî isimlerin tevkīfî olduğunu kabul ederken diğer taraftan naslarda bulunmamakla birlikte yetkinlik ifade eden bazı isimleri Allah’a nisbet etmekte sakınca görmemiştir.

Beyhakī’nin itikadî görüşleri üzerinde İbn Fûrek ve Halîmî gibi kelâmcıların yanında Ebû Süleyman el-Hattâbî gibi hadisçilerin de önemli tesiri olduğu söylenebilir. Eserlerinde sözü edilen âlimlerden yaptığı bol iktibaslar da bunu teyit edici mahiyettedir. Ulûhiyyetle ilgili görüşlerini el-Beyhaḳī ve mevḳıfühû mine’l-ilâhiyyât adlı araştırmasında inceleyen Ahmed b. Atıyye el-Gāmidî, bazı haberî sıfatları te’vil etmesini gerekçe göstererek Beyhakī’nin haberî sıfatlar noktasında Selefî sayılamayacağını ileri sürmüşse de bu görüş pek isabetli görünmemektedir. Çünkü Selefiyye’nin önde gelen temsilcilerinden Ahmed b. Hanbel’in bile bazı haberî sıfatları te’vil ettiği bilinmektedir.

BİBLİYOGRAFYA

, s. 11, 137-138, 151-152, 161, 234, 364, 376-377, 384, 387, 394-397, 446, 497, 502, 506, 534, 540, 552.

a.mlf., el-İʿtiḳād ʿalâ meẕhebi’s-Selef, Beyrut 1404/1984, s. 12-15, 31-32, 38, 40, 55-57, 67, 73-74, 88, 89, 95, 127, 143, 146-148, 173.

a.mlf., Şuʿabü’l-îmân, Beyrut 1410/1989, I, 38, 43, 44, 50, 60, 121-122, 145, 205, 245-246, 253, 256-258, 263, 330, 348-349, 354.

a.mlf., Kitâbü’l-Ḳażâʾ ve’l-ḳader, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1498, vr. 2a, 12a, 13a, 40b, 62a, 65a.

a.mlf., Delâʾilü’n-nübüvve (nşr. Abdurrahman Osman), Kahire 1389/1969, I, 17-18, 23, 31.

a.mlf., el-Baʿs̱ ve’n-nüşûr, Beyrut 1408/1988, s. 64, 86, 87.

Ahmed b. Atıyye el-Gāmidî, el-Beyhaḳī ve mevḳıfühû mine’l-ilâhiyyât, Medine 1402/1983, s. 58, 85-86, 87-89, 95-107, 118, 124, 127, 131, 134-135, 139, 273.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1992 yılında İstanbul’da basılan 6. cildinde, 61-62 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Leave a Comment