- 1/11Müellif: MUSTAFA FAYDABölüme GitSâmî dillerden Akkadca’da, Sâbiî dilinde, Habeşçe’de ve İbrânîce’de “kamer, şehr (ay), zaman” veya “ayı görmek” anlamlarındaki yareah/yerah kelimesind…
- 2/11Müellif: MUSTAFA SABRİ KÜÇÜKAŞCIBölüme GitIrak, Arabistan. Arabistan yarımadasında siyer ve megāzî ile başlayan Medine merkezli tarih çalışmaları, Abbâsîler’in başşehir Bağdat’ı kurmalarıyla h…
- 3/11Müellif: CENGİZ TOMARBölüme GitMısır, Suriye ve Filistin (950 yılı – XX. yüzyıl). Kadim bir devlet geleneğine ve geniş bir tarih kültürüne sahip olan Mısır, İslâm’dan önce iki semav…
- 4/11Müellif: İSMAİL YİĞİTBölüme GitKuzey Afrika. Kuzey Afrika’da tarih yazıcılığı çalışmaları Doğu İslâm dünyasından oldukça sonra III. (IX.) yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır. İdrî…
- 5/11Müellif: AHMET KAVASBölüme GitDoğu, Batı ve Orta Afrika. Afrika tarihinin ana kaynakları arkeolojik eserler, sözlü anlatımlar ve yazılı metinler olarak üçe ayrılmaktadır. Afrika ta…
- 6/11Müellif: MEHMET ÖZDEMİRBölüme GitEndülüs. Genel Tarihler. Endülüs’te tarih yazıcılığı Doğu İslâm dünyasındaki çalışmalardan etkilenerek III. (IX.) yüzyılda başlamış, bu etkilenme özel…
- 7/11Müellif: OSMAN GAZİ ÖZGÜDENLİBölüme Gitİran. İslâm dünyasında fetihleri takip eden ilk üç asır boyunca ilmî ve edebî eserler Arapça kaleme alınmıştır. Bu gelenek İran coğrafyasında IV. (X.)…
- 8/11Müellif: S. HALUK KORTELBölüme GitHindistan. Tarih yazıcılığının Hindistan’da müslümanlar tarafından başlatıldığı söylenir. Ancak IV. yüzyıla ve daha sonraki yüzyıllara ait “praşati” d…
- 9/11Müellif: İSMAİL HAKKI GÖKSOYBölüme GitEndonezya ve Malezya. Endonezya ve Malezya’nın ilk dönem yazılı tarihi “pararaton, babad, sejarah, kisah, salsilah, rivayat, hikayat” gibi adlar altın…
- 10/11Müellif: OSMAN GAZİ ÖZGÜDENLİBölüme GitOsmanlılar’dan Önce Anadolu. XI. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen Selçuklu fetihleri ve aynı yüzyılın son çeyreğinde Anadolu Selçuklu Devleti’nin…
- 11/11Müellif: ZEKİ ARIKANBölüme GitOsmanlı. Osmanlı Devleti’ne gelinceye kadar Türkler kendi dillerinde tarihlerini yazmamıştır. Selçuklu Devleti’nin dağılmasından sonra Anadolu’da orta…
Sâmî dillerden Akkadca’da, Sâbiî dilinde, Habeşçe’de ve İbrânîce’de “kamer, şehr (ay), zaman” veya “ayı görmek” anlamlarındaki yareah/yerah kelimesinden Arapça’ya erreha/verraha şeklinde geçen fiilden türeyen târîh (te’rîh) “aya göre vakit tayin etmek, bir olayın meydana geldiği günü ve yılı, bunların rakamla yazılışını, bir şeyin oluş zamanını ve olaylar dizisini tesbit etmek” gibi çok geniş mânalara gelmektedir. Sâmî kavimlerinin takvimleri hep aya göre düzenlenmiştir. Hz. Ömer’in hicreti takvim başlangıcı saymasıyla birlikte (16/637) Hicaz Arapçası’na giren tarih, Avâne b. Hakem’in (ö. 147/764 [?]) eserine Kitâbü’t-Târîḫ adını vermesinden itibaren yaygın biçimde kullanılmaya başlanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde yer almayan tarih kelimesi, Yemen’de Kahtânî Arapları’nca İslâm öncesi dönemde kullanılan bazı tabletlerde tesbit edilmiş, Kuzey Arapçası’na Hz. Peygamber döneminden sonra buradan girmiş (Rosenthal, s. 22-23), Farsça ve Türkçe’ye Arapça’dan geçmiştir. Bugün Arapça’da te’rîh “tarih yazıcılığı” anlamında kullanılmaktadır. Batı dillerindeki karşılığı Yunanca istoriadan türetilen historia, histoire, historydir. Câhiliye devrinde Araplar’ın “eyyâmü’l-Arab” diye adlandırılan tarihleriyle ilgili rivayetlerin ensâb ve şiirden ayrılmadığı, şiirlerle birlikte ezberlenerek nakledilen bu haberlerin bazılarının kabile divanlarında yazılı şekilde muhafaza edildiği ve altmış kadarının İslâmî döneme kadar ulaştığı, bazı ensâb âlimlerinin Câhiliye dönemi Arap kabilelerinin ensâb ve tarihini yazarken bu divanlara başvurduğu bilinmektedir. Destan yönü ağır basan ve ahbârü’l-Arab da denilen bu bilgiler yanında Araplar’ın ticarî münasebette bulundukları Doğu Roma (Bizans), Mısır, İran ve Habeşistan yanında Kuzey ve Güney Arabistan’daki emirlikler, Medine, Hayber çevresindeki yahudilerle yarımadanın çeşitli yerlerinde yaşayan hıristiyanların menkıbevî tarihlerine dair bilgilere vâkıf oldukları anlaşılmaktadır. Câhiliye Arapları’ndaki bu menkıbevî tarih anlayışı, İslâmî dönemde Kur’ân-ı Kerîm’in tesiriyle gerçek anlamda tarihî vasfı ön plana geçmek suretiyle nitelik değiştirmiş ve yeni bir tarih yazıcılığı ortaya çıkmıştır. Ancak bu devirde de ahbâr teriminin kullanılmasına devam edilmiştir (bk. AHBÂR).
Kur’ân-ı Kerîm kâinatın ve insanın yaratılışına, geçmişe, yaşanılan zamana ve geleceğe (âhiret) dikkat çekmek, peygamberlerle insan hayatının çeşitli yönlerine yer vermek, eski kavimlerin davranışlarının iyilerinden örnek, kötülerinden ibret alınmasını tavsiye etmek, peygamberlerin birbirinin ardı sıra gönderilmesini vurgulayıp risâletin tek olduğunu bildiren evrensel bir anlayış getirmek suretiyle müslümanların tarihe duydukları ilgiyi beslemiştir. Kur’an’a göre tarih insanoğlunun ve âlemin tarihidir, çünkü Allah âlemlerin rabbidir. İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesidir; ona düşen vazife sünnetullaha uygun bir cemiyet ve medeniyet oluşturmak suretiyle yeryüzünü imar etmek ve kendini tanımaktır. Muhammed İkbal, Kur’an’a göre insan bilgisinin üç kaynağından birinin beşer tarihi olduğunu söyler (diğerleri bâtınî müşahede ve tecrübe ile tabiat âlemidir). Ona göre Kur’an’ın en esaslı beyanlarından biri, fertlerin ve milletlerin kötü amellerinin karşılığını bu dünyada göreceğine işaret etmesidir. Bu hükmü pekiştirmek amacıyla Kur’ân-ı Kerîm’in sürekli tarihten misaller getirdiğini ve insanları beşer türünün mâzide ve haldeki hayat tecrübeleri üzerinde düşünmeye davet ettiğini belirtir (İslâm’da Dinî Tefekkürün Yeniden Teşekkülü, s. 144-146, 157). Tarihî malzemenin insanı terbiye etmek ve ona sünnetullahı öğretmek maksadıyla kullanıldığı Kur’an’da tarih karşılığında “Allah’ın günleri” (İbrâhîm 14/5; el-Câsiye 45/14) “kasas”, “nebe’” ve çoğulu “enbâ’”, “haber” ve “ahbâr”, tarihî olay için “hadîs” kelimeleri kullanılmıştır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḳṣṣ”, “nbʾe”, “ḥds̱”, “ḫbr” md.leri). Kur’ân-ı Kerîm’de kıssalarla çeşitli milletlerin yaşayış ve düşünüşleri, davranışları, kaderlerini etkileyen çarpıcı unsurlar vurgulanarak onların kaderlerini yönlendiren unsurlar ibret alınması için bütüncül bir yaklaşımla ortaya konmuştur. Bu husus, “Andolsun ki onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır. Kur’an uydurulabilecek bir söz değildir. Kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi ayrı ayrı açıklayan, inanan bir toplum için bir yol gösterici ve rahmettir” meâlindeki âyetle (Yûsuf 12/111) ifade edilmiştir. Yaratılış gayesine uygun hareket eden ve tevhid inancına bağlı olan insanların doğru yola ulaşmalarını sağlayan kıssalar, herhangi bir ırkın veya milletin tarihine odaklaşmadığı gibi insanlık tarihini bir bütün halinde ele alarak müslümanların dünya tarihine yönelmesini sağlamıştır. Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerîm’de bazı sûre ve âyetlerde Mekke şehri, Kâbe, Kureyş kabilesi ve Câhiliye devri Arap toplumunun dinî ve içtimaî durumu, hayat telakkileri, Hz. Muhammed’in çocukluğu, peygamber olarak görevlendirilmesi, vahiy alışı, Mekke dönemindeki tebliğ faaliyetleri, Habeşistan’a ve Medine’ye hicret, muhacirler ve ensar, hicret etmeyenler, Mekke’deki münafıklar, hicret sonrası faaliyetler, Medine’de müslümanların durumu ve Resûl-i Ekrem’e gösterdikleri bağlılık, Medine devri münafıkları, bedevîler ve Ehl-i kitap ile münasebetleri, Mekkeli müşriklerle münasebetleri, Bedir, Uhud, Hendek gazveleri, Hudeybiye Antlaşması, Mekke’nin fethi, Huneyn ve Tebük gazveleri gibi konulara yer verilmek suretiyle İslâm dünyasında tarihin ve tarih yazıcılığının, siyer ve megāzî konularının âdeta planı çizilmiştir. Ayrıca Kur’an’da Mekkî ve Medenî sûrelerin ayrılması tarih bilincinin oluşmasına ve gelişmesine yardımcı olmuş, başta esbâb-ı nüzûl olmak üzere geçmiş peygamberlerle kavimlerin daha yakından tanınması ve ilgili âyetlerin daha iyi anlaşılması ihtiyacı müslümanları tarih araştırmalarına sevketmiştir.
Müslümanları tarih yazıcılığına yönelten başka gelişmeler de vardır. Bunların başında Abdullah b. Amr b. Âs’ın eṣ-Ṣaḥîfetü’ṣ-ṣâdıḳa’yı hazırlaması, Enes b. Mâlik’in topladığı hadisleri Resûl-i Ekrem’e tashih ettirmesi, Amr b. Hazm’ın Hz. Peygamber’in mektuplarını toplaması gibi çalışmalar yanında sayıları elliyi aşkın sahâbînin yazılı ve bir kısmı şifahî rivayetleri belli bir kronoloji ve konu bütünlüğü içerisinde muhafaza etmesi gelmektedir. Resûlullah dönemini yakından ilgilendiren, Medine’de yazıya geçirilen ilk sözleşme ile şehrin Harem sınırlarına ve develerin zekât miktarına dair belge, Berâ b. Âzib ve İbn Abbas ile çocuk yaştaki sahâbîlerden Sehl b. Ebû Hasme el-Ensârî’nin siyer ve megāzîye dair birer sahîfesi, Hz. Peygamber’in çeşitli kabile ve devlet başkanlarına yazdığı İslâmiyet’e davet mektupları, kabilelerle yapılan antlaşmaların metinleri, bazı kişi ve kabilelere verilen iktâ ve ahidnâme gibi belgelerin birer örneğinin saklanmasından anlaşılacağı üzere bazı yazılı belgelerin tarihçilere ulaştığı bilinmektedir. Tâbiîn neslinden Urve b. Zübeyr ve İbn Şihâb ez-Zührî’nin bir araya getirdikleri sahîfeler tarih yazıcılığının doğup gelişmesinde çok önemli rol oynamış; Mûsâ b. Ukbe, İbn İshak ve Ma‘mer b. Râşid gibi ilk dönemde siyer ve megāzîye dair eserler yazan tarihçilerin ana kaynaklarını teşkil etmiştir.
Tarih bilincinin gelişip tarih yazıcılığının gerçekleşmesinde Hz. Ebû Bekir devrinde başlayan, Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde devam eden fetih hareketlerinin de büyük etkisi olmuştur. Tevhid mücadelesinin temsilcileri olarak ümmet bilincine ulaşan müslümanların İslâm tarihiyle ilgilenmeleri ve gösterdikleri başarıları gelecek nesillere aktarmaları önemli bir amaç haline gelmiştir. Öte yandan müslümanların teşrî‘ ve kazâ ihtiyaçları ile idarî ve malî konular, gayri müslimlerin durumu, Hz. Peygamber’in sünneti, hilâfet meselesi, büyük savaşlar gibi meselelerde ashabın icmâı ve ihtilâfının bilinmesine gerek vardı. Bunun için de bazı adımlar atılmıştır. Hz. Ömer’in hicreti tarih ve takvim başlangıcı yapmasının büyük etkisi olmuştur. Câhiliye devrinden beri Araplar kamerî ayları kullanıyor ve yılın dördü haram ay olmak üzere on iki ay olduğunu biliyordu. Bu husus Kur’an’da da vurgulanmaktadır (et-Tevbe 9/36-37). Sabit takvimleri bulunmamakla birlikte Fil Vak‘ası gibi bazı meşhur olayları tarih tesbiti için kullanıyorlardı. Hilâfetinin üçüncü yılında Hz. Ali’nin teklifiyle 16 yılının Rebîülevvel ayında (Nisan 637) muharrem ayını hicrî takvimin ilk ayı kabul eden Hz. Ömer döneminde ayrıca tarih yazıcılığına çok önemli bir kaynak vazifesi gören divan defterleri tanzim edilmiştir. Bu defterler sayesinde erkekler, kadınlar, çocuklar ve mevâlîden olan müslümanlar, başta ehl-i Bedir olmak üzere İslâmiyet’e giriş önceliklerine ve hizmetlerine göre kayıt altına alınmış, evvelâ Kureyş kabilesinin Benî Hâşim kolundan başlanması dolayısıyla daha sonra yazılan bazı tabakat ve ensâb kitaplarının hem malzemesine hem planına esas teşkil etmiş, ayrıca yeni kurulan şehirlerde ve fethedilen yerlerde kabilelerin iskânında akraba olanların birbirine yakın mekânlarda iskânına yardımcı olmuştur. Hz. Ömer’in kendisine gelen mektupları, antlaşma metinlerini, gönderdiği emirnâmeleri ve tayin kararlarını bir sandık içerisinde sakladığı bilinmektedir. Onun vali ve kumandanlarından fethedilen bölge ve ülkelerin arazi durumu, iklimi ve halkına dair istediği yazılı bilgilerle tarihçilerin faydalanacağı başka faaliyetleri de vardır. Hz. Peygamber’in şahsiyetine ve müslümanların tevhid mücadelesine temas eden şiirlerin toplanması için Kûfe valisine tesbitlerde bulunmasını emretmesi ve yine onun zamanında ensarın şiirlerinin toplanması da tarih yazıcılığında faydalanılan şiirlerin muhafazası bakımından yararlı olmuştur. Hz. Osman’ın şehid edilmesiyle başlayan karışıklıklar ve fitne hareketleri, iç savaşlar, Hâricîler’in ortaya çıkması, Hz. Ali’nin şehâdeti, Kerbelâ faciası, imâmet/hilâfet tartışmaları, Emevîler’e karşı birçok ayaklanmanın meydana gelmesi ve Şuûbiyye hareketleri de olayların farklı görüşler doğrultusunda ele alınmasına vesile olmuş, bu olayların tarihine dair eserler yazılmaya başlanmıştır. İlk Emevî halifesi Muâviye b. Ebû Süfyân ensâb bilgisinin tesbitini istemiş, Suhâr b. Abbas el-Abdî ve Dağfel b. Hanzale es-Sedûsî’nin birikiminden faydalanılmasını emretmiştir. Ayrıca eski hükümdarların tarihini öğrenmeye önem vermiş, bu amaçla Yemen tarihiyle ilgili bir eser yazması için Ubeyd (Abîd) b. Şeriyye’yi San‘a’dan getirtmiş, kendisinden kadim Araplar’a, onların ve diğer kavimlerin meliklerine, çeşitli dillerin teşekkülü ile insanların çeşitli beldelerde birbirinden ayrılmasına dair ahbârı toplatarak yazdırmasını istemiştir (İbnü’n-Nedîm, I/2, s. 278, 279-280). Onun günümüze ulaşan kısa Yemen tarihi basılmıştır (Aḫbârü’l-Yemen ve eşʿârühâ ve ensâbühâ, İbn Hişâm, Kitâbü’t-Tîcân ekinde, Haydarâbâd 1347). I. Velîd’in, kütüphanesi için Hâlid b. Ebü’l-Heyyâc’ı mushaf yanında ahbâr ve eş‘ârı istinsah etmekle görevlendirmesi (a.g.e., I/1, s. 15), II. Velîd’in Araplar’ın ahbâr ve ensâbını bir araya getirtmesi, bu çalışmaların daha sonra Hammâd er-Râviye ve Cennâd’a intikal etmesi tarih yazıcılığının gelişmesini etkilemiştir (a.g.e., I/2, s. 286). Bu arada VIII. yüzyılın ortalarından itibaren kâğıt imalâtı ve kullanımının yaygınlaşmasının tarihçilik yanında diğer ilimlerin gelişmesinde ve yazıya geçirilmesinde büyük tesiri olmuştur. Abbâsîler zamanında devlet teşkilâtının gelişmesi ve başta resmî yazışmalarla ilgili olmak üzere birçok divanın kurulması arşiv belgelerinin artmasını sağlamıştır. Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr, İbn İshak’tan siyer ve megāzî, Hârûnürreşîd kādılkudâtı Ebû Yûsuf’tan devlet gelirleri ve sarf yerleri hakkında eser yazmalarını istemiştir. Bu dönemde de halife sarayındaki sohbet konularından biri de tarih olmuş, bazı tarihçiler, kâtipler ve nedimler bu toplantılara katılmış, Belâzürî gibi tarihe dair önemli eserler kaleme alan kişiler bunlar arasından çıkmıştır.
I. (VII.) yüzyılın ilk yarısından itibaren sahâbîler ve tâbiîlerin ilk nesli tarafından başlatılan siyer ve megāzî çalışmalarının ardından dünya tarihi, fütuhat, bölge ve şehir tarihleri, tabakat kitapları olmak üzere küçüklü büyüklü çeşitli konularda tarih çalışmaları yapılmıştır. Tefsir, hadis, fıkıh, Arap dili ve edebiyatı sahalarındaki teliflere paralel olarak tarih kitaplarında da rivayet usulü kullanılmış, hadiselerin kahramanlarının veya hadiseyi gören ve görenden dinleyen râvilerin verdikleri bilgiler isnad sistemiyle kaleme alınmıştır. Bu dönemdeki tarihçiliğin rivayet tarihçiliği olduğu ifade edilmiştir. Hz. Âdem’den başlayan dünya tarihleri için Kur’an ve hadislerdeki bilgilerle bu bilgilere uyan bilgiler içeren Ehl-i kitap rivayetlerine yer verilmiştir. Diğer taraftan başta muhaddisler olmak üzere bu ilk asırdaki müellifler rivayet icâzeti almadıkları hiçbir kitaptan iktibasta bulunmamışlardır. Fuat Sezgin şarkiyatçıların isnad sistemine dair ileri sürdükleri, İslâm’ın ilk 150 yıllık döneminde başta hadisler olmak üzere nakledilen rivayetlerin insanlar arasında şifahî olarak anlatıldığı, muhaddislerin hicretin II. yüzyılın sonlarında veya III. yüzyılın başlarında senedler icat edip uydurdukları ve bunları haber ve rivayetlerin başına ekleyerek tedvin faaliyetlerine giriştikleri şeklindeki iddialarının doğru olmadığını, şifahî rivayetin yanında senedlerin de yer aldığı sahîfe ve kitapların bulunduğunu, günümüze ulaşan senedlerde geçen râvilerden en az birinin müellifin teşkil ettiğini, bu dönemlerde müslüman müelliflerin iktibaslarında hiçbir zaman kitap ismi zikretmediklerini, yalnızca rivayetin senedini vermekle yetindiklerini hadis ve tarihî rivayetlerin senedlerini inceleyerek göstermiş, şarkiyatçılar tarafından yapılan çalışmalarda bu iddialar kabul edildiğinden doğru sonuçlara ulaşılamadığını ortaya koymuş ve isnadın başlangıcından itibaren tefsir, hadis, fıkıh, siyer ve megāzî, tarih, edebiyat ve şiir gibi bütün ilim dallarında yazılmış metinlerde kullanıldığını ispat etmiştir (GAS [Ar.], I/1, s. 117-152; I/2, s. 3-28). Hadis kitaplarındaki isnad sistemi siyer ve tarih sahasındaki eserlerde de yer almakla birlikte tarihçiler konu bütünlüğünü sağlamak, olayları sebep-sonuç ilişkileri içerisinde anlatabilmek için zaman zaman senedleri telfik ettikleri veya sadece haberi aldıkları râvinin adını vermekle yetindikleri de olmuştur. Sonradan muhaddislerin siyer ve tarih âlimlerine yönelttiği önemli bir eleştiri konusu olan bu usul, Urve b. Zübeyr ve Zührî gibi aynı zamanda meşhur birer muhaddis olan siyer ve tarih öncüleri tarafından başlatılmış, İbn İshak, Vâkıdî, İbn Sa‘d ve Belâzürî gibi tarihçiler bunu devam ettirmiştir. Belâzürî, hadiselerde bütünlüğü sağlama bakımından faydalı olan bu usulle ilgili görüşlerini anlatırken hadis, siyer ve fetih tarihiyle uğraşan âlimlerin bir topluluğun kendilerine haber verdiği şeyleri bazan aynen naklederek veya kısaltarak, bazan da bir kısmını diğeriyle karşılaştırarak bütünlemeye çalıştığını söyler (Fütûh, s. 1). Ancak Taberî, Tefsîr’inde olduğu gibi Târîḫ’inde de hadisçilerin isnad sistemine bağlı kalmış, senedleri birleştirme cihetine gitmemiştir. Öte yandan rivayet tarihçiliğinde çeşitli kanallardan gelen, bazan birbirinden farklı, hatta karşıt bilgiler içeren haberleri sıralamakla yetinilmiş, aralarında tercih yapma yoluna gidilmemiştir. Vâkıdî ve Belâzürî gibi tarihçiler ise bazı rivayetleri tercih etmiş ve tercih ettikleri rivayetlerin daha doğru olduğunu ileri sürmüştür.
Soylarına ve tarihe bağlılıkları ile tanınan Araplar Câhiliye devrinde ensâba dair bilgilere çok önem veriyordu. Bazı kabilelere ait soy kütüğü tomarları ile Resûl-i Ekrem’in hayatında bazı sahâbîlerin kaleme aldığı hadis sahîfeleri ve devlete ait bazı yazılı belgeler yanında siyer ve tarih yazıcılığında çok önemli yeri olan, Hz. Ömer zamanında Araplar’ın ensâb bilgisini kayıt altına alan divan defterlerinin düzenlenmesiyle ensâb konusunda önemli bir adım atılmıştır. Emevî halifelerinin kabilelerin nesebini iyi bilen kimseleri Dımaşk’a davet ettikleri, çocuklarına Arap kabilelerinin ensâbını öğretmelerini istedikleri, bazılarına ensâb konusunda kitap yazdırdıkları bilinmektedir. Abbâsîler zamanında hilâfet konusundaki ihtilâfın bilhassa Hz. Ali evlâdı ile Abbâsîler arasında cereyan etmesi nesep bakımından kimlerin Hz. Peygamber’e daha yakın olduğu tartışmasını beraberinde getirmiş ve Kureyş kabilesiyle ilgili kitapların kaleme alınmasını sağlamıştır. Kureyş kabilesinin nesebine dair zamanımıza ulaşan ilk müstakil kitap Müerric es-Sedûsî’nin (ö. 195/810) Kitâbü Ḥaẕf min nesebi Ḳureyş adlı eseridir (Kahire 1960; Beyrut 1396/1976). Ensâb konusunda Arap-İslâm dünyasının en önemli şahsiyeti kabul edilen Hişâm b. Muhammed el-Kelbî’nin (ö. 204/819) başta ensâba ve ahbâra dair olmak üzere 150 kadar eser yazdığı kaydedilmektedir. İbnü’l-Kelbî bu eserleri, büyük bir nesep âlimi olan babası Muhammed b. Sâib el-Kelbî’nin (ö. 146/763) yazılı ve şifahî bilgilerinden oluşan malzemesini düzenleyerek hazırlamıştır. İbnü’l-Kelbî, babasının her kabile için ayrı ayrı topladığı bilgileri günümüze eksik bir nüshası intikal eden Cemheretü’n-neseb ile Nesebü Meʿad ve’l-Yemeni’l-kebîr adlı eserlerinde bir araya getirmiştir. Mus‘ab b. Abdullah ez-Zübeyrî’nin Kitâbü Nesebi Ḳureyş’i ile Zübeyr b. Bekkâr’ın Cemheretü nesebi Ḳureyş ve aḫbâruhâ adlı eseri bugüne ulaşmış en önemli ensâb kitaplarındandır. Diğer taraftan Arap ensâbı söz konusu olduğunda bunları İslâm öncesi Arap tarihi ve Câhiliye devri şiirleriyle eyyâmü’l-Arab’ından ayırmak mümkün değildir. İbnü’l-Kelbî’nin ahbâra dair eserlerinde de görülen bu durum Ebû Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ’nın iki eseri için de geçerlidir. Basra dil mektebinin önde gelen âlimlerinden, el-Aṣmaʿiyyât adlı antolojisinde eski Arap şiirlerini toplayan, ahbâr râvisi Asmaî’nin Târîḫu’l-ʿArab ḳable’l-İslâm adlı bir kitabı bulunmaktadır (nşr. M. Hasan Âl-i Yâsîn, Bağdat 1959). Ahbâr ve ensâb âlimleri arasında Heysem b. Adî’yi de anmak gerekir.
Diğer taraftan Hz. Ömer’in başta Medine olmak üzere Kûfe, Basra, Vâsıt, Dımaşk, Humus, Ürdün, Filistin ve Mısır’da tertip ettirdiği divan defterleri, sahâbîlerin hal tercümesine dair tabakat ve tarih kitaplarının esas malzemesini teşkil etmiştir. İlk iki cildini siyer ve megāzîye ayırdığı, daha sonra yazılacak tabakat/terâcim kitaplarına örnek olma özelliği taşıyan Kitâbü’ṭ-Ṭabaḳāti’l-kebîr adlı eseri zamanımıza ulaşan İbn Sa‘d (ö. 230/845), Kitâbü’ṭ-Ṭabaḳāt müellifi Halîfe b. Hayyât ile birinci bölümü siyer ve megāzîye tahsis edilen Ensâbü’l-eşrâf adlı kitabın müellifi Belâzürî gibi âlimler, kitaplarının planını Hz. Ömer’in sahâbîleri tabakalara ayırma anlayışından hareketle hazırlamışlar, günümüze kadar gelmeyen bu defterlerin varlığını muhafaza etmek suretiyle tarih yazıcılığına büyük katkıda bulunmuşlardır.
Siyer ve Megāzî. İslâm dünyasında tarih yazıcılığının doğup gelişmesinde Resûl-i Ekrem’in hayatını ele alan siyer ve megāzî çalışmalarının istisnaî bir yeri vardır. Bu çalışmaları I. (VII.) yüzyılda veya II. (VIII.) yüzyılın ilk yarısında vefat eden, bir kısmı sahâbî çocuğu olan tâbiîn âlimlerinin başlattığı bilinmektedir. Bunlar arasında Saîd b. Sa‘d b. Ubâde el-Hazrecî, Sehl b. Ebû Hasme el-Ensârî, Saîd b. Müseyyeb, Ubeydullah b. Kâ‘b el-Ensârî ve Şa‘bî gibi yazılı sahîfelerdeki haberleri daha sonraki kaynaklarda yer alan kişiler bulunmaktadır (Sezgin, GAS [Ar.], I/2, s. 65-70). Bu dönemde başta teyzesi Hz. Âişe olmak üzere bazı sahâbîlerden aldığı hadisleri rivayet eden Urve b. Zübeyr ile çeşitli kaynaklardan topladığı hadis ve haberleri bir araya getiren İbn Şihâb ez-Zührî, zamanımıza farklı kaynaklar içerisinde ulaşan İslâm tarihçiliğinin ilk örnekleri olan bu metinleri, üslûbunun sağlamlığı yanında abartı ve yönlendirmelerden uzak bir şekilde kaleme almak suretiyle siyer ve megāzî yazıcılığını yeni bir safhaya intikal ettirmişlerdir. Urve ve Zührî’nin talebelerinden üçü bu alanda eser telif edenler arasında büyük şöhrete ulaşmıştır. Mûsâ b. Ukbe’nin Kitâbü’l-Meġāzî’si günümüze bütünüyle intikal etmemiş olmakla birlikte haberleri bazı kaynaklardan toplanmak suretiyle, Ma‘mer b. Râşid’in el-Meġāzi’n-nebeviyye’si, Abdürrezzâk es-San‘ânî’nin el-Muṣannef’i içerisinde zamanımıza ulaşmış ve müstakil olarak da yayımlanmıştır (Dımaşk 1401/1981). Zührî’nin üçüncü talebesi İbn İshak’ın Siyer’i tarih yazıcılığında büyük izler bırakmıştır. Resûlullah’ın sadece gazve ve seriyyelerini kaleme alan Vâkıdî’nin Kitâbü’l-Meġāzî adlı eseri ve onun “Kâtibü’l-Vâkıdî” diye meşhur olan talebesi İbn Sa‘d’ın, başında siyer konusunun yer aldığı Kitâbü’ṭ-Ṭabaḳāt’ı ile bu sahanın ana kaynaklarının tamamlandığı bilinmektedir. Daha sonraki tarihçiler bu eserlerden faydalanmış, onların rivayetlerini ve planlarını kullanmıştır. İbn İshak, bir bölümü bu alanın günümüze ulaşan ilk eseri olan Kitâbü’l-Mübtedeʾ ve’l-mebʿas̱ ve’l-meġāzî’siyle siyer ve megāzî kitaplarına bilinen şeklini vermiş, zamanımıza intikal etmeyen Kitâbü’l-Ḫulefâʾ adlı eseriyle de İslâm dünyasında tarih eserlerinin derinlik ve devamlılık kazanmasında etkili olmuştur. Bu anlayışı benimseyen tarihçilerden bazıları genel dünya tarihiyle, bazıları Resûlullah dönemiyle veya hicretle başlayan tarihler yazmıştır. Bu arada fetihler başta olmak üzere bazı kabilevî, siyasî, iktisadî veya dinî hadiseler, monografiler veya biyografiler, şehir ve bölge tarihleri kaleme alanlar olmuştur. Hicretin ilk üç asrında tarih alanında yazılan sahîfe, risâle ve kitap şeklindeki eserlerin dinî, içtimaî, siyasî, mezhebî ve kabilevî tesirler dolayısıyla dikkat, sıhhat, genişlik bakımından tarih yazıcılığına aynı seviyede katkıda bulunmadığı açıktır. Önceleri önemli bir merkez olan Medine’nin hadis ve siyere, Mısır’ın ensâb ve eyyâma, Şam’ın Emevî tarihine temayülü olduğu, Yemen’in bölge tarihi yanında İsrâiliyat rivayetlerine ağırlık verdiği, diğer önemli iki merkezden Kûfe’nin Emevîler’e karşı rivayetleri ve anlayışı öne çıkardığı, Basra âlimlerinin Medine ve Yemen’deki gelişmelerden etkilendiği muhaddislerin anlayışına daha yakın bulunduğu ve Emevîler’e karşı daha mülâyim davrandığı kabul edilmektedir.
Genel ve Özel Tarihler. İbnü’n-Nedîm, tarih alanında eser veren yahut râvi sıfatıyla katkılarda bulunan pek çok müellif adı zikretmektedir (el-Fihrist, I/2, s. 277-482). Bunlardan en meşhur olanlarıyla eserleri günümüze ulaşan tarihçilerden bazıları şunlardır: Emevî devri tarihçisi olarak bilinen Avâne b. Hakem, ikisi de zamanımıza intikal etmeyen eserlerinden biri olan Kitâbü’t-Târîḫ’inde dört halife dönemini ve Abdülmelik b. Mervân devrinin sonuna kadar Emevî tarihini yazmıştır. Diğer eseri Sîretü Muʿâviye ve Benî Ümeyye, İslâm dünyasında bir halife ve hânedana dair kaleme alınmış ilk kitap olması bakımından önemlidir. II (VIII) ve III. (IX.) yüzyıllardaki birçok tarihçi onun bu kitaplarından geniş ölçüde faydalanmış ve nakillerde bulunmuştur. Ebû Mihnef Lût b. Yahyâ da Emevî tarihçisi diye meşhurdur. Kûfe’de yaşadığı anlaşılan Ebû Mihnef’in Hz. Ali ve Ehl-i beyt taraftarı olduğu, ridde savaşları, Suriye ve Irak’ın fethi, Cemel, Sıffîn savaşları ve Hâricîler başta olmak üzere I. (VII.) yüzyıl olayları üzerine otuz üç risâle veya kitap yazdığı kaydedilmektedir. Bu eserlerden Maḳtelü’l-Ḥüseyn ile (Küveyt 1987) Aḫbârü’l-Ümeviyyîn (Leiden 1972) günümüze ulaşmıştır (diğer eserleri için bk. İbnü’n-Nedîm, I/2, s. 291-293; Sezgin, GAS [Ar.], I/2, s. 127-130). Hulefâ-yi Râşidîn dönemi tarihçisi olarak büyük şöhrete ulaşan Seyf b. Ömer’in Kitâbü’r-Ridde ve’l-fütûḥ ile Kitâbü’l-Cemel ve mesîru ʿÂʾişe ve ʿAlî adlı kitaplarında kabilesi Temîm eksenli, çok ayrıntılı ve zengin rivayetler bulunmaktadır. Eserin son zamanlarda eksik bir nüshası bulunmuş ve Taberî’nin tarihindeki rivayetlerle karşılaştırılarak beraberce yayımlanmıştır (nşr. Kāsım es-Sâmerrâî, Leiden 1415/1995). Taberî gibi birçok tarihçi ridde ve fütuhat haberlerini yazarken onun rivayetlerinden geniş ölçüde yararlanmıştır. İbnü’n-Nedîm’in elli eserinin adını zikrettiği Heysem b. Adî, olayları kronolojik sırayla naklettiği Kitâbü’t-Târîḫ ʿale’s-sinîn adlı eserinde Arap kabilelerinin ensâb ve ahbârı yanında Hz. Peygamber devrinden başlayarak Abbâsî Halifesi Hâdî-İlelhak zamanına kadar (785-786) geniş bir dönemi ele almıştır. Taberî, İbn Kuteybe, Belâzürî, Câhiz, Ya‘kūbî, Mes‘ûdî ve İbn Kesîr gibi tarihçiler onun eserleri ve rivayetlerinden iktibaslarda bulunmuştur. Hz. Ali taraftarlarından olan Nasr b. Müzâhim’in eserlerinden sadece Kitâbü Ṣıffîn şerḥu ġazâti emîri’l-müʾminîn bugüne ulaşmıştır (Kahire 1365). Üslûbu daha çok şiir, anekdot ve hitabelerin yer aldığı kıssa yazarlarınınkine benzeyen Nasr’ın diğer eserleri Hucr b. Adî’nin öldürülmesi, Cemel Vak‘ası, Nehrevân Savaşı ve Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in şehid edilmesi gibi konularla ilgilidir.
III. (IX.) yüzyılın büyük tarihçilerinin başında Ali b. Muhammed el-Medâinî gelir. 240’ı aşan kitap ve risâlelerinden en kapsamlısı Aḫbârü’l-ḫulefâʾi’l-kebîr olup tarihçiler bundan geniş rivayetler iktibas etmiştir. Günümüze yalnızca et-Teʿâzî ile (nşr. İbtisâm Merhûn es-Saffâr – Bedrî Muhammed Fehd, Necef 1971) birden fazla evlilik yapan Kureyşli kadınların ele alındığı el-Mürdifât (Abdüsselâm Muhammed Hârûn, Nevâdirü’l-maḫṭûṭât içinde, I, 57-80; Kahire 1371/1951, 1392/1972) adlı iki risâlesi intikal eden Medâinî siyer, Hz. Ebû Bekir’den başlayıp Abbâsî Halifesi Mu‘tasım-Billâh’a kadarki (833-842) dönemi kapsayan İslâm tarihinin siyasî, askerî, idarî, malî ve içtimaî konularında en çok yararlanılan bir müelliftir. Halîfe b. Hayyât’ın et-Târîḫ’i, İslâm dünyasında kronolojik esasa göre kaleme alınmış tarih kitaplarından günümüze intikal eden ilk örnektir. Hadis rivayet usulüne bağlı kalan Halîfe, İbn İshak’ın siyerinin iki ayrı nüshasından ve Târîḫu’l-ḫulefâʾsından faydalanmıştır. Ensâb âlimi, tarihçi ve edip Muhammed b. Habîb’in birçok eseri arasında, ayrıntılara girilmeden soy kütüklerini ve annelerinin adını listeler halinde yazdığı peygamberler ve halifeler tarihi niteliğindeki el-Muḥabber’i ile (nşr. Ilse Lichtenstädter, Haydarâbâd-Dekken 1361/1942) Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberlerle Kureyş kabilesinin ensâb ve ahbârına yer verdiği el-Münemmaḳ fî aḫbâri Ḳureyş (nşr. Hurşîd Ahmed Fârık, Delhi 1384/1964) adlı eseri zikredilmelidir. Dil, edebiyat, Kur’an ilimleri, hadis ve tarih sahasındaki eserleriyle tanınan İbn Kuteybe’nin iki kitabı tarihle ilgilidir; bunlardan ilki olan ʿUyûnü’l-aḫbâr’da devlet adamlarında bulunması gereken meziyetlerle savaş, seyyidlik, ilim, zühd, dostluk ve kadın gibi kültür ve medeniyet tarihini ilgilendiren çeşitli konulara, diğer eseri el-Maʿârif’te halifelerle İslâm toplumunun ileri gelen şahsiyetlerinin ansiklopedik mahiyette ensâb ve tarih ağırlıklı biyografilerine yer verilmiştir. Hadis hâfızı ve tarihçi Ya‘kūb b. Süfyân el-Fesevî, baş tarafı günümüze ulaşmayan hacimli bir İslâm tarihi ve tabakat kitabı niteliğinde kaleme aldığı el-Maʿrife ve’t-târîḫ adlı eserinin (nşr. Ekrem Ziyâ el-Ömerî, I-III, Bağdad 1394-1396/1974-1976) kronolojik sıraya göre düzenlediği birinci bölümünü tarihe, ikinci bölümünü ashaptan başlayarak hadis râvilerine ayırmıştır. Eserin ilmî neşrini yapan Ömerî’nin tesbitine göre Fesevî, eserinin birinci bölümünde Hz. Peygamber’den itibaren 242 (856) yılına kadarki İslâm tarihini yazmıştır. Neşri yapılan kısım 136 (754) yılından başlamakta, eserde önemli olaylar yanında hac emirliği yapmış kişiler, vefat etmiş meşhur şahsiyetler bilhassa kaydedilmektedir. Eserin tabakat kısmında ashap, tâbiîn ve daha sonraki râviler ele alınmaktadır. İslâm tarihinin iki buçuk asırlık tarihinin yer aldığı bu eser, Ṭabaḳāt’ının başına sadece Hz. Peygamber’in siyerini koymuş olan İbn Sa‘d’dan bu yönüyle ayrılmaktadır.
Abbâsî Halifesi Mütevekkil-Alellah’ın nedimliğini yapan ve iki tarih kitabıyla şöhrete ulaşan Belâzürî’nin Fütûḥu’l-büldân’ında Hz. Peygamber zamanından III. (IX.) yüzyıla kadar ilk İslâm fetihleri bölge ve şehir esasına göre anlatılmıştır. Belâzürî bu eserinde savaşlara hiç yer vermeden bir yerin kimin tarafından hangi tarihte fethedildiğine, barış veya savaş yoluyla ele geçirildiğine dair haberleri, buna bağlı olarak antlaşmalarda belirlenen toprak vergilerini ve cizye miktarlarını zikretmeye bilhassa dikkat etmiştir. Onun diğer eseri Ensâbü’l-eşrâf ise tabakat, ensâb ve ahbâr üslûplarının birleştirilmesiyle telif edilmiş, birçoğu zamanımıza ulaşmayan kaynaklarda yer alan haberleri içine alan ve Resûl-i Ekrem döneminden Abbâsîler’in ilk devirlerine kadar gelen önemli bir kaynaktır. Mısırlı tarihçi Ebü’l-Kāsım İbn Abdülhakem Fütûḥu Mıṣr ve’l-Maġrib ve’l-Endelüs’ü, Şiî tarihçisi İbn A‘sem el-Kûfî umumi tarih niteliğindeki Kitâbü’l-Fütûḥ’u kaleme almıştır. III. (IX.) yüzyılın ortalarında yazıldığı anlaşılan, müellifi meçhul Aḫbârü’d-devleti’l-ʿAbbâsiyye, Abbâsî daveti ve Abbâsîler’in kuruluşu hususunda önem taşımaktadır. Dünya tarihiyle başlayan, İslâm öncesi ve İslâm sonrası olayları anlatırken daima İran’ı ön planda tutan Ebû Hanîfe ed-Dîneverî, el-Aḫbârü’ṭ-ṭıvâl adlı eserinde İran’ın fethi ve Sıffîn Savaşı gibi olaylara genişçe yer vermiştir. Aynı zamanda botanik âlimi olan Dîneverî eserinde edebî bir üslûp kullanmış, olaylar arasından Ebû Müslim ihtilâli ve onun öldürülmesi, Bağdat’ın kuruluşu, Râvendiye Vak‘ası, Me’mûn ve Emîn arasındaki mücadele, Bâbek ve Afşin isyanları gibi konulara yer vermiştir. Ahmed b. İshak el-Ya‘kūbî, Târîḫu’l-Yaʿḳūbî adlı dünya tarihinde 259 (872) yılına kadar gelen hadiseleri yazmıştır. İsrâiloğulları tarihiyle başladığı eserinde Hz. Îsâ ve havârileri, Bâbil, Asur, Hint, Çin, Yunan, Roma, Mısır, Berberîler ve Türkler gibi birçok kavmin siyasî ve kültürel yönlerine değinerek ilk doğru dünya tarihini oluşturmaya çalışmıştır. Bu dönemin diğer tarihçilerde hemen hiç rastlanmayan, her hükümdarın tahta geçişini burçların durumuyla ilişkilendirmesi kendisinin astrolojiye olan düşkünlüğünü göstermektedir.
Müfessir, muhaddis, fakih ve tarihçi olarak büyük şöhret kazanan Muhammed b. Cerîr et-Taberî’nin Târîḫu’l-ümem ve’l-mülûk’ü hicretin ilk üç asrının rivayet tarihçiliğinin en üst seviyesini temsil etmektedir. Hz. Âdem’den başlayıp 302 (915) yılına kadar cereyan eden olayları anlatan Taberî eserinin mukaddimesinde yazacağı tarihin konularını belirler. Taberî, hayatına dair bilgi verdiği kişiler hakkında bir değerlendirme yapmadığı gibi naklettiği rivayetlerin doğruluğu üzerinde fikir belirtmeden sorumluluğu haberleri nakledenlere, bunların kabul edilip edilmemesiyle ilgili kararı da okuyucuya bırakmaktadır. Onun kronolojik esasa göre telif ettiği bu eserin en önemli özelliklerinden biri de zamanımıza ulaşmayan birçok tarihçinin sahîfe ve kitaplarından rivayet icâzeti aldığını gösteren senedleri zikretmek suretiyle yaptığı iktibaslarla kaleme alınmış olmasıdır. Türk asıllı tarihçi Ebû Bekir es-Sûlî’nin Kitâbü’l-Evrâḳ fî aḫbâri Âli ʿAbbâs ve eşʿârihim adlı, bazı bölümleri yayımlanan eseri modern tarihçilerce Abbâsî tarihinin önemli kaynakları arasında sayılır.
Öte yandan bölge ve şehir tarihlerinin tarih yazıcılığında önemli bir yeri bulunmaktadır. Hasan-ı Basrî’nin (ö. 110/728) kaleme aldığı Feżâʾilü Mekke ve’s-sekeni bihâ adlı risâle (Küveyt 1980) Mekke ile Kâbe’nin kutsiyetine dair bugüne ulaşan en eski metindir. Risâlenin, Arapça metninin basılmasından yıllarca önce Miralay Mustafa Hâmî tarafından Fazîletü’l-mücâvere fî Mekkete’l-Mükerreme adıyla Türkçe’ye çevrilmesi (İstanbul 1280) dikkat çekicidir. Mekke tarihi üzerine bir eser yazdığı rivayet edilen Osman b. Amr b. Sâc el-Kureşî el-Cezerî’nin haber ve rivayetlerinden Ezrakī geniş ölçüde faydalanmıştır. Mekke’nin yerleşim planı, topografik yapısı ve Kâbe hakkında geniş bilgi içeren, şehrin tarihiyle ilgili bütün rivayetleri toplamaya çalışan Ebü’l-Velîd el-Ezrakī’nin Aḫbâru Mekke ve mâ câʾe fîhâ mine’l-âs̱âr’ı (Mekke 1994) çok önemli bir kaynaktır. Ezrakī, Mekke’deki binaların kitâbelerini en doğru şekilde nakletmek suretiyle eserinin değerini arttırmıştır. Fâkihî’nin Aḫbâru Mekke’si de bu dönemde kaleme alınmış değerli bir şehir tarihi olup müellif kitabında bölümleme yapmadan muhaddislerin usulünü takip ederek ulaşabildiği bütün rivayetleri toplamıştır (Mekke 1407/1987). Medine’nin ilk şehir tarihi İbn Zebâle tarafından 199 (814) yılında Kitâbü’l-Medîne ve aḫbâruhâ (Aḫbârü’l-Medîne) adıyla telif edilmiştir. Wüstenfeld zamanımıza intikal etmeyen bu eseri, İbn Zebâle’nin Semhûdî’nin Vefâʾü’l-vefâ’sı başta olmak üzere daha sonraki Medine tarihlerindeki rivayetleri bir araya getirip yayımlamıştır (Göttingen 1860). İbnü’n-Nedîm de Ubeydullah b. Ebû Saîd el-Verrâk, Medâinî, Ebû Ali Hasan b. Halef İbn Şâzân ve Zübeyr b. Bekkâr’ın Medine tarihine dair günümüze ulaşmayan eserlerinin adını vermektedir. İbn Şebbe Mekke, Kûfe ve Basra tarihleri yanında İslâm tarihinin bazı olaylarıyla ilgili yine zamanımıza intikal etmeyen birçok kitap yazmıştır. Bazı bölümleri eksik olsa da bugüne kadar gelen tek eseri Târîḫu’l-Medîneti’l-münevvere’dir. Eserin birinci bölümünde Hz. Peygamber’in Medine’deki hayatı, Mescid-i Nebevî ve çevresiyle şehrin vadileri, mescidleri, kabilelerin yerleri, çarşı pazarlar gibi konular ele alınmakta, ikinci bölümde Hz. Ömer, üçüncü bölümde Hz. Osman’ın hilâfet dönemleri hakkında bilgi verilmektedir (el-Fihrist, I/2, s. 293).
Coğrafya Kitapları. İslâm’dan önce Araplar Arabistan, komşu bölge ve ülkeler hakkında bazı bilgilere sahipti. Gökyüzüne ve yıldızlara dair günlük gözlemlerine dayanan tecrübeleri vardı. Yolculuklarda, takvim düzenlemelerinde ve hava durumu tahminlerinde bu bilgilerden faydalanıyorlardı. İslâm coğrafyacılığının temelleri II. (VIII.) yüzyılda Abbâsîler döneminde Yunan, İran ve Hint astronomi-coğrafya çalışmalarının yardımıyla atılmıştı. IX-X. yüzyıllarda yetişen müslüman coğrafyacılar tarih açısından büyük önem taşıyan eserler yazmıştır. Bağdat’ta Halife Me’mûn’un himayesinde çalışan müslüman astronomi bilginleri ve matematikçiler “es-Sûretü’l-Me’mûniyye” adını verdikleri bir dünya haritası çizmişti. Bunun yanında Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî tarafından çizilen dünya haritası da günümüze ulaşmamıştır. İbn Serâbiyûn (Sührâb) 902-945 yılları arasında Kitâbü ʿAcâʾibi’l-eḳālîmi’s-sebʿa’yı kaleme almış, Ya‘kūb b. İshak el-Kindî gibi filozoflar fizikî coğrafyanın gelişmesine yardımcı olmuştur. Kindî’ye bu konuda birçok risâle atfedilmiş, öğrencisi İbnü’t-Tayyib es-Serahsî de coğrafyaya dair eserler yazmıştır. IX. yüzyılın ortalarında Irak’ta önemli coğrafyacılar yetişmiştir. Bilinen dünyayı ilk tarif eden coğrafyacı olması dolayısıyla kendisine “İslâm coğrafyasının babası” unvanı verilen İbn Hurdâzbih Kitâbü’l-Mesâlik ve’l-memâlik’i kaleme almış, Ya‘kūbî Kitâbü’l-Büldân’ında onun usulünü takip etmiştir. Mes‘ûdî’nin et-Tenbîh ve’l-işrâf’ı hem bir coğrafya kitabı hem bir genel tarihtir. Kitâbü’l-Büldân sahibi İbnü’l-Fakīh, el-Aʿlâḳu’n-nefîse müellifi İbn Rüste, Kitâbü’l-Ḥarâc ve ṣanʿati’l-kitâbe’nin yazarı Kudâme b. Ca‘fer, iktisadî coğrafya üzerindeki Kitâbü’t-Tebaṣṣur bi’t-ticâre adlı eseriyle Câhiz dönemin diğer coğrafyacılarıdır. III. (X.) yüzyılın ilk yarısında Horasan’da yetişen, Ṣuverü’l-eḳālîm adıyla bilinen coğrafya kitabının müellifi Ebû Zeyd el-Belhî’nin öncülük ettiği, sadece İslâm ülkelerinin coğrafyasını inceleyen bir anlayış ortaya çıkmıştır.
Tabakat ve Terâcim Kitapları. İslâm tarihinde biyografi yazımının özellikle Hz. Peygamber’in, sahâbe, tâbiîn ve sonraki nesillerin, hadisleri nakleden râvilerin hayatını tesbit etmek amacıyla orijinal bir tür olarak ortaya çıktığı kabul edilmektedir. İbn Sa‘d’ın Kitâbü’ṭ-Ṭabaḳāti’l-kebîr’i (eṭ-Ṭabaḳātü’l-kübrâ) biyografi alanındaki çalışmaların ilk örneğidir. Resûl-i Ekrem’in hadislerini nakleden râvilerin hayatına dair III. (IX.) yüzyıldan itibaren “ricâlü’l-hadîs” kitapları telif edilmeye başlanmıştır. Buhârî’nin et-Târîḫu’l-kebîr, et-Târîḫu’l-evsaṭ ve et-Târîḫu’ṣ-ṣaġīr’i, İbn Ebû Âsım’ın el-Âḥâd ve’l-mes̱ânî’si, Ebü’l-Kāsım el-Begavî’nin Muʿcemü’ṣ-ṣaḥâbe’si, İbn Kāni‘in Muʿcemü’ṣ-ṣaḥâbe’si, İbn Hibbân el-Büstî’nin es̱-S̱iḳāt, Târîḫu’ṣ-ṣaḥâbe, Kitâbü (Maʿrifeti)’l-mecrûḥîn ve Meşâhîru ʿulemâʾi’l-emṣâr adlı eserleri bu dönemde yapılan önemli ricâl çalışmaları arasında sayılabilir. Zamanla çeşitli alanlarda meşhur olmuş kişilerle ilgili çok sayıda biyografi kitabı telif edilmiştir. Cehşiyârî’nin Kitâbü’l-Vüzerâʾ ve’l-küttâb’ı, Muhammed b. Yûsuf el-Kindî’nin Kitâbü’l-Vülât ve Aḫbâru ḳuḍâti Mıṣr adlı eserleri, Muhammed b. Halef Vekî‘in Aḫbârü’l-ḳuḍât’ı bu dönemde kaleme alınan biyografi kitaplarının başlıcalarıdır. III. (IX.) yüzyılın ortalarından itibaren şairlere ait biyografi eserleri yazılmıştır. İbn Sellâm el-Cumahî Ṭabaḳātü’ş-şuʿarâʾsında Câhiliye devrinden Emevîler’in son dönemine kadar yetişmiş şairleri tanıtmıştır. İbn Kuteybe eş-Şiʿr ve’ş-şuʿarâʾ adlı eserinde başlangıçtan III. (IX.) yüzyılın ortalarına kadar gelen şairlerin biyografisini yazmış ve şiirlerinden örnekler vermiştir. Bunun yanında Câhiz Kitâbü’l-Buḫalâʾsında cimriliğiyle meşhur kişilerden, el-Burṣân ve’l-ʿurcân ve’l-ʿumyân ve’l-ḥûlân adlı kitabında özürlü ve hastalıklı olan meşhur simalardan bahseder.
Edebî Eserler. Bu dönemde tarih açısından önemli birer kaynak sayılan edebiyat kitapları da yazılmıştır. Câhiz’in el-Beyân ve’t-tebyîn’i tarihî ehemmiyeti olan belge ve kayıtları içermektedir. Câhiz’in et-Tâc fî aḫlâḳi’l-mülûk adlı eserinde Emevîler ve Abbâsîler’de eğlence ve mûsikiyle ilgili âdet ve uygulamaların anlatıldığı üçüncü bölüm kültür tarihi bakımından büyük değer taşır. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî el-Eġānî’sinde, Emevî devrinde ve Abbâsîler’in ilk dönemlerinde yaşayan şarkıcı ve bestekârlarla bunların şarkı ve bestelerini konu edinmiştir. Müberred’in en meşhur eseri olup klasik Arap edebiyatının dört temel kaynağından biri sayılan el-Kâmil de dönemin tarihi açısından önemli bilgiler ihtiva eder.
Seyahatnâmeler. Seyahatnâmelerin de İslâm tarih yazıcılığında önemli bir yeri vardır. Arap edebiyatında daha çok “rihle”, Fars edebiyatında “sefernâme” adı verilen seyahatnâmeler İslâm’ın ilk dönemlerinden itibaren kaleme alınmaya başlanmıştır. Günümüze bazı bölümleri intikal eden ilk seyahatnâme tâbiînden Mekhûl b. Ebû Müslim’e (ö. 112/730) aittir. Süleyman et-Tâcir 237 (851-52) yılında Çin, Hindistan ve Malezya seyahatiyle ilgili Aḫbâru’ṣ-Ṣîn ve’l-Hind adlı bir eser kaleme almış, Ebû Zeyd es-Sîrâfî buna bir zeyil yazmıştır. Ahmed b. Hanbel’in seyahatnâmesine (rihle) oğlu Abdullah ez-Zevâʾid’inde uzun bir bölüm ayırmıştır. Ebû Hâtim er-Râzî de bir seyahatnâme kaleme almış, oğlu İbn Ebû Hâtim babasının eserine el-Cerḥ ve’t-taʿdîl’inde iki bölüm ayırmıştır. Abbâsî Halifesi Muktedir-Billâh 309’da (921) İdil Bulgar Hanlığı’na İbn Fadlan başkanlığında bir heyet göndermiş, İbn Fadlan bu seferi anlatan bir seyahatnâme (Risâletü İbn Faḍlân) kaleme almıştır. Seyahatnâmesinde gördüğü ülkeler, halklar ve kabileler hakkında etnografik ve antropolojik bilgiler vermiştir. Müellifin şahsî müşahedelerine dayanması sebebiyle eser o dönemin siyasal ve kültürel tarihi için zengin ve orijinal bir kaynak sayılır. Devlet yönetiminin temel ilkeleri, devlet başkanında bulunması gereken özellikleri, devlet yönetiminde dikkat edilmesi istenen hususlar vb.ni konu alan Siyâsetnâme (Siyerü’l-mülûk, Naṣîḥatnâme) türündeki eserler devletlerin tarihine ışık tutan önemli kaynaklardır (bk. SİYÂSETNÂME).
BİBLİYOGRAFYA
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, III, 285.
Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 1.
Mes‘ûdî, Mürûcü’ẕ-ẕeheb (Abdülhamîd), II, 34-38.
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (nşr. Eymen Fuâd Seyyid), London 1430/2009, I/1, s. 15; I/2, s. 277-482.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, IV, 292.
M. Şemseddin [Günaltay], İslâm’da Târih ve Müverrihler, İstanbul 1339-42.
Hüseyin Nassâr, Neşʾetü’t-tedvîni’t-târîḫî ʿinde’l-ʿArab, Kahire 1956.
Abdülazîz ed-Dûrî, Baḥs̱ fî neşʾeti ʿilmi’t-târîḫ ʿinde’l-ʿArab, Beyrut 1960.
F. Rosenthal, ʿİlmü’t-târîḫ ʿinde’l-müslimîn (trc. Sâlih Ahmed el-Alî), Bağdad 1963.
Muhammed İkbal, İslâm’da Dinî Tefekkürün Yeniden Teşekkülü (trc. Sofi Huri), İstanbul 1964, s. 144-146, 157 vd.
Seyyid Abdülazîz Sâlim, et-Târîḫ ve’l-müʾerriḫûne’l-ʿArab, İskenderiye 1967.
Sezgin, GAS [Ar.], I/1, s. 117-152; I/2, s. 3-43, 65-70, 127-130.
a.mlf., “İslâm Tarihinin Kaynağı Olmak Bakımından Hadisin Ehemmiyeti”, İTED, II/1 (1956-57), s. 19-36.
Şâkir Mustafa, et-Târîḫu’l-ʿArabî ve’l-müʾerriḫûn, Beyrut 1983, I.
Muhammed b. Sâmil es-Sülemî, Menhecü kitâbeti’t-târîḫi’l-İslâmî, Riyad 1406/1986.
Sabri Hizmetli, İslâm Tarihçiliği Üzerine, Ankara 1991.
M. Fethî Osman, el-Medḫal ile’t-târîḫi’l-İslâmî, Beyrut 1412/1992.
Tarif Khalidi, Arabic Historical Thought in the Classical Period, Cambridge 1994.
Ramazan Şeşen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, İstanbul 1998.
M. Abdülhay el-Kettânî, Hz. Peygamber’in Yönetimi: et-Terâtîbü’l-idâriyye (trc. Ahmet Özel), İstanbul 2003, II, 336.
Chase F. Robinson, Islamic Historiography, Cambridge 2003.
R. Stephen Humphreys, İslâm Tarih Metodolojisi-Bir Sosyal Tarih Uygulaması (trc. Murtaza Bedir – Fuat Aydın), İstanbul 2004, s. 97-136.
a.mlf., “Taʾrīk̲h̲”, EI2 (Fr.), X, 290-296.
Kasım Şulul, İslâm Düşüncesinde Tarih Tasavvuru ve Usûlü, İstanbul 2008.
Şaban Öz, İlk Siyer Kaynakları ve Müellifleri, İstanbul 2008.
Cevâd Ali, “Mevâridü târîḫi’ṭ-Ṭaberî”, MMİIr., I (1950), s. 143-231; II (1951), s. 135-190; III (1954), s. 16-56; VIII (1961), s. 425-436.
Mustafa Fayda, “İslâm Dünyasında İlk Şehir Tarihleri ve İbn Şebbe’nin Medine-i Münevvere Tarihi”, AÜİFD, XXVIII (1986), s. 167-180.
İbrâhim Beydûn, “Mesâʾilü’l-menhec fi’l-kitâbeti’t-târîḫiyyeti’l-ʿArabiyye”, el-Fikrü’l-ʿArabî, X/58, Beyrut 1989, s. 8-25.
M. Mahfuz Söylemez, “Klasik Dönem İslâm Tarihçilerinin Tarih Anlayışı”, İslâmî İlimler Dergisi, III/2, Ankara 2008, s. 7-32.
H. A. R. Gibb, “Tarih”, İA, XI, 777-799.
Nihad M. Çetin, “Ahbâr”, DİA, I, 489.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 30-36 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Irak, Arabistan. Arabistan yarımadasında siyer ve megāzî ile başlayan Medine merkezli tarih çalışmaları, Abbâsîler’in başşehir Bağdat’ı kurmalarıyla hilâfetin siyasal ve kültürel merkezi konumuna gelen Irak’ta gelişti ve Irak tarih ekolü IV. (X.) yüzyıldan itibaren Medine mektebiyle yarışır duruma geldi. Bununla birlikte Medine siyer ve megāzî alanında IX. (XV.) yüzyılın sonuna kadar belirleyici özelliğini sürdürdü. Aralıksız devam eden, kıssacı geleneğin ağır bastığı bu tarih anlayışı uzunca bir müddet Iraklı tarihçilerin öncülüğünde devam etti. Tarihçiler kitaplarında İslâm medeniyetinin bütün unsurlarına yer verdiler. IV. (X.) yüzyıldan Bağdat’ın Moğol istilâsına uğramasına kadar (656/1258) Bağdatlı tarihçiler İslâm tarih yazıcılığında önemli rol oynadı. Bağdat’ın işgaliyle birlikte İslâm tarihçiliğinin ekseni dönemin güçlü İslâm devleti Memlükler’in siyasî merkezi olan Mısır ve Suriye’ye kaydı.
İslâm’ın ilk üç asrında isnada dayalı sürdürülen rivayet tarihçiliği III. (IX.) yüzyılın sonlarında yerini kısaca kaynağa işaret etmeye bıraktı, ileriki asırlarda ise tarihçilerin çoğu tarafından terkedildi; alıntı yapılan veya faydalanılan kaynakların zikredilmesi cihetine gidildi. Bu dönemde şifahî rivayetlere yapılan atıfların yerini yazılı rivayetler almaya başladı; antlaşma metinleri ve yazışmalar gibi resmî devlet belgelerinin kullanılması yaygınlaştı. Bunun temel sebebi Abbâsî devlet bürokrasisinde görev alan Ebû Bekir es-Sûlî, İbn Miskeveyh ve Hilâl es-Sâbî gibi kâtiplerin tarih eserleri kaleme almasıdır. Bunlar tarih yazımının gelişimine katkıda bulundukları gibi bilgiyi kaynağından alarak tarihin müstakil bir disiplin olmasında büyük rol üstlendiler. Bu sayede pratik uygulamaların yanı sıra resmî belgeler tarih kitaplarında kayıt altına alındı.
IV. (X.) yüzyıl Arap edebiyatında özellikle tarih ve coğrafya alanında önemli gelişmelerin yaşanmasının etkenlerinden biri III. (IX.) yüzyıldan itibaren tarih yazımına konu olan Şuûbiyye hareketidir. Başta Fars olmak üzere Arap olmayan kültürlere ait rivayetler tarih kitaplarında belirgin şekilde yer almaya başladı. Bağdat ekolüne mensup, genel tarih yazıcılığının İran’daki temsilcilerinden Hamza el-İsfahânî’nin çalışmalarında olduğu gibi tarih eserlerinde İran ve Türk tarihiyle ilgili bilgilere daha yoğun biçimde yer verildi. Özellikle İran’ı ön planda tutan anlayış yaygınlaştı. Arapça tarih kitapları kaleme alınmaya devam ederken Arapça’dan Farsça’ya tercümeler yapıldı. Nitekim İslâm tarihinde ilk Farsça tarihleri Arapça tarih kitaplarının veya muhtasarlarının çevirisi meydana getirir. Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī’nin eserinde olduğu gibi Farsça tarih kitaplarında da Irak ekolünün etkileri görülür. Hicretin ilk iki asrında İslâm dünyasının düşünce hayatına nüfuz etmeye başlayan Helenistik kültür IV. (X.) yüzyıldan itibaren tarih yazımında yoğun biçimde kendini gösterdi. Bu asırdan itibaren İslâm hâkimiyeti altında yaşayan hıristiyan toplulukları arasında Arapça’nın yaygınlaşarak Bizans ve kilise tarihlerinin derlenmesi tarih yazımına yeni bir boyut kazandırdı. İslâm tarihi Şuûbiyye hareketi ve Helenistik kültürün etkileriyle bir Arap tarihi olmaktan çıktı ve daha genel bir nitelik kazandı. Böylece III. (IX.) yüzyılın ortalarından itibaren Irak’ta özellikle saray ve küttâb çevrelerinin öncülüğünde İran, Helenistik ve Arap-İslâm geleneklerini hadis ve edebiyatla birleştiren yeni bir tarih anlayışı ortaya çıktı.
III. (IX.) yüzyılda başlayan umumi tarihçilik daha sonraki asırlarda Bağdat merkezli olarak devam ettirildi. Melkî Patriği Saîd b. Bıtrîḳ’ın et-Târîḫu’l-mecmûʿ adlı eseri bu alanın ilk örneklerindendir. Bir dünya tarihçisi olarak temayüz eden Ali b. Hüseyin el-Mes‘ûdî, Taberî’de temsil edilen İslâm tarihçiliğini yeni unsurlar ekleyip daha da zenginleştirdi. Ardından genel tarihçilik iki kola ayrıldı. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîḫ’inde Taberî’nin usulünü takip ederken İbn Miskeveyh Tecâribü’l-ümem’de Mes‘ûdî’yi örnek aldı. Bu dönemde yazılan eserler arasında Mes‘ûdî’nin çağdaşı olan Agapius b. Kostantin el-Menbicî’nin el-ʿUnvân adlı kapsamlı dünya tarihinin önemli bir kısmı günümüze ulaştı. Sâbit b. Sinân es-Sâbî’nin bir vak‘anüvis titizliğiyle kaleme alınan Taberî tarihinin zeyli mahiyetindeki Kitâbü’t-Târîḫ’inin Karmatîler hakkında oldukça orijinal malzeme ihtiva eden bölümü zamanımıza ulaşmış erken dönem genel tarihlerindendir. Ebû Bişr ed-Dûlâbî’nin bugüne kadar gelmeyen Aḫbârü’l-ḫulefâʾsı ile Irak ekolünün temsilcilerinden Yahyâ b. Saîd el-Antâkî’nin Saîd b. Bıtrîḳ’ın tarihine zeyil mahiyetinde kaleme aldığı eser hânedanlara göre düzenlenmiş ilk örneklerdir. Mücâşiî’nin Bağdat’ta telif ettiği ed-Düvel fi’t-târîḫ’i ile Yâkūt el-Hamevî’nin günümüze ulaşmayan Kitâbü’d-Düvel’i devletler esasına göre ele alınmış genel tarihlerdir. Garsünni‘me es-Sâbî’nin babasının et-Târîḫ’ine zeyil şeklinde yazdığı ʿUyûnü’t-tevârîḫ’i Selçuklu tarihçilerinin iktibaslarıyla bugüne kadar geldi. Umumi tarih geleneğini sürdürüp Taberî’nin tarihine Tekmile adıyla zeyil yazan ve buna ʿUyûnü’t-tevârîḫ’i dahil eden Muhammed b. Abdülmelik el-Hemedânî’nin eseri genel tarihlerin birbirinin tamamlayıcısı olarak telif edildiğini göstermektedir. Hemedânî’nin bir özelliği de siyasî olayların yanında idarî, ekonomik, sosyal ve kültürel olayları ele alıp tarihî bilgiyi zenginleştirmesidir.
Irak’ta tarih yazıcılığında görülen bu hızlı gelişmenin daha sonraki asırlarda yavaşladığı görülmektedir. Bu dönemde Irak’ta kaleme alınan eserlerde olayların bir senteze gidilmeden kaydedilmesi anlayışı yaygınlaştı. VI. (XII.) yüzyılın sonları ile VII. (XIII.) yüzyılın başlarından itibaren bürokrat tarihçilerin yanı sıra tarihçiliği meslek edinmiş âlimler de İslâm tarih yazıcılığına katkıda bulunmaya başladı. Arapça’nın yanı sıra Farsça tarih yazımının yaygınlaşması İslâm tarihçiliğinin yeni boyutlar kazanmasını sağladı. İslâm dünyasının bir taraftan Haçlı, diğer taraftan Moğol tehlikesiyle karşılaşması tarih yazımını yeniden canlandırdı. Ayrıca Selçuklular, Zengîler, Eyyûbîler ve Hârizmşahlar gibi hânedanların teşekkülü dünya tarihi telif etme fikrini gündeme getirdi. İbnü’l-Esîr gibi tarihçiler bu alanda önemli eserler kaleme aldılar. Bu dönemde hadiselerin tafsilâtlı şekilde anlatımına paralel sosyal ve kültürel olaylara daha fazla yer veren yeni bir anlayış ortaya çıktı. Hamza el-İsfahânî’nin Târîḫu sinî mülûki’l-arż ve’l-enbiyâʾ adlı eserinde olduğu gibi aktarılan bilgi kadar eserin bir dünya tarihi şeklinde tasarlanması da önem arzediyordu. Bu anlayışın öncülüğünü, olayları sebep-sonuç ilişkileri açısından ele alarak bir bakıma tarih felsefesi yapan, sadece bir bölgenin veya bir hânedanın değil bütün İslâm dünyasının tarihini kaleme alarak ihmal edilen Batı (Mağrib) İslâm dünyasındaki olayları kayıt altına almaya önem veren İzzeddin İbnü’l-Esîr yaptı. Irak tarih geleneğine bağlı olan İbnü’l-Esîr’in çizgisi Mirʾâtü’z-zamân fî târîḫi’l-aʿyân adlı eseriyle Sıbt İbnü’l-Cevzî tarafından Suriye’de sürdürüldü. İbnü’l-Esîr’in tarihi için bir zeyil kaleme alan İbnü’s-Sâî’nin Irak tarih yazımındaki yeri, resmî belgelere yer vermesi ve Abbâsîler’in yıkılışıyla Bağdat’ın Moğollar tarafından istilâsına şahit olması bakımından önemlidir. Süryânî filozofu, ilâhiyatçı, edip ve tabip İbnü’l-İbrî’nin Kronografya’sı yaratılıştan 1286 yılına kadar gelen Süryânîce bir dünya tarihidir. Hakkında bilgi verdiği VII. (XIII.) yüzyıldaki olayların birçoğuna tanıklık eden İbnü’l-İbrî’nin eseri, müellifi tarafından Târîḫu muḫtaṣari’d-düvel adıyla ihtisar edilerek aslında yer almayan bilgi ve biyografilerin yanında kısa bir İncil tarihi de eklendi. Abdullah b. Es‘ad el-Yâfiî’nin Mirʾâtü’l-cenân adlı genel İslâm tarihi de Yemen’e dair verdiği ilâve bilgilerle öne çıkar.
IV. (X.) yüzyıldan sonra yaşayan Iraklı tarihçilerin bir kısmı sadece kendi çağlarında cereyan eden hadiseleri kaydetmekle yetindiler. Kendi bölge ve ülkeleri dahilindeki vak‘alara genişçe yer vermek suretiyle içerisinde yaşadıkları devletin ve şehirlerin tarihiyle ilgilendiler (İbn Haldûn, I, 202). Bu dönemde Bağdat’ın siyasî merkez olarak zayıflaması üzerine Irak ve çevresiyle sınırlı bir tarih anlayışı ortaya çıktı. Kronolojik esasa göre telif edilen eserler artan oranda sarayın ve yöneticilerin etkinlikleri üzerinde yoğunlaştı. Bu husus bürokraside görev alanların siyasî tarih yazıcılığında etkin olmasından kaynaklanıyordu. Bu çerçevede genel tarih kitaplarının metodunu takip ederek olayları kronolojik sırayla kaleme alan Ebû Bekir es-Sûlî, Bağdat merkezli anlatımı benimseyen ilk müelliflerdendir. V. (XI.) yüzyılda bu anlayış yaygınlaştı. Bağdat hilâfet sarayındaki protokol kuralları ve resmî yazışmalar başta olmak üzere dönemin idarî yapısı hakkında mâlûmat vermesi, ayrıca bazı önemli belgeler ihtiva etmesi ve kendi gözlemlerini yansıtması dolayısıyla Hilâl b. Muhassin es-Sâbî’nin çalışmaları ayrı bir değer taşımaktadır. Abbâsî vezirlerinden Rûzrâverî’nin Ẕeylü Tecâribi’l-ümem adlı kronolojik eseri de Bağdat merkezli bir hânedan tarihidir. Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî’nin el-Muntaẓam’ı Abbâsîler’in siyasî tarihini ve Bağdat merkezli anlayışı yansıtan örneklerin başında gelmektedir. Siyer dahil tarihin bütün alanlarında eser veren İbnü’l-Cevzî olayları ve biyografileri yıllara göre ayrı başlıklar altında kaydetmek suretiyle iki metodu birleştirip tarih yazıcılığına yenilik getirdi; onun bu metodu sonraki dönem tarihçileri tarafından örnek alındı. Zahîrüddin el-Kâzerûnî’nin et-Târîḫ adlı eseri müellifin Ravżatü’l-erîb adlı genel İslâm tarihinin muhtasarıdır. İbnü’l-Fuvatî, İslâm coğrafyasının doğu bölgelerinde artık ikinci plana düştüğü görülen Arapça tarih ve terâcim yazımının Irak’taki son temsilcilerindendir.
III. (IX.) yüzyılda başlayan sahâbe, ricâl, dört halife ve diğer halifeler için siyer ve menâkıb kitapları yazımı IV. (X.) yüzyıldan itibaren artarak sürdü. Siyer kitapları bir kişinin hayatını anlattığı gibi o kişiyle ilgili hâtıraların bir araya getirilmesinden de oluşuyordu (Taberî, VII, 332). Bu arada önem atfedilen bazı siyasal, sosyal ve dinî hadiselerin ya da monografi ve biyografilerle şehir ve bölge tarihi yazımında önemli gelişmeler kaydedildi. Böylece tarih yazıcılığının konuları çeşitlendi ve tarihî olaylara verilen önem arttı. Tarih metinleri özellikle içerik bakımından çok zenginleşti. Daha sonra Bermekî, Zenc ve Havâric’e, Ömer b. Hattâb ve Ömer b. Abdülazîz’e, Sıffîn ve Kerbelâ olayına hasredilmiş özel tarihler ortaya çıktı. Bunun yanı sıra İbnü’l-Esîr’in et-Târîḫu’l-bâhir fi’d-devleti’l-Atâbekiyye’si gibi bir hânedanı konu alan tarih çalışmaları yapıldı. Bu dönemde diğer ilimlerin tarih içerisinde yer almaya başladığı ve tarihçilerin İslâm kültür ve medeniyetinin gelişimine paralel olarak belli konularda yoğunlaştığı görülmektedir. Diğer taraftan halifeler yanında vezirler başta olmak üzere bürokraside görev yapanların bazıları tarih yazımına katkıda bulunurken bazıları tarih yazımını teşvik etti. Aynı şekilde müsbet ilimlerle uğraşan Muhammed b. Ebû Bekir er-Râzî ve Ebû Nasr Yahyâ b. Cerîr et-Tikrîtî gibi âlimler tarihle alâkalı eserler kaleme aldı. Özellikle İbn Cezle ve İbn Butlân gibi tabip ve eczacı âlimlerin tarih yazımına önemli katkı sağladıkları bilinmektedir. Onların bu çalışmaları sadece umumi tarih bakımından değil aynı zamanda bilim tarihi açısından da dikkate değer eserlerdir. IV. (X.) yüzyılda Bağdat’ta yaşadığı kabul edilen İbn Vahşiyye’nin el-Filâḥatü’n-Nabaṭiyye’si ile Resûlî emîrlerinden Abbas er-Resûlî’nin Buġyetü’l-fellâḥîn fi’l-eşcâri’l-müs̱mire ve’r-reyâḥîn adlı eseri bilim tarihi yönünden önemlidir.
İslâm tarihçiliğinde muhtasar tarih yazımı daha ziyade IV. (X.) yüzyıldan itibaren Irak’ta ve ardından Yemen ve Hicaz’da ortaya çıktı. Tarihçiler, IV. (X.) yüzyıldan önceki dönemi Taberî’nin tarihinden ihtisar ettikten sonra kendi dönemlerini gözlemlerine, şifahî bilgilere ve resmî belgelere dayanarak eserlerini kaleme aldılar. Bazı müellifler ise bir eseri ihtisar edip ona daha sonraki dönemlere ait olayları eklemek suretiyle ihtisarı ve zeyli aynı çalışmada bir araya getirirken bazıları daha önce kaleme alınmış tarihlere zeyil yazmakla iktifa ediyordu. Bütün bu gelişmelerin önemli sonuçlarından biri, tarih yazımına yerel özellikleri ağır basan bölge ve şehir tarihlerinin eklenmesi, bağımsız ya da kısmen bağımsız yerler için özel çalışmalar yapılmaya başlanmasıdır. Aslında bu çalışmalar, Arap kabilelerinin fethin ardından Arabistan dışında yerleşme tarihlerini anlatan geleneğin devamıdır. Arabistan’ın kuzeyinde hadis ve siyer alanında öncü çalışmalar yapılırken güneyinde bölgesel tarih yazımına ağırlık verildiği dikkati çekmektedir. Hemdânî’nin genelde Arabistan’ın, özelde Yemen’in tarihi, ensâb ve edebiyatı için yegâne kaynak olan el-İklîl’i Hz. Âdem’den başlayan umumi bir tarih olmakla birlikte Yemen’de o döneme kadar biriken tarih malzemesinin Kahtânî merkezli olarak kaydedilmesinden meydana gelmektedir.
Daha önceki yıllara ait olayları özet halinde ele almakla birlikte mufassal tarihlerde bulunmayan birçok rivayeti toplayan İbnü’l-Ezrak el-Fârikī’nin Artuklular döneminin önemli kaynaklarından Târîḫu Meyyâfâriḳīn ve Âmid adlı eseri hem hânedan hem bölgesel tarih yazımı bakımından dikkate değer çalışmalardır. Bürokraside görev alıp tarih yazıcılığına katkılarda bulunan İmâdüddin el-İsfahânî’nin çalışmaları birer hânedan tarihi örneği olduğu kadar bölgesel tarih açısından da önem arzeder. Diyarbekrî’nin bir siyer kitabı sayılan Târîḫu’l-ḫamîs’inin son bölümü halife ve hânedanlar tarihine ayrılmıştır. Bu eserler umumi tarihlerde yer almayan rivayet ve malzemeyi kayıt altına almıştır. Şehir ve bölge tarihleri yanında buraların faziletine dair pek çok eser telif edildi. Bu alanda özellikle Yemen’de çok sayıda çalışma yapıldı. İbnü’l-Mücâvir’in Târîḫu’l-müstebṣır’ı Yemen merkezli bölge tarihi örneklerindendir. el-Melikü’l-Eşref er-Resûlî’nin Ṭurfetü’l-aṣḥâb fî maʿrifeti’l-ensâb adlı eseri Arap kabileleri ve soylarına dair olduğu kadar Yemen’de hüküm süren Resûlî hükümdarlarının neseplerini tanıtması ve önde gelen çağdaşları hakkında bilgi vermesi bakımından da önemli bir kaynaktır.
İbn Hâtim’in Kitâbü’s-Simṭı’l-ġāli’s̱-s̱emen fî aḫbâri’l-mülûk mine’l-Ġuz bi’l-Yemen’i bir bölge tarihi olmasının yanı sıra Oğuzlar’ın Yemen’deki hâkimiyetine dair orijinal bilgiler verir. Aynı müellifin el-ʿİḳdü’s̱-s̱emîn fî aḫbâri mülûki’l-Yemeni’l-müteʾaḫḫirîn’i ise günümüze ulaşmamıştır. Muhammed b. Yûsuf el-Cenedî, Kitâbü’s-Sülûk adlı eserinde Hz. Peygamber’in hayatıyla ilgili kısa bilgiler verdikten sonra 730 (1330) yılına kadar Yemen tarihini anlatır ve daha önceki bazı tarihçilerin hatalarını düzelterek kabile ve yer adlarını doğru biçimde tesbit etmeye çalışır. Ali b. Hasan el-Hazrecî, el-ʿUḳūdü’l-lüʾlüʾiyye fî târîḫi’d-devleti’r-Resûliyye’sini yıllara ve devletlere göre düzenledi. İbnü’d-Deyba‘ ve Cürmûzî de Yemen hakkındaki eserleriyle tanınır.
III. (IX.) yüzyılda başlayan, IV. (X.) yüzyıldan itibaren meşhurların biyografilerinin de eklendiği şehir tarihçiliği sahasındaki çalışmaların ilk örneklerinden biri Taberî çizgisini takip eden, özellikle Musul ve çevresiyle ilgili başka kaynaklarda bulunmayan bilgileri kaydeden Yezîd b. Muhammed el-Ezdî’nin Târîḫu’l-Mevṣıl adlı eseridir. Ancak Irak’ta bu alanda yapılmış en meşhur çalışma Hatîb el-Bağdâdî’nin Târîḫu Baġdâd’ıdır. İbnü’l-Mâristâniyye’nin Dîvânü’l-İslâm fî târîḫi Dâri’s-selâm adıyla kaleme aldığı, muhtemelen Bağdat tarihi hakkındaki en kapsamlı eser müellifin ölümünden dolayı tamamlanamadı. Târîḫu Baġdâd’a Ẕeylü Târîḫi Medîneti’s-selâm Baġdâd adıyla bir zeyil yazan İbnü’d-Dübeysî de geleneksel usule bağlı kaldı. Eser yalnız alfabetik bir biyografi kitabı olmayıp aynı zamanda 562-621 (1167-1224) yılları arasını kapsayan kronolojik bir çalışmadır. İbnü’l-Müstevfî’nin Târîḫu İrbil’i mahallî tarih yazımının özgün örneklerindendir. Aynı şekilde bir şehrin topografyası, tarihî coğrafyası, ekonomik ve kültürel durumu, mahalleleri ve tesisleri hakkında bilgi veren Arapça eserlerin ortak adı olan “hıtat” kitapları III. (IX.) yüzyılda Irak’ta yazılmaya başlandı; sonraki asırlarda Mısırlı tarihçilerin öne çıktığı bir edebî türe dönüşerek âdeta bu bölgeye özgü duruma geldi. Hatîb el-Bağdâdî’nin Târîḫu Baġdâd’ına zeyil yazan İbnü’n-Neccâr el-Bağdâdî’nin ed-Dürretü’s̱-s̱emîne ile Cemâleddin el-Matarî’nin Medine’nin tarihine ve faziletlerine dair et-Taʿrîf bimâ enseti’l-hicre min meʿâlimi Dâri’l-hicre adlı eserleri ayrıca zikredilmelidir.
Memlükler devrinde Arabistan’da mahallî tarih çalışmaları arttı. Takıyyüddin el-Fâsî’nin Şifâʾü’l-ġarâm bi-aḫbâri’l-Beledi’l-ḥarâm’ı, Ebü’l-Velîd el-Ezrakī ve Fâkihî’nin Mekke tarihlerinden sonra bu alanın en önemli eseri kabul edilir. Necmeddin İbn Fehd’in İtḥâfü’l-verâ bi-aḫbâri Ümmi’l-ḳurâ’sı ile İzzeddin İbn Fehd’in Ġāyetü’l-merâm bi-aḫbâri salṭanati’l-beledi’l-ḥarâm’ı, IX-X. yüzyıllarda Mekke’nin ilim ve fikir hayatında önemli bir yeri olan İbn Fehd ailesi mensupları tarafından Mekke tarihi ve ricâli hakkında yazılan çok sayıdaki eserden en kapsamlı olanlarıdır. Çalışmalarını Medine tarihi ve kültürü üzerine yoğunlaştıran Semhûdî’nin eserlerinde olduğu gibi şehir tarihleri yazıldıkları dönemden önceki malzemeyi kapsayacak şekilde planlanmıştır. Mekke ve Yemen’e dair eserleriyle meşhur olan Nehrevâlî’nin Mekke’nin yanında Abbâsîler, Memlükler ve Osmanlılar olmak üzere şehre hâkim olan devletlerin tarihlerinden bazı kesitlere yer vermesiyle umumi tarih özelliği kazanan el-İʿlâm bi-aʿlâmi Beytillâhi’l-ḥarâm’ı bu geleneğin sürdüğünü ortaya koymaktadır. Ali et-Taberî’nin el-Ercü’l-miskî ve’t-târîḫu’l-Mekkî fî aḫbâri’l-Ḥarem ve’l-Kâʿbe ve terâcimi’l-mülûk ve’l-ḫulefâʾ adlı eseriyle Sincârî’nin Menâʾiḥu’l-kerem fî aḫbâri Mekke ve’l-Beyt ve vülâti’l-Ḥarem’i, Mekke’deki tarih yazımının geldiği noktayı göstermesi kadar günümüze ulaşmayan pek çok eserden alıntılar içermesi dolayısıyla önemlidir.
IV. (X.) yüzyıldan itibaren siyasî tarih yazımını devlet adamlarına (küttâb) bırakan ulemâ daha ziyade biyografi tarzında eserler kaleme almaya başlayınca ricâl ilmine dair çalışmaların sayısı arttı. Ashapla ilgili tabakat kitaplarında divan defterlerine göre sıralamanın yerini alfabetik düzen aldı. Ebû Ubeydullah el-Merzübânî’nin bir kısmı günümüze ulaşan el-Muḳtebes fî aḫbâri’n-nüḥât ve’l-üdebâʾ ve’ş-şuʿarâʾ ve’l-ʿulemâʾ adlı eseri, döneminin hem Basralı hem Kûfeli âlimlerin hal tercümelerini ihtiva eden en kapsamlı eserdir. İbn Semüre el-Ca‘dî’nin Asr-ı saâdet’ten kendi zamanına kadar gelen Ṭabaḳātü fukahâʾi’l-Yemen’i, İbnü’d-Dübeysî’nin Vâsıt’ta yetişen meşhur şahsiyetlere dair Târîḫu Vâsıṭ’ı, kendi hocaları hakkında Muʿcemü’ş-şüyûḫ’u ve hocası İbn Taberzed’in hocalarıyla ilgili Muʿcemü şüyûḫi İbn Ṭaberzed adlı çalışması önemli örneklerdendir. İbn Hallikân, Vefeyâtü’l-aʿyân’ında biyografi alanında Irak’ta oluşan anlayışı bütün İslâm dünyasına uygulayıp eserini kaleme aldı. Muhibbüddin et-Taberî’nin er-Riyâżü’n-nâdire fî feżâʾili’l-ʿaşere’si biyografi alanının sadece önemli kişilere tahsis edilmiş bir örneğidir. Şevkânî’nin VIII. (XIV.) yüzyıldan kendi zamanına kadar (1834) gelen, hemen hepsi müctehid olan âlimlere dair el-Bedrü’ṭ-ṭâliʿ adlı eseri kapsadığı dönem ve belli bir mezhebe hasredilmemesi dolayısıyla İbn Hallikân’ın Vefeyâtü’l-aʿyân’ının devamı mahiyetindedir. Bu arada kabilelerin nesebi yanında kişilerin mensup olduğu şehir, belde, ülke, meslek, mezhep gibi hususları esas alan Abdülkerîm es-Sem‘ânî’nin el-Ensâb’ı ve bunun muhtasarı İbnü’l-Esîr’in el-Lübâb fî tehẕîbi’l-Ensâb’ı zikredilmelidir. Biyografi alanındaki bu gelişme otobiyografide görülmedi. Abdüllatîf el-Bağdâdî’nin günümüze ulaşmayan, ancak İbn Ebû Usaybia tarafından bazı kısımları iktibas edilen Sîretü Ḥayâtî adlı kitabı bu alandaki pek az örnekten biridir.
Tarihçiliğin belli bir konu çerçevesinde yoğunlaşmasının önemli sonuçlarından biri de kurumlar ve kültür tarihi alanında yapılan çalışmalardır. Abbâsî Devleti’nin kuruluşu, Bağdat’ın başşehir yapılması ve idarî müesseselerin gelişmesine paralel biçimde V. (XI.) yüzyıldan itibaren başta Irak İslâm dünyasının idarî ve malî yapısıyla ilgili bir literatür ortaya çıktı. Abbâsîler döneminde Irak’ın idarî ve iktisadî tarihinin önemli kaynaklarından olan bu eserlerin yanında devlet sisteminin gelişmesi ve milletlerarası ilişkilerin artmasıyla eş zamanda, yazışmaların sağlıklı yapılabilmesini temin etmek amacıyla özellikle kâtiplerin kullanacakları usullerle ilgili başvuru kaynakları telif edilmeye başlandı. Zamanındaki kurumlara dair ayrıntılı bilgi veren Cehşiyârî’nin Kitâbü’l-Vüzerâʾ ve’l-küttâb’ı önemlidir. Hilâl es-Sâbî’nin Kitâbü’l-Vüzerâʾ adlı eseri, Cehşiyârî ve Ebû Bekir es-Sûlî’nin aynı konudaki eserlerinin bir devamı niteliğindedir. Siyaset ve ahlâk nazariyeleriyle tanınan Mâverdî’nin el-Aḥkâmü’s-sulṭâniyye’sinde devlet teşkilâtı ve idaresiyle ilgili fıkhî hükümler bir araya getirildi. Mâverdî’nin Ḳavânînü’l-vizâre ve siyâsetü’l-mülk adlı eserinde devlet teşkilâtının pratik uygulamaları hakkında bilgi verilir. İbn Mâkûlâ’nın bugüne kadar gelmeyen Kitâbü’l-Vüzerâʾsı ile Muhammed b. Abdülmelik el-Hemedânî’nin Ebû Bekir es-Sûlî’nin eserine zeyil mahiyetinde kaleme aldığı Aḫbârü’l-vüzerâʾ adlı eserleri bu alandaki gelişmelerin takip edilmesi bakımından önemlidir.
Muhammed b. Halef Vekî‘in Aḫbârü’l-ḳuḍât’ında İslâmiyet’in ilk döneminden itibaren kadılık görevini üstlenenlerin yanında kazâ teşkilâtı hakkında bilgiler yer alır. Ebû Saîd Hasan b. Ahmed el-İstahrî’nin günümüze ulaşmayan, bu alanda en önemli kitap kabul edilen Edebü’l-ḳaḍâʾ ile Ahmed b. Kâmil’in Aḫbârü’l-ḳuḍâti’ş-şuʿarâʾ adlı eserleri kadılık ve edebiyat tarihi açısından ehemmiyet arzeder. Teşkilât tarihiyle ilgili kitaplarda hisbe, saray teşkilâtı, haraç ve emvâl gibi konular hakkında mâlûmat bulmak mümkündür. Kudâme b. Ca‘fer’in, benzerine fazla rastlanmayan teknik ayrıntı ve dokümanter bilgi içeren Kitâbü’l-Ḫarâc ve ṣınâʿati’l-kitâbe, Ebû Ubeydullah el-Merzübânî’nin zamanımıza intikal etmeyen Kitâbü’l-Ḥuccâb ve Hilâl es-Sâbî’nin Rüsûmü dâri’l-ḫilâfe adlı eserleri bu alandaki örneklerin başında gelir.
IV. (X.) yüzyıldan itibaren kültür tarihi alanında çok çeşitli konulara dair bilgi içeren eserler ortaya çıktı. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî’nin el-Eġānî’si şiir, edebî tenkit, Arap mûsikisinin tarihî gelişimi ve diğer edebî malzeme bakımından ilk kültür tarihi olarak kabul edilebilir. İbnü’n-Nedîm’in İslâm’ın altın çağı sayılan ilk dört asırda dinî, fikrî ve ilmî alanlarda yazılmış Arapça eserlerle tercümeler ve bunların müellifleri hakkında aktardığı bilgilerle ilim dünyasına ışık tutan el-Fihrist’i ilim, kültür ve medeniyet tarihi bakımından büyük değere sahiptir. İbn Mâkûlâ’nın coğrafya, nesep ve biyografi karışımı el-İkmâl adlı eseri de seçkin örneklerden biridir. İbn Hamdûn’un genel tarih türündeki et-Teẕkiretü’l-Ḥamdûniyye’si, filoloji ve tarihe dair bir antoloji niteliğinde olup kültürel yönüyle öne çıkan eserlerin başında gelir. Hz. Peygamber’in soy kütüğündeki özel isimler başta olmak üzere Arap dilinde geçen birçok kişi, kabile ve yer adının kökenini açıklayan İbn Düreyd’in el-İştiḳāḳ adlı eseri de kültür tarihine dair örneklerdendir. İlhanlı Devleti’nin resmî dili Türkçe olmakla beraber kültür, idare, ticaret ve toplum hayatında Arapça, Farsça ve Moğolca’nın da kullanıldığını dikkate alan İbn Mühennâ’nın bu dillerdeki kelimelerin karşılıklarını verdiği Arapça sözlüğü, halk dilinden alınan malzeme ile kültür unsurlarına geniş yer vermesinden dolayı Türk ve Moğol kültür tarihi açısından önemlidir.
Irak ve Arabistan’da yapılan tarih çalışmalarında olayların sebep ve sonuçları yanında bir mezhebin, belli bir hânedan veya bir topluluğun öne çıkarıldığı çalışmalar da yapılmıştır. Tarih felsefesi ve tenkit zihniyeti bakımından Bîrûnî ile İbn Haldûn’un öncüsü olarak Mutahhar b. Tâhir el-Makdisî’nin el-Bedʾ ve’t-târîḫ’i bu çerçevede ilk ve belki de günümüze kadar gelebilen tek tarih eseridir. Arap nesir sanatının en büyük temsilcilerinden, filozof ve mutasavvıf Ebû Hayyân et-Tevhîdî’nin çalışmaları özellikle IV. (X.) yüzyılın ikinci yarısında Bağdat, Hicaz, Horasan ve Fars bölgelerinde ortaya çıkan siyasal, sosyal, ilmî ve fikrî gelişmeler için başlıca kaynaktır. Büveyhîler’den beş vezirin yanında görev yapmasından dolayı orijinal bilgiler vermesinin yanında Fârâbî ve İbn Sînâ başta olmak üzere birçok filozof hakkındaki ayrıntılı bilgiler düşünce tarihi bakımından son derece değerlidir. Irak tarih geleneği içerisinde daha çok tarihçi, filozof ve özellikle ahlâk düşünürü olarak dikkat çeken, tarihi bir nakilden ziyade yorum diye gören ve çağdaş tarih anlayışının öncüsü sayılan İbn Miskeveyh’in ayrı bir yeri vardır. Ebû İshak es-Sâbî’nin günümüze bir bölümü ulaşan Kitâbü’t-Tâcî adlı eseri Büveyhîler’i öne çıkaran bir anlayışın benimsendiği örnektir.
IV. (X.) yüzyıldan itibaren tarih yazımına ideolojik yönü ağır basan kitapların girdiği görülür. Bundan dolayı bazı olayların abartılması ve yanlı anlatım yaygınlaştı. Ancak bu tür kitaplar sadece taraftarları arasında kabul gördü. İmâmiyye Şîası’na mensup Ebû Ahmed el-Celûdî’nin Sîretü emîri’l-müʾminîn ʿAlî b. Ebî Ṭâlib, Aḫbâru Ebî Bekr ve ʿÖmer, Aḫbâru İbn ʿAbbâs, Aḫbâru ʿAḳīl b. Ebî Ṭâlib, Aḫbâru Ḥamza b. Abdilmuṭṭalib, Aḫbâru Zeyd b. ʿAlî, Aḫbâru Benî Mervân, Aḫbâru Eks̱em b. Ṣayfî, ʿAḫbâru ʿÖmer b. ʿAbdilʿazîz gibi eserleri yanında Kitâbü’l-Cemel, Kitâbü Ṣıffîn, Kitâbü’l-Ḥakemeyn, Kitâbü’l-Ḫavâric, Aḫbârü’l-ʿArab ve’l-Fürs ve Aḫbârü’t-Tevvâbîn gibi eserleri bu anlayışın ürünleridir. Ebü’l-Ferec el-İsfahânî Meḳātilü’ṭ-Ṭâlibiyyîn adlı çalışmasını Ehl-i beyt mensuplarına tahsis etti. İbn Inebe’nin ʿUmdetü’ṭ-ṭâlib fî ensâbi âli Ebî Ṭâlib’i bu geleneğin daha sonraki yüzyıllarda sürdüğünü göstermektedir.
Özellikle Yemen’de Zeydiyye mezhebine dair çalışmalar yapıldı. İmâdüddin el-Hamzî’nin, İbnü’l-Esîr’in el-Kâmil’inin özeti niteliğindeki Kenzü’l-aḫbâr fî maʿrifeti’s-siyer ve’l-aḫbâr’ı Yemen tarihi kadar Zeydiyye mezhebi bakımından da önemlidir. İsmâilî dâîsi İdrîs İmâdüddin’in, Resûl-i Ekrem’in sîretiyle Hz. Ali’den itibaren İsmâiliyye imamlarının biyografilerini ve Müsta‘lîler’in Yemen’de ortaya çıkışını anlattığı ʿUyûnü’l-aḫbâr ve fünûnü’l-âs̱âr’ı İsmâilî daveti ve Fâtımî Devleti tarihi hakkında en önemli kaynaklardandır. Safiyyüddin İbn Ebü’r-Ricâl’in Maṭlaʿu’l-büdûr ve mecmaʿu’l-buḥûr adlı eseri Iraklı ve Yemenli ulemânın biyografileri yanında Yemen’in coğrafya ve arkeolojisiyle ilgili önemli bilgiler veren geniş bir çalışmadır.
Bağdat’ta İbnü’l-Mukaffa‘ ile başlayan ve Câhiz ile devam eden siyâsetnâme türü eserler tarih yazımı bakımından önemlidir. Nizâmülmülk’ün eseri başta olmak üzere çeşitli tarihî bilgiler içeren siyâsetnâmeler kamusal belgeler sayıldığı kadar aynı zamanda birer lâyiha mahiyetindedir. Irak tarih geleneğine bağlı Ebû Zeyd el-Belhî’nin günümüze ulaşmayan Edebü’s-sulṭân ve’r-raʿiyye, Kitâbü’s-Siyâseti’l-kebîr, Kitâbü’s-Siyâseti’ṣ-ṣaġīr adlı çalışmaları siyasetle ilgili eserlerin bir devamıdır. Ebû Mansûr es-Seâlibî’nin Âdâbü’l-mülûk’ü ve Mâverdî’nin el-Aḥkâmü’s-sulṭâniyye’si teorik olduğu kadar dönemlerindeki uygulamayı yansıtan pratik bilgiler içermesi bakımından bu alanın seçkin örneklerindendir. Şiî tarihçisi İbnü’t-Tıktakā’nın birinci bölümü siyâsetnâme, ikinci bölümü dört halife döneminden itibaren bir tarih kitabı olan el-Faḫrî adlı eseri başta İtalyan tarihçisi ve siyaset nazariyecisi Machiavelli olmak üzere hem Doğu hem Batı’da pek çok esere örnek teşkil etti.
İslâm dünyasında coğrafî eserler ilk defa Arabistan’a dair mâlûmatla ortaya çıktı; fethedilen ülkeler hakkında verilen bilgilerle zenginleşti; nihayet İran, Hint ve Yunan kaynaklarından yapılan tercümelerle IV-V. (X-XI.) yüzyıllarda Irak’ta zirveye ulaştı. İslâm ülkelerini ve şehirlerini birbirine bağlayan önemli yolları öğrenmek ve hac yollarını tesbit etmek gibi pratik ihtiyaçlardan doğan ilk coğrafya eserlerinde IV. (X.) yüzyıldan itibaren tarihle sıkı bir bağın oluştuğu ve bunun Osmanlı dönemine kadar devam ettiği görülür. III. (IX.) yüzyılın ortalarından itibaren Irak’ta tasvirî coğrafya okuluna mensup olan, daha sonraki çalışmalara rehberlik edecek düzeyde eserler kaleme alan âlimler arasında İbn Hurdâzbih, Ya‘kūbî, Ali b. Hüseyin el-Mes‘ûdî, İbnü’l-Fakīh, İbn Rüste, İbn Havkal ve Kudâme b. Ca‘fer sayılabilir. VI. (XII.) yüzyıldan itibaren menâzil, diyâr, mevâkı‘ gibi coğrafya kavramları Arap tarihi ve edebiyatına girmeye başladı. Zemahşerî’nin Kitâbü’l-Cibâl ve’l-büḳāʿ ve’l-miyâh, İbn Arrâk el-Hârizmî’nin İştiḳāḳu esmâʾi’l-mevâżıʿ ve’l-büldân, Ebü’l-Feth et-Tûsî’nin Esmâʾü’l-büḳāʿ, Fîrûzâbâdî’nin el-Meġānimü’l-muṭâbe gibi eserleri bu türdendir. Zekeriyyâ el-Kazvînî’nin Âs̱ârü’l-bilâd ve aḫbârü’l-ʿibâd’ı Irak geleneğine mensup tarihçi ve coğrafyacılardan faydalanılarak meydana getirilen, şehirleri kültür ve medeniyet tarihi bakımından ele alan bir çalışmadır.
III. (IX.) yüzyıldan itibaren gerek özel görevle gerekse hac ve ilim tahsili gibi amaçlarla seyahatlerin yapıldığı görülmektedir. Abbâsî halifelerinden Muktedir-Billâh, 309’da (921) Bağdat’tan İdil Bulgar Hükümdarı Almış Han’a İbn Fadlân’ın da aralarında bulunduğu dinî bir heyet gönderdi. İbn Fadlân bu seyahate dair izlenimlerini yazarken Bulgar ülkesi ve Rusya hakkında bilgi verir, ayrıca buralarda yaşayan halkları ve âdetlerini anlatırken etnografik ve antropolojik analizler yapar. Mis‘ar b. Mühelhil’in, 331 (943) yılında Bağdat’tan bir elçilik heyeti refakatinde Ermenistan, Çin ve Türk illerini dolaşarak buraları hakkında bilgi vermesi ve Büveyhî vezirlerinden Sâhib b. Abbâd’ın er-Rûznâmce adlı seyahatnâmesinde o zamanki Bağdat’ın sosyal hayatı ile medrese ve müderrislerin durumundan söz edilmesi seyahatnâmelerin tarihe geniş malzeme sağladığının bir kanıtıdır. Hilâl es-Sâbî, İbn Butlân ile dost olunca İbn Butlân, Bağdat-Kahire seyahatine dair izlenimlerini onun isteğiyle kaleme alarak kendisine gönderdi. Anadolu, Irak ve Arabistan’a seyahat eden Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’den itibaren seyahatnâmeler günlükler biçiminde düzenlenmeye başlandı. İslâm coğrafyasının önemli bir kısmını dolaşan İbn Cübeyr Mısır, Hicaz, Irak ve Suriye’ye de uğradı; izlenimlerini günlük notlar halinde kaleme alırken ekonomik, sosyal ve siyasal değerlendirmelerde bulundu. Yâkūt el-Hamevî’nin özellikle ticarî gezileri bu alana önemli katkılar sağladı; o Muʿcemü’l-büldân’ını bu gezilerdeki gözlem ve izlenimlerine dayanarak kaleme aldı. Eserdeki tarih ve coğrafyaya ait bilgiler İbn Abdülhak el-Bağdâdî tarafından Merâṣıdü’l-ıṭṭılâʿ adıyla ihtisar edildi. İbn Battûta’nın İslâm ülkelerini ve bunlara komşu yerleri dolaşıp kaleme aldığı seyahatnâmesi tarih, coğrafya ve edebiyat bakımından olduğu kadar etnografik, antropolojik ve sosyokültürel açıdan da büyük bir değer taşır. Bazı gayri müslim bilginler, Hicaz’ın özel konumu sebebiyle kimliklerini gizleyerek bölgeyi tanımak ve halkın hayatına dair bilgi edinmek istediler. Mekke’de altı ay kadar bir mühtedi gibi oturan C. Snouck-Hurgronje’nin Mekka adlı eseri, şehrin tarihine ait ilk şarkiyat çalışması ve Batı dünyasında İslâm’ın dinî merkezi hakkında en kapsamlı kitap olması bakımından dikkati çeker. Suriye ve Mısır’ın 1516-1517’de fethinden sonra Irak’a ilgi duyan Osmanlılar 1533’te Bağdat’ı ele geçirince bölgede tarihçilik yeni bir döneme girdi. Irak bu yeni anlayıştan Suriye ve özellikle Mısır’a göre daha az faydalandı. Irak’ın Moğol istilâsının ardından İslâm dünyasının en önemli siyasal ve entelektüel merkezi olmaktan çıkması tarih çalışmalarını da zayıflattı.
Irak yanında Arabistan’ın tarihi ve medeniyetiyle ilgili çalışmalar yapan âlimler arasında Ahmed b. Zeynî Dahlân, Sâtı‘ el-Husrî, Ahmed Hasan ez-Zeyyât, Maurice Gaudefroy-Demombynes, Louis Massignon, Gustave le Bon, Michael G. Morony, Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, Muhammed Kürd Ali, Eymen Fuâd Seyyid, Muhammed Behcet el-Eserî, Abdülazîz ed-Dûrî, Sâlih Ahmed el-Ali, Muhammed Habîb el-Hîle, Süheyl Zekkâr, Şevkī Dayf, İmâd Abdüsselâm Raûf sayılabilir. Kâtib Çelebi’nin, Keşfü’ẓ-ẓunûn’u için Îżâḥu’l-meknûn adıyla en son zeyli yazan Bağdatlı İsmâil Paşa, araştırmalarını daha çok İslâm öncesi Arap tarihine hasreden, Güney Arabistan’daki Arap lehçeleri ve özellikle Yemen tarihiyle meşgul olan Cevâd Ali ile İslâm eğitim ve öğretim tarihiyle ilgili çalışmalarıyla öne çıkan, Sâmerrâ, Vâsıt ve Bağdat’taki tarihî eserleri araştırma heyetinin başkanlığını yürüten Nâcî Ma‘rûf da bilhassa anılmalıdır. Ayrıca Keldânî din adamı Eddî Şîr ile hıristiyan dil âlimi, edip ve gazeteci yazar Anistâs Mârî el-Kermelî’nin çalışmaları, bilhassa İslâm öncesi dönemde mevcut kültürle modern dönem Irak tarihine farklı bir perspektiften bakışı yansıtması bakımından önemlidir.
BİBLİYOGRAFYA
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), VII, 332.
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), tür.yer.
İbnü’l-Kıftî, İḫbârü’l-ʿulemâʾ, s. 110.
İbn Haldûn, Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, I, 202, 209.
Historians of the Middle East (ed. B. Lewis – P. M. Holt), London 1964.
Cl. Cahen, Introduction to the History of the Middle East, Los Angeles 1965.
F. Rosenthal, A History of Muslim Historiography, Leiden 1968.
Eymen Fuâd Seyyid, Meṣâdiru târîḫi’l-Yemen fi’l-ʿaṣri’l-İslâmî, Kahire 1974, s. 9-17.
H. A. R. Gibb, Studies on the Civilization of Islam (ed. S. J. Shaw – W. R. Polk), Princeton 1982, s. 119-137.
İmâd Abdüsselâm Raûf, et-Târîḫ ve’l-müʾerriḫûne’l-ʿIrâḳıyyûn fi’l-ʿaṣri’l-ʿOs̱mânî, Bağdad 1983.
Şâkir Mustafa, et-Târîḫu’l-ʿArabî ve’l-müʾerriḫûn, Beyrut 1983-93, I, II, IV.
Abdurrahman Hüseyin Azzâvî, et-Târîḫ ve’l-müʾerriḫûn fi’l-ʿIrâḳ: 334-447/945-1055, Bağdad 1993.
Ramazan Şeşen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, İstanbul 1998.
R. Stephen Humphreys, İslâm Tarih Metodolojisi -Bir Sosyal Tarih Uygulaması- (trc. Murtaza Bedir – Fuat Aydın), İstanbul 2004, tür.yer.
a.mlf., “Taʾrīk̲h̲”, EI2 (İng.), X, 271-283.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 36-40 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Mısır, Suriye ve Filistin (950 yılı – XX. yüzyıl). Kadim bir devlet geleneğine ve geniş bir tarih kültürüne sahip olan Mısır, İslâm’dan önce iki semavî dinin, Yahudilik ile Hıristiyanlığın geliştiği bir bölgedir. Her iki dinin mensupları ve özellikle din adamları kendi dinlerinin tarihiyle alâkalı pek çok eser telif etmişlerdi. İsrâiliyat adı verilen bu tür haberler dinî kitaplarda da yer almıştı. Ayrıca şifahî olarak aktarılan “esâtîrü’l-evvelîn” türünden, hurafelerle karışmış bir tarih kültürü bölgede her zaman mevcuttu. Mısır’ın müslümanlar tarafından fethi bölgede tarihçilik faaliyetinde yeni bir çığır açtı, eski tarihlerin yanı sıra bölgede yeni bir tarihçiliğin ortaya çıkmasına vesile oldu. Mısır’ın fethinden itibaren henüz bir asır geçmeden kadim Mısır tarih ekolü İslâm tarih ekolüyle birleşerek Mısır’da yeni tarihçiliği geliştirdi. Dinî kıssalar ve hikmetli sözlerle başlayan şifahî tarihçilik zaman içerisinde tarih yazıcılığına dönüştü, ancak bu haber ve rivayetlerin büyük kısmı tedvin edilmediğinden günümüze ulaşmadı.
İslâmî dönem Mısır tarih ekolünün kurucusu ve ilk temsilcisi Fütûḥu Mıṣr ve aḫbâruhâ adlı eseriyle tanınan Ebü’l-Kāsım İbn Abdülhakem’dir (ö. 257/870). İbn Abdülhakem’den sonra Mısır tarih yazıcılığı dört kol halinde teşekkül etti, Memlükler döneminde ortaya çıkan yeni konu ve bölümlerle zenginleşti. Kolların ilki İbn Abdülhakem’le başlayan, III. (IX.) yüzyılla birlikte Tolunoğulları ve İhşîdîler gibi özerk devletler tarafından yönetilen Mısır’da tedvin edilen bölge tarihiyle alâkalı eserlerdir. Bunların başında Ebû Saîd İbn Yûnus’un zamanımıza intikal etmeyen Târîḫu Mıṣr’ı gelir. Aynı dönemde Mısır’ın faziletleri hakkında pek çok eser telif edildi. Muhammed b. Yûsuf el-Kindî’ye nisbet edilen, ancak muhtemelen oğlu Ömer tarafından kaleme alınan Feżâʾilü Mıṣri’l-maḥrûse ile İbn Zûlâk’ın Feżâʾilü Mıṣr ve aḫbâruhâ adlı çalışması bu tür eserlerin ilk örnekleridir. İslâm fetihleriyle beraber Mısır’da yeni garnizonların kurulması ve bunların zaman içerisinde şehirlere dönüşmesi, bölgedeki şehirlerin topografyasıyla ilgili çalışmalar olan “hıtat” türü eserlerin ortaya çıkmasına vesile oldu. Bu çalışmalar ilk defa Irak’ta görüldüyse de Mısır tarih ekolü bu alandaki başarılı çalışmalarıyla temayüz etti. Muhammed b. Yûsuf el-Kindî’nin günümüze ulaşmayan Aḫbâru mescidi ehli râyeti’l-aʿẓâm ve el-Cündü’l-ġarbî adlı eserleri, İbn Zûlâk’ın Ḫıṭaṭu Mıṣr’ı, Müsebbihî’nin Aḫbâru Mıṣr’ı, Kudâî’nin el-Muḫtâr fî ẕikri’l-ḫıṭaṭ ve’l-âs̱âr’ı, Cevvânî’nin en-Nuḳaṭ li-muʿcemi mâ eşkele mine’l-ḫıṭaṭ’ı bu sahadaki çalışmaların ilk örnekleridir. Hıtat tarzı eserler Memlükler devrinde zirveye ulaştı (bk. HITAT). Üçüncü türdeki çalışmalar Mısır’la ilgili önemli şahsiyetlerin hayatına dair bilgi veren özel tarihlerdir. Bunların ilki İbnü’d-Dâye ile Abdullah b. Muhammed el-Belevî’nin Sîretü Aḥmed b. Ṭolûn adlı eserleridir. İbnü’d-Dâye, Humâreveyh b. Ahmed ve Hârûn b. Humâreveyh için iki biyografi kitabı telif etti. İbn Zûlâk’ın Sîretü Muḥammed b. Tuġc el-İhşîdî, Sîretü’l-Muʿiz Li-dînillâh ve Sîretü’l-Ḳāʿid Cevher gibi eserleri de bunlar arasında sayılabilir. Dördüncü türü biyografiler oluşturmaktadır. Memlükler döneminde yaygınlaşacak olan terâcim-vefeyât kitaplarının Mısır’daki ilk örnekleri bu devirde telif edilmeye başlanan “mu‘cemü’ş-şüyûh” tarzı eserlerdir. Bunların ortaya çıkması diğerlerine göre biraz daha geç olmakla birlikte IV (X) ve V. (XI.) yüzyıllarda pek çok kitap kaleme alındı. Ebû İshak el-Habbâl’in Muʿcemü vefeyâti’ş-şüyûḫ’u, Sadreddin Ebû Tâhir es-Silefî’nin Muʿcemü’s-sefer’i ile İbnü’l-Enmâtî’nin Muʿcemü’ş-şüyûḫ’u bunların Mısır’daki ilk örnekleridir.
İslâm dünyasında Mısır merkezli devletlerin kurulması ve idarî müesseselerin gelişmesine paralel olarak VI. (XII.) yüzyıldan itibaren bölgenin idarî ve malî yapısıyla ilgili eserler yazıldı. Bunların ilk örneği, Mahzûmî’nin Fâtımîler dönemi sonları ile Eyyûbîler devrinin başlarında Mısır’ın malî yapısının en önemli kaynağı durumundaki Kitâbü’l-Minhâc fî ʿilmi ḫarâci Mıṣr adlı eseridir. Es‘ad b. Memmâtî’nin Ḳavânînü’d-devâvîn ile Osman b. İbrâhim Nablusî’nin Kitâbü Lümaʿi’l-ḳavânîni’l-muḍıyye fî devâvîni’d-diyâri’l-Mıṣriyye adlı çalışmaları Eyyûbîler devrinde Mısır’ın idarî ve iktisadî tarihinin önemli kaynaklarındandır. Bunların yanında İbn Receb, Memlükler döneminde el-İstiḫrâc li-aḥkâmi’l-ḫarâc’ı kaleme aldı. Devlet sisteminin gelişmesi ve milletlerarası ilişkilerin artması üzerine yazışmaların sağlıklı biçimde yapılabilmesi için öncelikle kâtiplerin yazışmalarda kullanacakları usullere dair başvuru kaynakları yazıldı. İbn Halef’in Mevâddü’l-beyân’ı Mısır’da divan yazışmalarıyla alâkalı ilk eser olup günümüze eksik bir nüshası ulaştı. Ebü’l-Kāsım İbnü’s-Sayrafî’nin el-Ḳānûn fî dîvâni’r-resâʾil adlı eseri bu alanda ikinci çalışmadır. Bu konunun Eyyûbîler döneminde en önemli temsilcisi Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin kâtibi Kādî el-Fâzıl’dır.
İslâm medeniyetini çeşitli yönlerden inceleyen ve sosyal tarih açısından büyük önem taşıyan eserler Fâtımîler devriyle birlikte başladı. Bunlar özellikle bir meslek grubuyla ilgili çalışmalardır ve ilk örnekleri Muhammed b. Yûsuf el-Kindî’nin Aḫbâru ḳuḍâti Mıṣr ile Kitâbü’l-Vülât’ıdır. Mısır’da daha sonra yetişen pek çok tarihçi Kindî’nin çalışmalarını örnek aldı. İbn Zûlâk, Kindî’nin eserine Tetimmetü Kitâbi Ümerâʾi Mıṣr li’l-Kindî adıyla bir zeyil yazdı. Ardından Mısır’da muhtelif meslek gruplarıyla ilgili biyografi çalışmaları yapıldı. Ebü’l-Kāsım İbnü’s-Sayrafî’nin el-İşâre ilâ men nâle’l-vizâre, Umâre el-Yemenî’nin en-Nüketü’l-ʿaṣriyye fi’l-vüzerâʾi’l-Mıṣriyye, İbn Hacer el-Askalânî’nin Refʿu’l-iṣr ʿan ḳuḍâti Mıṣr adlı eserleri bu nitelikteki çalışmalardandır. Genel tarih alanında Mısır’da ilk eser İbn Zûlâk’ın günümüze ulaşmayan et-Târîḫu’l-kebîr ʿale’s-sinîn (el-Kebîr fî târîḫi Mıṣr ve aḫbârihâ) adlı kitabıdır. Fâtımîler devrinde yaşayan Kudâî’nin yaratılıştan 427 (1036) yılına kadar gelen el-İnbâʾ bi-enbâʾi’l-enbiyâʾ ve tevârîḫi’l-ḫulefâʾ ve vilâyâti’l-ümerâʾsı, İbn Vâsıfşah’ın günümüze intikal etmeyen Târîḫu Mıṣr’ı ve bunun zamanımıza intikal eden muhtasarı Cevâhirü’l-buḥûr fî veḳāʾiʿi’l-umûr ve acâʾibi’d-dühûr fî aḫbâri’d-diyâri’l-Mıṣriyye’si, Ali b. Zâfir el-Ezdî’nin Abbâsîler, Tolunoğulları, İhşîdîler ve Fâtımîler’i ele alan, son kısmı günümüze kadar gelen ed-Düvelü’l-münḳaṭıʿa adlı eseri genel tarihe dair önemli kaynaklardır.
Emevîler döneminde Suriye’de ortaya çıkan tarihçilik ekolü, Bağdat veya Kahire gibi tek bir siyasî merkezinin bulunmamasından dolayı başta Dımaşk olmak üzere çeşitli şehirlerde gelişti. Ancak Suriye tarih ekolü Mısır ve Irak’a göre geç teşekkül etti. Bu bölgede kaleme alınan eserler Mısır ve Irak’taki eserlere göre daha mütevazidir. Suriye’de tarihçilik bölgenin Haçlı istilâsına mâruz kalmasına paralel olarak canlılık kazanmaya başladı ve Zengîler ile Eyyûbîler devrinde önemli bir siyasî merkez haline gelmesiyle zenginleşti. Bu dönemde genellikle siyasî tarihle ilgili eserler yazıldı. Haçlı saldırıları dolayısıyla Kudüs ve Dımaşk gibi şehirlerin faziletleri ve cihadın gerekliliğine dair kitaplar kaleme alındı. Suriye’de tarihçilik alanında dikkat çeken ilk isim Ebû Zür‘a ed-Dımaşkī (ö. 281/894) olup eserinin sadece bir cildi günümüze ulaştı. Dımaşklı Ebü’l-Hüseyin Muhammed b. Abdullah el-Becelî er-Râzî, Ebü’l-Kāsım Ali b. Muhammed es-Sümeysâtî, İbnü’l-Mühezzib el-Maarrî, İbnü’l-Kayserânî ve Ebû Muhammed İbnü’l-Ekfânî de eserleri zamanımıza intikal etmeyen Suriyeli tarihçiler arasındadır. Suriye bölgesinde şehir tarihleriyle ilgili çalışmalar bölgenin iki önemli şehri olan Dımaşk ve Halep üzerinde yoğunlaştı. Bu alanda günümüze ulaşan ilk eser İbnü’l-Kalânisî’nin Târîḫu Dımaşḳ’ıdır. Ebü’l-Fevâris Hamdân b. Abdürrahîm el-Esâribî’nin Halep tarihiyle alâkalı kitabıyla Azîmî’nin Târîḫu Ḥaleb’i ise zamanımıza intikal etmeyen eserlerdendir. Ancak bölgede şehir tarihçiliği V-VI. (XI-XII.) yüzyıllarda İbn Asâkir’in otuz yılda hazırladığı, İslâm dünyasında telif edilen şehir tarihlerinin en kapsamlısı olan Târîḫu medîneti Dımaşḳ’ı, İbnü’l-Adîm’in tamamlanmamış Buġyetü’ṭ-ṭaleb fî târîḫi Ḥaleb’i ve bunun muhtasarı Zübdetü’l-ḥaleb min târîḫi Ḥaleb’i ile zirveye ulaştı.
Haçlı istilâsı esnasında bölgede siyasal birliğin parçalanması ve iktidarın şehirler arasında bölünmesi bu tür eserlerin telifine sebep olmakla birlikte ortak düşmana karşı birleşme çabalarını yansıtan umumi tarihlerin arttığı görülmektedir. Bunlar arasında İbn Ebû Tayy’in günümüze kadar gelmeyen Ḥavâdis̱ü’z-zamân’ı, Sıbt İbnü’l-Cevzî’nin Mirʾâtü’z-zamân fî târîḫi’l-aʿyân’ı, el-Melikü’l-Mansûr Muhammed’in çok az bir kısmı zamanımıza ulaşan Miżmârü’l-ḥaḳāʾiḳ ve sırrü’l-ḫalâʾiḳ’ı, İbn Nazîf’in el-Keşf ve’l-beyân fî ḥavâdis̱i’z-zamân ve bunun muhtasarı et-Târîḫu’l-Manṣûrî’si, İbn Ebü’d-Dem’in et-Târîḫu’l-muḳaffâ’sı ile İbnü’l-Kıftî’nin et-Târîḫu’l-kebîr’i sayılabilir. İbn Nazîf’in Câhiliye’den itibaren müellifin dönemine kadar İslâm tarihini ele alan Muḫtaṣaru siyeri’l-evâʾil ve’l-mülûk ve vesîletü’l-ʿabdi’l-memlûk adlı eserinin yanı sıra İbn Ebü’d-Dem’in Hz. Peygamber’den başlayıp o döneme kadar gelen muhtasar İslâm tarihi ve Süryânî tarihçisi Mekîn’in yaratılıştan Bağdat’ın Moğollar tarafından istilâsına kadar gelen el-Mecmûʿu’l-mübârek’i bu devirde telif edilmiş umumi İslâm tarihleri arasında yer alır.
Özellikle Haçlılar’a karşı büyük başarılar kazanan ve Kudüs’ü yeniden fetheden Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin biyografisiyle ilgili pek çok eser kaleme alındı. Bunlar arasında İbn Ebû Tayy’in zamanımıza intikal etmeyen Kenzü’l-muvaḥḥidîn fî sîreti Ṣelâḥiddîn’i, İmâdüddin el-İsfahânî’nin el-Fetḥu’l-ḳussî fi’l-fetḥi’l-ḳudsî’si ile Bahâeddin İbn Şeddâd’ın en-Nevâdirü’s-sulṭâniyye fi’l-meḥâsini’l-Yûsufiyye’si sayılabilir. Bedreddin İbn Kādî Şühbe ed-Dürrü’s̱-s̱emîn fî sîreti Nûriddîn adıyla bir eser yazdı. VI. (XII.) yüzyılda Suriye’de İbn Münkız’ın telif ettiği Kitâbü’l-İʿtibâr ile İslâm tarihinde otobiyografi türünde ilk eser ortaya çıktı. Eyyûbîler devrinde Suriye’de çeşitli hânedanlara dair eserler kaleme alındı. Velûd bir müellif olan İmâdüddin el-İsfahânî’nin esas çalışmaları Zengî ve Eyyûbî hânedanlarına dairdir. Onun el-Berḳu’ş-Şâmî’si, Ebû Şâme el-Makdisî’nin Nûreddin Zengî ve Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin hayatıyla ilgili Kitâbü’r-Ravżateyn fî aḫbâri’d-devleteyn’i ve kendi kitabına yazdığı zeyli, İbn Nazîf’in et-Târîḫu’l-Manṣûrî adlı eseri bu alanda yapılmış en önemli çalışmalardır. İbn Vâsıl’ın Müferricü’l-kürûb fî aḫbâri Benî Eyyûb’u da Atabegler döneminden başlayarak Memlük hâkimiyetinin ilk yıllarına kadar gelen ayrıntılı bir çalışmadır. Suriye’de bu devirde tarihçilik, biyografi türündeki çalışmalardan ziyade siyasal olaylara yönelmekle birlikte biyografiye dair bazı önemli eserlerin yazıldığı da bilinmektedir. İmâdüddin el-İsfahânî’nin kendi dönemine kadar İslâm dünyasındaki şairlerin biyografisini içeren Ḫarîdetü’l-ḳaṣr ve cerîdetü’l-ʿaṣr’ı bunların başında gelir. İbn Ebû Usaybia’nın ʿUyûnü’l-enbâʾ fî ṭabaḳāti’l-eṭıbbâʾsı Eskiçağ’lardan kendi zamanına kadar gelir. Eyyûbîler ve Memlükler döneminin ilk yıllarında Suriye ve el-Cezîre bölgesinin topografyası, tarihi, kültürü, ekonomik ve sosyal yapısıyla ilgili bir ansiklopedi niteliğinde olan İzzeddin İbn Şeddâd’ın el-Aʿlâḳu’l-ḫaṭîre fî ẕikri ümerâʾi’ş-Şâm ve’l-Cezîre adlı eseri de burada zikredilmelidir.
Mısır ve Suriye’de Memlük hâkimiyetinin başlamasıyla birlikte tarihçilik yeni bir döneme girdi, bu alanda çok sayıda eser telif edildi. Ancak yeni türler ortaya çıkmakla beraber eserlerin birçoğu birbirinin tekrarı ve özeti niteliğindedir. Daha önce telif edilenlere göre çok ayrıntılı, hatta bazan günlük şeklinde kaleme alınmaları bu eserlerde görülen ortak bir özelliktir. İslâm’ın ilk devrinde tarihçilikte titizlikle uygulanan isnad sistemi artık terkedildi. Memlükler döneminde Makrîzî dışında tarihçilik siyasal olaylar ve biyografi üzerinde yoğunlaştı. Memlükler’de saltanat değişimlerinin oldukça kanlı geçmesi siyasî tarihçilik bakımından önemli bir malzeme teşkil etti ve iktidar mücadeleleri ayrıntılı biçimde kaydedildi. Bölgenin uzun yıllar sonra tek bir devletin hâkimiyetinde istikrar kazanması ilmin ve medreselerin gelişimine imkân sağladığından ulemânın biyografilerine dair birçok eser kaleme alındı. Mısır ve Suriye’de iktidar, idareyi ellerinde bulunduran Memlükler ile toplumun dinî ve fikrî liderliğini üstlenen ulemâ arasında paylaşılmış olduğundan telif edilen eserler bu iki tabakayla ilgilidir.
Memlükler devrinde tarihler genellikle yıllara göre telif ediliyor, olaylar aylık veya günlük olarak yazılıyordu. Bunlar her yılın başında halife, sultan, ileri gelen devlet görevlileri ve kadıların yanı sıra diğer İslâm devletlerinin hükümdarlarını zikrederek başlar. Ardından o yıl meydana gelen olaylar anlatılır, vefat eden önemli şahsiyetlerin kısa biyografileri verilir. Eyyûbîler devrinde ortaya çıkan bu usul Memlükler dönemi boyunca devam etti. Bunun Memlükler’de iki istisnası Şemseddin İbn Tolun ile İbn İyâs’tır. Şemseddin İbn Tolun siyasî tarihe ayırdığı Müfâkehetü’l-ḫillân’da vefeyâta yer vermedi ve bunun için ayrı kitaplar telif etti. İbn İyâs Bedâʾiʿu’z-zühûr’da olayların arasında kısaca vefeyâtı da zikretti. Memlükler devrinde yazılan tarihlerde çok çeşitli üslûpların kullanıldığı dikkati çekmektedir. Süyûtî gibi bazı tarihçiler eserlerini halifelere göre düzenledi. İbn Tağrîberdî her sultanı bir bölüm halinde ele aldı ve yıl yıl inceledi. Sultanların biyografisi ölüm yıllarında, vefeyât da her yılın sonunda kaydedildi. İbnü’d-Devâdârî eserinin her cildini bir devlete tahsis etti. Nüveyrî, ansiklopedik çalışmasında coğrafî bir ayırıma giderek devletleri kuruldukları bölgelere göre ele aldı. Ebü’l-Fazl İbnü’ş-Şıhne, Nüzhetü’n-nevâẓır adlı eserinde tarihin ilklerini söz konusu ettiği “evâil” bölümünden sonra İslâm tarihini yüzyıllar halinde dokuz bölüme ayırdı. Bu dönemde Mısır’da tarih ilmiyle uğraşanlar divan kâtipleri, ulemâ ve memlüklerin çocuklarıyla torunlarıdır (evlâdü’n-nâs). İbn Tağrîberdî, Baybars el-Mansûrî, İbnü’d-Devâdârî, Moğoltay b. Kılıç, Safedî ve İbn Dokmak gibi müellifler evlâdü’n-nâsa mensuptur. Bunlar babalarının maddî imkânlarını kullandılar ve çok değerli eserler ortaya koydular. Memlük dönemindeki tarihçiler genellikle Mısır ve Suriye ile ilgilendiler, zaman zaman Hicaz ve Habeş tarihiyle de meşgul oldular.
Mısır ve Suriye’de Memlükler devrinde pek çok umumi tarih kaleme alındı. Bunların büyük kısmı müelliflerin yaşadığı dönemler hariç birbirinin tekrarı ve muhtasarı niteliğindedir. Ancak bunlar günümüze ulaşmayan eserlerden de pek çok alıntı içermektedir. Mısır’da Baybars el-Mansûrî’nin Zübdetü’l-fikre fî târîḫi’l-hicre’si, Nüveyrî’nin ansiklopedik eseri Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb’in son kısmı, evlâdü’n-nâstan ilk müellif olan İbnü’d-Devâdârî’nin Kenzü’d-dürer ve câmiʿu’l-ġurer’i, Nâsırüddin İbnü’l-Furât’ın Târîḫu’d-düvel ve’l-mülûk’ü, İbn Dokmak’ın Nüzhetü’l-enâm fî târîḫi’l-İslâm’ı, Makrîzî’nin el-Muḳaffa’l-kebîr’i, Hatîb el-Cevherî’nin Nüzhetü’n-nüfûs ve’l-ebdân fî tevârîḫi’z-zamân’ı, İbn Haldûn’un Kitâbü’l-ʿİber’i Mısır’da kaleme alınan genel tarihlerden bazılarıdır. Bu dönemde Suriye’de de umumi tarihler telif edildi. Bunlar arasında Muhammed b. İbrâhim el-Cezerî’nin bol miktarda biyografi içeren Ḥavâdis̱ü’z-zamân ve enbâʾühû ve vefeyâtü’l-ekâbir ve’l-aʿyân’ı (Târîḫu’l-Cezerî), Zehebî’nin biyografilerle zenginleştirilmiş Târîḫu’l-İslâm’ı, İbn Şâkir el-Kütübî’nin ʿUyûnü’t-tevârîḫ’i, Ebü’l-Fidâ’nın el-Muḫtaṣar fî aḫbâri’l-beşer’i, İbn Kesîr’in el-Bidâye ve’n-nihâye’si, Aynî’nin ʿİḳdü’l-cümân fî târîḫi ehli’z-zamân’ı ile Takıyyüddin İbn Kādî Şühbe’nin Târîḫ’i (eẕ-Ẕeyl) bulunmaktadır.
Memlükler döneminde bir bölgeye, zamana veya hânedana tahsis edilen çalışmalar önemli yer tutar. Bunlar arasında Baybars el-Mansûrî’nin manzum et-Tuḥfetü’l-mülûkiyye fi’d-devleti’t-Türkiyye’si, Yûnînî’nin vefeyâtı da içeren Ẕeylü Mirʾâti’z-zamân’ı, İbn Habîb el-Halebî’nin kuruluşundan kendi dönemine kadar Memlük Devleti tarihini ele alan Dürretü’l-eslâk fî devleti’l-Etrâk’ı, Muhammed İbn Sasrâ’nın ed-Dürretü’l-muḍîʾe fi’d-devleti’ẓ-Ẓâhiriyye’si, Makrîzî’nin Eyyûbî ve Memlük tarihini içeren Kitâbü’s-Sülûk fî maʿrifeti düveli’l-mülûk’ü ile Fâtımî tarihini anlatan İttiʿâẓü’l-ḥunefâʾ bi-aḫbâri’l-eʾimmeti’l-Fâṭımiyyîne’l-ḫulefâʾsı, İbn Tağrîberdî’nin en-Nücûmü’ẓ-ẓâhire fî mülûki Mıṣr ve’l-Ḳāhire’si, Süyûtî’nin Ḥüsnü’l-muḥâḍara fî târîḫi Mıṣr ve’l-Ḳāhire’si, Şemseddin İbn Tolun’un Müfâkehetü’l-ḫillân fî ḥavâdis̱i’z-zamân’ı ile İbn İyâs’ın Bedâʾiʿu’z-zühûr fî veḳāʾiʿi’d-dühûr’u zikredilmelidir. Aynı devirde Memlük sultanlarının hayatına dair yapılan çalışmalar içinde I. Baybars önemli yer tutar. İbn Abdüzzâhir’in er-Ravżü’z-zâhir fî sîreti’l-Meliki’ẓ-Ẓâhir’i ile İzzeddin İbn Şeddâd’ın Târîḫu’l-Meliki’ẓ-Ẓâhir’i bu eserlerin önemlileridir. İbn Abdüzzâhir ilk dönem Memlük sultanlarının hayatıyla alâkalı iki eser daha kaleme aldı. Bunlar Kalavun devriyle ilgili Teşrîfü’l-eyyâm ve’l-ʿuṣûr fî sîreti’l-Meliki’l-Manṣûr ile el-Melikü’l-Eşref Halîl dönemi hakkında el-Elṭâfü’l-ḫafiyye mine’s-sîreti’ş-şerîfeti’s-sulṭâniyye el-Melikiyyeti’l-Eşrefiyye’dir. İbn Habîb el-Halebî’nin Kalavun ve oğullarının zamanını ele aldığı Teẕkiretü’n-nebîh fî eyyâmi’l-Manṣûr ve benîh’i, Bedreddin el-Aynî’nin es-Seyfü’l-mühenned fî sîreti’l-Meliki’l-Müʾeyyed ve er-Ravżü’z-zâhir fî sîreti Meliki’ẓ-Ẓâhir’i ile Şehâbeddin İbn Arabşah’ın Sultan Çakmak’ın hayatına dair et-Teʾlîfü’ṭ-ṭâhir fî sîreti (şiyemi)’l-Meliki’ẓ-Ẓâhir’i bu türün en iyi örnekleridir.
Daha önceki dönemlerde şehir tarihlerinde görülen çeşitlilik Memlükler devrinde azaldı. Devletin siyasî merkezi Kahire’nin dışında sadece Mekke, Medine, Dımaşk ve Kudüs gibi şehirlerle ilgili eserler kaleme alındı. Bu da özellikle Suriye’de Selçuklular, Zengîler ve Eyyûbîler devrindeki siyasî parçalanmışlığın ortadan kalkması ve merkezî bir devletin kurulmasıyla açıklanabilir. Dinî önemi sebebiyle pek çok çalışmaya konu olan Kudüs’le ilgili en önemli eser Ebü’l-Yümn el-Uleymî’nin el-Ünsü’l-celîl bi-târîḫi’l-Ḳuds ve’l-Ḫalîl’idir. İbnü’l-Mibred, Târîḫu’ṣ-Ṣâliḥiyye’yi yazdığı gibi Dımaşk medreseleri, hanları, çarşılarıyla ilgili pek çok eser telif etti. Nuaymî, Dımaşk medreselerine dair ed-Dâris fî târîḫi’l-medâris adlı bir eser kaleme aldı. Kahire siyasal önemi sebebiyle tarihçilerin ilgisine mazhar oldu. Bahrî Memlükleri tarihçilerinden İbn Abdüzzâhir er-Ravżatü’l-behiyyetü’z-zâhire fî ḫıṭaṭi’l-Muʿizziyyeti’l-Ḳāhire’yi telif etti. Aynı dönemin ikinci hıtat müellifi Îḳāẓü’l-müteġaffil adlı eseriyle İbnü’l-Mütevvec ez-Zübeyrî’dir. Mısır tarihçiliğinin zirveye ulaştığı XV. yüzyılda hıtat tarzı eserlerin en mükemmelleri yazıldı. İbn Dokmak’ın sadece bir kısmı günümüze ulaşan el-İntiṣâr li-vâsıṭati ʿiḳdi’l-emṣâr’ı, Evhadî’nin Kahire topografyası hakkında zamanımıza intikal etmeyen eseriyle bu eserden geniş alıntılar yapan Makrîzî’nin el-Ḫıṭaṭ’ı bunların başında gelir.
Bu devirde kaleme alınan vefeyât kitapları daha önceki dönemlere göre azaldı. Memlükler’in ilk devrinde alfabetik yazılan vefeyât kitaplarının yıllık olarak yazılmaya başlandığı görülmektedir. Yanlışlıkla İbnü’l-Fuvatî’ye nisbet edilen anonim el-Ḥavâdis̱ü’l-câmiʿa ve’t-tecâribü’n-nâfiʿa fi’l-miʾeti’s-sâbiʿa adlı eserle Irak’ta başlayan yüzyıllara göre tarih yazma usulü Memlükler devrinde Mısır’da oldukça yaygınlaştı. Bu ekolün Mısır’da ilk temsilcisi olan İbn Hacer el-Askalânî ed-Dürerü’l-kâmine fî aʿyâni’l-miʾeti’s̱-s̱âmine’de böyle bir usul uyguladı. Talebesi Sehâvî eḍ-Ḍavʾü’l-lâmiʿ fî ʿulemâʾi’l-ḳarni’t-tâsiʿde bu usulü devam ettirdi. Bu uygulama Arap bölgelerinde Osmanlı dönemi boyunca sürdü ve Necmeddin el-Gazzî ekolün takipçisi oldu. Memlükler devrinde tabaka usulüne göre vefeyât kitapları yazılmaya devam edildi. İbn Hacer el-Askalânî’nin Refʿu’l-iṣr’i ve Zehebî’nin Siyeru aʿlâmi’n-nübelâʾsı bu usulle yazıldı. Bunun dışında telif edilen vefeyât kitapları da bulunmaktadır. İbnü’l-Mülakkın, el-ʿİḳdü’l-müẕheb adlı eserinde Şâfiî âlimlerini en üst derecede olanlar, daha aşağı derecede bulunanlar ve çağdaşları olmak üzere üç tabakaya ayırdı. Memlükler devrinde bu tarz eserlerin ilki, türünün en güzel örneklerinden sayılan İbn Hallikân’ın Vefeyâtü’l-aʿyân ve enbâʾü ebnâʾi’z-zamân’ıdır. Müellif, kendi dönemine kadar İslâm dünyasında her alanda öne çıkan şahsiyetleri alfabetik sıra ile kaydetti. Dımaşklı hıristiyan müellifi İbnü’s-Sukāî bu esere Tâlî Kitâbi Vefeyâti’l-aʿyân adıyla 725 (1325) yılına kadar gelen bir zeyil yazdı. İbn Şâkir el-Kütübî’nin Fevâtü’l-Vefeyât’ı da İbn Hallikân’ın zeyillerindendir. Zehebî’nin biyografi kitapları arasında haklı bir şöhret kazanan Siyerü aʿlâmi’n-nübelâʾsı, Safedî’nin alanının en kapsamlı eserlerinden el-Vâfî bi’l-vefeyât’ı ile çağdaşlarının biyografilerini içeren Aʿyânü’l-ʿaṣr ve aʿvânü’n-naṣr’ı, Nektü’l-himyân fî nüketi’l-ʿumyân’ı, Sübkî’nin Ṭabaḳātü’ş-Şâfiʿiyyeti’l-kübrâ’sı, İbn Hacer el-Askalânî’nin çağdaşlarının biyografilerini içeren İnbâʾü’l-ġumr bi-ebnâʾi’l-ʿumr’u, İbn Tağrîberdî’nin Safedî’nin el-Vâfî bi’l-vefeyât’ına zeyil olarak yazdığı el-Menhelü’ṣ-ṣâfî ve’l-müstevfî baʿde’l-Vâfî’si zikredilmesi gereken diğer eserlerdir.
Memlükler devrinde telif edilen siyer ve megāzî ile sahâbe ve evliyanın biyografilerine dair kitapların ilki İbn Seyyidünnâs’ın ʿUyûnü’l-es̱er fî fünûni’l-meġāzî ve’ş-şemâʾil ve’s-siyer adlı çalışmasıdır. Müellif bu eserinde Resûl-i Ekrem’in hayatıyla ilgili başka kaynaklarda yer almayan malzemeler sunar. Moğultay b. Kılıç’ın günümüze ulaşmayan siyerle ilgili ez-Zehrü’l-bâsim’in muhtasarı el-İşâre ilâ sîreti’l-Muṣṭafâ ve âs̱âri men baʿdehû mine’l-ḫulefâʾ zamanımıza intikal etti. İbn Habîb el-Halebî’nin en-Necmü’s̱-s̱âḳıb fî eşrefi’l-menâḳıb ile el-Muḳtefâ min sîreti’l-Muṣṭafâ’sı, Makrîzî’nin İmtâʿu’l-esmâʿ bimâ li’r-resûl mine’l-ebnâʾi ve’l-aḥvâl ve’l-ḥafede ve’l-metâʿı, İbn Hacer el-Askalânî’nin el-İṣâbe fî temyîzi’ṣ-ṣaḥâbe’si bu alanda telif edilen kitaplardan bazılarıdır. Memlükler devrinde kaleme alınan eserlerin çok kapsamlı olmasından dolayı bunlar için muhtasarlar, ayrıca zeyiller yazıldı. Birzâlî’nin el-Muḳtefâ fi’t-târîḫ’i Ebû Şâme’nin eserlerine bir zeyildir. Zehebî’nin Târîḫu’l-İslâm’ının muhtasarı olan el-ʿİber fî ḫaberi men ġaber, Zeynüddin İbnü’l-Verdî’nin Ebü’l-Fidâ’nın tarihine zeyil olarak kaleme aldığı Tetimmetü’l-Muḫtaṣar fî aḫbâri’l-beşer, Ebü’l-Velîd İbnü’ş-Şıhne’nin muhtasar İslâm tarihi Ravżü’l-menâzir fî ʿilmi’l-evâʾil ve’l-evâḫir ve Süyûtî’nin Târîḫu’l-ḫulefâʾsı bunların başta gelen örnekleridir. Memlük tarih yazımında en önemli gelişmelerden biri de yangınlar, depremler, kıtlık ve pahalılık gibi olaylar hakkında eserlerin kaleme alınmasıdır. İbnü’l-Verdî’nin 740’taki (1339) Dımaşk yangınına dair Ṣafvü’r-raḥîḳ fî vaṣfi’l-ḥarîḳ’ı, Muhammed b. Kāsım en-Nüveyrî’nin Haçlılar’ın 767’de (1365) İskenderiye’ye yaptıkları saldırıyla ilgili el-İlmâm bi’l-iʿlâm’ı, Ebü’s-Safâ ed-Dımaşkī’nin veba ile alâkalı eseri, Makrîzî’nin kendi dönemine kadar Mısır’da ortaya çıkan kıtlık ve bunun bölgede yol açtığı sıkıntılardan bahseden İġās̱etü’l-ümme bi-keşfi’l-ġumme adlı kitabı ile İbn Zünbül’ün Yavuz Sultan Selim ile Kansu Gavri arasındaki çarpışmalara dair kitabı bu tür eserlerdendir. Mısır’da Nüveyrî’nin Nihâyetü’l-ereb adlı kitabıyla başlayan ansiklopedik tarzdaki eserlerin en iyi örneklerinden biri İbn Fazlullah el-Ömerî’nin Mesâlikü’l-ebṣâr fî memâliki’l-emṣâr’ıdır. VI. (XII.) yüzyılda Mısır’da başlayan, kâtiplere yazışmalar konusunda yol göstermeyi amaçlayan ve devlet teşkilâtı hakkında geniş bilgi veren kitaplar Memlük döneminde de yazılmaya devam etti. Bunların ilki İbn Fazlullah el-Ömerî’nin et-Taʿrîf bi’l-muṣṭalaḥi’ş-şerîf’idir. Kalkaşendî, eseri genişleterek alanında en kapsamlı başvuru kaynağı olan Ṣubḥu’l-aʿşâ fî ṣınâʿati’l-inşâ’yı telif etti. Bu dönemde tarih metodolojisi ve tarih felsefesine dair Sehâvî’nin el-İʿlân bi’t-tevbîḫ limen ẕemme ehle’t-târîḫ’i, İbn Haldûn’un Kitâbü’l-ʿİber’e yazdığı mukaddimeyle Süyûtî’nin eş-Şemârîḫ fî ʿilmi’t-târîḫ adlı eseri önemlidir.
Suriye ve Mısır’ın Osmanlılar tarafından ele geçirilmesiyle birlikte bölgede tarihçilik yeni bir döneme girdi. Suriye ve özellikle Mısır’ın devlet merkezi olmaktan çıkarak bir eyalet merkezi konumuna düşmesi tarihçiliğin bir başka aşamaya geçmesine yol açtı. Başşehrin Kahire’den İstanbul’a intikaliyle tarihçiliğin ekseni de İstanbul’a kaydı. O dönemdeki iletişim imkânlarına göre merkezden uzak çevrelerin olaylardan haber alması oldukça güçtü. Ayrıca tarihçiler eserlerini genellikle sultanlara sunup bunun karşılığında bazı in‘âmlar aldıklarından başşehrin değişmesi tarihçilikle ilgili teşvikleri ortadan kaldırdı. Buna rağmen Mısır, Suriye ve Lübnan’da bölgesel anlamda tarihçilik kısa bir duraklamanın ardından tekrar gelişmeye başladı. Mısır’da Memlükler döneminde tarihçilikte görülen çeşitlilik azaldı. Memlükler’in son yıllarının en önemli kaynağı olan İbn İyâs’ın Bedâʾiʿu’z-zühûr fî veḳāʾiʿi’d-dühûr’u Kahire’de Osmanlı yönetiminin ilk yıllarını ayrıntılı biçimde anlatır. Mısır’da İbn İyâs dışında XVI. yüzyıl boyunca yeni bir kronik yazılmadı. XVII. yüzyılda önemli tarihçiler ortaya çıktı. Burada dikkati çeken bir husus, ilk dönem tarihçilerinde görülen Osmanlılar’a karşı olumsuz yaklaşımın değişmeye başlaması ve yönetime artık olumlu bakılmasıdır. Muhammed b. Abdülmu‘tî el-İshâkī’nin 1033 (1623) yılında sona eren Leṭâʾifü aḫbâri’l-üvel fî men taṣarrafe fî Mıṣr min erbâbi’d-düvel adlı eserinde Osmanlı hânedanını ve kendi dönemine kadar Mısır tarihini ele alır. Bu yüzyılda bölgede Memlük sultanının yerini Osmanlılar tarafından tayin edilen paşaların almasıyla “sultan-paşa” tarzı eserler telif edilmeye başlandı. Bu tür eserlerde paşaların uygulamalarının yanı sıra kişilikleri ve ulemâya karşı tutumları tartışılırdı. Mısır’da XVII. yüzyılın en önemli tarihçisi İbn Ebü’s-Sürûr el-Bekrî’dir. Tarihin her alanında eser yazan Bekrî ʿUyûnü’l-aḫbâr ve nüzhetü’l-ebṣâr, Nüzhetü’l-ebṣâr ve cüheynetü’l-aḫbâr gibi kendi dönemine kadar gelen umumi tarihlerinin yanı sıra el-Mineḥu’r-raḥmâniyye fi’d-devleti’l-ʿOs̱mâniyye ile Feyżü’l-mennân fî ẕikri devleti Âli ʿOs̱mân ve Dürerü’l-es̱mân fî aṣli menbaʿi Âli ʿOs̱mân gibi eserleri kaleme aldı. İbn Ebü’s-Sürûr el-Bekrî, er-Ravżatü’z-zehiyye fî vülâti Mıṣr ve’l-Ḳāhire’l-Muʿizziyye ile Mısır’ın Osmanlılar tarafından zaptından 1628 yılına kadar gelen et-Tuḥfetü’l-behiyye fî temellüki Âli ʿOs̱mân ed-diyâre’l-Mıṣriyye ve sadece bir olaya hasredilmiş Tefrîcü’l-kürbe li-defʿi’ṭ-ṭulbe adlı eserleriyle âdeta Memlük tarihçiliğini XVII. yüzyılda devam ettirmiştir.
Osmanlı döneminde Mısır’da Arapça tarih yazımı XVIII. yüzyılda zirveye ulaştı. Bu eserleri müellifleri ve üslûpları açısından iki kategoride incelemek mümkündür. Bunlar ulemâ ve kâtipler tarafından fasih Arapça ile kaleme alınan kroniklerle askerler tarafından telif edilen, “ammîce” unsurların yer aldığı popüler tarihlerdir. Ulemânın telif ettiği eserler arasında XVIII. yüzyılın başlarında yaşadığı bilinen ve daha ziyade İbnü’l-Vekîl diye meşhur olan Yûsuf el-Mellevânî’nin Tuḥfetü’l-aḥbâb bi-men meleke Mıṣr mine’l-mülûk ve’n-nüvvâb’ı Mısır tarihini 923’ten (1517) 1719 yılına kadar ele alır. Yine Ahmed Şelebî b. Abdülganî el-Hanefî’nin Evḍaḥu’l-işârât fî men tevellâ Mıṣri’l-Ḳāhire mine’l-vüzerâʾ ve’l-bâşât adlı eseri Mısır tarihini Osmanlı döneminin başından 1150 (1737) yılına kadar getirir. Mellevânî ve Şelebî eserlerinde siyasî tarihin yanı sıra Osmanlı Mısırı’nın ekonomik, sosyal ve kültürel yönlerine dair geniş mâlûmat sunar. Bu yüzyılda telif edilen ve Demürdâşî kronikleri olarak bilinen çalışmalar ise askerler tarafından kaleme alınan eserler grubuna girer. Bunlarda Mısır’da ve özellikle Kahire’de meydana gelen hadiseler bunlara şahit olanlar tarafından ayrıntılı biçimde anlatılır. Mustafa b. İbrâhim el-Meddâh el-Kınalı, Mecmûʿ laṭîf yeştemilü ʿalâ veḳāʾiʿ Mıṣri’l-Ḳāhire adlı Mısır tarihini 1739 yılına kadar getirir. Demürdâşî grubu içerisindeki eserlerden en önemlisi, bu gruba adını veren Ahmed Demürdâşî Kethüdâ Azebân’ın Mısır tarihinin en güvenilir kaynaklarından olan ed-Dürretü’l-muṣâne fî aḫbâri’l-Kinâne’sidir. Osmanlı döneminde Mısır tarihi açısından diğer önemli bir eser XIX. yüzyıl başlarında Abdurrahman el-Cebertî’nin telif ettiği eserdir. Cebertî ʿAcâʾibü’l-âs̱âr fi’t-terâcim ve’l-aḫbâr’ında 1688-1821 yıllarını ele alır. Eser siyasal olayların yanında meşhur kişilerin biyografilerini de içerir. Mısırlı tarihçi Rifâa et-Tahtâvî de XIX. yüzyılda Mısır tarihiyle alâkalı pek çok eser kaleme aldı.
Mısır’la karşılaştırıldığında Osmanlı döneminde Suriye’de tarihçilik daha zayıf görünmektedir. Bunun en önemli sebebi, Kahire’nin bölgenin tek kültür merkezi olmasına karşılık Suriye’de böyle bir merkezin bulunmamasıdır. Osmanlı yönetiminin Suriye’deki ilk yıllarında Memlük döneminin bir devamı olan Şemseddin İbn Tolun’un eserleri dışında bir kronik görülmez. Mısır’da olduğu gibi Suriye’de de XVII. yüzyılda gelişmeye başlayan tarihçilik XVIII. yüzyılda zenginleşti. Mısır’ın aksine müellifler genellikle ulemâya mensuptur; ancak halktan bazı kişiler de başlarından geçen olaylarla ilgili eserler yazmıştır. İşlenen konular siyasî hadiselerin dışında bölgesel olaylar, çeşitli grupların güç mücadelesi, ulemâ, tasavvufî zümrelerle âyan ve eşrafın hayatıdır. Şemseddin İbn Tolun, Memlük döneminin sonu ile Osmanlı dönemi başları için en güvenli kaynaktır. Onun en önemli çalışması, 1479-1520 yılları arasında Suriye tarihini ele alan Müfâkehetü’l-ḫillân fî ḥavâdis̱i’z-zamân’dır. Bu eser Osmanlı idaresinin Suriye’deki ilk yılları için bir kaynak niteliğindedir. Şemseddin İbn Tolun şehir tarihi alanında önemli iki çalışma yapmıştır. Bunlardan biri el-Ḳalâʾidü’l-cevheriyye fî târîḫi’ṣ-Ṣâliḥiyye, diğeri Dımaşk’ın köylerinden Mizze ile alâkalı el-Meʿazze fîmâ ḳīle fi’l-Mizze’dir. Şemseddin İbn Tolun, el-Fülkü’l-meşḥûn fî aḥvâli Muḥammed b. Ṭolûn adlı eseriyle, İbn Münkız’la başlayan ve Memlükler döneminde İbn Haldûn’un et-Taʿrîf bi’bni Ḫaldûn’u ile devam eden otobiyografi yazma geleneğinin bu dönemdeki son temsilcilerindendir.
Memlükler devrinde çok yaygın olan biyografi yazma geleneği Osmanlılar zamanında Mısır’da kaybolmuş görünmekle birlikte Suriye’de bu hususta önemli ürünler ortaya konmuştur. Radıyyüddin İbnü’l-Hanbelî’nin Dürrü’l-ḥabeb fî târîḫi aʿyâni Ḥaleb’i XVI. yüzyılın ilk vefeyât kitaplarındandır. Dımaşklı âlim Necmeddin el-Gazzî’nin el-Kevâkibü’s-sâʾire bi-menâḳıbi aʿyâni’l-miʾeti’l-âşire adlı eseri İbn Hacer ile Sehâvî geleneğine göre yüzyıllık olarak telif edildi. Gazzî el-Kevâkibü’s-sâʾire’ye zeyil şeklinde kaleme aldığı, Luṭfü’s-semer ve ḳaṭfü’s̱-s̱emer min terâcimi aʿyâni’ṭ-ṭabaḳāti’l-ûlâ mine’l-ḳarni’l-ḥâdî ʿaşer adlı bir eser daha yazdı. Aynı dönemde Dımaşklı diğer bir tarihçi olan Bûrînî Terâcimü’l-aʿyân min ebnâʾi’z-zamân adlı eserinde çağdaşlarının biyografilerini ele aldı. Bu yüzyılda biyografi alanında telif edilen diğer önemli bir eser İbnü’l-İmâd’ın Şeẕerâtü’ẕ-ẕeheb fî aḫbâri men ẕeheb’dir. Eserde hicretin ilk yılından başlayarak 1000 (1592) yılına kadar yaşayan meşhurların biyografisine yer verilir. XVII. yüzyılda Suriye’de kaleme alınan en önemli biyografi kitabı Muhammed Emîn el-Muhibbî’nin Ḫulâṣatü’l-es̱er fî aʿyâni’l-ḳarni’l-ḥâdî ʿaşer’idir. Onun el-Aʿlâm adlı, 6000’den fazla biyografi içeren büyük eserinin bir kısmı günümüze ulaşmıştır. Yine bir Dımaşklı âlim olan Muhammed Halîl el-Murâdî’nin Silkü’d-dürer fî aʿyâni’l-ḳarni’s̱-s̱ânî ʿaşer adlı vefeyât kitabı Osmanlı döneminde Suriye’de telif edilen önemli bir eserdir. XVII. yüzyılın sonu ile XVIII. yüzyılın başlarında Dımaşk’ta yaşayan Abdülganî b. İsmâil en-Nablusî, el-Ḥaḳīḳa ve’l-mecâz fi’r-riḥle ilâ bilâdi’ş-Şâm ve Mıṣr ve’l-Ḥicâz adlı eserinde Osmanlılar döneminde Arap bölgelerinin sosyal yapısına ışık tutar. XVIII. yüzyılla birlikte Dımaşk’ta “yevmiyyât” türünde eserler telif edildi. İbn Kennân el-Ḥavâdis̱ü’l-yevmiyye min târîḫi ihdâ ʿaşer ve elf ve miʾe’de, 1699-1740 yılları arasında Dımaşk’taki hadiseleri ele alırken ulemâya da yer verir. İbn Kennân’ın bu eseri, Dımaşklı bir berber olan Ahmed el-Büdeyrî el-Hallâk tarafından yazılan ve 1740-1762 yıllarında Dımaşk’ta geçen olayları anlatan Ḥavâdis̱ü Dımaşḳ el-yevmiyye adlı çalışması ile devam ettirildi. Bu arada Ortodoks bir din adamı olan Mihail Bureyk, 1720-1782 yılları arasında Dımaşk tarihine dair Târîḫu’ş-Şâm adlı bir eser kaleme aldı. Bureyk eserinde ilk defa Avrupa’daki olaylara da yer verdi. Hasan Ağa el-Abd’in 1771-1826 yıllarını içeren Ḥavâdis̱ü bilâdi’ş-Şâm adlı eseri de burada zikredilmelidir.
Bilâdüşşam’ın (Suriye) bir parçası olmakla birlikte siyasî ve idarî yönden bağımsız sayılan Lübnan’da özellikle din adamları ve bürokratlar tarafından pek çok eser yazıldı. Patrik İstifan ed-Düveyhî Târîḫu’l-ezmine’sinde Suriye tarihini Haçlılar’dan XVII. yüzyıl sonlarına kadar ele aldı. Eser özellikle XVI ve XVII. yüzyıl Lübnan tarihi açısından büyük önem taşır. Hanâniye el-Müneyyir, ed-Dürrü’l-merṣûf fî târîḫi’ş-Şûf adlı kitabında Şûf bölgesinin Şihâbîler dönemindeki durumunu anlattı. XIX. yüzyılın ilk yarısının en önemli tarihçisi Ahmed Haydar eş-Şihâbî, Ġurerü’l-ḥisân fî aḫbâri’z-zamân adıyla hicretten 1827 yılına kadar gelen bir Lübnan tarihi yazdı. Aynı yüzyılda Tannûs eş-Şidyâk’ın Aḫbârü’l-aʿyân fî cebeli Lübnân’ı da bölge tarihi açısından mühimdir. Lübnanlı bir Katolik olan Nikola et-Türk, II. Beşir tarafından Fransızlar’ın Mısır’ı işgaline dair bilgi vermek üzere Mısır’a gönderildi; gözlemlerini Ẕikrü temellüki cumhûri’l-Franseviyye el-aḳṭâri’l-Mıṣriyye ve’ş-Şâmiyye’de kaleme aldı.
Mısır’da önemli bir geleneği olan hıtat tarzı eserler XIX ve XX. yüzyıllarda tekrar ortaya çıktı. Ali Paşa Mübârek, Makrîzî’nin usulünü takip ederek Mısır topografyası hakkında el-Ḫıṭaṭü’t-Tevfîḳıyyetü’l-cedîde li-Mıṣri’l-Ḳāhire adlı mufassal eseri telif ederken Muhammed Kürd Ali Ḫıṭaṭü’ş-Şâm’ı yazdı. Son yıllarda Ekrem Hasan el-Ulebî, Ḫıṭaṭu Dımaşḳ: Dirâse târîḫiyye şâmile ʿalâ meḍâ elf ʿâm min sene 400 ḥattâ sene 1400 adlı eseriyle bu geleneği sürdürdü. Osmanlılar döneminde Murâdî ile Suriye’de sona eren, yüzyıla göre vefeyât kitabı telif etme usulü hâlâ devam etmektedir. Mutî‘ Hâfız ve Nizâr Abâza’nın ʿUlemâʾü Dımaşḳ ve aʿyânühâ fi’l-ḳarni’s̱-s̱ânî ʿaşer el-hicrî’si, Ahmed b. Nu‘mân el-Âlûsî’nin ed-Dürrü’l-müntes̱ir fî ricâli’l-ḳarni’s̱-s̱ânî ʿaşer ve’s̱-s̱âlis̱ ʿaşer’i, Halîl Merdem Bek’in Aʿyânü’l-ḳarni’s̱-s̱âlis̱ ʿaşer fi’l-fikr ve’s-siyâse ve’l-ictimâʿı, Muhammed Cemîl eş-Şattî’nin Aʿyânü Dımaşḳ fi’l-ḳarni’s̱-s̱âlis̱ ʿaşer ve nıṣfi’l-ḳarni’r-râbiʿ ʿaşer min 1201-1350 h.’si ve Muhammed Abdüllatîf Sâlih el-Ferfûr’un Aʿlâmü Dımaşḳ fi’l-ḳarni’r-râbiʿ ʿaşer el-hicrî’si bu geleneğin son örnekleridir. Yakın dönemde bölgede telif edilen biyografik eserler arasında Hayreddin ez-Ziriklî’nin el-Aʿlâm’ı, Ömer Rızâ Kehhâle’nin Muʿcemü’l-müʾellifîn’i ile bunların zeyilleri ve yine Kehhâle’nin Aʿlâmü’n-nisâʾ adlı eseri sayılabilir. Mısır’da bu geleneğin ürünleri, Ahmed Teymûr Paşa’nın Terâcimü aʿyâni’l-ḳarni’s̱-s̱âlis̱ ʿaşer ve evâʾili’l-ḳarni’r-râbiʿ ʿaşer ve Enver el-Cündî’nin Aʿlâmü’l-ḳarni’r-râbiʿ ʿaşer el-hicrî adlı eserleridir. Lübnan’da Nicola Ziyâde’nin Aʿlâmü ʿArab muḥdis̱ûn: mine’l-ḳarneyn es̱-s̱âmin ʿaşer ve’t-tâsiʿ ʿaşer, Filistin’de Muhammed Ömer Hamâde’nin Aʿlâmü Filisṭîn ve Âdil Mennâ‘ın Aʿlâmü Filisṭîn fî evâḫiri’l-ʿahdi’l-ʿOs̱mânî adlı eserleri de burada zikredilmelidir.
Mısır’da modern dönemde özellikle Mısır tarihi alanında yetişen pek çok tarihçi önemli eserler ortaya koydu. İslâm tarihiyle alâkalı olarak Muhammed Mustafa Ziyâde, Saîd Abdülfettâh Âşûr, Mahmûd Rızk Selîm, Kāsım Abduh Kāsım, Hasan İbrâhim Hasan, Abdülmün‘im Mâcid, Cemâleddin eş-Şeyyâl, Muhammed Muhammed Emîn ve Eymen Fuâd Seyyid; Osmanlı tarihiyle ilgili olarak Muhammed Enîs, Abdülazîz eş-Şinnâvî, Ahmed İzzet Abdülkerîm, Abdürrahîm Abdurrahman Abdürrahîm, Abdülvehhâb Bekir, Leylâ Abdüllatîf Ahmed, Muhammed Afîfî, Seyyid Muhammed es-Seyyid ve Nelly Hanna sayılabilir. Suriye’de Selâhaddin el-Müneccid, Sâmî ed-Dehhân, Leylâ es-Sabbâğ, Süheyl Zekkâr ve Abdülkerîm Râfik; Filistin ve özellikle Kudüs tarihiyle ilgili eserleriyle Kâmil Cemîl el-Aselî ve Mustafa Murâd Debbâğ; Lübnan’da Nicola Ziyâde, Esed Rüstem, Hasan Ali Hallâk, Kemal Salîbî ve Ömer Abdüsselâm et-Tedmürî tarih alanında yetişen önemli şahsiyetlerdendir.
BİBLİYOGRAFYA
Selâhaddin el-Müneccid, el-Müʾerriḫûne’d-Dımaşḳıyyûn ve âs̱âruhüm mine’l-ḳarni’s-s̱âlis̱i’l-hicrî ilâ nihâyeti’l-ḳarni’l-ʿâşir, Kahire 1956.
Cemâleddin eş-Şeyyâl, et-Târîḫ ve’l-müʾerriḫûn fî Mıṣr fi’l-ḳarni’t-tâsiʿ ʿaşer, Kahire 1958.
Muhammed Enîs, Medresetü’t-târîḫi’l-Mıṣrî fi’l-ʿaṣri’l-ʿOs̱mânî, Kahire 1962.
Historians of the Middle East (ed. B. Lewis – P. M. Holt), London 1964.
Cl. Cahen, Introduction to the History of the Middle East, Los Angeles 1965.
C. E. Farah, The Dhayl in Medieval Arabic Historiography, New Haven 1967.
Political and Social Change in Modern Egypt (ed. P. M. Holt), London 1968.
F. Rosenthal, A History of Muslim Historiography, Leiden 1968.
U. Haarmann, Quellenstudien zur frühen Mamlukenzeit, Freiburg 1969.
D. P. Little, An Introduction to Mamlūk Historiography, Wiesbaden 1970.
a.mlf., History and Historiography of the Mamluks, London 1986.
a.mlf., “Historiography of the Ayyubid and Mamluk Epochs”, The Cambridge History of Egypt (ed. C. F. Petry), Cambridge 1998, I, 412-444.
Medieval Historical Writing in the Christian and Islamic Worlds (ed. D. Morgan), London 1982.
Ömer Mûsâ Bâşâ, el-Edebü’l-ʿArabî fi’l-ʿaṣri’l-Memlûkî ve’l-ʿaṣri’l-ʿOs̱mânî, Dımaşk 1402-1403/1982-83, I-II.
Ömer Ferruh, Meʿâlimü’l-edebi’l-ʿArabî fi’l-ʿaṣri’l-ḥadîs̱, Beyrut 1985, I-II.
a.mlf., Târîḫu’l-edebi’l-ʿArabî, Beyrut 1989, III.
P. Auchterlonie, Arabic Biographical Dictionaries: A Summary Guide and Bibliography, Durham 1987.
Şâkir Mustafa, Târîḫu’l-ʿArabî ve’l-müʾerriḫûn, Beyrut 1990, I-IV.
Eighteenth Century Egypt: The Arabic Manuscript Sources (ed. D. Crecelius), Claremont 1990.
J. Berkey, Transmission of Knowledge in Medieval Cairo, Princeton 1992.
M. Chamberlain, Knowledge and Social Practice in Medieval Damascus: 1190-1350, Cambridge 1994.
Wadad al-Qadi, “Biographical Dictionaries: Inner Structure and Cultural Significance”, The Book in the Islamic World: The Written Word and Communication in the Middle East (ed. G. N. Atiyeh), Albany 1995, s. 93-122.
Ramazan Şeşen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, İstanbul 1998.
L. Guo, Early Mamluk Syrian Historiography: Al-Yūnīnī Dhayl Mir’āt al-zaman, Leiden 1998, I, 1-96.
O. Weintritt, “Concept of History as Reflected in Arabic Historiographical Writing in Ottoman Syria and Egypt (1517-1700)”, The Mamluks in Egyptian Politics and Society (ed. T. Philipp – U. Haarmann), Cambridge 1998, s. 188-195.
a.mlf., Arabische Geschichtsschreibung in den arabischen Provinzen des Osmanischen Reiches (16.-18. Jahrhundert), Hamburg 2008.
Interpreting the Self: Autobiography in the Arabic Literary Tradition (ed. Dwight F. Reynolds), Berkeley 2001.
The Historiography of Islamic Egypt: 950-1800 (ed. H. Kennedy), Leiden 2001.
Chase F. Robinson, Islamic Historiography, Cambridge 2003.
R. Stephen Humphreys, İslam Tarih Metodolojisi -Bir Sosyal Tarih Uygulaması- (trc. Murtaza Bedir – Fuat Aydın), İstanbul 2004.
a.mlf., “Taʾrīk̲h̲”, EI2 (İng.), X, 271-280.
R. Irwin, “Mamluk History and Historians”, Arabic Literature in the Post Classical Period (ed. R. Allen – D. S. Richards), Cambridge 2006, s. 159-170.
M. Winter, “Historiography in Arabic during the Ottoman Period”, a.e., s. 171-188.
Tarif Khalidi, “Islamic Biographical Dictionaries: A Preliminary Assessment”, MW, LXIII/1 (1973), s. 53-65.
Samira Kortantamer, “Memlük Tarihçiliğine Genel Bir Bakış”, TİD, I (1983), s. 31-35.
B. Hamad, “History and Biography”, Arabica, XLV, Leiden 1998, s. 215-232.
Muhammad Sabri al-Dali, “Ottoman Historical Research in Egypt since 1936”, Asian Research Trends, XI, Tokyo 2001, s. 15-42.
Avner Ben-Zaken, “Recent Currents in the Study of Ottoman-Egyptian Historiography with Remarks about the Role of the History of Natural Philosophy and Science”, JSS, XLIX/2 (2004), s. 303-328.
Muhammad Afifi, “The Development of Ottoman Studies in Egypt”, Asian Research Trends (new series), III, Tokyo 2008, s. 71-80.
J. Bray, “Literature Approaches to Medieval and Early Modern Arabic Biography”, JRAS, XX/3 (2010), s. 237-253.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 40-45 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Kuzey Afrika. Kuzey Afrika’da tarih yazıcılığı çalışmaları Doğu İslâm dünyasından oldukça sonra III. (IX.) yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır. İdrîsîler’in ilk döneminde, İfrîkıye’de hüküm süren Ağlebîler ve Fâtımîler’in Kuzey Afrika’da hâkim oldukları devirde yazılan ilk tarih kitapları günümüze ulaşmamıştır (EI2 Suppl. [İng.], s. 800). Bölgeyle ilgili bugüne kadar gelen ilk tarih kitabı, İbn Sellâm el-İbâzî’nin (ö. 273/886’dan sonra) Kuzey Afrika İbâzî tarihi hakkında yazdığı Kitâb fîhi bedʾü’l-İslâm adlı eseridir. IV. (X.) yüzyılın ortalarında Endülüslü Muhammed b. Yûsuf el-Verrâk’ın Târîḫu İfrîḳıyye adıyla bir eser kaleme aldığı görülmektedir. Ardından bölgede metot bakımından genellikle Doğu İslâm dünyasındaki tarih çalışmalarına paralel çalışmalar yapılmıştır.
Genel Tarihler ve Bölge Tarihleri. Kuzey Afrika tarihçileri çalışmalarını genellikle ait oldukları coğrafya ve müslümanların fethinden sonraki dönemle sınırlı tutmuş, bazıları Endülüs’ü de bölgeden sayıp eserlerinde Endülüs tarihine yer vermiş, yaşadıkları coğrafyanın İslâm öncesi tarihiyle hemen hemen hiç ilgilenmemiştir (a.g.e., s. 800). Kuzey Afrika’da bölge tarihi çalışmalarının IV. (X.) yüzyılın sonlarında başladığı görülmektedir. Dolayısıyla Mağrib tarihinin IV-V. (X-XI.) yüzyıllar arası, esas olarak Doğu tarihçileriyle İbn Hayyân gibi Endülüs tarihçilerinin eserlerinde ele alınmıştır. Kuzey Afrika’da bilinen ilk bölge tarihi Rakīk el-Kayrevânî’nin (ö. 425/1034’ten sonra) Târîḫu İfrîḳıyye ve’l-Maġrib’idir. Eserin günümüze ulaşan kısmı, Kuzey Afrika’nın fethinden (62/681) Ağlebîler’den Abdullah b. İbrâhim’in tahta çıkışına (196/812) kadar gelmekte olup İfrîkıye bölgesi, Kayrevan’da kurulan devletler ve Fâtımîler’in Kuzey Afrika’daki hâkimiyetine dair önemli bir kaynaktır. Kitabında Endülüs tarihine de yer verenlerden İbn Hammâd el-Burnusî es-Sebtî’nin Kitâbü’l-Muḳtebis fî aḫbâri’l-Maġrib ve Fâs ve’l-Endelüs adıyla bir eser yazdığı bilinmektedir. İbn İzârî ve İbn Ebû Zer‘ günümüze ulaşmayan bu eserden iktibaslarda bulunmuştur. Abdülvâhid el-Merrâküşî aynı yolu izlemiş, Mağrib ve Endülüs tarihinin ana kaynaklarından sayılan el-Muʿcib fî telḫîṣi aḫbâri’l-Maġrib’inde bölgenin fethinden 667 (1269) yılına kadar meydana gelen olayları anlatmıştır. İbn İzârî de el-Beyânü’l-muġrib fî aḫbâri mülûki’l-Endelüs ve’l-Maġrib ismini taşıyan eserinde, Kuzey Afrika ve Endülüs’ün fethinden itibaren bölgenin Emevîler ve Abbâsîler zamanındaki durumunu ve kendi dönemine kadar bölgede hüküm süren müslüman hânedanları ele almıştır. Özellikle Muvahhidler hakkında önemli bir kaynak olan eserde müellif eleştirici yönüyle dikkat çekmektedir (a.g.e., s. 803). Merînîler tarihçisi İbn Ebû Zer‘ el-Fâsî, el-Enîsü’l-muṭrib’inde İdrîsî hânedanının 172 (789) yılında kuruluşundan 726 (1326) yılına kadar geçen süre zarfında Mağrib’de hüküm süren bazı devletleri anlatmaktadır. Eser genelde Mağrib, özelde Fas şehrinin tarihini içerir. Mağrib tarihi hakkında günümüze ulaşmayan bazı kitaplardan nakiller yapan müellif tarihsel süreklilik düşüncesini ortaya koyan tarihçilerden biri kabul edilmektedir (a.g.e., a.y.). Meşhur tarihçi İbn Haldûn, umumi tarih türündeki Kitâbü’l-ʿİber’inin iki cildini (VI ve VII) Kuzey Afrika tarihine ayırmış, Mağrib tarihiyle ilgili çok değerli bilgiler vermiştir. XI. (XVII.) yüzyıl tarihçilerinden Ahmed b. Muhammed el-Makkarî’nin Nefḥu’ṭ-ṭîb min ġuṣni’l-Endelüsi’r-raṭîb adlı eseri Endülüs tarih yazımı ve edebiyatının bir antolojisi olarak değerlendirilebilir (EI2 [İng.], X, 285). Müellif Endülüs’ün fethinden başlattığı olayları son döneme kadar getirir; eser bu dönem için az sayıdaki kaynaklardan biridir. İbn Ebû Dinâr el-Kayrevânî’nin el-Müʾnis fî aḫbâri İfrîḳıyye ve Tûnis adlı tarihinin temel konularını Kuzey Afrika ve Tunus’un coğrafya ve topografyasıyla müslümanlar tarafından fethi, Fâtımîler, Zîrîler, Hafsîler ve Osmanlılar’ın Tunus hâkimiyeti oluşturur. Ebû Abdullah Muhammed b. Muhammed el-Vezîr el-Endelüsî, el-Ḥulelü’s-sündüsiyye fi’l-aḫbâri’t-Tûnisiyye’sinde Ağlebîler’den itibaren Tunus ve civarında hüküm süren devletlerin tarihini anlatır. Tunus Beyi Hüseyin Paşa’ya ayırdığı son bölüm oldukça geniş ve önemlidir. Ebü’l-Abbas es-Selâvî, Kitâbü’l-İstiḳṣâ li-aḫbâri düveli’l-Maġribi’l-aḳṣâ adlı kitabında Fas tarihini İslâmî fetihlerden kendi zamanına kadar bir bütün halinde ele almış, özellikle Fas’ta hüküm süren İdrîsîler, Murâbıtlar, Muvahhidler, Merînîler, Sa‘dîler ve Filâlîler hakkında geniş bilgi vermiştir. Batı kaynaklarından faydalanan ilk Fas tarihçisi olmasıyla dikkat çeken Selâvî’nin Ṭalʿatü’l-müşterî fi’n-nesebi’l-Caʿferî adlı eseri mensup olduğu Nâsırî ailesi ile Temgrût Zâviyesi’nin bir tarihidir. Mahmûd b. Saîd Makdîş, Nüzhetü’l-enẓâr fî ʿacâʾibi’t-tevârîḫ ve’l-aḫbâr’ında bölgeyi tanıttıktan sonra Hulefâ-yi Râşidîn, Emevîler ve Abbâsîler’e dair bilgi aktarır. Ardından Kuzey Afrika ve Endülüs’te hüküm süren devletlere yer verir. Osmanlılar’ın Tunus’u fethi, Dayılar, Beyler, Murâdîler, Hüseynîler dönemi hakkında bilgi verir, sonunda Sefâkus (Sfaks) şehrini geniş biçimde tanıtır. Filâlî tarihçisi Ebü’l-Kāsım ez-Zeyyânî, et-Tercümânü’l-muʿrib ʿan düveli’l-meşriḳ ve’l-maġrib adını verdiği ve yaratılıştan itibaren kendi zamanına kadar getirdiği genel tarihinde Kuzey Afrika’da hüküm süren İdrîsîler, Murâbıtlar, Muvahhidler, Merînîler, Abdülvâdîler, Sa‘dîler ve Filâlîler hakkında önemli bilgiler kaydeder. Tunus’ta Osmanlı dönemi devlet adamlarından İbn Ebü’d-Dıyâf’ın İtḥâfü ehli’z-zamân bi-aḫbâri mülûki Tûnis ve ʿahdi’l-emân adlı eseri bir Kuzey Afrika ve özellikle fetihten 1872 yılına kadar gelen bir Tunus tarihidir. Hüseynîler dönemi, müellifin uzun yıllar çalıştığı Dîvân-ı İnşâ’daki resmî belgelere dayanılarak yazıldığından orijinal bir kaynaktır. Eserin hâtime kısmı Tunuslu meşhur kişilerin ve ulemânın biyografisine ayrılmıştır.
Özel Tarihler. Mağrib’de yazılıp günümüze ulaşan ilk özel tarih kitabı, Hâricî/İbâzî tarihçisi İbn Sellâm el-İbâzî’nin Kitâb fîhi bedʾü’l-İslâm adlı eseridir. Şemmâhî Kitâbü’s-Siyer’inde onun bu kitabından önemli nakiller yapmıştır. İbnü’s-Sagīr, Aḫbârü’l-eʾimmeti’r-Rüstemiyyîn’de Rüstemîler’in 787-907 yılları arasındaki dönemini geniş biçimde anlatmıştır. Daha sonraki İbâzî tarihçileri bu eserden çok yararlanmıştır. Ebû Zekeriyyâ el-Vercelânî’nin es-Sîre ve aḫbârü’l-eʾimme’si İbâzîler ve Rüstemîler’le ilgili önemli kaynaklardandır. Ebû Ca‘fer İbnü’l-Cezzâr’ın Araplar’ın Tunus’u fethiyle alâkalı Kitâbü Meġāzî İfrîḳıyye adıyla bir eser yazdığı bilinmektedir. Fâtımî başdâisi Kādî Nu‘mân b. Muhammed el-Kayrevânî, İftitâḥu’d-daʿve (Risâle fî ẓuhûri’d-daʿveti’l-ʿUbeydiyyeti’l-Fâṭımiyye) adlı risâlesinde ilk dört Fâtımî halifesinin biyografileri ve faaliyetleri hakkında önemli bilgiler vermiştir. Ebû Zekeriyyâ İbnü’s-Sayrafî’nin Murâbıtlar’la ilgili bir bölümü günümüze ulaşan el-Envârü’l-celiyye fî aḫbâri devleti’l-Murâbıṭıyye adlı kitabı İbn Ebû Zer‘ ve İbnü’l-Hatîb’in kaynakları arasındadır. Ebû Bekir b. Ali es-Sanhâcî Beyzak, Muvahhidler’in temel kaynaklarından sayılan Aḫbârü’l-Mehdî b. Tûmert ve bidâyetü devleti’l-Muvaḥḥidîn’inde, aynı zamanda sosyal durum, kabileler ve düşünce hayatına dair önemli mâlûmat aktarmıştır. İbn Hammâd es-Sanhâcî’nin Kitâbü’n-Nübeẕi’l-muḥtâce fî aḫbâri mülûki Ṣanhâce bi-İfrîḳıyye ve Bicâye’sinin günümüze sadece Fâtımîler’e ait bölümü ulaşmıştır. Kitapta Fâtımîler’in soyu ve Âdıd-Lidînillâh’a kadar (1160-1171) Fâtımî halifelerinin biyografileri yer almaktadır. Aynı müellifin Târîḫu Mülûki’l-İbâżıyye adlı bir eseri de vardır. Merînîler, Hafsîler ve Abdülvâdîler’in hüküm sürdüğü dönemde çok sayıda hânedan tarihi yazılmıştır. Merînî himayesine sığınan Endülüslü tarihçi İbnü’l-Ahmer’in Ravżatü’n-nisrîn fî aḫbâri Benî Merîn’i ve Merînî hükümdar ailesiyle diğer devlet adamlarını anlatan 112 beyitlik bir urcûzesiyle şerhi olan en-Nefḥatü’n-nisrîniyye ve’l-lemḥatü’l-Merîniyye’si, İbn Ebû Zer‘ el-Fâsî’ye nisbet edilen eẕ-Ẕaḫîretü’s-seniyye fî târîḫi’d-devleti’l-Merîniyye, İbn Merzûk el-Hatîb’in Sultan Ebü’l-Hasan’ın hayatının, askerî, siyasî ve malî durumun, toplumun mânevî ve kültürel değerleriyle örf ve âdetlerinin ele alındığı el-Müsnedü’ṣ-ṣaḥîḥu’l-ḥasen fî meḥâsini Mevlânâ Ebi’l-Ḥasen adlı eseri Merînîler hakkındaki en önemli kaynaklardandır. VIII. (XIV.) yüzyılın ikinci yarısında yazılan anonim veya Lisânüddin İbnü’l-Hatîb ve İbnü’s-Semmâk gibi tarihçilere nisbet edilen el-Ḥulelü’l-mevşiyye fî ẕikri’l-aḫbâri’l-Merrâküşiyye Merakeş’i tasvir eden bir şehir tarihi ise de Murâbıtlar ve özellikle Muvahhidler’e ayrılan kısmı Merakeş için ayrılandan daha fazladır. Mülûkü’t-tavâif ve Merînîler’e dair bilgilerin de yer aldığı eserde Merakeş’in topografyası ve nüfus yapısı hakkında önemli açıklamalar bulunmaktadır. İbn Kunfüz’ün el-Fârisiyye fî mebâdiʾi’d-devleti’l-Ḥafṣiyye, İbnü’ş-Şemmâ el-Hintâtî’nin el-Edilletü’l-beyyinetü’n-nûrâniyye fî mefâḫiri’d-devleti’l-Ḥafṣiyye adlı eserleri Hafsîler hakkındaki en önemli kaynaklardandır. Ebû Abdullah Muhammed b. İbrâhim ez-Zerkeşî Târîḫu’d-devleteyn el-Muvaḥḥidiyye ve’l-Ḥafṣiyye ismiyle bir eser kaleme almıştır. Muhammed es-Sagīr b. Yûsuf el-Bâcî’nin 1705-1771 yılları arası Tunus tarihini anlattığı el-Meşraʿu’l-mülkî adlı eseri Hüseynîler’in ilk dört beyi hakkında geniş mâlûmat ihtiva eder. el-Hâc Hammûde el-Kitâbü’l-Bâşî’de Tunus tarihini Hafsîler’den itibaren Hüseynîler’in ilk dönemine kadar getirmektedir. İbnü’l-Ahmer’in Târîḫu’d-devleti’z-Zeyyâniyye bi-Tilimsân, Ebû Zekeriyyâ İbn Haldûn’un dönemin ilmî ve fikrî hayatı açısından büyük önem taşıyan Buġyetü’r-ruvvâd fî ẕikri’l-mülûk min Benî ʿAbdilvâd adlı eserleri Abdülvâdîler’le ilgili önemli kaynaklardır. Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah et-Tenesî, Naẓmü (Nüẓumü)’d-dürer ve’l-ʿiḳyân fî beyâni şerefi Benî Zeyyân adlı eserinde Abdülvâdî sultanlarından övgüyle söz eder. Barbaros Hayreddin Paşa’nın Seyyid Murâdî’ye yazdırdığı Gazavât-ı Hayreddin Paşa’nın yanı sıra Ebû Abdullah Muhammed b. Meymûn el-Cezâirî’nin Bekdaş Dayı için kaleme aldığı et-Tuḥfetü’l-merżıyye fi’d-devleti’l-Bekdâşiyye, Ebü’l-Mekârim Abdülmelik el-Meşrefî’nin Behcetü’n-nâẓır fî aḫbâri’d-dâḫilîn taḥte vilâyeti’l-İsbân bi-Vehrân mine’l-Aʿrâb ke Benî Âmir, İbn Rukıyye et-Tilimsânî’nin İspanyollar’ın Cezayir’e saldırılarıyla ilgili ez-Zehretü’n-nâʾire fîmâ cerâ fi’l-Cezâʾir ḥîne eġārat ʿaleyhâ cünûdü’l-kefere, Müslim b. Abdülkādir el-Vehrânî’nin son beyler dönemini ele aldığı Ḫâtimetü enîsi’l-ġarîb ve’l-müsâfir, Ebû İsmâil b. Avde el-Mizârî’nin Ṭulûʿu saʿdi’s-suʿûd fî aḫbâri Vehrân ve maḫzeniha’l-esved ve Ali Rızâ Paşa’nın Mirʾâtü’l-Cezâyir adlı eserleri Cezayir’deki Osmanlı hâkimiyeti dönemi hakkında en önemli kaynaklardır. Sa‘dîler devrinde İbnü’l-Kādî el-Miknâsî el-Münteḳa’l-maḳṣûr ʿalâ meḥâsini (meʾâs̱iri)’l-Ḫalîfe Ebi’l-ʿAbbâs el-Manṣûr, Fiştâlî Menâhilü’ṣ-ṣafâ fî aḫbâri (meʾâs̱iri) mülûki (mevâlîne)’ş-şürefâ adlı kitaplarında Ahmed el-Mansûr dönemini ele almışlardır. İfrenî, Nüzhetü’l-ḥâdî bi-aḫbâri mülûki’l-ḳarni’l-ḥâdî adlı eserinde Sa‘dîler’den Mevlây İsmâil’in saltanatına kadar (1083/1672) Filâlîler’in tarihini anlatmıştır. Muhammed b. Abdüsselâm ed-Duayyif, Târîḫu’ḍ-Ḍuʿayyif: Târîḫu’d-devleti’s-Saʿîde adıyla bir eseri kaleme almıştır. Ebü’l-Kāsım ez-Zeyyânî’nin el-Bustânü’ẓ-ẓarîf fî devleti evlâdi Mevlây ʿAlî eş-Şerîf, Muhammed Ekensûs’un el-Ceyşü’l-ʿaremremü’l-ḫumâsî fî devleti Mevlânâ ʿAlî es-Sicilmâsî adlı eserleri Filâlî tarihinin önemli kaynaklarındandır. Ayrıca İbn Zeydân, Filâlîler’in tarihiyle ilgili mühim eserler telif etmiştir. İtḥâfü aʿlâmi’n-nâs bi-cemâli aḫbâri ḥâżırati Miknâs ve Dürerü’l-fâḫire bi-meʾâs̱iri’l-mülûki’l-ʿAleviyyîn bi-Fâsi’z-zâhire bunların en meşhurlarıdır. Abdülvâdîler Devleti’nde kâtiplik yapan tarihçi, edip ve şair Ali b. Muhammed el-Huzâî Taḫrîcü’d-delâlâti’s-semʿiyye adlı eserinde Resûl-i Ekrem’in idarî, askerî, adlî ve iktisadî alandaki düzenlemeleri, Asr-ı saâdet’teki sosyal hayat ve kurumlar hakkında toplu bilgi vermesi bakımından büyük öneme sahiptir. Faslı âlim Muhammed Abdülhay el-Kettânî, eserdeki bazı ayrıntıları çıkarıp yeni konular eklemek suretiyle et-Terâtîbü’l-idâriyye adlı kitabını meydana getirmiştir.
Tabakat, Vefeyât ve Ensâb Kitapları. Bölgenin ilk tabakat müelliflerinden olan Ebü’l-Arab (ö. 333/945) İfrîkıye’nin fazileti, İfrîkıye’ye gelen sahâbîler, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîni tanıtmakla başladığı, talebesi Muhammed b. Hâris el-Huşenî tarafından ikmal edildiği rivayet edilen, Mâlikî fakihleri ve hadis âlimlerinin biyografisine dair Ṭabaḳātü ʿulemâʾi İfrîḳıyye adlı eseriyle aynı konuda eser yazan Huşenî, Ebû Bekir Abdullah b. Muhammed el-Mâlikî, Kādî İyâz, ed-Dibâcü’l-müẕheb sahibi İbn Ferhûn gibi âlimlere örnek olmuştur. Mâlikî, Riyâżü’n-nüfûs’unda IV. (X.) yüzyılın ortalarından önce İfrîkıye’de yaşayan Mâlikî âlimlerini tanıtmıştır. Kādî İyâz’ın 1600 kadar Mâlikî âliminin biyografisini içeren Tertîbü’l-medârik adlı eseri Mâlikî tabakat geleneğinde önemli bir yere sahiptir. Kādî İyâz el-Ġunye adlı fihristinde hocalarından 100 kadarının biyografisini kaydetmiştir. Ebû Abdullah Muhammed b. Abdülkerîm et-Temîmî, Fas ve civarındaki zâhidler hakkında el-Müstefâd, İbnü’z-Zeyyât et-Tâdilî Güney Fas evliyaları için et-Teşevvüf ilâ ricâli’t-taṣavvuf, Abdülhak b. İsmâil el-Bâdisî, Rîf evliyası için el-Maḳṣadü’ş-şerîf adlı eserleri yazmışlardır. İbâzî âlimlerinden Ebü’r-Rebî‘ Süleyman el-Visyânî’nin Siyerü meşâyiḫi’l-Maġrib’i ile Dercînî’nin Kitâbü Ṭabaḳāti’l-meşâʾiḫ bi’l-Maġrib’i Kuzey Afrika’daki İbâzîler’in tarihine dair vazgeçilmez kaynaklardır. Berrâdî, el-Cevâhirü’l-münteḳāt adlı biyografik eserinde Dercînî’nin zikretmediği İbâzî âlimleri hakkında verdiği bilgilerle bir bakıma onu tamamlamaya çalışmıştır. Ebü’l-Abbas eş-Şemmâhî de Kitâbü’s-Siyer’inde İbâzî âlimlerinin biyografisini vermiştir. Ebû Zeyd Abdurrahman ed-Debbâğ, Meʿâlimü’l-îmân fî maʿrifeti ehli’l-Ḳayrevân adlı kitabında kuruluşundan kendi zamanına kadar Kayrevan âlimlerini tanıtmıştır. İbn Nâcî eseri 808 (1406) yılına kadar getirmiştir. Ebü’l-Abbas Ahmed b. Ahmed el-Gubrînî, ʿUnvânü’d-dirâye adlı eserinde XIII. yüzyılda Bicâye’de yetişen ulemâ, mutasavvıf ve edipler hakkında bilgi aktarmıştır. İbnü’l-Ahmer en-Nasrî’nin Nes̱îrü’l-cümân fî şiʿri men naẓamenî ve iyyâhü’z-zamân’ı Endülüs ve Mağrib’den çoğuyla görüşüp tanıştığı hükümdar, vezir, emîr, kâtip ve kadı gibi yüksek tabakaya mensup yetmiş kadar şahsın hal tercümesiyle şiir ve nesirlerinden örnekler içerir. Nes̱îru ferâʾidi’l-cümân fî naẓmi fuḫûli’z-zamân adlı eserinde VIII. (XIV.) yüzyılda Doğu ve Batı İslâm dünyasında yaşayan otuz bir şair ve edibin biyografisiyle şiir ve nesirlerinden örneklere yer veren müellif eserin sonuna kendi hal tercümesini eklemiştir. İbn Kunfüz’ün Şerefü’ṭ-ṭâlib fî esne’l-meṭâlib’i (el-Vefeyât), İbnü’l-Kādî el-Miknâsî’nin bu esere zeyli olan Laḳṭü’l-ferâʾid’i ve Ahmed b. Yahyâ el-Venşerîsî’nin 701-912 (1301-1506) yılları arasını içeren Vefeyât’ı da kaydedilmelidir. Vezir Muhammed b. Ali (Îsâ) el-Kaştâlî el-Kâtib, İbn Kunfüz’ün kitabını el-Memdûd ve’l-maḳṣûr min sene’s-Sulṭân el-Manṣûr adıyla nazma çevirmiş ve 1000 (1592) yılına kadar getirmiştir. Çağdaş müelliflerden Abdülkādir b. Sûde, 1171-1400 (1757-1980) yılları arasında vefat eden Mağrib ricâli için İtḥâfü’l-müṭâliʿ adıyla bir eser kaleme almıştır (Muhammed Haccî, bölge tarihçileri tarafından yazılan on dört vefeyât eserini Mevsûʿatü aʿlâmi’l-Maġrib adıyla yayımlamıştır [I-X], Beyrut 1417/1996). İbn Meryem et-Tilimsânî’nin el-Bustân fî ẕikri’l-evliyâʾ ve’l-ʿulemâʾ bi-Tilimsân’ı Mağrib-i Evsat ve özellikle Tilimsân’ın evliya, ulemâ, müderris, edip ve müellifleri için en önemli kaynaklardandır. İbn Hallikân’ın Vefeyât’ına Dürretü’l-ḥicâl fî (ġurreti) esmâʾi’r-ricâl adıyla bir zeyil yazan İbnü’l-Kādî, Ceẕvetü’l-iḳtibâs fî ẕikri men ḥalle mine’l-aʿlâm medînete Fâs adlı eserinde Fas şehrinin tarihiyle coğrafya ve topografyası yanında burada yaşayan meşhur simaları, edip ve âlimleri tanıtmıştır. İbn Asker el-Mağribî’nin X. (XVI.) yüzyıl Mağrib ricâlini anlattığı Devḥatü’n-nâşir, İfrenî’nin bu eserin zeyli mahiyetindeki, XI. (XVII.) yüzyılda İslâm dünyasının batısında ve doğusunda yaşamış âlim ve mutasavvıflarının biyografisini içeren ve Fas’ta yaşayan mutasavvıfların biyografisi açısından önemli olan Ṣafvetü men inteşer min aḫbâri’ṣ-ṣuleḥâʾi’l-ḳarni’l-ḥâdî ʿaşer, Abdüsselâm b. Tayyib el-Kādirî’nin, şeyhi Ebü’l-Abbas Ahmed b. Abdullah Ma‘n’ın tarikat silsilesiyle Şâzeliyye silsilesi ve kollarına dair el-Maḳṣadü’l-Aḥmed, Muhammed b. Tayyib el-Kādirî’nin Kuzey Afrika’da 1000-1186 (1592-1772) yılları arasında vefat eden âlim, mutasavvıf, idareci, edip, şair gibi şahsiyetlerin biyografisini ihtiva eden ve bölgenin dinî-tasavvufî hayatı hakkında bilgiler veren Neşrü’l-mes̱ânî li-ehli’l-ḳarni’l-ḥâdî ʿaşer ve’s̱-s̱ânî, Ahmed b. Abdurrahman eş-Şükrânî’nin XIX. yüzyılın ilk yarısıyla ilgili Cezayir tarihi için önemli sayılan el-Ḳavlü’l-evsaṭ fî aḫbâri men ḥalle bi’l-Maġribi’l-evsaṭ ve Muhammed b. Osman es-Senûsî’nin Hüseynîler dönemi Tunus âlimlerinin biyografilerini içeren Müsâmerâtü’ẓ-ẓarîf bi-ḥüsni’t-taʿrîf adlı eserleri diğer mühim tabakat/terâcim kitaplarıdır. Eserlerinin önemli bir kısmını Sa‘dî başşehrinde yazan Sudanlı Ahmed Bâbâ et-Tinbüktî, Kuzey Afrika ve Kuzeybatı Afrika’da yetişen Mâlikî âlimleri hakkında önemli bir kaynak olan Neylü’l-ibtihâc’ı telif etmiştir. Bölgede bazı ensâb eserleri de kaleme alınmıştır. Mefâḫirü’l-Berber adlı anonim kitapta VIII. (XIV.) yüzyılın başında yaşamış âlim ve zâhidlerle Berberî tarihinden efsanevî veya tarihî kahramanlar tanıtılır. Yazımına İbnü’l-Ahmer tarafından başlanan ve Fas’ın meşhur aileleriyle eşrafına ait biyografileri içeren Büyûtâtü Fâsi’l-kübrâ adlı esere daha sonra isimleri tesbit edilemeyen bazı müellifler ilâvede bulunmuştur. Bu kolektif eseri son olarak Abdurrahman b. Abdülkādir el-Fâsî ihtisar ve ikmal etmiştir. Ayrıca Ebü’l-Abbas Ahmed Resmûkî el-Cemheretü’s-Sûsiyye fî ensâbi ehli Sûs, Mağribli nesep âlimi Abdüsselâm b. Tayyib el-Kādirî ed-Dürrü’s-senî fî men bi-Fâs min ehli’n-nesebi(‘l-beyti)’l-Ḥasenî ve el-İşrâf ʿalâ nesebi’l-aḳṭâbi’l-erbaʿati’l-eşrâf adlı eserleri yazmışlardır. Bölgede Ebü’l-Hasan Ali el-Ceznâî’nin (ö. 766/1365) Zehretü’l-âs fî binâʾi medîneti Fâs’ı, Muhammed b. Kāsım el-Ensârî’nin Sebte hakkında İḫtiṣârü’l-aḫbâr’ı ve el-Ḥulelü’l-mevşiyye fî ẕikri’l-aḫbâri’l-Merrâküşiyye’si, Ebû Abdullah İbn Gāzî el-Miknâsî’nin er-Ravżü’l-hetûn fî aḫbâri Miknâseti’z-Zeytûn’u, Muhammed b. Yûsuf ez-Zeyyânî’nin Delîlü’l-ḥayrân ve enîsü’s-sehrân fî medîneti Vehrân’ı gibi şehir tarihleri kaleme alınmıştır.
Coğrafya Kitapları ve Seyahatnâmeler. Bölgede yetişen ilk coğrafyacılardan Ebû Abdullah Muhammed b. Yûsuf el-Verrâk (ö. 363/974) Mesâlikü İfrîḳıyye ve memâlikühâ adlı eserinde Tâhert, Tenes, Sicilmâse gibi şehirler hakkında önemli bilgiler verir. Ebû Ubeyd el-Bekrî, İbn Hayyân ve İbn İzârî bu eserden yararlanmıştır. Ebû Ca‘fer İbnü’l-Cezzâr’ın günümüze ulaşmayan ʿAcâʾibü’l-büldân’ı daha sonraki coğrafyacılar için önemli bir kaynak teşkil etmiştir. İbn Abdülmün‘im el-Himyerî’nin er-Ravżü’l-miʿṭâr fî ḫaberi’l-aḳṭâr’ı bir tarih-coğrafya ansiklopedisidir. Bu eserlerde, tanıtılan yerlerle ilgili topografik bilgiler yer almaktadır. VII. (XIII.) yüzyıl müelliflerinden Ebû Muhammed el-Abderî, er-Riḥletü’l-Maġribiyye adını taşıyan seyahatnâmesinde bilhassa XII. yüzyılın sonlarında Kuzey Afrika’daki ilim ve kültür hayatıyla ilgili geniş mâlûmat aktarmıştır. Abdullah b. Muhammed et-Ticânî’nin Tunus’tan Trablusgarb’ın doğusuna yaptığı yolculukla alâkalı seyahatnâmesinde yollar, şehirler, buralardaki âlimler, kumandanlar, edipler, bölgedeki sosyokültürel durum hakkında önemli bilgiler bulunmaktadır. İbn Rüşeyd es-Sebtî, hac yolculuğu sırasında kaleme aldığı Milʾü’l-ʿaybe adlı seyahatnâmesinde Mağrib’de ve Doğu İslâm dünyasında kendilerinden faydalandığı hocaları ve eserlerini tanıtmıştır. Kāsım b. Yûsuf et-Tücîbî’nin Müstefâdü’r-riḥle ve’l-iġtirâb adlı eserinde hocaları ve coğrafî-kültürel durum hakkında değerli bilgiler aktarmıştır. İbn Battûta er-Riḥle’sinde, dünyanın yedi büyük hükümdarı arasında ilk sıraya koyduğu Merînî Sultanı Ebû İnân’ı abartılı biçimde övmekte, ülkedeki sosyal hizmetler ve imar faaliyetleri hakkında bilgi vermektedir. Afrikalı Leon adıyla bilinen Arap seyyahı Hasan el-Vezzân’ın Vaṣfü İfrîḳıyye adlı eserinde XVI. yüzyıl başlarında ziyaret ettiği Afrika ülkeleri hakkında çeşitli bilgiler yer alır. Ali b. Muhammed el-Cezûlî et-Temgrûtî’nin en-Nefḥatü’l-miskiyye fi’s-sefâreti’t-Türkiyye adlı eseri 1588-1590 yıllarıyla ilgili Osmanlı başşehri ve sarayına dair bilgiler içerir. Ebû Sâlim el-Ayyâşî er-Riḥletü’l-ʿAyyâşiyye’sinde Fas ile Mekke arasındaki kervan yolunu, o bölgede yaşayan halkın örf ve âdetlerini, âlim ve sûfîlerini anlatır. Muhammed b. Abdülvehhâb Vezîr el-Gassânî, müslüman esirleri kurtarmak için İspanya kralı nezdinde yürüttüğü görevi esnasında Riḥletü’l-vezîr fi’ftikâki’l-esîr adlı seyahatnâmesini kaleme almıştır. Muhammed b. Osman el-Haşâişî’nin Cilâʾü’l-küreb adlı rihlesi modern Libya için bir belge özelliği taşır; bilhassa İtalya işgali öncesi Trablus tarihi, şehirde dinî ve ilmî hayat için önemlidir. Ebü’l-Kāsım ez-Zeyyânî, I. Abdülhamid’le görüşmek üzere İstanbul’a yaptığı üç seyahatiyle ilgili et-Tercümânetü’l-kübrâ fî aḫbâri’l-maʿmûr berren ve baḥren adlı eserinde İstanbul, Mısır, Hicaz, Tunus, Cezayir, Lorein, Marsilya, Barselona’ya dair hâtıralarını yazmıştır. Muhammed b. Osman es-Senûsî, er-Riḥletü’l-Ḥicâziyye’sinde İtalya ve İstanbul üzerinden gerçekleştirdiği hac seyahatini ve Suriye üzerinden Tunus’a dönüşünü anlatmaktadır. Eserin son kısmını tanıştığı âlimlere ayırmıştır. Bölgeye mensup çağdaş tarihçiler arasında İbrâhim Harekât, Hâdî-Roger İdrîs, Abdülhâdî et-Tâzî, Abdülkādir Zimâme, Muhammed Mezzîn, İsmâil el-Arabî, Muhammed Haccî, Muhammed el-Menûnî, Abdülkerîm el-Filâlî, Ahmed Tevfîk el-Medenî, Nâsırüddin Saîdûnî, Muhammed et-Talbî, Ahmed Muhtâr el-Abbâdî, Abdülkerîm Küreyyim, Habîb el-Cenhânî, Celâl Yahyâ, Abdülkerîm el-Cilâlî sayılabilir. Roger le Tourneau, G. Yver, H. Terasse, E. Lévi-Provençal, G. Marçais, Ch. A. Julien ve R. Brunschvig gibi şarkiyatçılar Kuzey Afrika tarihiyle ilgili önemli araştırmalar yapmışlardır.
BİBLİYOGRAFYA
E. Lévi-Provençal, Les historiens des Chorfa, Paris 1922.
Abdüsselâm b. Abdülkādir İbn Sûde, Delîlü müʾerriḫi’l-Maġribi’l-aḳṣâ, Dârülbeyzâ 1960-65, I-II.
Ahmed el-Miknâsî, Ehemmü meṣâdiri’t-târîḫ ve’t-terceme fi’l-Maġrib, Tıtvân 1963.
Zekî Muhammed Hasan, er-Raḥḥâletü’l-müslimûn fi’l-ʿuṣûri’l-vüsṭâ, Beyrut 1401/1981, s. 132-133, 136-181.
Sezgin, GAS (Ar.), III/2, s. 236-237, 241-245.
Brockelmann, GAL (Ar.), III, 75-84; VI, 28-31, 92-100.
Menûnî, el-Meṣâdirü’l-ʿArabiyye li-târîḫi’l-Maġrib, Dârülbeyzâ 1404/1983.
Abdülganî Abdullah, Muʿcemü’l-müʾerriḫîne’l-müslimîn ḥatte’l-ḳarni’s̱-s̱ânî ʿaşer el-hicrî, Beyrut 1411/1991, s. 71-76, 121-122, 169-170.
Ahmed Abdüsselâm, el-Müʾerriḫûne’t-Tûnisiyyûn (trc. Ahmed Abdüsselâm – Abdürrezzâk el-Huleyvî), Tunus 1993.
Avâtıf M. Yûsuf Nevvâb, er-Raḥalâtü’l-Maġribiyye ve’l-Endelüsiyye, Riyad 1417/1996, s. 110-123, 129-135.
Ramazan Şeşen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, İstanbul 1998, tür.yer.
Nâsırüddin Saîdûnî, Mine’t-türâs̱i’t-târîḫî ve’l-coġrâfî li’l-ġarbi’l-İslâmî, Beyrut 1999, s. 559-567.
T. Lewicki, el-Müʾerriḫûne’l-İbâżıyyûn fî İfrîḳıye’ş-Şimâliyye (trc. Mâhir Cerrâr – Rîmâ Cerrâr), Beyrut 2000.
Ali Mustafa el-Mısrâtî, Müʾerriḫûn min Lîbyâ, Trablus 2002, s. 67-82.
Manuela Marin, “Taʾrīk̲h̲”, EI2 (İng.), X, 285.
M. Kably, “Taʾrīk̲h̲”, EI2 Suppl. (İng.), s. 799-805.
Maʿlemetü’l-Maġrib, Rabat 1410-26/1989-2005, I-XXI, tür.yer.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 46-49 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Doğu, Batı ve Orta Afrika. Afrika tarihinin ana kaynakları arkeolojik eserler, sözlü anlatımlar ve yazılı metinler olarak üçe ayrılmaktadır. Afrika tarihiyle ilgili yazılı ilk bilgiler Herodotos, Manethon, Pliny, Strabon, Claudius Ptolemaios (Batlamyus) ve Cosmas Indicopleustes gibi Antikçağ tarihçilerinde görülür. En kapsamlı bilgiler ise müslüman Arap tarihçilerinin ve coğrafyacılarının, Arapça’yı yazı dili olarak kullanan Afrika yerlisi tarihçilerin ve yerli dillerde yazanların eserlerinde yer almaktadır. Arkeolojik açıdan Afrika tarihine ışık tutacak, kıtaya dışarıdan gelenlerden geriye kalan Fenike, Roma, Yunan ve Bizans dönemlerine ait kalıntılar yanında yerlilere ait en zengin birikime başta eski Mısır olmak üzere bugünkü Sudan ve Etiyopya’daki Aksum ve Nûbe krallıkları topraklarında rastlanır. Güneyde Zimbabve, batıda Mali gibi ülkelerde de krallık dönemlerine ait kalıntılar vardır. İslâmiyet’in Afrika’da yayılmasıyla birlikte kıtanın her tarafında müslümanların inşa ettiği binalar asırlar içinde cereyan eden savaşlarla büyük oranda tahribe uğramışsa da içlerinde hâlâ ayakta kalanlar mevcuttur. Tanzanya’da XVI. yüzyılın başında Portekiz donanmasının tahrip ettiği Kilve Sultanlığı’nın saray ve cami kalıntıları (Neville Chittick, Kilwa: an Islamic Trading City on the East African Coast, I-II, Nairobi 1974), Emevîler, Abbâsîler, Tolunoğulları, Fâtımîler, Eyyûbîler, Murâbıtlar, Muvahhidler, Sa‘dîler, Hafsîler, Merînîler, Zîrîler ve Hammâdîler’e ait eski eserler tarihin arkeolojik anlamda en önemli tanıklarıdır. Osmanlı Devleti’nin Kızıldeniz’deki Sevâkin adasında, Mısır’da, Tunus, Libya ve Cezayir’de yaptırdığı çeşitli binalarla başta Mali Sahrâaltı Afrikası’nda farklı sultanlıkların inşa ettirdikleri yüzlerce yapının kalıntıları Afrika tarihinin önemli eserleri arasında yer almaktadır. Somali kıyılarında ve diğer bölgelerde bulunan sikkelerle diğer tarihî eserler de kıta tarihine katkıda bulunmaktadır.
Dünyada sözlü edebiyatın güçlü olduğu kıtalar arasında Afrika öncelikli bir konuma sahiptir; destan kültürü XX. yüzyılda dahi kıta tarihi için önemli bir unsur şeklinde varlığını hissettirmekteydi. Mali’de Suncata destanı, Arap yarımadasından Kuzey Afrika’ya yayılan bedevî Araplar’ın Benî Hilâl destanı, tarihî şahsiyetlerin destanlaşan hayat öyküleri belli oranda kıta tarihinin kaynakları arasında zikredilmektedir. Sahrâaltı Afrikası’nda (Bilâdüssûdan) gelenekçiler, arşivciler veya soy bilimciler olarak tanımlanan ve kısaca “grio” diye adlandırılan kimseler yazılı tarihe geçişte en önemli bilgi kaynaklarını oluşturmuştur. Malili tarihçilerden Ahmadou Hampâté Bâ L’empire peul du Macina isimli kitabını (Dakar 1955) kaleme alırken seksen altı ayrı kişiden bilgi derlemiştir. Yves Person, Fransız sömürgeciliğine karşı mücadele eden Samori Ture’nin 1830-1900 yılları arasındaki hayatını yazdığı sırada tamamen sözlü anlatımları kaynak olarak kullanmıştır. Senegal’de Amadou Wade 1941’de, Volof ulusunun ortaya çıktığı XIII. yüzyıla kadar uzanan tarihlerini yazarken elli iki ayrı kişinin anlattıklarını not edip Wâlo Krallığı’nın tarihini yazmıştır. Nijerli Diouldé Laya da 1972 yılında La tradition orale adlı ortak çalışmayı sözlü anlatımları kullanıp derlemiştir. Sahrâaltı Afrikası’nda XX. yüzyılda sıkça başvurulan bu sözlü anlatım eğer yazıya aktarılmasaydı artık nesli tükenmekte olan birçok anlatıcının vefatıyla bazı tarihî olaylar hakkında günümüze herhangi bir kayıt ulaşmayacaktı.
Tarihin bilinen en eski yazılı kaynakları Afrika kıtasıyla alâkalı olup birinci derecede önemlileri Mısır, Mali, Fas, Cezayir, Nijerya gibi ülkelerde resmî veya özel kütüphanelerde bulunan yahut sömürgecilik döneminde Avrupa kütüphanelerine taşınan yazma eserlerdir. UNESCO’nun himayesinde faaliyet gösteren Mali’de Ahmed Baba Merkezi’nde, Fas’ta Temgrût Nâsıriyye Zâviyesi Kütüphanesi’nde, Moritanya’nın Şinkīt şehrinde Mektebetü Ehl-i Hibbet ve Tîşît’te Mektebetü’l-evkāf gibi kütüphanelerde Batı Afrika tarihi hakkında en nâdir eserler bulunmaktadır. Avrupa arşivlerinde yer alan sömürgecilik dönemine ait çok sayıdaki belge dışında Afrika ile ilgili başta İstanbul’da Osmanlı Arşivi olmak üzere Mısır, Fas, Hindistan ve Çin gibi ülkelerin arşivlerinde birinci elden kaynak niteliğine sahip belgeler mevcuttur. Özellikle Osmanlı Arşivi yeteri kadar incelenmeden bu kıtanın tarihindeki bazı boşluklar doldurulamayacaktır.
Sahrâaltı Afrikası’nda müslüman tarihçilerin hakkında ilk bilgi verdikleri yer altın ülke diye niteledikleri tarihî Gāne Sultanlığı’dır. Burayla ilgili bilgi ilk defa Muhammed b. İbrâhim el-Fezârî (ö. 190/806) tarafından kaydedilir. Ardından Ya‘kūbî’nin Târîḫ ve İbnü’l-Fakīh’in Kitâbü’l-Büldân adlı eserlerinde Bilâdügāne hakkında az da olsa bazı mâlûmata rastlanırken daha sonra Ali b. Hüseyin el-Mes‘ûdî’nin Mürûcü’ẕ-ẕeheb’i, Ebû Ubeyd el-Bekrî’nin el-Mesâlik ve’l-memâlik’i, Şerîf el-İdrîsî’nin Nüzhetü’l-müştâḳ’ı ve İstahrî’nin el-Mesâlik ve’l-memâlik’inde Bilâdüssûdan hakkında geniş bilgi yer almaktadır. Şerîşî Şerḥu Maḳāmâti’l-Ḥarîrî’de, Yâkūt el-Hamevî Muʿcemü’l-büldân’da, Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî Âs̱ârü’l-bilâd’da, İbn Saîd el-Mağribî Basṭü’l-arż fi’ṭ-ṭûl ve’l-arż’da (Coġrâfyâ fi’l-eḳālîmi’s-sebʿa), Ebü’l-Fidâ Taḳvîmü’l-büldân’da, İbn Fazlullah el-Ömerî Mesâlikü’l-ebṣâr’da, İbn Battûta er-Riḥle’de Afrika’nın çeşitli bölgelerine dair geniş bilgi verirken Kalkaşendî Ṣubḥu’l-aʿşâ’da Mali, Sûsû, Gāne, Kavkav ve Tekrûr hakkında oldukça zengin mâlûmat aktarır. İbn Haldûn’un el-ʿİber adlı eseri Afrika tarihiyle ilgili temel kaynakların başında gelir. Eserinde Mağrib’i çevreleyen Sudan sultanlıklarına özel bir bölüm ayıran İbn Haldûn Gāne, Sûsû, Mali gibi mahallî hânedanları ayrıntılı biçimde anlatır.
Bilâdüssûdan’dan bahseden ve Arapça yazılan müstakil kitaplar Afrika’nın tarihi hakkında birer hazine niteliğindedir. Bunların başında Malili tarihçi Abdurrahman b. Abdullah es-Sa‘dî’nin Târîḫu’s-Sûdân’ı gelmektedir. Yine aynı ülkeden fakih ve tarihçi Mahmûd Kâ‘t’ın Târîḫu’l-Fettâş fî aḫbâri’l-büldân ve’l-cüyûş ve ekâbiri’n-nâs adlı eseri (Fr. trc. O. Houdas – M. Delafosre, Paris 1964) kısaca Askiya denilen müslüman sultanların idaresindeki Songay tarihine ağırlık vermektedir. Tinbüktü paşalığının 1000-1150 (1592-1737) yılları arası tarihine dair anonim Dîvânü’l-mülûk fî selâṭîni’s-Sûdân, adı bilinmeyen bir müellif tarafından Teẕkiretü’n-nisyân fî aḫbâri mülûki’s-Sûdân ismiyle (Fr. trc. O. Houdas, Paris 1899-1901) biyografik bir eser şeklinde düzenlenmiştir. Doğu Afrika bölgesi tarihine dair günümüze ulaşan nâdir eserlerin başında es-Selve fî aḫbâri Kilve yer almaktadır (nşr. Muhammed Ali es-Salîbî, Maskat 1405/1985). Afrika’nın merkeziyle ilgili en önemli yazma eseri, Dierk Lange Le diwan des sultans du [Kanem] Bornu: Chronologie et historie d’un royaume africain: de la fin du Xe siècle jusqu’à 1808 adıyla neşretmiştir (Frankfurt 1977). Nijerya Fûlânî Devleti’nin kurucusu Osman b. Fûdî’nin mücadelesi, faaliyetleri ve Sokoto halifeliği etrafında XIX ve XX. yüzyıllarda birçok eser kaleme alınmıştır. Fûdî’nin oğlu Muhammed Bello’nun İnfâḳu’l-meysûr fî târîḫi bilâdi’t-Tekrûr adlı eseri meşhurdur. Genel anlamda Kuzey Afrika’daki tarikatlarla ilgili en geniş mâlûmatı, Octave Depont ve Xavier Coppolani Les confreries religieuses musulmanes adıyla kitap haline getirmişlerdir (Paris 1897). Kıtanın tarihiyle ilgili en uzun ömürlü akademik dergi, Fransız sömürgeciliği döneminde Cezayir Tarih Cemiyeti tarafından 1856-1962 yılları arasında toplam 106 cilt kesintisiz yayımlanan Revue africaine’dir. XIX. yüzyılda Batı Afrika’da yaşayan ve devlet adamlığı yanında mutasavvıf ve âlim kimliğiyle de öne çıkan el-Hâc Ömer’in Beyânü mâ vaḳaʿa adlı eseri bu coğrafyanın tarihine belli ölçüde ışık tutmaktadır (haz. Sidi Mohammed Mahibou – Jean Louis Triaud, Voilà ce qui est arrivé: Bayan ma waqaʿa d’al-Ḥajj ʿUmar al-Futî, Paris 1983). Doğu Afrika’da hüküm süren Zengibar Sultanlığı’na bağlı kalarak Büyük Göller bölgesinde ilerleyip Tanganika gölünün batısında kendi müstakil devletini kuran Tippu Tip lakaplı Hâmid b. Muhammed el-Mürcibî biyografisini Maisha ya Hamed bin Muhammed el Murjebi yaani Tippu Tip adıyla kaleme almış (nşr. ve İng. trc. W. H. Whiteley, Nairobi 1966, 1974), eserin Latin harfleriyle yazılan aslını H. Brode 1905 yılında, Fransızca tercümesini François Bontinck 1974’te Brüksel’de yayımlamıştır (L’autobiographie de Hamed ben Mohammed el-Murjebi Tippo Tip 1840-1905). XX. yüzyılın başında Gineli tarihçi Şeyh Mûsâ Kamara’nın Dakar’daki Institut Fondamental d’Afrique Noire Kütüphanesi’ne devredilen 10.000 yazma eseri arasında yer alan Ẓuhûrü’l-besâtîn fî târîḫi’s-Sevâdîn adlı kitabı Bilâdüssûdan tarihi hakkında ciddi eserlerden biridir.
İslâm dünyasının çeşitli bölgelerinde yetişen coğrafyacıların eserleri de Afrika hakkında önemli bilgiler içermektedir. Bunlar arasında Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî, İbn Hurdâzbih, Ya‘kūbî, İbnü’l-Fakīh, İstahrî, Mes‘ûdî, Muhammed b. Ahmed el-Makdisî gibi âlimler Mağrib denilen Kuzey Afrika, Mısır’ın güneyinde Habeşistan adı verilen Kızıldeniz ile Nil nehri arasındaki bölge, Bilâdüzzenc denilen Doğu Afrika sahilleri ve özellikle Büyük Sahrâ çölünün güneyini çevreleyen Bilâdüssûdan bölgesine mutlaka değinmektedir. Seyahatnâmeler de Afrika tarihine ciddi anlamda kaynaklık etmektedir. Afrika tarihi konusunda birinci derecede kaynaklar arasında yer alan İbn Battûta’nın er-Riḥle adlı eseri son derece zengin bilgiler içermektedir. Afrika’ya dair ikinci önemli seyahatnâme, Avrupalılar tarafından esir alındıktan sonra ismi Afrikalı Leon (Leon Africano) olarak değiştirilen Hasan el-Vezzân’ın yazdığı Vaṣfü İfrîḳıyye’dir. Hasan el-Vezzân’ın Batı Afrika hakkında, 1510 ve 1512-1514 yılları arasında iki defa Tinbüktü ve Çad’a giderek Mısır üzerinden dönerken gördüğü yerlerle ilgili aktardığı bilgiler son derece kıymetlidir. Evliya Çelebi’nin Mısır başta olmak üzere Kızıldeniz’in batı kıyıları, Nil havzası ve Somali kıyılarına kadar uzanan geniş coğrafî bölgeyle ilgili verdiği mâlûmat başka kaynaklarda bulunmamaktadır (Maria Teresa Petti Suma, “Il viaggio in Sudan di Evliya Çelebi”, Annali dell’Istituto Orientale di Napoli, sy. 14, N. S. 1964, s. 433-452).
İbn Hallikân’ın Vefeyâtü’l-aʿyân’ı gibi genel biyografi eserlerinin yanında Ṭabaḳātü’l-Mâlikiyye, Ṭabaḳātü’ş-Şâfiʿiyye, Ṭabaḳātü Ḥanefiyye, Ṭabaḳātü Ḥanâbile, Ṭabaḳātü’ṣ-Ṣûfiyye, Ṭabaḳātü’l-eṭıbbâʾ, Ṭabaḳātü’l-ḥükemâʾ, Ṭabaḳātü’l-luġaviyyîn ve’n-naḥviyyîn, Ṭabaḳātü’l-ḳuḍât ve’l-fuḳahâʾ gibi özel içerikli tabakat kitapları da Afrika tarihine önemli katkı sağlayan bilgiler içermektedirler. Bunların en meşhuru Ahmed Bâbâ et-Tinbüktî’nin Kuzey ve Kuzeybatı Afrika’ya mensup Mâlikî âlimlerinin biyografisine dair Neylü’l-ibtihâc adlı eseridir. Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekir es-Sıddîk el-Burtulî’nin Fetḥu’ş-şükûr fî maʿrifeti aʿyâni ʿulemâʾi’t-Tekrûr’unda (nşr. Muhammed İbrâhim el-Kettânî – Muhammed Haccî, Beyrut 1401/1981) Batı Afrikalı âlimlerin biyografisine dair önemli bilgiler verilmektedir. Mısır’dan başlayarak Fas’a kadar uzanan bölgede Tolunoğulları, İhşîdîler, Rüstemîler, İdrîsîler, Ağlebîler, Fâtımîler, Midrârîler, Hammâdîler, Zîrîler, Eyyûbîler, Memlükler, Murâbıtlar, Muvahhidler, Merînîler, Vattâsîler, Abdülvâdîler, Sa‘dîler, Hafsîler, Filâlîler ve Osmanlılar dönemi tarihçilerinin telif ettikleri çok sayıda eser kıtanın tarihine büyük katkı sağlamaktadır. Sahrâaltı Afrikası’nda Gāne, Kânim-Bornu, Mali, Songay, Dârfûr, Func, Vedây, Harar, Zengibar, Sokoto ve Hevsâ devletleri gibi farklı coğrafyalarda hüküm süren mahallî sultanlıkların tarihleri hakkında son iki yüzyılda çok sayıda akademik çalışma yapılmış ve kıta tarihindeki birçok bilinmeyen dönem aydınlatılmıştır. Batı Afrika bölgesiyle ilgili Arapça kaynakları Joseph Cuoq Recueil des sources arabes concernant l’Afrique occidentale du XIIIe au XVIe siècle adıyla müstakil kitap halinde bir araya getirmiştir (Paris 1975).
Avrupalılar içinde Afrika tarihiyle ilk ilgilenenler Portekiz Devleti adına eser yazan müellifler olup bunlar kıtanın batı, güney ve doğu sahillerine dair farklı eserler kaleme almıştır. Aralarında en eski çalışma olan, G. E. Zurara’nın 1454’te kaleme aldığı Cronica de Guiné adlı eser, yazarın kıtayı hiç görmeden üçüncü elden kaynaklardan yararlanarak derlediği bir çalışmadır. Venedikli Alvise da Cà Mosto bir tüccar sıfatıyla 1455 ve 1456 yılında gittiği Senegal hakkında İtalyanca eserinde bilgi vermiştir. Diogo Gomes 1495’te Afrika sahillerine yaptığı yolculukla ilgili bir seyahatnâme kaleme almıştır. İçlerinde en önemlisi olan Joao de Barros’un Extractos da Asia adlı eserinde (1552) oldukça ciddi bilgilere rastlanır. Sömürgecilikle birlikte Avrupalılar, kıtanın tamamına yakını hakkında önce müslüman âlimlerin Ortaçağ boyunca yazdıkları eserleri kendi dillerine tercüme ederek mâlûmat edinmiştir. Napolyon’un 1798’de Mısır’ı istilâsından sonra başlayan, Avrupalı seyyahların eserleri başta olmak üzere gittikçe uzmanlaşan, kısmen kıta yerlisi, çoğunluğu diğer kıtalardan akademisyenlerin araştırmaları da Afrika tarihine ciddi katkılar sağlamıştır. Bu dönemle birlikte Afrika tarihi farklı bölgeler dikkate alınarak incelenmeye başlanmıştır. Zengin tarihî geçmişiyle Mısır üzerine yapılan çalışmalar âdeta müstakil bir alan oluştururken Mağrib tarihi Cemîl M. Ebü’n-Nasr’ın (Jamil M. Abun-Nasr) A History of the Maghrib (Cambridge 1975) ve Abdullah Urvî’nin (Abdullah Laroui) The History of the Maghrib: An Interpretive Essay (Princeton 1977) başlıklı eserlerinde olduğu gibi bölgenin tarihî süreci içinde incelenmektedir. Sahrâaltı Afrikası kıtanın büyük bir bölümünü teşkil etmektedir. Modern dönem tarihlerinde genelde Siyah Afrika diye isimlendirilen bu bölgenin tarihi hakkında ilk ciddi çalışmalar Alfred Le Chatelier’in l’Islam dans l’Afrique occidentale (Paris 1899) ve Paul Marty’nin 1917-1930 yılları arasında yayımladığı on üç ciltlik Etudes de l’Islam adlı eserlerdir. Müslümanlarla ilgilenen bir diğer Fransız olan Alphonse Goulliy l’Islam dans l’Afrique occidentale française’i kaleme almıştır (Paris 1952). Thomas Hodgkin’in Nigerian Perspectives, An Historical Anthology adlı eseri (1960) Afrika tarihçiliği için bir model oluşturmuştur. Joseph Ki-Zerbo’nun Histoire de l’Afrique noire d’hier à demain (Paris 1978), Catherine Coquery-Vidrovitch’in Histoire des villes d’Afrique noire des origines à la colonisation (Paris 1993) ve Elikia M’Bokolo’nun Afrique noire: Histoire et civilisation du XIXe siècle à nos jours (Paris 2004) gibi eserleri önemli akademik çalışmalar arasında yer almaktadır.
Afrika toplumları arasında en kapsamlı araştırmalar müslümanlar üzerine yapılmaktadır. İslâmiyet’in bu kıtada yayılışından günümüze kadar sosyokültürel, dinî ve ekonomik hayatla ilgili çok sayıda araştırma yayımlanmıştır. Bunlar arasında J. Spencer Trimingham’ın Islam in the Sudan (Oxford 1949), Islam in Ethiopia (Oxford 1952), A History of Islam in West Africa (Oxford 1962), The Influence of Islam upon Africa (London 1968), Islam in East Africa (Oxford 1971), J. C. Froelich’in Les musulmans d’Afrique noire (Paris 1962), Joseph Cuoq’un Les musulmans en Afrique (Paris 1975) ve Histoire de l’islamisation de l’Afrique de l’ouest des origines à la fin du XVIe siècle (Paris 1984), Vincent Monteil’in l’Islam noir (Paris 1980), Nehemia Levtzion ve Randall L. Pouwels’in editörlüğünde neşredilen The History of Islam in Africa (Ohio 2000) gibi yüzlerce araştırma kitabı bulunmaktadır. 1987’de ilk sayısı yayımlanan Islam et sociétés au sud du Sahara, R. S. O’Fahey’in hazırladığı Arabic Literature of Africa I: The Writings of Eastern Sudanic Africa to c. 1900 (Leiden 1994), John O. Hunwick’in hazırladığı Arabic Literature of Africa II: The Writings of Central Sudanic Africa (Leiden 1995) ve Sudanic Africa: A Journal of Historical Sources (Bergen 1990) gibi dergiler, bilhassa Sahrâaltı Afrikası’ndaki müslüman toplumların tarihî süreçlerinin aydınlatılmasına önemli katkı sağlamaktadır.
Avrupa’daki Afrika’ya dair çalışmaların zenginliği yanında Osmanlılar’ın Afrika’da dört asrı bulan hâkimiyetleri henüz yeteri kadar incelenip aydınlatılmamıştır. Bu konuda sınırlı sayıda eser arasında Aziz Samih İlter’in Şimali Afrikada Türkler (I-II, Ankara 1936-1937), Ercüment Kuran’ın Cezayir’in Fransızlar Tarafından İşgali Karşısında Osmanlı Siyaseti: 1827-1847 (İstanbul 1957), Abdurrahman Çaycı’nın Büyük Sahra’da Türk-Fransız Rekabeti: 1858-1911 (Erzurum 1970) ve Cengiz Orhonlu’nun Osmanlı İmparatorluğu’nun Güney Siyaseti: Habeş Eyaleti ile (İstanbul 1974) sınırlı denecek kadar azdır. Tunuslu tarihçi Abdülcelîl Temîmî’nin Recherches et documents d’histoire maghrebine: l’Algérie, la Tunisie et la Tripolitaine (1816-1871) (Tunis 1980) ve Faslı tarihçi Abdurrahman el-Müdden’in editörlüğünde yayımlanan el-ʿOs̱mâniyyûn fi’l-Meġārib min ḫilâli’l-erşîfâti’l-maḥalliye ve’l-mütevassıṭa (Rabat 2005) bu alandaki eksikliği gideren eserlerdir.
Avrupalı seyyahların XIX. yüzyıl öncesinde sınırlı da olsa Afrika ile ilgili kaleme aldıkları önemli seyahatnâmeler vardır. Bunlar arasında Joao de Barros’un Da Asia (1552), Olfert Dapper’in Description of Africa (1668), Mungo Park’ın Travels in the Interior Districts of Africa: Performed in the Years 1795, 1796, and 1797, René Caillié’nin Travels through Central Africa in Timbuctoo (1830), Tinbüktü’de doğduktan sonra esir alınıp Jamaika’ya götürülen ve burada Edward Donellan adıyla vaftiz edilen Ebû Bekir es-Sıddîk’ın kölelik öncesi hâtıralarını kaleme aldığı, Arapça aslı kaybolmakla birlikte İngilizce’si 1836’da Journal of the Royal Geographical Society’de yayımlanan eseri, Heinricht Barth’ın Travels and Discoveries in North and Central Africa (1857-1858), Henri Duveyrier’in L’exploration du Sahara: Les touaregs du nord (1864), Batı Afrikalı James Africanus Horton’un West African Countries and Peoples (1868), Gustave Nachtigal’in Sahara und Sudan (1879-1889), Maurice Delafosse’nin üç ciltlik Haut-Sénégal Niger (1912) ve George McCall Theal’in on bir ciltlik History of South Africa (1892-1919) adlı eserleri sayılabilir.
Afrikacılar diye adlandırılan Afrika uzmanları tarafından ilk defa 1962 yılında düzenlenen uluslararası kongre, bu alanda araştırma yapanları bir araya getirerek kıta tarihinde yeni bir başlangıç oluşturmuş, Gana Üniversitesi’nin bu faaliyetine Afrikalılar yanında dünyanın farklı ülkelerinden yaklaşık 450 kişi katılmıştır. Avrupa sömürgeciliği döneminde şekillenen ve kıta ülkelerinin bağımsızlıklarını elde ettikleri yıllarda giderek büyük gelişme gösteren Afrika araştırmaları alanında Avrupa ve Amerika üniversitelerinde çok sayıda enstitü ve araştırma merkezi açılmıştır. Buralarda görev yapan binlerce araştırmacı Afrika tarihine büyük katkılar sağlamaktadır. İdarecileri ve aslî üyelerini yalnız Afrika tarihçilerinin meydana getirdiği, kıta dışından olanların ise sadece gözlemci olarak katılabildikleri Afrika Tarihçileri Cemiyeti (Association of African Historians-[AAH]) kuruluşundan bugüne kadar dört uluslararası kongre düzenlemiştir ve daha özgün araştırmaların yapılmasına öncülük etmektedir. Kongrelerde sunulan tebliğler basılmaktadır. Afrika Zamani adıyla yayımlanan bülteni cemiyetin faaliyetleri hakkında bilgi vermektedir.
UNESCO tarafından Afrika tarihi konusunda uzmanlara hazırlatılarak Fransızca ve Arapça olarak tamamı sekiz cilt halinde yayımlanan eserin ilk cildi Afrika tarihçiliği ve kaynaklarına ayrılmış olup diğer ciltleri kıtanın bilinen tarihî süreçlerini başlangıçtan günümüze kadar genel Afrika tarihi Histoire générale de l’Afrique: Târîḫu İfrîḳıyye’l-ʿâm adıyla ele almaktadır. Cambridge Üniversitesi’nin hazırladığı, 1997-2000 yılları arasında sekiz cilt olarak neşredilen The Cambridge History of Africa adlı eser de kıta tarihine önemli katkı sağlamıştır. 1990’da on iki cilt halinde neşredilen Les africains adlı eserde kıta tarihinin önde gelen şahsiyetlerinin hayatı makaleler şeklinde yer almaktadır. Mark R. Lipschutz ve R. Kent Rasmussen’in Dictionary of African Historical Biography adlı ortak çalışması, başlangıçtan günümüze Afrika tarihinde etkili olan şahsiyetler hakkında ansiklopedik bilgi vermektedir. İlk defa 1973 yılında Paris’te yayımlanan Grand atlas du continent africain ile Cultural Atlas of Africa (Oxford 1981) ve Historical Atlas of Africa (London 1985) genel anlamda kıtanın fizikî, beşerî ve kültürel coğrafyasıyla ilgilidir.
XXI. yüzyıla girilen bir dönemde Afrika tarihine dair kaynaklar tam olarak ortaya konulamamıştır. 2-4 Aralık 1999’da Roma’da tertiplenen, Doğu Afrika’da İslâm konusunda yeni kaynakların ele alındığı ilmî toplantıda sunulan tebliğler bunu açıkça göstermektedir (Islam in East Africa: New Sources, Roma 2001). Khamis S. Khamis’in “The Zanzibar National Archives” (s. 17-25), Abdüşşerîf’in (Abdull Sheriff) “The Records of the Wakf Commission as a Source of Social and Religious History of Zanzibar” (s. 27-45), Elio Lodolini’nin “Fonti per la storia dell’Africa Orientale sino al 1920 negli Archivi italiani” (s. 99-118), Frederico Cresti’nin “Bref aperçu des documents concernant les territoires de l’Afrique orientale concervés dans les archives de la Congrégation de Propaganda Fide (XVIIe-XIXe siècles)” isimli tebliğleriyle (s. 119-141) Manuel Lobato ve Eduardo Medeiros’un “Mouros, islamizados e baneanes. Portuguese Historiography and Archival Sources on East African Muslim Communities. A Tentative Checklist” (s. 143-173) ve Mark Horton’un “The Islamic Conversion of the Swahili Coast, 750-1500: Some Archaeological and Historical Evidence” (s. 449-469) adlı bildirileri Doğu Afrika tarihi kaynakları hakkında genel bilgi vermektedir.
BİBLİYOGRAFYA
B. Davidson, The African Past: Chronicles from Antiquity to Modern Times, New York 1964.
K. O. Dike, “The Importance of African Studies”, The Proceedings of the First International Congress of Africanists, London 1964, s. 19-28.
a.mlf., “The Study of African History”, a.e., s. 55-67.
M. J. Herskovits, “The Development of Africanist Studies in Europe and Africa”, a.e., s. 29-45.
V. Monteil, L’Islam noir: Une religion à la conquête de l’Afrique, Paris 1980, s. 21-28.
J. Ki-Zerbo, “Introduction générale”, Histoire générale de l’Afrique, Paris 1984, I, 21-43.
a.mlf. – B. Hama, “Place de l’histoire dans la société africaine”, a.e., I, 65-76.
J. D. Fage, “L’évolution de l’historiographie de l’Afrique”, a.e., I, 45-63.
P. D. Curtin, “Tendances récentes des recherches historiques africaines et contribution à l’histoire en général”, a.e., I, 77-95.
H. Djait, “Les sources écrites antérieures au XVe siècle”, a.e., I, 113-136.
I. Hrbek, “Sources écrites à partir du XVe siècle”, a.e., I, 137-166.
Les africains (ed. Ch. A. Julien v.dğr.), Paris 1990, I-XII.
Nebîle M. Hasan, Fî târîḫi’l-İfrîḳıye’l-İslâmiyye, İskenderiye 2007, s. 9-47.
Ahmet Kavas, “Doğu Afrika Sahilinde Osmanlı Hakimiyeti: Kuzey Somali’de Zeyla İskelesinin Konumu (1265-1334/1849-1916)”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. 5, İstanbul 2001, s. 109-134.
a.mlf., “Türk Akademik Araştırmalarında Fakir Bir Alan: Osmanlı Afrikası”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, I/2, İstanbul 2003, s. 513-528.
J. O. Hunwick, “Taʾrīk̲h̲”, EI2 (Fr.), X, 320-322.
G. S. P. Freeman-Grenville, “Taʾrīk̲h̲”, a.e., X, 322-323.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 49-52 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Endülüs. Genel Tarihler. Endülüs’te tarih yazıcılığı Doğu İslâm dünyasındaki çalışmalardan etkilenerek III. (IX.) yüzyılda başlamış, bu etkilenme özellikle bölgeye gelen bazı Mısırlı muhaddisler vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Genel tarih alanında eser kaleme alan ilk Endülüslü tarihçi diye bilinen İbn Habîb es-Sülemî’nin (ö. 238/853) günümüze kısmen ulaşmış ve son bölümü muhtemelen öğrencileri tarafından eklenmiş olan Kitâbü’t-Târîḫ’i dünya tarihi mahiyetinde en eski metinlerden biri olup üslûp ve metot bakımından Doğu İslâm tarih yazıcılığının özelliklerini taşır. Eserde dikkat çeken hususlardan biri Endülüs’e dair haberlerin menkıbevî, efsanevî, yarı efsanevî anlatımlarla iç içe bulunması ve esas itibariyle Endülüs tarih yazımı geleneğinin oluşmasında önemli rol oynayan Leys b. Sa‘d ve İbn Vehb gibi Mısırlı râvilerden nakledilmesidir. Buna rağmen eser Endülüs tarih yazıcılığının ortaya çıkış sürecinde önemli bir aşama sayılır.
Endülüs’te tarih yazıcılığı özellikle IV. (X.) yüzyılda ilk özgün eserlerini vermeye başlamıştır. Bunda Râzîler ailesi diye bilinen baba, oğul ve torunun önemli rolü vardır. İbn Müzeyn (Muhammed b. Îsâ b. Müzeyn), baba Muhammed b. Mûsâ er-Râzî’nin telif ettiği Kitâbü’r-Râyât adlı eseri 471’de (1078) gördüğünü söyler ve ondan bazı nakillerde bulunur. Endülüs’e yerleşen Arap kabileleri hakkında yazılmış ilk eser olan bu kitap sonraki müelliflerin ana kaynağını meydana getirmiştir. Onun Endülüs tarih yazıcılığının kurucusu sayılan (EI2 [İng.], X, 283) oğlu Ahmed b. Muhammed er-Râzî, bu sıralarda Endülüs âlimlerinin rağbet etmediği tarih alanında yazdıklarıyla bir çığır açmıştır. Endülüs tarihçiliği için bir model teşkil eden Ahmed er-Râzî, Aḫbâru mülûki’l-Endelüs adını taşıyan eserinde olayları birbiriyle âhenkli şekilde ve bir bütün halinde tanzim etmek suretiyle Endülüs’te tarih yazımının kurallarını belirlemiştir. İbn Habîb’in Kitâbü’t-Târîḫ’inde geçmişteki olayların yanı sıra gelecekle ilgili kehanetlere ve fiten haberlerine yer verilmesine karşılık Ahmed er-Râzî yalnız eski hadiseleri anlatmakla yetinmiştir. Ayrıca kendisinden öncekilerde rastlanmayan biçimde tarihine İber yarımadasının coğrafyasına dair uzun bir mukaddime ile başlamıştır. Sonraki kitaplarda yer alan iktibaslar ve hulâsalardan anlaşıldığına göre ardından İspanya’nın Romalılar ve Vizigotlar dönemindeki tarihine değinmiş ve eserini tamamladığı zamana kadar gelen Endülüs tarihini yıllara göre ele almıştır. Onun oğlu Îsâ er-Râzî’nin bu eseri babasının bıraktığı yerden Endülüs Emevî Halifesi II. Hişâm dönemine kadar (976) getirdiği anlaşılmaktadır. İbn Hayyân ve Ahmed b. Muhammed el-Makkarî günümüze ulaşmayan bu eserden faydalanmıştır.
Râzîler ailesinden sonra Endülüs’te tarih yazıcılığı çalışmaları hız kazanmış ve yeni eserler kaleme alınmıştır. Bu hususta yöneticilerin desteği etkili olmuştur. Nitekim II. Hakem’in bazı tarihçileri savaşlardan muaf tuttuğu, bazılarını önemli görevlere tayin ettiği bilinmektedir. Halifenin himayesine mazhar olan tarihçiler arasında İbnü’l-Kūtıyye, Muhammed b. Yûsuf el-Verrâk, İbn Ferec el-Ceyyânî ve Arîb b. Sa‘d sayılabilir. Hâcib İbn Ebû Âmir el-Mansûr, hıristiyanlara karşı düzenlediği seferler esnasında tarihçileri de beraberinde götürmüştür. Endülüs toplumuna yeni katılan sakālibe, III. Abdurrahman zamanında (912-961) kazandığı nüfuza paralel olarak kendi zümrelerini öne çıkaran ve savunan eserler kaleme almıştır. Bu dönemde Taberî’nin Târîḫ’ine zeyil yazıp aynı zamanda eseri ihtisar eden Arîb b. Sa‘d çalışmasına kendi dönemine kadar Endülüs tarihini de eklemiştir. İbnü’l-Kūtıyye bir bölümü günümüze ulaşan, Endülüs’ün fethi ve tarihi konusunda Belâzürî’nin Fütûḥu’l-büldân’ından sonra en eski kaynak sayılan Târîḫu iftitâḥi’l-Endelüs adlı eserinde Endülüs’ün fetihten Abdullah b. Muhammed b. Abdurrahman’ın saltanatının sonuna kadar (912) gelen dönemini ele almıştır. İbnü’l-Kūtıyye’nin bu çalışmasında daha çok kendi soyu olan Gotlar ve mevâlî ile ilgili olaylara ağırlık verdiği, Araplar’a karşı Got krallarını övdüğü görülmektedir. Târık b. Ziyâd’ın İspanya’ya geçişinden (92/711) başlayarak III. Abdurrahman devrinin sonuna kadar gelen bir başka umumi tarih müellifi meçhul Aḫbâr mecmûʿa’dır. Eserin dil ve üslûp farklılıkları sebebiyle birden fazla kişinin kaleminden çıktığını söylemek mümkündür. Aḫbâr, bilhassa Araplar’la ilgili haberler üzerinde durulması ve mitolojik öğelere itibar edilmemesiyle dikkat çekmektedir. İbn Ferec el-Ceyyânî, Târîḫu’l-müntezîn (ve)’l-ḳāʾimîn bi’l-Endelüs ve aḫbârihim adlı eserinde Endülüs’teki ayaklanmaları ele almıştır. Endülüs’te tarih yazıcılığı büyük ölçüde bu ülkenin tarihi üzerinde yoğunlaşmakla birlikte Muhammed b. Yûsuf el-Verrâk’ın Târîḫu İfrîḳıyye’si örneğinde görüldüğü gibi diğer bölgelerin tarihiyle ilgili eserler de kaleme alınmıştır.
V. (XI.) yüzyılda Endülüs Emevîleri’nin yıkılmasıyla tarihçiler daha özgür bir ortama kavuşmuş, geçmişe yönelik daha eleştirel bir tavır takınmış, böylece gerçeği tesbit edip ortaya çıkarmaya biraz daha yaklaşmış, bunun etkisiyle mülûkü’t-tavâif döneminde (1031-1090) tarih çalışmaları hız kazanmıştır. XI. yüzyıl, telif edilen eserlerin çeşitliliği ve çokluğundan dolayı Endülüs tarih yazıcılığının en önemli çağı sayılır. Bu dönemde ortaya çıkan siyasî bölünme, toplumun temellerini sarsan krizler, İbn Hayyân ve İbn Hazm gibi aydınları olayların sebeplerini sorgulamak üzere harekete geçirmiş, bu arada Hasan b. Muhammed b. Müferric el-Meâfirî el-Kubbeşî bir Endülüs tarihi yazmıştır. Una Crónica anónima de ʿAbd al-Raḥmān III al-Nāṣir adıyla neşredilen eserin (nşr. É. Lévi-Provençal – E. García Gómez, Madrid-Granada 1950) bunun bir parçası olması muhtemeldir. Sâid el-Endelüsî’nin Cevâmiʿu aḫbâri’l-ümem mine’l-ʿArab ve’l-ʿAcem adlı eseri günümüze ulaşmamıştır. Onun bugün mevcut olan Ṭabaḳātü’l-ümem’i özet halinde bir dünya tarihi olup bilhassa Endülüs’ün bilim ve düşünce tarihi için temel kaynaklardan sayılır. Kitapta milletler ilimde faal olup olmamasına göre ikiye ayrılarak incelenir. Hem kendi zamanının hem daha sonraki dönemlerin tarih yazıcılığında önemli etkileri görülen İbn Hayyân’ın, Endülüs’ün fetihten II. Hakem döneminin sonuna kadarki (976) tarihini içine alan el-Muḳtebes min enbâʾi ehli’l-Endelüs’ünün bazı bölümleri zamanımıza intikal etmiştir. Yıllara göre düzenlenen eser, Endülüs’ün siyasî tarihi yanında ekonomik ve sosyokültürel durumuyla meşhur kişilerin biyografisine dair bilgiler içerir. İbn Hayyân’ın, eserleri günümüze ulaşmayan Ahmed b. Muhammed er-Râzî, İbnü’n-Nizâm, İshak b. Seleme el-Kaynî, Ferec b. Sellâm el-Bezzâz gibi tarihçilerin kitaplarından faydalanması ve bazı belgeleri kullanması eserinin değerini arttırmıştır. Onun 399-463 (1008-1071) yıllarına ait olayları ele aldığı altmış ciltlik el-Metîn adlı çalışması günümüze kadar gelmemiştir. Ancak başta İbn Bessâm eş-Şenterînî olmak üzere diğer Endülüslü müelliflerin yaptıkları nakiller sayesinde eserin mahiyeti hakkında geniş bilgi edinilebilmektedir. İbn Hayyân’ın, önceki müelliflerin yazdıklarından efsanevî ve menkıbevî mâlûmatı ayıklamak suretiyle meydana getirdiği bir derleme niteliğindeki el-Muḳtebes’ine karşılık içindeki mâlûmatın büyük bölümü arşiv malzemesinden ve müellifin şahsî müşahedelerinden oluşan el-Metîn müellifin tarihçiliğinin gerçek anlamda tezahür ettiği, dönemin siyasî, içtimaî ve fikrî yapısı bakımından özgün bir eserdir. İbnü’d-Delâî, yaklaşık dörtte biri zamanımıza ulaşan Terṣîʿu’l-aḫbâr adlı eserinde VIII-IX. yüzyılları ve X. yüzyılın ilk dönemlerini ele almıştır. Eserde merkezî iktidara karşı gerçekleştirilen isyanların yanı sıra coğrafî bilgilere de geniş yer verilmiştir.
Endülüs’ün V. (XI.) yüzyılın sonunda Murâbıtlar’ın ve ardından Muvahhidler’in hâkimiyetine geçmesi tarih yazımını da etkilemiş, giderek Mağribli tarihçiler öne çıkmış, Muvahhidler devrinde ve VIII. (XIV.) yüzyılda Endülüs tarihi Mağrib tarihi içinde yazılmış ve Lisânüddin İbnü’l-Hatîb’e kadar böyle devam etmiştir (EI2 [İng.], X, 284). Dolayısıyla XIII ve XIV. yüzyıl Endülüs tarihi İbnü’l-Kerdebûs, İbn Sâhibüssalât, Abdülvâhid el-Merrâküşî, İbnü’l-Kattân el-Mağribî, İbn İzârî ve İbn Ebû Zer‘ gibi Mağribli tarihçilerin eserlerinde geniş yer tutar. Endülüs’te XIV. yüzyılda Nasrîler döneminde yeniden canlanan tarih yazıcılığının en önemli iki temsilcisi Lisânüddin İbnü’l-Hatîb ile İbn Haldûn’dur. Aʿmâlü’l-aʿlâm ve Raḳmü’l-ḥulel fî naẓmi’d-düvel adlı eserleriyle tanınan İbnü’l-Hatîb politik kariyeri, üstlendiği görevler ve eserlerindeki edebî üslûpla döneminin en büyük tarihçisi kabul edilmiştir. Tarih felsefesinin temsilcisi olan İbn Haldûn’un yıldızı Tunus doğumlu olmasına rağmen Endülüs’te bir süre kaldığı Nasrî sarayında parlamıştır. Bunlara daha önce gelen İbn Saîd el-Mağribî de eklendiğinde VII. (XIII.) yüzyıldan Endülüs’te İslâm hâkimiyetinin sonuna kadar Endülüs tarih yazıcılığının en başarılı üç şahsiyeti ortaya çıkar. Endülüs’ün son asrında yazılmış umumi bir tarih bilinmemektedir ve bu boşluğu kısmen Kuzey Afrikalı tarihçiler doldurmuştur. Makkarî’nin Nefḥu’ṭ-ṭîb’i Endülüs tarih yazıcılığı ve edebiyatının bir antolojisi olarak değerlendirilebilir (a.g.e., X, 285).
Özel Tarihler. III. (IX.) yüzyılın ortalarından itibaren Endülüs’ün çeşitli bölgelerinde merkezî idarenin kontrolünden çıkan, yarı veya tam bağımsız biçimde hüküm süren Benî Hafsûn, Benî Mervân, Benî Tücîbî ve Benî Tavîl gibi hânedanların tarihleri kaleme alınmıştır. İbn Hayyân, Aḫbârü’d-devleti’l-ʿÂmiriyye adıyla bir eseri yazmıştır. Mülûkü’t-tavâif devrinde şehir hükümdarları saraylarını âlim ve ediplere açmış, kültür tarihinin ve özel tarihlerin yazımına katkı sağlamıştır. Mülûkü’t-tavâif arasında Eftasî Emîri Muhammed el-Muzaffer ve Zîrî Emîri Abdullah b. Bulukkîn gibi tarihle bizzat ilgilenenler vardır. Günümüze ulaşan hânedan tarihlerinden biri Abdullah b. Bulukkîn’e ait et-Tibyân’dır. Klasik bir hânedan tarihi olan eser aynı zamanda tahttan indirilmiş bir hükümdarın otobiyografisidir. İbn Abdûn el-Fihrî, el-Ḳaṣîdetü’l-ʿAbdûniyye’sinde Eftasîler’in yıkılışını anlatır. Ebû Bekir Yahyâ b. Muhammed İbnü’s-Sayrafî’nin Murâbıtlar hakkındaki tarihinin bir bölümü zamanımıza intikal etmiştir. İbnü’s-Sayrafî ve Muvahhidler’in tarihi için temel kaynaklardan olan el-Men bi’l-imâme adlı eseriyle tanınan İbn Sâhibüssalât bu dönemin Endülüslü iki mümtaz tarihçisi olarak dikkat çeker. İbnü’l-Hatîb’in el-Lemḥatü’l-bedriyye fi’d-devleti’n-Naṣriyye adlı eseri de hânedan tarihi geleneği için güzel bir örnek teşkil eder. Gırnata’nın düşüşünden elli yıl sonra tamamlanan, müellifi meçhul Aḫbârü’l-ʿaṣr fî inḳıḍâʾi Benî Naṣr şehrin yıkılışı ve müslümanların hıristiyanlaştırılması hakkında yegâne çağdaş kaynaktır.
Şehir Tarihleri. IV. (X.) yüzyılda Endülüs’te çok sayıda şehir tarihi yazılmıştır. İbn Abdülber el-Kurtubî’nin Kurtuba, Kāsım b. Sa‘dân’ın Reyyu, Ebû İshak el-Bâcî’nin Bâce tarihleri bunların başında gelir. XIII ve XIV. yüzyıllarda A‘lem el-Batalyevsî Batalyevs’in, İbn Asker Mâleka’nın, İbnü’l-Hâc Meriye’nin ve İbnü’ş-Şât İşbîliye’nin tarihine dair eserlerini kaleme almışlardır. Şehir tarihlerinden günümüze intikal eden en önemli örnek İbnü’l-Hatîb’in el-İḥâṭa fî aḫbâri Ġırnâṭa adlı eseridir.
Tabakat, Terâcim ve Vefeyât Kitapları. Endülüs tarihinde terâcim ve tabakat eserleri oldukça fazladır. Uygulanması daha kolay olan alfabetik yöntem bir dereceye kadar biyografi yazıcılığını tarihten ayırmış ve Doğu İslâm dünyasında olduğu gibi Endülüs’te de yaygın biçimde kullanılmıştır. IV. (X.) yüzyılda Osman b. Rebîa’nın Ṭabaḳātü şuʿarâʾi’l-Endelüs, Seken b. İbrâhim’in Ṭabaḳātü’l-küttâb bi’l-Endelüs, Muhammed b. Mûsâ el-Akuştin’in Ṭabaḳātü’l-küttâb, Muhammed b. Hâris el-Huşenî’nin Fuḳahâʾü Ḳurṭuba ve Ḳuḍâtü Ḳurṭuba, Muhammed b. Abdürraûf el-Ezdî el-Kurtubî’nin Şuʿarâʾü’l-Endelüs, İbn Cülcül’ün Ṭabaḳātü’l-eṭıbbâʾ ve’l-ḥükemâʾ, Ebû Bekir ez-Zübeydî’nin Ṭabaḳātü’n-naḥviyyîn ve’l-luġaviyyîn, İbnü’l-Faradî’nin Târîḫu ʿulemâʾi’l-Endelüs adlı eserleri belli gruplara mensup kişilerin biyografisine dair ilk kitaplardır. İbnü’l-Faradî seleflerinin varlığına rağmen bu türün mûcidi kabul edilebilir; onun eseri İbn Beşküvâl’in Kitâbü’ṣ-Ṣıla’sının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. V. (XI.) yüzyıldan itibaren daha kapsamlı tabakat/terâcim kitapları yazılmıştır. Endülüslü meşhur şahsiyetlerin yanı sıra Doğu İslâm dünyasından veya Kuzey Afrika’dan Endülüs’e gelen ünlü kişilere de yer verilen bu eserlere bir sonraki dönemde İbn Beşküvâl, İbnü’l-Ebbâr ve İbnü’z-Zübeyr es-Sekafî gibi müellifler tarafından zeyiller yazılmış, böylece eserlerin birbirini tamamlaması sağlanmıştır. Humeydî’nin Bağdat’ta çok yeterli olmayan malzemeye dayanarak telif ettiği Ceẕvetü’l-muḳtebis’teki bilgileri Dabbî Buġyetü’l-mültemis’inde tashih ve tâdil etmiştir. İbn Saîd el-Mağribî, Abdullah b. İbrâhim el-Hicârî’nin aslı günümüze ulaşmayan el-Müshib fî ġarâʾibi’l-Maġrib adlı, fetihten 530 (1135) yılına kadar gelen Endülüs ve Mağrib tarihine dair eserini 641 (1243) yılına kadar getirmiş, ayrıca buna Mısır’ı eklemiştir. On beş cilt hacmindeki eserin ilk altı cildi Endülüs’e aittir. Merkezlerin coğrafî durumu, kurucuları, idarecileri, âlim, kadı ve diğer meşhurlarının tanıtıldığı eser terâcim, coğrafya, tarih ve edebiyat tarihi yönünden önemli bir kaynaktır. İbn Saîd’in Kitâbü’l-Müşriḳ fî ḥule’l-Meşriḳ adlı biyografik eserinin ikinci kısmı zamanımıza intikal etmiştir. Endülüslü tarihçiler siyer kitapları da yazmıştır. İbn Abdülber en-Nemerî’nin ed-Dürer fi’ḫtiṣâri’l-meġāzî ve’s-siyer’i Endülüs’te bu alandaki ilk çalışmalardan biridir. Endülüs’te yetişen diğer siyer müelliflerinden İbn Hazm Cevâmiʿu’s-sîre’de, Süheylî er-Ravżü’l-ünüf’te, Kelâî el-İktifâʾ bi-sîreti’l-Muṣṭafâ’da bu eserden önemli iktibaslarda bulunmuştur. İbn Abdülber, aynı zamanda sahâbe biyografisiyle ilgili günümüze ulaşan ilk eserlerden olan el-İstîʿâb fî maʿrifeti’l-aṣḥâb’ı kaleme almıştır. Endülüs’te, Abdullah b. Ubeydullah el-Hukeym’in Ensâbü’d-dâḫilîn ile’l-Endelüs mine’l-ʿArab ve ġayrihim adlı, çok küçük bazı bölümleri günümüze ulaşan eseriyle İbn Abdülber en-Nemerî’nin el-Ḳaṣd ve’l-ümem fi’t-taʿrîf bi-uṣûli ensâbi’l-ʿArab ve’l-ʿAcem’i, İbn Hazm’ın Cemheretü ensâbi’l-ʿArab’ı gibi ensâb kitapları da yazılmıştır. Terâcim kitapları yanında fehreseler de (el-fihrist/el-fehâris) önemlidir. Bu listeler, müellifin ders aldığı hocaları ve okuduğu kitapları göstermesi bakımından onun değerini arttıran birer belge hükmündedir. Bu tür belgeler Endülüs’te de rağbet görüyordu ve büyük hocaların zeki ve başarılı öğrencileri cezbettiği kanaati yaygındı. Bu listeler tamamen bibliyografik nitelikte olup bunlarla biyografi kitaplarında rastlanmayan isimleri belirlemek mümkün olmaktadır. Nitekim İbn Hayr el-İşbîlî’ye ait Fehrese sayesinde Kâtib Çelebi’nin zikretmediği pek çok eserin adı tesbit edilebilmektedir.
Coğrafya Kitapları ve Seyahatnâmeler. Ebû Ubeyd el-Bekrî, bir tarih ve coğrafya ansiklopedisi olan Muʿcemü me’staʿcem ve bir dünya coğrafyası (kozmografi) kitabı niteliğindeki el-Mesâlik ve’l-memâlik adlı eserleriyle tarih ilmine ve tarih yazıcılığına önemli katkılarda bulunmuştur. Endülüs’te yetişen bir coğrafyacı da Ortaçağ’da İslâm dünyasında yazılmış, yerkürenin genel ve sistematik coğrafyasına dair en kapsamlı çalışmalardan olan Nüzhetü’l-müştâḳ fi’ḫtirâḳı’l-âfâḳ’ın yazarı Şerîf el-İdrîsî’dir. Seyahatnâme (rihle) türünde eser veren müellifler arasında kendi alanında çok önemli bir yere sahip olan İbn Cübeyr ile Tâcü’l-mefriḳ’ın yazarı Hâlid b. Îsâ el-Belevî de sayılabilir.
Edebî Eserler. İbn Abdürabbih’in bir genel kültür ansiklopedisi ve bir antoloji niteliğindeki el-ʿİḳdü’l-ferîd’inde İslâm tarihiyle ilgili olarak değişik yerlerde verilen bilgiler geniş bir yekün tutar. Eser ilk dönem İslâm tarihinin siyasî, içtimaî, iktisadî ve kültürel kaynaklarından biridir. Tarih yanında edebiyat ve kültür tarihi alanında da temayüz eden Feth b. Hâkān el-Kaysî, kendi döneminde Endülüs’te mevcut edebî birikimi ortaya koymak için yazdığı Ḳalâʾidü’l-ʿiḳyân fî (ve) meḥâsini’l-aʿyân’ında hem edebî hem tarihî bilgiler verir. İbn Bessâm eş-Şenterînî’nin eẕ-Ẕaḫîre’si edebiyat ve tarih açısından önemli bir kaynaktır. İbn Saîd el-Mağribî’nin el-Ḳıdḥu’l-muʿallâ fi’t-târîḫi’l-muḥallâ adlı eseri bir kültür ve edebiyat tarihi özelliği taşır. Ebü’l-Velîd İsmâil b. Muhammed eş-Şekündî’nin Endülüs’ün üstünlüklerini anlattığı eserleri de bilim ve kültür tarihi açısından değerlidir.
Endülüslü tarihçilerin çoğu, Doğu İslâm dünyası tarihçileri gibi önceki kaynaklarda buldukları rivayetleri aralarında çelişki ya da tutarsızlık bulunsa bile olduğu gibi nakletmiş, âdeta doğruyu bulma işini okuyucuya bırakmıştır. Bununla birlikte İbn Hayyân ve İbn Haldûn gibi aktardığı olayların gerçeğini ortaya koyma çabası içerisinde olanlar da vardır. Düzen, anlatım canlılığı ve üslûp güzelliği bakımından İbnü’l-Kūtıyye’deki bazı bölümler, İbn Hazm’ın ve Şekündî’nin Endülüs’ün faziletlerine dair risâleleri, İbnü’l-Hatîb’in el-Lemḥatü’l-bedriyye’si tarih düşüncesine en fazla yaklaşan eserlerdir. Bu arada tarihçiler müslümanlarla ilgili haberlere odaklanmış, dolayısıyla gayri müslimlere dair konulara çok az yer vermiştir. Hıristiyan krallıklarla ilgili haberleri aktarırken genelde abartılı bir üslûp kullansalar da bazan onların üstün yanlarını kaydetmekten çekinmemişlerdir. Meselâ en azılı düşmanları olmasına rağmen VI. Alfonso’yu takdir etmişler, Kastilya Kontu Sancho’nun meziyetlerini ya da müslümanların İkāb savaşında uğradığı büyük hezimeti dile getirmişlerdir. Bu özellikleri dolayısıyla Endülüslü müslüman tarihçilerin F. Pons Boigues’in de belirttiği gibi çağdaşları olan hıristiyan tarihçilerden üstün olduğu şüphesizdir.
BİBLİYOGRAFYA
R. Dozy, Recherches sur l’histoire et la littérature des arabes d’Espagne, Leiden 1881, I-II.
R. Menendez Pidal, Historia y epopeya, Madrid 1929.
C. Sánchez-Albornoz, El Ajbār maymū‘a, cuestiones historiográficas que suscita, Buenos Aires 1944.
a.mlf., “Some Remarks on Fath al-Andalus”, The Formation of al-Andalus (ed. M. Fierro – J. Samsó), Hampshire 1998, s. 151-172.
A. G. Palencia, Târîḫu’l-fikri’l-Endelüsî (trc. Hüseyin Mûnis), Kahire 1955, s. 191 vd.
Ch. Pellat, “The Origin and Development of Historiography in Muslim Spain”, Historians of the Middle East (ed. B. Lewis – P. M. Holt), London 1962, s. 118-125.
F. Rosenthal, A History of Muslim Historiography, Leiden 1968.
F. Pons Boigues, Los historiadores y geografos arabigo-españoles, Amsterdam 1972.
Hüseyin Mûnis, Târîḫu’l-coġrâfiyye ve’l-coġrâfiyyîn fi’l-Endelüs, Kahire 1986, s. 56 vd.
E. Lévi-Provençal, España Musulmana (ed. R. Menendez Pidal), Madrid 1987, IV, 321-323.
Abdülvâhid Zennûn Tâhâ, Dirâsât fi’t-târîḫi’l-Endelüsî, Musul 1987, s. 91-112.
a.mlf., Neşʾetü tedvîni’t-târîḫi’l-ʿArabî fi’l-Endelüs, Bağdad 1988.
Abdullah el-Murâbıt et-Tergī, “ʿAmelü terâcimi’r-ricâl fi’l-Endelüs”, es-Sicillü’l-ʿilmî li-nedveti’l-Endelüs (nşr. Abdullah b. Ali ez-Zeydân v.dğr.), Riyad 1417/1996, I, 301-327.
Mustafa İbrâhim Hüseyin, “Meṣâdiru Lisâniddîn b. el-Ḫaṭîb fî kitâbihi el-İḥâṭa fî aḫbâri Ġırnâṭa”, a.e., I, 331-377.
Mahmud Ali Mekkī, “Egypt and the Origins of Arabic Spanish Historiography”, The Formation of al-Andalus (ed. M. Fierro – J. Samsó), Hampshire 1998, s. 173-233.
Abdülfettâh Fethî Abdülfettâh, et-Târîḫ ve’l-müʾerriḫûn fî Mıṣr ve’l-Endelüs fi’l-ḳurûni’r-râbiʿi’l-hicrî/el-ʿâşiri’l-mîlâdî, Beyrut 1424/2004, I, 333-339; II, 394-562, 653-674.
S. M. Imamuddin, “Sources of Muslim History of Spain”, JPHS, I/4 (1953), s. 357-370.
J. V. Bermejo, “Una fuente importante de la historia de al-Andalus: la Historia de Ibn ‘Askar”, al-Andalus, XXXI, Madrid 1966, s. 237-265.
Manuel SááMartînez, “Râzi, fuente de al-‘Udrî para la España preislamica”, Cuadernos de historia del Islam, III/7, Granada 1971, s. 17-48.
P. Chalmeta Gendrón, “Historiographia Medieval hispana: Arabica”, al-Andalus, XXXVII (1972), s. 353-404.
Manuela Marin, “Taʾrīk̲h̲”, EI2 (İng.), X, 283-285.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 52-54 numaralı sayfalarda yer almıştır.
İran. İslâm dünyasında fetihleri takip eden ilk üç asır boyunca ilmî ve edebî eserler Arapça kaleme alınmıştır. Bu gelenek İran coğrafyasında IV. (X.) yüzyılın ortalarından itibaren değişmeye başladı. Bu değişim bir yandan İran coğrafyasında mahallî hânedanların ortaya çıkışı, diğer yandan Farsça’nın bu hânedanların himayesinde yazı dili olarak yeniden doğuşu ile yakından ilgilidir. Farsça tarih yazıcılığının ilk örneği, Taberî’nin Târîḫu’l-ümem ve’l-mülûk adlı eserinin Sâmânî Veziri Ebû Ali Bel‘amî tarafından 352 (963) yılında Sâmânî Hükümdarı Mansûr b. Nûh adına bazı yeni bilgiler ilâve edilerek yapılan muhtasar tercümesidir. Bel‘amî’nin çalışması bir tarafa bırakılırsa İran coğrafyasında Farsça tarih yazıcılığının doğuşu Sâmânî mirasını devralan Gazneliler zamanına rastlar. Bu dönemde Farsça tarih yazıcılığı Arapça tarih yazıcılığına paralel biçimde genel tarihler, özel tarihler, şehir ve bölge tarihleri olmak üzere üç türde gelişme gösterdi. V. (XI.) yüzyılın ilk yarısında kaleme alınan üç önemli eser bu türlerin birer örneği durumundadır. Bunların ilki Gerdîzî tarafından yazılan Zeynü’l-aḫbâr’dır. Müellif genel bir İslâm tarihi niteliğindeki eserinde özellikle eski İran mitolojisi, İslâm öncesi İran tarihi, Doğu İslâm dünyasında cereyan eden hadiseler ve Gazneliler tarihine oldukça geniş yer vermekle çağdaşı Arap tarihçilerden açık biçimde ayrılmıştır. İkinci eser, adı bilinmeyen bir müellifin 448’de (1056) kaleme aldığı Târîḫ-i Sîstân’dır. Sade bir üslûpla yazılan eserde İran diline giren Arapça kelimeler yerine bunların Farsça’larının tercih edilmesi dikkat çekicidir. Üçüncü eser Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī’nin Gazneliler’e dair Târîḫ-i Beyhaḳī’sidir. Müellif, Dîvân-ı Risâlet’te görev yapmasından dolayı görme imkânı bulduğu resmî belgeleri ve ulaştığı gizli bilgileri kişisel gözlemleriyle başarılı bir şekilde birleştirmeyi ve okuyucuya güçlü biçimde aktarmayı başarmıştır. Sade bir üslûpta kaleme alınan eser, aynı zamanda Farsça’nın yazı dili olarak yeniden doğuşundan sonraki ilk büyük ürünlerinden kabul edilmektedir. Bu üç eser, İran tarih yazıcılığında İran kültürünü Arap kültürüne karşı savunan ve zaman zaman Arap tarihçiliğinden ayrılan bir dönemin başlangıcını teşkil etmektedir.
Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşu, İran coğrafyasındaki bütün ilmî ve edebî faaliyetler gibi tarih yazıcılığını da olumlu yönde etkilemiş, Selçuklu sultanları ve devlet adamlarının gayretleri Farsça’nın edebî gelişiminin hızla devam etmesini sağlamış, tarih yazıcılığı da bu gelişmeden nasibini almıştır. Ancak bu eserlerin çoğu günümüze ulaşmamıştır. Bunlar arasında Selçuklular’ın menşeinden bahseden ve müellifi bilinmeyen manzum Meliknâme, yine müellifi meçhul Risâle-i Melikşâhî, Ebû Tâhir-i Hâtûnî’nin Târîḫ-i Âl-i Selçûḳ, Alî-i Kazvînî’nin Sultan Sencer adına kaleme aldığı Mefâḫirü’l-Etrâk, şair Muizzî’nin manzum Siyer-i Futûḥ-i Sulṭân Sencer ve müellifi meçhul Sencernâme’yi saymak mümkündür. Enûşirvân b. Hâlid-i Kâşânî’nin kaleme aldığı Fütûru zamâni’ṣ-ṣudûr ve ṣudûru zamâni’l-fütûr adlı eser de zamanımıza intikal etmemiştir. Selçuklular devrinde yazılan özel tarihler arasında Zahîrüddîn-i Nîşâbûrî’nin 571 (1176) yılında kaleme aldığı Selçuḳnâme Selçuklular’a dair günümüze ulaşan en eski tarihtir. Muhammed b. Ali er-Râvendî, Râḥatü’ṣ-ṣudûr ve âyetü’s-sürûr adlı eserinde tarih yazıcılığına herhangi bir katkıda bulunmadığı gibi nesirde giderek ağırlaşacak olan süslü bir üslûbun ilk örneklerinden birini vermiştir. Aynı müellifin tek nüshası Bibliothèque Nationale’de bulunan Târîḫ-i Selçuḳıyân adlı eseri (Ms., Supp., Persan, nr. 1556, vr. 231b-261a) gerçekte Râḥatü’ṣ-ṣudûr’un daha sade bir versiyonundan ibarettir. Necmeddin Ebü’r-Recâ Kummî’nin 584’te (1188) Batı İran’da kaleme aldığı, türünün Farsça’daki ilk örneklerinden olan Târîḫu’l-vüzerâʾ, her ne kadar bir vezirler tarihi gibi görünse de Irak Selçuklu Devleti’nin yıkılış döneminde cereyan eden hadiseleri en iyi şekilde aksettiren bir eserdir. Selçuklu dönemi tarih yazıcılığının dikkate değer eserlerinden biri de 520’de (1126) yazılan ve müellifi bilinmeyen Mücmelü’t-tevârîḫ ve’l-ḳıṣaṣ’tır. Muhtemelen Selçuklu bürokrasisinde kâtip olarak görev yapan müellif, eserinde kendi döneminde cereyan eden hadiseler yerine daha çok eski İran hükümdarlarının efsanevî tarihine ve eski İran mitolojisine yer vermiştir.
Selçuklular zamanında pek çok şehir ve bölge tarihi kaleme alınmıştır. Daha önce Arapça yazılan tarihlerin devamı niteliğindeki bu eserler genel ve özel tarihlerdeki boşlukların doldurulması, şehirlerdeki sosyal ve ekonomik hayatın incelenmesi, taşra hayatının aydınlatılması ve âlimlerin biyografilerinin tesbiti gibi hususlarda büyük öneme sahiptir. Ancak bu eserlerin büyük çoğunluğu zamanımıza ulaşmamıştır. Bu gruptan günümüze kadar gelen örnekler arasında İbnü’l-Belhî’nin Sultan Muhammed Tapar adına kaleme aldığı Fârsnâme, Ali b. Zeyd el-Beyhakī’nin Târîḫ-i Beyhaḳ’ı ve Şeyh Abdurrahman Famî-i Herevî’ye nisbet edilen Târîḫ-i Herât zikredilebilir. İbn İsfendiyâr’ın 613 (1216) yılında tamamladığı Târîḫ-i Ṭaberistân da aynı geleneğin bir devamı mahiyetindedir. VI. (XII.) yüzyılın ortalarından itibaren Arapça telif edilen pek çok tarih kitabı Farsça’ya tercüme edilmiştir. Nerşahî’nin Târîḫu Buḫârâ adlı eserinin Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed el-Kubâvî tarafından 522’de (1128) yapılan çevirisi bu türün bilinen en eski örneklerindendir. Muhammed b. Züfer b. Ömer’in kısalttığı esere daha sonra adı bilinmeyen bir müellif ilâveler yapmış ve eserin bu şekli günümüze ulaşmıştır. Muhammed b. Abdülcebbâr el-Utbî’nin et-Târîḫu’l-Yemînî’si, Ebû Şeref Nâsih b. Zafer-i Curfâdekânî tarafından 603 (1206-1207) yılında kısa bir zeyil eklenerek Farsça’ya tercüme edilmiştir. Bu tercümeler genellikle mütercimler tarafından ilâve edilen faydalı zeyiller içermektedir.
Büyük Selçuklular döneminde İran’da Farsça’nın güç kazanması Arapça’nın tamamen terkedildiği anlamına gelmemektedir. Ali b. Zeyd el-Beyhakī’nin Utbî’nin et-Târîḫu’l-Yemînî’sine zeyil olarak hazırladığı, dört ciltlik umumi tarih niteliğindeki Meşâribü’t-tecârib’i, İmâdüddin el-İsfahânî’nin kaleme aldığı Nuṣretü’l-fetre ve ʿuṣretü’l-ḳaṭre (fıṭre) Arapça yazılan önemli eserlerdendir. Meşârib zamanımıza intikal etmemişse de ikinci eserin tek nüshası Paris’te Bibliothèque Nationale’de bulunmaktadır (Ms., Arabe, nr. 2145). Bündârî bu eseri Zübdetü’n-Nuṣra ve nuḫbetü’l-ʿuṣra adıyla ihtisar etmiştir. İran coğrafyasında XI-XIII. yüzyıllardan günümüze kadar gelen diğer Arapça eserler arasında Abdülgāfir el-Fârisî’nin el-Ḥalḳatü’l-ûlâ min (Kitâbü’s-Siyâḳ li-)Târîḫi Nîsâbûr’u, Necmeddin en-Nesefî’nin el-Ḳand fî ẕikri ʿulemâʾi Semerḳand’ı, Mâferrûhî’nin Meḥâsinü İṣfahân’ı, Hâkim en-Nîsâbûrî’nin Târîḫu Nîsâbûr’u ve Nesevî’nin Sîretü’s-Sulṭân Celâliddîn Mengübertî’si sayılabilir. Bunlardan son üçünün XIII ve XIV. yüzyıllarda Farsça’ya tercüme edilmesi İran coğrafyasında bu dönemde Arapça’nın, yerini artık tamamen Farsça’ya terketmeye başladığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Selçuklular’ın yıkılmasından sonra İran’da bu devletin mirasını paylaşan atabeglikler, Gurlular ve Hârizmşahlar, uzun ve istikrarlı bir idare kuramadıkları için onların döneminde tarih yazıcılığında kayda değer bir gelişme olmamıştır. Belirgin bir sessizliğin hüküm sürdüğü bu devirde Minhâc-ı Sirâc el-Cûzcânî’nin bir genel İslâm tarihi niteliğindeki Ṭabaḳāt-ı Nâṣırî adlı eseri her ne kadar güçlü bir tarih kurgusuna sahip değilse de Gazneliler, Gurlular, Moğol istilâsı ve Mâverâünnehir tarihi için önemlidir.
İran coğrafyasında tarih yazıcılığındaki asıl gelişme Moğol istilâsından sonra İlhanlılar’ın güçlü bir hâkimiyet kurmasıyla başlar. Bu dönemde telif edilen ilk önemli eser Atâ Melik Cüveynî’nin Târîḫ-i Cihângüşâ’sı olup siyasî hadiselerin yanında içerdiği zengin malzeme ile sosyal, ekonomik ve dinî tarih araştırmaları bakımından büyük öneme sahiptir. Müellif eserinde kullandığı malzemeyi âyet ve hadislerin yanı sıra Arapça-Farsça şiirler ve Türkçe-Moğolca terimlerle süsleyerek kendine özgü bir üslûp ortaya koymuştur. Cüveynî’nin Moğollar’ın hizmetinde bulunmasına rağmen Moğol istilâsıyla ilgili bilgileri oldukça tarafsız nakletmiş olması dikkate değer bir başarı kabul edilmelidir. Tarih yazıcılığındaki bu gelişme, İlhanlı hükümdarlarının İslâmiyet’i kabul etmesinin ardından Yakındoğu devlet geleneğinin ağırlık kazanmaya başladığı XIV. yüzyılın başlarında güçlenerek devam etmiştir. Bunda Farsça’ya vâkıf olan İlhanlı hükümdarlarının tarih ilmine duyduğu özel ilginin rolü büyüktür. Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî, Vassâf, Şemseddin Muhammed-i Kâşânî ve Benâkitî gibi tarihçilerin hâmisi olan Gāzân Han’ın adı burada özellikle anılmalıdır. Sadece dönemin değil İran tarih yazıcılığının en büyük eserlerinden biri olan Câmiʿu’t-tevârîḫ bizzat bu hükümdarın emriyle Reşîdüddin Fazlullah tarafından kaleme alınmıştır. Eserin asıl önemi İslâm tarihi yanında daha önce İslâm tarihçilerinin değinmediği Çin, Hint, İsrâil ve Avrupa (Frenk) gibi ülkelerin tarihini de içermesidir. İslâm tarih yazıcılığında uzun süre ihmal edilen bu yaklaşım, Reşîdüddin’in tarihe getirdiği yeni bakış açısının yanı sıra bu dönemde Doğu-Batı ilişkilerinin yoğunluk kazanması ve Tebriz şehrinin milletlerarası bir kültür merkezi durumuna gelmesiyle de yakından ilgilidir. Evrensel bir egemenlik anlayışına sahip olan Gāzân Han ve Sultan Olcaytu’nun eserden beklentileri de bu yeni anlayışın ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Müellif eserini, aralarında muhtemelen Abdullah b. Ali el-Kâşânî ve Pulad Çing-Sang’ın da (Bolad Ch’eng-Hsiang) bulunduğu pek çok kimsenin yardımıyla telif etmiştir. Zaman zaman resmî belgelerden faydalanmış, bunlardan bazılarının metnini olduğu gibi eserine kaydetmiştir. Bütün bu özelliklerine rağmen eser çağdaş olaylarla ilgili, müellifinin idarî işlerden sorumlu bir vezir olmasından kaynaklanan bazı yanlı yorum ve değerlendirmeler içermektedir. Abdullah b. Ali el-Kâşânî’nin yazdığı Zübdetü’t-tevârîḫ, Câmiʿu’t-tevârîḫ’in ikinci cildiyle büyük ölçüde benzerlik gösterir. Aynı müellifin Târîḫ-i Olcaytu adlı küçük eseri pek çok yönden daha orijinal özellikler taşımaktadır. Vassâf Târîḫ-i Cihângüşâ’ya zeyil olarak kaleme aldığı Tecziyetü’l-emṣâr ve tezciyetü’l-aʿṣâr adlı eseriyle Farsça tarih yazımında kendinden sonra pek çok tarihçinin takip edeceği, fakat hiçbirinin ulaşamayacağı son derece süslü bir üslûp ortaya koymuştur. İran dili ve edebiyatı uzmanları tarafından Farsça’nın tabii gelişimini bozduğu için olumsuz değerlendirilen bu üslûbun etkileri sadece İran coğrafyası ve Farsça eserlerle sınırlı kalmamış, İdrîs-i Bitlisî, Tâlikîzâde Mehmed Subhi ve Ahmed Vâsıf Efendi gibi Osmanlı tarihçilerini de etkilemiştir.
Tarih yazıcılığında İlhanlılar devrinden itibaren görülen bir başka gelişim tarih kitaplarının manzum olarak telif edilmesidir. Esasen daha Selçuklular zamanında İran ve Anadolu’da Muizzî, Ebû Tâhir-i Hâtûnî, Kāniî-i Tûsî ve Hoca Dehhânî gibi şair ve edipler tarafından Firdevsî’nin Şâhnâme’sinden etkilenilerek kaleme alınan pek çok manzum eserin varlığı bilinmekteyse de bu eserler günümüze ulaşmamıştır. Bu türün zamanımıza kadar gelen en eski örneği Kadı Burhâneddîn-i Ânevî’nin 562-608 (1166-1212) yılları arasında yazdığı Enîsü’l-ḳulûb’dur (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2984). Şemseddin Muhammed-i Kâşânî’nin Şâhnâme-yi Cengizî’si, Ahmed b. Muhammed-i Tebrîzî’nin Şâhanşâhnâme’si (Cengiznâme), Târîḫ-i Güzîde sahibi Hamdullah el-Müstevfî’nin Ẓafernâme’si ve Hâce Nûreddin b. Şemseddin Muhammed el-Ejderî’nin Ġāzânnâme’si, XIV. yüzyıl başlarından itibaren İran coğrafyasında iyice yaygınlık kazanan bu geleneğin başlıca temsilcileridir. Söz konusu eserlerin pek çoğunun temelde zengin bir malzemeye değil tek bir kaynağa dayanması, bunların telifindeki asıl hedefin geniş bir tarih algısından ziyade okuyucunun tarih merakına şiirsel bir anlatımla cevap vermek olduğunu ortaya koymaktadır. Bu gelenek İran’da daha sonraki dönemlerde de kabul görmeye devam etti ve Osmanlı coğrafyasında şehnâmecilik müessesesinin doğuşunu etkiledi.
Farsça tarih yazıcılığı, İlhanlı Devleti’nin yıkılışına rastlayan dönemde geçirdiği kısa bir duraklamanın ardından Timurlular devrinde yeniden canlandı. Birçok askerî başarı elde eden Timur’un zaferlerinin ve fetihlerinin kaydedilmek istenmesi bunun başlıca âmili gibi görünmektedir. Nizâmeddîn-i Şâmî’nin bu amaçla dönemin tarihini yazmakla görevlendirildiği bilinmektedir. Nizâmeddin tarafından başlatılan bu geleneği Şemsü’l-ḥüsn (Târîḫnâme) adlı eserin müellifi Tâceddîn-i Selmânî ve Ẓafernâme’sini 828 (1425) yılında Timur’un torunu Mirza İbrâhim Sultan adına kaleme alan Şerefeddin Ali Yezdî devam ettirdi. Timurlu tarihçiliği bu eserlerin yanında devrin en verimli tarihçisi Hâfız-ı Ebrû’nun şahsında daha genel bir çizgiye kavuştu. Genellikle Bel‘amî ve Reşîdüddin’in yolundan giden Hâfız-ı Ebrû, Câmiʿu’t-tevârîḫ’in sona erdiği 703 (1304) yılı ile Timur’un ortaya çıkışı arasındaki karanlık dönemi açıklığa kavuşturdu. Şâhruh adına yazdığı Ẓafernâme ile Gıyâseddin Baysungur adına yazdığı Mecmaʿu’t-tevârîḫ’te tarih kavramını ayrıntılı biçimde ele aldı ve tarih ilminin faydalarını anlattı. Hâfız-ı Ebrû’nun bu usulü daha sonra Abdürrezzâk es-Semerkandî tarafından Maṭlaʿ-ı Saʿdeyn’de devam ettirildi. İslâm dünyasının mufassal bir tarihini yazma arzusu Timurlu hâkimiyetinin sonlarına doğru Mîrhând’ın (ö. 903/1498) şahsında bir defa daha canlandı. Mîrhând’ın uzun bir çalışmadan sonra kaleme aldığı Ravżatü’ṣ-ṣafâ bir kısmı günümüze ulaşmayan eserlerden yapılan geniş aktarmalar içermektedir. Mîrhând’ın torunu Hândmîr, İran tarih yazıcılığının son büyük temsilcilerindendir. Müellif, Tâc ve Ḫulâṣatü’l-aḫbâr adlı eserlerinden sonra geniş bir İslâm tarihi niteliğindeki Ḥabîbü’s-siyer’i kaleme aldı. Çok yönlü bir tarihçi olan Hândmîr’in Hümâyunnâme ve Düstûrü’l-vüzerâʾ adlı iki biyografi eseri daha vardır. Timurlular’ın ardından İran coğrafyasında hüküm süren hânedanlardan Karakoyunlular ve Akkoyunlular devrinde önemli bir tarihçi çıkmadı. Bu dönemde Ebû Bekr-i Tihrânî’nin Kitâb-ı Diyarbekriyye ve Fazlullah b. Rûzbihân el-Huncî’nin Târîḫ-i ʿÂlemʾârâ-yı Emînî gibi eserleri, her ne kadar karanlık bir dönemin sıra dışı kaynakları olarak önem taşırsa da İlhanlı ve Timurlu devri tarihçiliğiyle karşılaştırılabilecek özelliklere sahip değildir.
Orta Asya tarih yazıcılığı, batıda Safevîler’in İran coğrafyasına hâkim olmasıyla birlikte devamı niteliğinde olduğu İran tarih yazıcılığından bâriz şekilde ayrılır. Edebî eserlerde daha Çağataylılar zamanında belirginleşmeye başlayan bu süreç, Mâverâünnehir ve Orta Asya’da Şeybânîler ve Özbekler devrinde iyice kendini gösterdi. Haydar Mirza Duğlat’ın kaleme aldığı Târîḫ-i Reşîdî ve Zeynüddin Mahmûd Vâsıfî-i Herevî’nin Bedâyiʿu’l-veḳāyiʿi XVI. yüzyılda bu coğrafyada telif edilen başlıca eserlerdir. İran tarih yazıcılığı, Safevîler’in İran coğrafyasında istikrarı tesis etmesinden sonra yeni bir canlanma içerisine girdiyse de bu gerçekte niteliksel değil sayısal bir canlanmayı ifade etmektedir. Bu dönemde Hasan-ı Rûmlû’nun kaleme aldığı Aḥsenü’t-tevârîḫ ile İskender Bey Münşî’nin Târîḫ-i ʿÂlemʾârâ-yı ʿAbbâsî adlı eseri gibi birkaç örnek bu çizginin kenarında durmaktadır. Büyük çoğunluğu bürokrat olan devrin tarihçileri, eserlerinde zaman zaman faydalı mâlûmat verseler de eleştiriden geçirmedikleri olayları genellikle söz kalabalığı arasına sıkıştırma yoluna gitmiş, bu husus Nâdir Şah Afşar ve Zend hânedanları zamanında da sürmüştür. Nâdir Şah’ın askerî faaliyetleri, onun özel münşîsi Mirza Mehdî Hân-ı Esterâbâdî tarafından 1160’ta (1747) kaleme alınan Cihângüşâ-yı Nâdirî ve 1749’da yazılan Dürre-i Nâdire ile Muhammed Kâzım-ı Mervî’nin 1757 yılında kaleme aldığı Târîḫ-i ʿÂlemʾârâ-yı Nâdirî’de geniş biçimde anlatıldı. Uzun süre Kerim Han Zend’in sarayında görev yapan Mirza Muhammed-i Kelânter’in yazdığı Rûznâme-yi Mîrzâ Muḥammed-i Kelânter-i Fârs Zend hânedanının en önemli kaynağı durumundadır. Bu eserler devrin siyasî olaylarının eleştirisinde büyük öneme sahip olsalar da hadiseleri geniş bir bakış açısından nakletme misyonundan uzaktır. XVIII. yüzyılın en dikkate değer eserleri arasında, Rüstem el-Hükemâ (Muhammed Hâşim Âsaf) tarafından 1193-1199 (1779-1785) yılları arasında yazılan ve siyasî olayların yanında sosyal, ekonomik ve idarî konuları da içeren Rüstemü’t-tevârîḫ’i zikretmek gerekir.
Kaçarlar devrinde Mirza Fazlullah Hâverî-i Şîrâzî, İ‘timâdüssaltana Muhammed Hasan Han, Adudüddevle Sultan Ahmed Mirza, Muhammed-i Sârevî, Rızâ Kulı Han Hidâyet ve Muhammed Takī Sipihr gibi müellifler tarafından genellikle sipariş üzerine kaleme alınan ve daha çok Kaçarlar dönemini konu alan çok sayıda eser yazıldı. Ancak bu eserlerden pek çoğu İskender Bey Münşî ve Mirza Mehdî Hân-ı Esterâbâdî’nin eserleri örnek alınarak hazırlandığından bunlarda önceki eserlerin olumsuz yönleri de tekrarlandı. Bununla birlikte İran tarih yazıcılığında Kaçarlar dönemi Avrupa ile temasların artması, Avrupa dillerinden yapılan tercümelerin etkisi ve 1267 (1851) yılında dârülfünunun kurulmasıyla birlikte daha tenkitçi bir tarih yazıcılığının doğuşuna şahit oldu. Bu yeni tarzın öncüleri arasında Muhammed Hasan Han İ‘timâdüssaltana, Celâleddin Mirza, İ‘tizâdüssaltana, Muhammed Takī Sipihr, Muhammed Hüseyin Fürûgī, Mütercimüssaltana ve Mirza Âgā Hân-ı Kirmânî’yi saymak mümkündür. Kaçarlar devrinde görülen dikkate değer bir gelişme de siyasî hâtırat yazımının çoğalmaya başlamasıdır. Bu türde kaleme alınan başlıca eserler arasında Abdullah Müstevfî, Emînüddevle, İhtişâmüssaltana, Hâc Seyyâh, Seyyid Ali Muhammed-i Devletâbâdî, Şeyh Hasan-ı Kerbelâî, Seyyid Hasan-ı Müderris, Nâsırülmülûk ve Şeyh İbrâhîm-i Zencânî’nin hâtıratı zikredilebilir.
Batı ile ilişkilerin iyice arttığı Rızâ Şah döneminde İran coğrafyasında klasik tarih yazıcılığı yerine modern tarihçilik görüşü ortaya çıkmış, Pehlevî dönemi İran’da modern tarihçiliğin aşamalı olarak doğuşuna şahit olmuştur. Bu devirde gerek Avrupa’da eğitim gören İranlılar’ın gerekse İran’a seyahat eden Avrupalı araştırmacıların etkisiyle, rivayetlerin gelişigüzel bir şekilde bir araya toplandığı geleneksel tarihçilik yerine kaynakların tenkidî bir şekilde kullanıldığı araştırmalar kaleme alınmıştır. Özellikle Batı dillerinden Farsça’ya yapılan tercümeler, tarih araştırmalarında geleneksel anlayışın yerine yeni metotların kullanılmasına önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. İran tarihçiliğinde bu yeni anlayışın kurucuları arasında Abbas İkbâl-i Âştiyânî, Seyyid Ahmed Kesrevî, Saîd-i Nefîsî, Hasan Pîrniyâ, İbrâhim Pûrdâvûd ve Reşîd-i Yâsemî gibi araştırmacıları saymak mümkündür. Asıl faaliyet alanları her ne kadar edebiyat ve edebiyat tarihi olsa da araştırmalarında modern usulleri kullanan ve tarihle ilgili konularda da eserler veren Mirza Muhammed Han Kazvînî, Seyyid Hasan Takīzâde, Muhammed Takī Bahâr, Müctebâ Mînovî ve Kāsım Ganî gibi araştırmacıları da bu gruba dahil etmek mümkündür. Bunlar, müstakil tetkiklerin yanında İran tarihinin pek çok ana kaynağını neşretmek suretiyle İran tarihçiliğine önemli katkılarda bulundu. Öte yandan tarihle ilgili makalelerin yayımlandığı Yâdgâr, Kâve ve Âyende gibi dergilerle asıl ilgi alanları edebiyat olduğu halde zaman zaman tarihe dair konulara da yer veren Ârmaġān, Yaġmâ, Süḫan ve Râhnemâ-yi Kitâb, XX. yüzyılın ortalarından itibaren İran’da tarih araştırmalarının gelişmesinde önemli rol oynadı. Bu dergilere sonraki yıllarda Ferheng-i Îrân-zemîn (1954-) ve Berresîhâ-yi Târîḫî (1966-1979) gibi yenileri eklendi. 1960 ve 1970’li yıllarda kurulan Encümen-i Âsâr-ı Millî, Büngâh-i Tercüme ve Neşr-i Kitâb ve Büngâh-i Ferheng-i Îrân gibi resmî kurumların yayınları da tarih araştırmalarının gelişmesine yardımcı oldu.
XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupa ile temasların daha da artması ve başta Tahran olmak üzere büyük şehirlerde kurulan üniversite ve araştırma merkezlerinde oluşan ilmî atmosfer tarih araştırmalarının sayısının çoğalmasını sağladı. Bu dönemin önde gelen isimleri arasında Abdülhüseyin Zerrînkûb, Muhammed Cevâd Meşkûr, Ferîdun Âdemiyyet, Cemâl Türâbî Tabâtabâî, Abdülhâdî Hâirî, Abbas Zeryâb Hûyî, Muhammed İbrâhim Bâstânî Pârîzî, Abdülhüseyin Nevâî, Menûçihr-i Murtazavî ve Îrec Efşâr gibi araştırmacıları saymak mümkündür. Çalışma alanları edebiyat, kültür tarihi, yazmalar ve metin neşri gibi konular olsa da tarih araştırmalarına sağladıkları katkılardan dolayı Zebîhullah Safâ, Muhammed Takī Dânişpejûh, Seyyid Ca‘fer-i Şehîdî, Muhammed Emîn Riyâhî, Menûçihr-i Sütûde ve İhsan Yârşâtır gibi araştırmacılar da bu listeye dahil edilebilir.
BİBLİYOGRAFYA
Historians of the Middle East (ed. B. Lewis – P. M. Holt), London 1962, s. 126-151.
F. Tauer, “Hāfiz-i Abrū sur l’historiographie”, Mélanges d’orientalisme offerts à Henri Massé, Téhéran 1963, s. 10-25.
a.mlf., “Timurlular Devrinde Tarihçilik” (trc. Ahmet Ateş), TTK Belleten, XXIX/130 (1965), s. 49-69.
Hacı Hüseyn-i Nahcivânî, “Ẓafer-nâmehâ”, Çihil Maḳāle (nşr. Yûsuf Hâdim Hâşimîneseb), Tebriz 1343/1964, s. 117-134.
Storey, Persian Literature, I/1-2, tür.yer.
Affân Selçûk, Naḳd u Berresî-yi Menâbiʿ-i Târîḫ-i Selçûḳıyân-i ʿArabî u Fârsî (doktora tezi, 1349 hş./1970), Tahran Üniversitesi Edebiyat Fakültesi (Kütüphane nr. 955/052, N632S, P. D.).
K. A. Luther, “Bayhaqi and the Later Seljuq Historians: Some Comparative Remarks”, Yâdnâme-yi Ebü’l-Fażl-i Beyhaḳī, Meşhed 1350 hş., s. 14-33.
a.mlf., “The Saljuqnamah and the Jami‘ al-tawarikh”, Mecmûʿa-i Ḫiṭâbehâ-yi Taḥḳīḳī der Bâre-i Reşîdüddîn Fażlullāh-ı Hemedânî (nşr. Seyyid Hüseyin Nasr v.dğr.), Tahran 1350 hş., s. 26-35.
a.mlf., “A New Source for the History of the Iraq Seljuqs: The Tarikh al-Vuzara”, Isl., XLV/1-2 (1969), s. 117-128.
Pervîz Ezkâî, Târîḫnigârânân-ı Îrân, Tahran 1373/1994, I.
G. Lazard, “The Rise of the New Persian Language”, CHIr., IV, 595-632.
M. R. Waldman, Toward a Theory of Historical Narrative: A Case Study in Perso-Islamicate Historiography, Columbus 1980, tür.yer.
Menûçihr-i Murtazavî, Mesâʾil-i ʿAhd-i İlḫânân, Tahran 1370/1991, s. 380-381, 405-544, 590-625.
A. K. S. Lambton, “Persian Local Histories: The Tradition Behind Them and the Assumptions of Their Authors”, Yād-Nāma in Memoria di Alessandro Bausani, Roma 1991, I, 227-238.
a.mlf., “Taʾrīk̲h̲”, EI2 (İng.), X, 286-291.
Ahmed-i Münzevî, Fihrist-vâre-i Kitâbhâ-yi Fârsî, Tahran 1374-82 hş., I-VIII, tür.yer.
Sâdık Âyinevend, ʿİlm-i Târîḫ der Gostere-yi Temeddün-i İslâmî, Tahran 1377/1998, I-II, tür.yer.
Ch. Melville, “Ḥamd Allāh Mustawfī’s Ẓafarnāmah and the Historiography of the Late Ilkhanid Period”, Iran and Iranian Studies: Essays in Honor of Iraj Afshar (ed. Kambiz Eslami), Princeton 1998, s. 1-12.
a.mlf., “Jāmeʿ al-Tawārik”, EIr., XIV, 462-468.
J. S. Meisami, Persian Historiography to the End of the Twelfth Century, Edinburgh 1999, tür.yer.
a.mlf., “Why Write History in Persian? Historical Writing in the Samanid Period”, Studies in Honour of Clifford Edmund Bosworth (ed. C. Hillenbrand), Leiden 2000, II, 348-374.
a.mlf., “Rulers and the Writing of History”, Writers and Rulers: Perspectives on Their Relationship from Abbasid to Safavid Times (ed. B. Gruendler – L. Marlow), Wiesbaden 2004, s. 73-95.
B. G. Fragner, “Wem gehört die Stadt? Raumkonzepte in einer Chronik der Seldschukenzeit”, Erzählter Raum in Literaturen der islamischen Welt (ed. R. Haag-Hguchi – Christian Szyska), Wiesbaden 2001, s. 95-111.
Cihânbahş Sevâkib, Târîḫnigârî-yi ʿAṣr-i Ṣafevî, Tahran 1380/2001.
Stephan Conermann, Historiographie als Sinnstiftung: Indo-persische Geschichtsschreibung während der Mogulzeit (932-1118/1516-1707), Wiesbaden 2002, tür.yer.
Hasan Şâyegân, İḳbâl ve Târîḫnigârî der Bâre-i ʿAbbâs İḳbâl-i Âştiyânî, Tahran 1383/2004 s. 139-173.
W. Hinz, “Timurîler Tarihi Hakkında Menba Tetkiki” (trc. M. Altay Köymen), TTK Belleten, VI/21-22 (1942), s. 85-120.
Bâstânî-yi Pârîzî, “Menâbiʿ ve Meʾaḫiẕ-i Târîḫ-i Kirmân”, Mecelle-i Dânişkede-i Edebiyyât, IX/1, Tahran 1340/1961, s. 94-142.
B. Spuler, “Die historische geographische Literatur in persischer Sprache”, HOr., I (1968), s. 100-167.
Hânbâbâ Beyânî, “Ḥâfıẓ-ı Ebrû ve Ḥaḳīḳat u Fevâʾid-i ʿİlm-i Târîḫ ez-Naẓar-ı vey”, Berresîhâ-yi Târîḫî, V/4, Tahran 1349 hş., s. 233-254.
J. E. Woods, “The Rise of Timurid Historiography”, JNES, XLVI/2 (1987), s. 81-108.
E. L. Daniel, “Manuscripts and Editions of Bal‘ami’s Tarjamah-i Tarikh-i Tabari”, JRAS (1990), s. 282-321.
S. Shimo, “Ghâzân Khan and the Ta’rîkh-i Ghâzânî -Concerning its Relationship to the ‘Mongol History’ of the Jâmi‘ al-Tawârîkh-”, Memoirs of the Research Department of the Toyo Bunko, sy. 54, Tokyo 1996, s. 93-110.
H. A. R. Gibb, “Tarih”, İA, XI, 793-797.
Ya‘kūb Âjend v.dğr., “Târîḫ/Târîhnigârî”, Dânişnâme-i Cihân-ı İslâm, Tahran 1380/2002, VI, 95-185.
Sâdık Seccâdî – Murtazâ Rezmârâ, “Târîḫnigârî”, DMBİ, XIV, 302-322.
Elton Daniel v.dğr., “Historiography, I-XIV”, EIr., XII, 323-411.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 54-58 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Hindistan. Tarih yazıcılığının Hindistan’da müslümanlar tarafından başlatıldığı söylenir. Ancak IV. yüzyıla ve daha sonraki yüzyıllara ait “praşati” denilen yazıtlarla VII. yüzyılda yaşamış Bâna’nın Harşaçarita’sı ve XII. yüzyılın ünlü tarihçisi Kalhana’nın (Kalhan) Racatarangini’si (Raj Tarangani) gibi örneklerden Hindistan’da İslâm öncesinde tarih yazıcılığının mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Racatarangini Keşmir tarihi, Harşaçarita Kuzey Hindistan’da yarım yüzyıldan fazla hüküm süren Raca Harşa’nın (590-657) manzum biyografisidir. Sanskritçe yazılan bu kitapların Hindistan’daki İslâm tarih yazıcılığını etkilediği söylenemez. Hindistanlı müslüman tarihçiler çoğunlukla İslâm tarihçiliğinin genel tarih, menâkıb, siyâsetnâme, şehnâme, bölge tarihi gibi klasik türlerini kullanmışlar ve İran edebiyatının etkisiyle eserlerini daha çok Farsça kaleme almışlardır. Hindistan’daki müslüman tarih yazıcılığının ilk örnekleri ülkede Türk hâkimiyetinin başladığı VII. (XIII.) yüzyıldan itibaren görülür. VII. yüzyılın ilk çeyreğinde vefat eden Fahreddin Mübârek Şah’ın Şecere-i Ensâb-ı Mübârek Şâh ile Âdâbü’l-ḥarb ve’ş-şecâʿa adlı eserleri bunlar arasında zikredilebilir. Mukaddimesinde Gurlular’ın Hindistan’daki ilk haleflerinden bahsedilen Şecere-i Ensâb, özellikle Delhi Sultanı Kutbüddin Aybeg’in 1192-1206 yılları arasında yaptığı fetihler, 1206’da Lahor’da Delhi Sultanlığı’nı kurması ve şahsiyetine dair bilgiler içerir. Âdâbü’l-ḥarb ve’ş-şecâʿa ise hükümdarlara savaş sanatını anlatmak amacıyla yazılmıştır. Hem bir siyâsetnâme hem de bir askerî strateji kitabı özelliğini taşıyan eser askerî tarih için önemli bir kaynak sayılır. Hindistan’daki İslâm tarih yazıcılığının ilk örneklerinden biri, aslı Arapça olup günümüze Ali b. Hamîd el-Kûfî’nin yaklaşık 613’te (1216) yaptığı Farsça çevirisi ulaşan Çaçnâme’dir. Bu anonim eserin birinci bölümü Sind’de hüküm süren Brahman Çaça hânedanının tarihi, ikinci bölümü 92-95 (710-714) yılları arasında Araplar’ın Sind bölgesini fethi hakkındadır. Avfî’nin Delhi Sultanı İltutmış’ın veziri Nizâmülmülk Muhammed b. Ebû Sa‘d el-Cüneydî’ye sunduğu Cevâmiʿu’l-ḥikâyât ve levâmiʿu’r-rivâyât’ta Gazneli sultanlarıyla ilgili başka kaynaklarda yer almayan çok ilginç anekdotlar bulunmaktadır. Avfî’nin ikinci önemli eseri Lübâbü’l-elbâb Farsça en eski şuara tezkiresidir ve Aynülmülk Fahreddin Hüseyin’e ithaf edilmiştir.
Hindistan’da tarih yazıcılığı geleneği gerçek anlamda Hasan Nizâmî’nin, Delhi Sultanlığı’nın kuruluş dönemini oluşturan Kutbüddin Aybeg (1206-1210) ve Şemseddin İltutmış (1211-1236) devirlerinin siyasal, sosyal ve kültürel tarihine dair bilgi verdiği Tâcü’l-meʾâs̱ir’i ile başlar. Hindistan’da müslüman-Türk idaresinin kuruluşuna bizzat şahit olan Hasan Nizâmî eserinde edebî ve sanatlı bir üslûp kullanmıştır. Tâcü’l-meʾâs̱ir İngilizce’ye çevrilmişse de (Tajud Din Hasan Nizami’s-Tajul Maʾathir, The Crown of Glorious Deeds, B. Saroop, New Delhi 1998) tenkitli neşri henüz yapılmamıştır. Minhâc-ı Sirâc el-Cûzcânî’nin Ṭabaḳāt-ı Nâṣırî’si VII. (XIII.) yüzyıl Hindistan tarihinin en önemli kaynaklarındandır. Delhi Memlük Sultanı I. Nâsırüddin Mahmud Şah’a sunulan eserde Hz. Âdem’den başlayarak Cûzcânî’nin yaşadığı zamana kadar cereyan eden olaylar anlatılmakta olup Gurlular ve 1260 yılına kadar Delhi Sultanlığı tarihi hakkında birinci elden kaynak durumundadır. Bengal ve Bihâr’da müslüman-Türk hâkimiyetinin kuruluşu ve Moğollar’a dair çağdaş kaynaklarda yer almayan bilgiler içeren eserde Delhi Sultanı İltutmış’ın Memlük kökenli emîrlerinin biyografisinin de verilmesi Ṭabaḳāt-ı Nâṣırî’nin değerini daha da arttırmaktadır. Eser yayımlanmış ve İngilizce’ye tercüme edilmiştir. Türk asıllı şair, tarihçi ve mutasavvıf Emîr Hüsrev Dihlevî’nin edebî bir üslûpla kaleme aldığı Ḫazâʾinü’l-fütûḥ’u (Târîḫ-i ʿAlâʾî), Delhi Sultanı Alâeddin Halacî’nin Hindistan racalıkları üzerine 1296-1311 yılları arasında düzenlediği seferler ve fetihleri hakkında geniş bilgi içeren tek kaynaktır. Emîr Hüsrev Ḳırânü’s-saʿdeyn, Miftâḥu’l-fütûḥ, Deval (Düvel) Rani ve Ḫıżır Ḫân, Nüh Sipihr, Tuġluḳnâme adındaki mesnevilerinde Delhi Halacîleri dönemi (1290-1320) olaylarıyla ilgili çok değerli bilgiler verir. Muhammed Sadr Ahmed Hasan, bir Hindu hikâyesinden derlediği Besâtînü’l-üns’te Gıyâseddin Tuğluk Şah devriyle oğlu Muhammed Şah’ın saltanatının ilk günlerini anlatır.
Ortaçağ Hindistan tarihinin en ünlü isimlerinden Ziyâeddin Berenî’nin Ṭabaḳāt-ı Nâṣırî’ye zeyil olarak yazdığı Târîḫ-i Fîrûz Şâhî, Gıyâseddin Balaban’ın tahta çıkışından (664/1266) Fîrûz Şah Tuğluk’un saltanatının altıncı yılına (758/1357) kadar meydana gelen olaylar, idarî, iktisadî ve sosyal gelişmeler, askerî ve idarî düzenlemeler hakkında ayrıntılı bilgi içerir. Tarih ilmiyle hadis ilmi arasında sıkı bir münasebet kuran ve tarihçilerin de hadisçiler gibi çok titiz davranması gerektiğini söyleyen Berenî, kaydettiği hadiselerin birçoğunun görgü tanığıdır. Bazı olayların perde arkasındaki sebeplerini açıklaması, çağdaş eserlerde bulunmayan bilgiler aktarması Berenî’ye Hindistan tarihçileri arasında seçkin bir yer kazandırmıştır. Akıcı ve sade bir üslûpla yazılan Târîḫ-i Fîrûz Şâhî sonraki Hindistan tarihçilerine kaynak teşkil etmiştir. Berenî’nin hükümdarlara öğütler vermek amacıyla yazdığı Fetâvâ-yı Cihândârî ise daha çok teşkilât tarihi konusunda yararlanılan bir eserdir. Abdülmelik İsâmî’nin 751’de (1350) tamamladığı Fütûḥu’s-selâṭîn adlı Farsça manzum tarihi Gazneli Mahmud’la başlar ve Delhi sultanlarının ardından Behmenîler Devleti’nin kuruluşuna kadar gelir (1347). Abdülhamîd Gaznevî tarafından 760’ta (1359) tamamlanan Düstûrü’l-elbâb fî ʿilmi’l-ḥisâb Delhi Sultanlığı’nın maliye teşkilâtı açısından önemli bir kaynaktır. 1370’te yazılan anonim Sîret-i Fîrûz Şâhî, Delhi Sultanı Fîrûz Şah Tuğluk’un tahta çıkışından (1351) Tette (Tatta) seferine (767/1365-66) kadar gelir. Eserde ayrıca Fîrûz Şah’ın âdil idaresinden, imar faaliyetleri ve yaptırdığı rasathânelerle devrin savaş aletlerinden bahsedilir. Şemseddîn-i Sirâc Afîf’in 1398’den sonra yazdığı Târîḫ-i Fîrûz Şâhî’de de Fîrûz Şah Tuğluk’un siyasî ve askerî başarıları, yeni kurduğu müesseseler, imar çalışmaları, devrinin tanınmış devlet adamları hakkında bilgilere yer verilmiştir. Eserde süslü ve edebî anlatım ön planda tutulmuş, kronoloji zaman zaman ihmal edilmiştir. VIII. (XIV.) yüzyıl şairlerinden Bedr-i Çâç’ın Ḳaṣâʾid ve Aynülmülk Abdullah b. Mahrû’nun İnşâ-yı Mâhrû adlı edebî eserleri, Delhi sultanları Muhammed Şah Tuğluk ve Fîrûz Şah Tuğluk devri olaylarına dair bilgi içerir. Fîrûz Şah Tuğluk’un bizzat kaleme aldığı Fütûḥât-ı Fîrûz Şâhî’de kendi yaptığı düzenlemeler, hayır ve bayındırlık işleri hakkında kısa bilgiler bulunmaktadır. Muhammed Bihâmidhânî’nin 842’de (1438-39) tamamlanan Târîḫ-i Muḥammedî’si genel bir İslâm tarihidir. Yahyâ b. Ahmed Sirhindî’nin Târîḫ-i Mübârek Şâhî adlı eseri Delhi Sultanlığı tarihinin önemli kaynaklarından biridir. Gurlular’dan Muizzüddin Muhammed dönemindeki Hindistan seferleriyle başlayıp 1434 yılına kadar gelen eserde 817’ye (1414) kadarki hadiseler için Cûzcânî, Berenî ve Emîr Hüsrev’in eserleri kaynak olarak kullanılmıştır. Müellifin tanıklık ettiği 1414-1434 arasındaki olaylarla ilgili anlattıkları birinci elden kaynak niteliğindedir.
Delhi Sultanlığı’nın VIII. (XIV.) yüzyılın ikinci yarısından itibaren zayıflaması üzerine merkezden uzak eyaletlerde mahallî hânedanlar kurulmaya başlanmış, IX. (XV.) yüzyıldan itibaren birçok mahallî hânedan veya bölge tarihi yazılmıştır. Bunlardan anonim Târîḫ-i Muẓafferşâhî ve Zamîme-i Meʾâs̱ir-i Maḥmûdşâhî, Gucerât sultanları ve Şihâb Hakîm’in (Ali b. Mahmûd el-Kirmânî) 906’dan (1500) önce tamamladığı Meʾâs̱ir-i Maḥmûdşâhî’si Mâlvâ sultanları hakkındadır. Mîr Muhammed Ma‘sûm Nâmî’nin Târîḫ-i Maʿṣûmî adlı eseri 1339-1510 yılları arasında hüküm süren Sumera ve Sama hânedanlarıyla ilgili bir Sind tarihidir. İskender b. Muhammed Mancû’nun Mirʾât-ı İskenderî’si 1403’ten 1591’e kadar, Ali Muhammed Han Bahadur’un Mirʾât-ı Aḥmedî’si İlkçağ’lardan 1761’e kadar gelen Gucerât tarihidir. Ali b. Azîzullah Tabâtabâî’nin Burhân-ı Meʾâs̱ir adlı eseri 1004 (1596) yılına kadar ulaşan Behmenî ve Nizamşâhî hânedanları tarihidir. Gulâm Hüseyin Selîm Zeydpûrî’nin 1202’de (1787-88) tamamladığı Riyâżü’s-selâṭîn’i ile el-Hâc ed-Debîr’in Arapça Ẓaferü’l-vâlih’i XVII. yüzyıl Bengal genel tarihi hakkındadır. Rızkullah Müştâkī’nin Vâḳıʿât-ı Müştâḳī’si Lûdîler dönemine dair (1451-1526) bilgi verir. Yine Lûdîler ve Sûrîler’den (1540-1555) bahseden Abbâs-ı Servânî’nin Tuḥfe-i Ekberşâhî’si, Ahmed Yâdgâr’ın Târîḫ-i Selâṭîn-i Efâġine’si (Târîḫ-i Şâhî), Abdullah’ın Târîḫ-i Dâvûdî’si ve Hâce Ni‘metullah b. Habîbullah’ın Târîḫ-i Ḫân-ı Cihân ve Maḫzen-i Afġānî’si Hindistan’da idarenin Bâbürlüler’e geçiş sürecindeki olaylar hakkında bilgiler içerir.
Bâbürlüler’in kurulmasıyla birlikte (932/1526) Hindistan’da tarih yazıcılığında yeni bir dönem başlar. Hint-İran geleneği ve Herat okulu, bizzat Bâbürlü hükümdarları tarafından oluşturulan gelenekle birleştirilerek yeni bir Hint tarih yazıcılığının doğması sağlanır. Bu hânedanın kurucusu, edip ve şair Bâbür, Çağatayca kaleme aldığı ünlü hâtıratı Bâbürnâme’yi Hindistan’da tamamlamıştır. Özellikle eserin son bölümlerinde Bâbür’ün Hindistan’ı istilâsına ve bu ülkede dört yıllık saltanatı sırasındaki siyasal, sosyal, ekonomik ve tarımsal hayata dair çok ilgi çekici bilgiler bulunmaktadır. Bâbürnâme Reşit Rahmeti Arat tarafından günümüz Türkçe’sine çevrilmiştir (I-II, Ankara 1943-1946). Bâbür’ün teyzesinin oğlu olan Haydar Mirza Duğlat Kâşgar hanlarından Abdürreşîd’e ithaf ettiği Târîḫ-i Reşîdî’de Bâbür ve Hümâyun devri olaylarından bahseder. Eser özellikle Hümâyun dönemi hakkında verilen bilgiler bakımından önemlidir. Bâbür’ün kızı Gülbeden Begüm’ün Hümâyûnnâme’sinde XVI. yüzyıl Bâbürlü saray hayatı ve âdetleri, protokol kuralları, düğünler ve diğer eğlenceler, haremde bulunan kadınlar ayrıntılı biçimde anlatılmaktadır. Hümâyunnâme, Abdürrab Yelgar-Eymen Manyas tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir (Ankara 1944). Ayrıca Bâbürlü sarayında görev yapan Bayezid Bey’in Târîḫ-i Hümâyûn ve Cevher Bey’in Teẕkiretü’l-vâḳıʿât adlı eserleri vardır.
Ekber Şah’ın veziri Ebü’l-Fazl el-Allâmî’nin 1590’da yazmaya başladığı Ekbernâme adlı üç ciltlik eser (Leknev 1867) resmî tarih yazıcılığının en güzel örneklerindendir. Birinci cilt Timurlular’ın, Bâbür, Hümâyun ve Sûrîler’in, II. cilt Ekber Şah’ın saltanatının 46. yılına kadar gelen olayların ayrıntılı tarihidir. Âyîn-i Ekberî adıyla tanınan III. cilt ise devlet teşkilâtı, kurumlar, hükümdarlık sembolleri, saray âdetleriyle Ekber Şah’ın yaptığı düzenlemelere ayrılmıştır. Müellifin dinî taassuptan uzak kalarak Hint kültürünü Hindu ve müslüman geleneklerinin sentezi diye nitelemesi o dönem için oldukça dikkat çekicidir. Ekber Şah devrinde üst düzey görevlerde bulunan Nizâmeddin Ahmed Herevî’nin 1002 (1593-94) yılında tamamladığı Ṭabaḳāt-ı Ekberî (Leknev 1870, 1875) Hint müslümanlarına dair ilk genel tarih kabul edilir. Gazneliler hânedanının kurucusu Sebük Tegin’in savaşlarıyla başlayıp Ekber Şah’ın 38. saltanat yılına (1594) kadar gelen eser, Ekber Şah dönemi için olduğu kadar Hindistan’ın çeşitli bölgelerinde kurulan mahallî hânedanların tarihleri için de önemli bir kaynaktır. Eser İngilizce’ye (I-III, Kalküta 1913-1936) ve Arapça’ya (I-III, Kahire 1995) çevrilmiştir. Yine aynı dönemin tarihçilerinden Abdülkādir el-Bedâûnî’nin Sebük Tegin zamanından (366/977) 1004 (1596) yılına kadar Hint müslümanları tarihinden bahseden Münteḫabü’t-tevârîḫ (Târîḫ-i Bedâʾûnî) adlı Farsça eseri (I-II, Calcutta 1864-1869) büyük ölçüde Ṭabaḳāt-ı Ekberî’ye dayanmakla birlikte içerik yönünden daha geniştir. Bedâûnî eserinde Ekber Şah’ın dinî reformlarını şiddetle eleştirir. Ekber Şah’ın hicretin bininci yılı münasebetiyle aralarında Abdülkādir el-Bedâûnî, Ebü’l-Fazl el-Allâmî, Nakîb Han, Ca‘fer Bey ve Ahmed Tettevî’nin de bulunduğu yedi kişilik bir heyete yazdırdığı Târîḫ-i Elfî 1000 (1592) yılına kadar gelen bir İslâm tarihidir.
Firişte’nin Gülşen-i İbrâhîmî (Târîḫ-i Firişte) (Bombay-Poona 1831-1832) adlı eseri, Gazneliler’den başlayıp XVII. yüzyılın başlarına kadar Hindistan’da hüküm süren hemen bütün devletlerin tarihini ihtiva etmektedir. Eser, kronolojik bakımdan ve coğrafî açıdan birçok eksikliğine rağmen asılları kaybolmuş kaynaklardan alıntılar içermesi yönünden değerlidir. Abdülhak b. Seyfeddin ed-Dihlevî’nin et-Târîḫu’l-Ḥaḳḳī’si Hindistan’da İslâm’ın yayılışından X. (XVI.) yüzyıla kadar geçen dönemi içine alırken Ẕikrü’l-mülûk adlı eseri Gurlular’dan Muizzüddin Muhammed’le başlayarak Ekber Şah devrine kadar, onun oğlu Nûrülhak tarafından yazılan Zübdetü’t-tevârîḫ ise Cihangir dönemine kadar (1605-1627) gelen olayları anlatmaktadır. Cihangir’in hâtıraları Tüzük-i Cihângîrî (Cihângîrnâme) adlı kitapta toplanmıştır. Eserin 1030 (1621) yılına kadar cereyan eden olayları anlatan kısmı Cihangir’in kaleminden çıkmış, sonraki iki yılın olayları Cihangir’in emriyle Mu‘temed Han tarafından yazılmıştır. Cihangir’in ölümü ve şehzade kavgalarına dair son kısım (Tetimme-i Vâḳıʿât-ı Cihângîrî) Mirza Muhammed Hâdî Han’a aittir (metniyle birlikte Aligarh 1863-1864; Leknev 1914). Mu‘temed Han’ın İḳbâlnâme-i Cihângîrî’sinde Ekber Şah’ın atalarının tarihinden, Ekber Şah ve Cihangir döneminden bahsedilir (Calcutta 1865; Leknev 1870; Allahâbâd 1931).
Bâbürlü Hükümdarı Şah Cihan devrinde (1628-1657) resmî tarih yazıcılığı tekrar ön plana çıkmıştır. Bu tarihlerden ilki, Şah Cihan’ın kâtibi ve tarihçisi Muhammed Emîn Kazvînî’nin Pâdişâhnâme adlı eseridir. Resmî kayıtlara dayanan eser Şah Cihan devrinin ilk on yılını kapsar. Şah Cihan daha sonra Abdülhamîd Lâhûrî’ye bu on yılın tarihini yeniden yazdırmıştır. Lâhûrî on yıla sonraki on yılın tarihini de eklemiş ve eserine Pâdişâhnâme adını vermiştir (I-II, Calcutta 1866-1872). Lâhûrî’nin öğrencisi Muhammed Vâris bu esere on yıllık dönemi içeren bir zeyil yazmış olup eser Şah Cihan dönemiyle ilgili geniş bilgi veren değerli bir kaynaktır. Tâhir İnâyet Han’ın Şâhcihânnâme’siyle Muhammed Sâlih Kenbû’nun ʿAmel-i Ṣâliḥ (Şâhcihânnâme) adlı eseri de Şah Cihan devrinin önemli tarih kaynaklarındandır. Muhammed Ma‘sûm b. Hasan’ın 1070’te (1659-60) tamamladığı Târîḫ-i Şâh Şücâʿî Şah Cihan’ın oğulları arasındaki taht kavgaları hakkında önemli bilgiler içerir. Şah Cihan’ın tarihçilerinden Muhammed Emîn’in oğlu Münşî Mirza Muhammed Kâzım’ın ʿÂlemgîrnâme adlı kitabı (Calcutta 1865-1873) Evrengzîb’in 1068 (1657) yılında Evrengâbâd’a gidişiyle başlar, 1078 (1667) yılına kadar gelen olaylar hakkında ayrıntılı bilgi verir. Evrengzîb’in 1668’den sonra muhtemelen devlet harcamalarını kısmak amacıyla resmî tarih yazıcılığını kaldırması üzerine eser yarım kalmıştır. Bâbürlüler devrinde kaleme alınan resmî tarih kitapları arşiv kayıtları ve resmî belgelere dayandığı için olaylar ve kronolojileri açısından doğru bilgiler verir.
Evrengzîb’in resmî tarih yazıcılığına son vermesinin ardından Hindistan’da tarih yazıcılığında yeni bir dönem başlar. Bu dönemde kaleme alınan kitaplar arasında en dikkat çekeni Ebü’l-Fazl Ma‘mûrî’nin adı tesbit edilemeyen tarihidir. Tamamına yakını Hâfî Han’ın Münteḫabü’l-lübâb’ı içinde yer alan eser 1723’e kadar meydana gelen olaylar için ana kaynak durumundadır. Eserin bazı cilt ve bölümleri yayımlanmıştır (II, Calcutta 1860-1874; III, 1909-1925). Muhammed Müstaid Han’ın Meʾâs̱ir-i ʿÂlemgîrî’si (Calcutta 1870-1873; Agra 1873) Evrengzîb döneminin tarihidir. Rüstem Ali b. Muhammed Şâhâbâdî’nin Târîḫ-i Hindî adlı eserinde Evrengzîb’den sonra tahta çıkan Bâbürlü hükümdarlarından Muhammed Şah’ın 23. saltanat yılına kadarki olaylar anlatılır. Muhammed Şâfiî Tahrânî’nin Târîḫ-i Muḥammedşâhî’si Bâbür zamanından başlarsa da Evrengzîb’in ölümünden 1739’a kadar gelen son kısmı önemlidir. Yine XVIII. yüzyılda telif edilen tarih kitaplarından Abdülkerîm-i Keşmîrî’nin Beyân-ı Vâḳıʿı ile (Nâdirnâme) anonim Târîḫ-i Aḥmed Şâh, Muhammed Şah ve Ahmed Şah dönemleri hakkında bilgi içermektedir. Bir başka anonim eser olan Târîḫ-i ʿÂlemgîr-i S̱ânî, II. Âlemgîr dönemi (1754-1760) hakkındadır. 1191’den (1777) önce yazılan anonim Târîḫ-i Şivaci’de Maharaca Şivaci’nin hayatı anlatılırken Dekken’de meydana gelen olaylarla ilgili bilgi verilmektedir. XVIII. yüzyılda kaleme alınan tarihlerin belki de en önemlisi Gulâm Hüseyin Han Tabâtabâî’nin Siyerü’l-müteʾaḫḫirîn adlı kitabıdır (Calcutta 1248/1833, 1836; Lucknow 1282/1866). Eser Evrengzîb’in ölümünden (1707) başlayıp 1196 (1782) yılına kadar gelir. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi’nin faaliyetleri hakkında bilgi veren eserde İngiliz yönetimine şiddetli eleştiriler yöneltilmektedir. Evrengzîb dönemi aynı zamanda eserlerini Farsça yazan Hintli tarihçilerin ortaya çıktığı dönemdir. Hintli bir kumandan olan Bhîm Sen’in Nüsḫa-i Dilgüşâ adlı kitabı (1120/1708) tarih ve hâtırat karışımı bir eserdir. Sucân Ray Bhandâri’nin 1107’de (1695-96) tamamladığı Ḫulâṣatü’t-tevârîḫ İlkçağ’lardan Evrengzîb’in tahta çıkışına kadar gelen bir Hindistan tarihidir (Delhi 1918). Hindistan’da İngilizler’in himayesinde bazı tarih kitapları yazılmıştır. Gulâm Ali Han’ın ʿİmâdü’s-saʿâdet’i Eved bölgesinin tarihinden bahseder (Lucknow 1864). Laçmi Narayan Şefîk’in Bisâṭu’l-ġanâʾim adlı eserinde 1174 (1761) yılına kadar Maratalar’ın tarihi anlatılır. İşvardas Nagar’ın Fütûḥât-ı ʿÂlemgîrî’si Evrengzîb dönemiyle ilgilidir.
Hindistan’da biyografi türünün ilk örneği, Cûzcânî’nin Ṭabaḳāt-ı Nâṣırî’sinin son kısmında yer alan yirmi beş Şemsî melikinin hayat hikâyesinin yer aldığı bölümdür. Ancak meşhur kişilerin biyografilerini yazma geleneği Bâbürlüler’le birlikte başlar. Cihangir devrinde Ni‘metullah b. Habîbullah, Hân-ı Cihân Lûdî’nin hayatını anlatan Târîḫ-i Ḫân-ı Cihân’ı, Abdülbâkī-yi Nihâvendî, Abdürrahîm Hân-ı Hânân’ın biyografisiyle ilgili Meʾâs̱ir-i Raḥîmî’yi kaleme almıştır (Calcutta 1910-1931). Bâbürlü dönemi ileri gelenleri hakkında hacimli biyografi sözlüklerinin yazılmasına doğru ilk adım, Şeyh Ferîd Bakkarî’nin telif ettiği Ẕaḫîretü’l-ḫavânîn adlı eseriyle atılmıştır. Muhammed Sâdık’ın Ṭabaḳāt-ı Şâhcihânî’si âlim, şeyh ve şairlere dair önemli bir kitaptır. Keval Ram’ın Teẕkiretü’l-ümerâʾ adlı eseri mektup koleksiyonlarına dayanılarak kaleme alınmıştır. Samsâmüddevle Şahnevâz Han, Âzâd-ı Bilgrâmî ve Abdülhayy’in 1194’te (1780) tamamladıkları Meʾâs̱irü’l-ümerâʾ 730’dan fazla biyografi içerir (I-III, Calcutta 1888-1891). Evliya biyografilerine dair ilk eser Mîrhord’un 790’dan (1388) sonra tamamladığı Siyerü’l-evliyâʾdır. Eserde Muînüddin Hasan el-Çiştî’den itibaren müellifin yaşadığı döneme kadar Hindistan’da yaşayan Çiştî şeyhlerinin biyografisi ayrıntılı biçimde verilmektedir (Delhi 1885). Aynı tarzda diğer bir eser Şeyh Cemâlî’nin on dört Çiştî velîsi hakkında yazdığı Siyerü’l-ʿârifîn’dir (Delhi 1893). Hindistan’da telif edilen ilk evliya tezkiresi Abdülhak b. Seyfeddin ed-Dihlevî’nin 999’da (1591) tamamladığı Aḫbârü’l-aḫyâr’ıdır (Delhi 1865, 1891, 1914). Gavsî Şattârî’nin 1022 (1613) tarihli Gülzâr-ı Ebrâr’ı XIII-XVII. yüzyıllar arasında yaşayan evliyanın biyografilerine dair yoğun dikkat ve çaba harcanarak meydana getirilen bir çalışmadır. Şuarâ tezkirelerinin ilk örneği Avfî’nin (ö. 629/1232 [?]) Lübâbü’l-elbâb, ilk büyük çalışma Alâüddevle Kâmî’nin 973’te (1565-66) kaleme aldığı Nefâʾisü’l-meʾâs̱ir’dir. XVII. yüzyılda yazılan Şîr Han Lûdî’nin Mirʾâtü’l-ḫayâl, XVIII. yüzyılda Brindâbandas’ın Sefîne-i Ḫoşgû, Âzâd-ı Bilgrâmî’nin Serv-i Âzâd ve Lutf Ali Beg’in Âteşkede adlı eserleri tanınmış şuarâ tezkirelerindendir. Mirza Muhammed’in 1776’da tamamladığı Târîḫ-i Muḥammedî’sinde meşhur kişilerin biyografileri ölüm tarihlerine göre sırayla verilmektedir. Muhammed Hüseyin Âzâd’ın XIX. yüzyılda kaleme aldığı Âb-ı Ḥayât adlı kitabı ise Urdu dili ve edebiyatıyla ilgili bir antolojidir.
Hindistan’da modern tarih yazıcılığı XIX. yüzyılda başlamıştır. Seyyid Ahmed Han’ın Delhi’deki mimari eserler hakkında 1847’de kaleme aldığı Urduca Âs̱ârü’ṣ-ṣanâdîd adlı eser sanat tarihi açısından çok önemlidir. Seyyid Ahmed Han’ın arkadaşlarından Zekâullah modern araştırmalara dayanan Urduca ilk Hindistan tarihini yazmıştır. Eser 1316’da (1898) yayımlanmıştır. XIX. yüzyılda özellikle Asiatic Society of Bengal’in önderliğinde yoğun bir neşir çalışması yapılarak Delhi Sultanlığı ve Bâbürlüler devrinin ana kaynakları yayımlanmaya başlanmıştır. Modern tarih araştırmaları XX. yüzyıl boyunca sürmüştür. Hindistan, Pakistan ve Bengladeşli tarihçiler eserlerini daha çok İngilizce kaleme aldıkları değerli çalışmalar meydana getirmişlerdir. Muhammed Habîb, Halîk Ahmed Nizâmî, K. Saran Lal, İşvari Prasad, S. Muînülhak, İ. Hüseyin Kureşî, Seyyid Athar Abbas Rızvî, Aziz Ahmed, Mehdî Hüseyin, Ebü’l-Hasan Nedvî, Seyyid Süleyman Nedvî, K. S. Aiyangar, R. J. Majumdar bunlar arasında zikredilebilir. Hindistan’daki çağdaş müslüman tarih yazıcılığında iki akımın varlığından bahsedilebilir. Bunlardan biri, Hint kültürünün Hindu ve müslüman kültürlerinin birleşiminden oluştuğu düşüncesini savunan milliyetçi görüştür. İlk örnekleri Muhammed Habîb’in Mahmûd of Gaznîn (1922) ve Tara Çand’ın Influence of Islam on Indian Culture (1924) adlı kitaplarında yer alan milliyetçi görüş en ayrıntılı ifadesini M. Mücîb’in Indian Muslims (1967) adlı çalışmasında bulmuştur. Diğer görüş Hindistan’daki müslüman toplumunu bağımsız siyasal, sosyal ve kültürel bir varlık olarak kabul eder. İ. Hüseyin Kureşî’nin The Muslim Community of the Indo-Pakistan Subcontinent (610-1947) adlı eseri bu görüşü yansıtan temel kitaptır.
BİBLİYOGRAFYA
Storey, Persian Literature, I/1, s. 433-780; ayrıca bk. İndeks.
P. Hardy, Historians of Medieval India: Studies in Indo-Muslim Historical Writing, London 1960.
a.mlf., “Some Studies in Pre-Mughal Muslim Historiography”, Historians of India, Pakistan and Ceylon (ed. C. H. Philips), London 1967, s. 122-123.
K. A. Nizami, Supplement to Elliot and Dowson’s History of India, Delhi 1981, II-III.
a.mlf., On History and Historians of Medieval India, New Delhi 1983.
Historians of Medieval India (ed. Mohibbul Hasan), Meerut 1983.
L. P. Mathur, Historiography and Historians of Modern India, New Delhi 1987.
The History of India (ed. H. M. Elliot – J. Dowson), Delhi 1990, I-VIII.
Ramazan Şeşen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, İstanbul 1998, tür.yer.
S. Haluk Kortel, Delhi Türk Sultanlığı’nda Teşkilât (1206-1414), Ankara 2006, s. XV-XXXI.
Enver Konukçu, “Delhi Türk Sultanlıklarına Dair Kaynak ve Araştırmalar”, MK, sy. 81 (1991), s. 35-37.
M. Athar Ali, “The Use of Sources in Mughal Historiography”, JRAS, V/3 (1995), s. 361-373.
a.mlf., “Taʾrīk̲h̲”, EI2 (İng.), X, 295-297.
Abdülhamit Birışık, “Muhammed”, DİA, XXX, 472-476.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 58-61 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Endonezya ve Malezya. Endonezya ve Malezya’nın ilk dönem yazılı tarihi “pararaton, babad, sejarah, kisah, salsilah, rivayat, hikayat” gibi adlar altında yazılan ve esas itibariyle sözlü geleneklere dayanan metinlerden oluşur. Bölgedeki birçok mahallî dil arasında en önde gelenleri Malay ve Cava dilleridir. Cava dili Cava adasının en eski ve zengin dilidir. Malayca ise bölgedeki yazılı İslâmî literatürün ana iletişim aracını ve bugünkü Endonezya ve Malezya millî dillerinin temelini oluşturur. Cava dilindeki İslâm öncesi tarih yazıcılığının ilk örnekleri eski Cava krallıklarına dair tarihî metinlerdir (pararaton). En eski örneklerinin XV. yüzyılda yazıldığı kabul edilen pararatonlar Cava tarihiyle ilgili bazı bilgiler ihtiva etmekle birlikte sihir, efsane, hikâye ve olağan üstü olaylar barındıran zayıf ve abartılı rivayetler derlemesidir. XVI. yüzyıl başlarında Cava’nın kuzeyindeki Demak’ın bir müslüman ticaret merkezi olarak yükselişi, eski Hindu Macapahit İmparatorluğu’nun yıkılışı ve İslâmiyet’in bölgede yayılışının ardından kurulan müslüman sultanlıklar döneminde Cava tarih yazıcılığında yeni bir tür doğmuştur (babad). XVII ve XVIII. yüzyıllarda yaşayan ünlü saray şairleri tarafından derlenen babadlar manzum tarihî hikâyelerden ve tarihî kayıtlardan meydana gelir. Hükümdarların şecerelerini içeren, çeşitli mitoloji ve efsanelerle karışmış bu metinler genellikle bir yönetici aile veya hânedan için kaleme alınmıştır. Babadlar, Cava’nın Avrupalılar’ın XV. yüzyıl sonlarında bölgeye gelmesinden önceki tarihine dair önemli kaynaklardır. XVIII ve XIX. yüzyıllarda Orta Cava’daki Yogyakarta ve Surakarta hükümdarlarının hizmetinde çalışan şairlerin derlediği Babad Tanah Jawi adlı eser bu tür metinlerin en önemlisidir. 1743’te Kartasura sarayının yıkılışını konu edinen Babad Petjina, Surakarta ve Yogyakarta sultanlıkları arasındaki savaşı anlatan Babad Gianti, Cavalı Prens Diponegara’nın isyanıyla (1830-1855) ilgili Babad Diponegara, Babad Cerbon, Babad Pasir, Serat Babad Gresik türün diğer örnekleri arasında sayılabilir.
İslâmî dönemde dinî ve sosyokültürel yapıdaki büyük değişikliklerle birlikte Cava dilinde dinî içerikli yeni edebî türler oluşmuş, Serat Anbiya denilen peygamberler tarihi, Amir Hamza gibi hikâyeler, Hz. Yûsuf hikâyeleri ve mevlid tarzı şiirler ortaya çıkmıştır. Siyasî meşruiyet için yaygın biçimde kullanılan İskender (Zülkarneyn) efsaneleri, Cava’da Baron Sakander adlı kahramanın Hollandalılar’la çatışmalarının hikâyesine dönüşmüş, Cavalı eski hükümdarların soyu Zülkarneyn vasıtasıyla Hz. Âdem’e dayandırılmış, eski Hindu kralların soyları Cavalı velîler kanalıyla tekrar Cava’daki sultanlıklarla birleştirilmiştir. Babad tarzı metinler, Cava’nın doğusundaki Bali adası ile Cava’nın batısında konuşulan Sunda dillerinde de görülür. Bu dillerdeki metinler bölgenin İslâm öncesi dönemine ait olup Cava geleneğinin birer dalları niteliğindedir. Yerel bir tarih yazıcılığı da Güney Sulavesi’deki Bugiler ve Makassar halkı arasında gelişmiştir.
Malay dilindeki tarihî metinler, şekil ve muhteva bakımından Ortadoğu merkezli İslâm tarih yazıcılığı geleneğinin bölgedeki uzantısı olarak bilinir. İslâm öncesi devreye ait Malayca tarihî metin veya edebiyat eseri bulunmamaktadır. Bölgedeki müslüman toplumların eğitim ve öğretim, uluslararası diplomasi ve ticaret dili olarak kullandıkları Malayca, İslâm kültür ve medeniyetinin takımadalarda yayılmasında önemli rol oynamıştır. Malay yarımadası başta olmak üzere Cava’nın kuzey sahilleri ve Sumatra adasının kuzeyindeki Açe’den Endonezya’nın doğusundaki Ternate’ye kadar bütün takımadalarda Malayca mahallî tarih metinlerine rastlanır. XIX. yüzyıldan önce Cavî denilen Arap alfabesiyle yazılan bu metinlerde hicrî takvim kullanılmıştır. XVII. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar saray himayesinde yazılan metinlerin çoğu XIX. yüzyıldaki nüshalarından istinsah edilmiştir. Malayca tarihî metinlerin ilk örnekleri Kuzey Sumatra ve Malay yarımadasında kaleme alınmış, ardından Güneydoğu Asya’nın Endonezya, Malezya, Bruney, Filipinler’in güneyi, Tayland’ın güneyi ve Singapur’u içine alan müslüman bölgelerine yayılmıştır. Bunlardan bazıları mahallî halkın İslâmiyet’i kabulüne dair hikâyeleri de ihtiva eder. Hintçe, Farsça ve Arapça kaynakların etkisi altında kaleme alınan ve sözlü geleneklere dayanan Malayca tarihî metinlerin bilinen en eski örneği XIV. yüzyıl sonlarından XVI. yüzyıl başlarına kadar tarihlenen Ḥikâyât Raja-Raja Pasai adlı anonim eserdir. XIII. yüzyılın sonlarında yaşayan Sumatralı Kral el-Melikü’s-Sâlih’in hükümdarlığı ve müslüman oluşu ile başlayan eserde Kuzey Sumatra’da kurulan Samudra-Pasai hânedanlığının tarihi anlatılmaktadır.
Malayca tarih yazıcılığının ikinci ve en önemli örneği, Malay yarımadasında kurulan Malaka Sultanlığı’nın tarihine dair Sülâletü’s-selâṭîn adlı eserdir. En eski nüshası 1612 tarihli bir metne dayanan eserin, Malaka Sultanlığı’nı devam ettiren Johor (Cohor) Sultanlığı’nda vezirlik görevi yapan Tun Seri Lanang’ın derlemesi olduğu ve daha sonra esere çeşitli ilâveler yapıldığı kabul edilir. Kitapta Malaka Sultanlığı’nın kökeni İskender Zülkarneyn’e dayandırılmakta, Malaka’nın 1511’de Portekizliler tarafından işgaline kadar Malaka sultanlarının biyografileri, Malay idaresinin altın çağı olan XV. yüzyıl Malay sultanlıklarının yönetim biçimi ve idarecilerle ilgili bilgilere yer verilmektedir. XVIII ve XIX. yüzyıllara ait Johor metinleri olan Ḥikâyât Negeri Johor ve Peringatan Sejarah Negeri Johor adlı eserler Sülâletü’s-selâṭîn’in devamı niteliğindedir. Malay yarımadasının kuzeybatı bölgesindeki Kedah hânedanlığı tarihine ait anonim Kedah Yıllıkları (Ḥikâyât Merong Mahawangsa) İslâmiyet’in bölgeye girişini, Şeyh Abdullah’ın faaliyetlerini ve ülkenin müslüman bir sultanlığa dönüşmesini anlatan eğitici bir metindir. Kuzey Sumatra’daki Açe Sultanlığı’nın en güçlü hükümdarlardan İskender Muda’nın adına atfedilen ve Firdevsî’nin Şâhnâme’si örnek alınarak yazıldığı kabul edilen Ḥikâyât Iskandar Muda ve yine İskender Muda dönemini anlatan Ḥikâyât Atjeh’te İskender Muda’dan önceki Açe sultanları hakkında da bilgi verilmektedir. Açe dilinde XVIII. yüzyıla ait destansı Ḥikâyât Potjoet Moehamat adlı manzum eser sözlü olarak nesilden nesile aktarıldıktan sonra yazıya geçirilmiş olup hânedan tarihlerinden farklı bir anlatım sunar. Malayca ve diğer yerel dillerle yazılmış tarih metinleri çeşitli yerlerde kurulan hânedanlarda da görülür. XVIII. yüzyılda kaleme alınan Ḥikâyât Negeri Johor adlı anonim eserde 1672 yılından itibaren Malay yarımadasında meydana gelen olaylar anlatılır. Ḥikâyât Bandjar, Borneo adasının güneyinde Bancarmasin’deki Malay hânedanının tarihidir. Ayrıca Kedah, Kelantan, Pahang, Patani, Perak hânedanlarıyla Bangka, Barus, Benkulen, Bruney, Cambi ve Cava’nın çeşitli yerleri, Lampung, Makassar, Maluku, Palembang, Sambas, Siak, Ternate gibi küçük sultanlıklar ve topluluklarla ilgili Malayca metinler vardır. Bütün bu eserlerde hânedanların kurucuları insan üstü özelliklere sahip mitolojik köklere ve İskender Zülkarneyn’e dayandırılır. Hilâfet merkezi İstanbul yardım istenecek en önemli yer olarak görülür. Hükümdarların isim listeleri verilir; saraydaki önemli olaylar, emirler, yazışmalar, ziyaretler anlatılır. Birçok metin belli bir bölgeye ait folklorik ve mitolojik unsurlar içerir. Bazılarında ülkenin veya krallığın mûcizevî şekilde İslâmlaşması hikâye edilir. Bu metinlerin çok azı kronolojik bir sisteme sahiptir, çoğunluğunda hiçbir tarih kaydı bulunmaz ve sebep-sonuç ilişkisi görülmez. Malayca tarih metinlerine dair birçok örnek yayımlanmış, bazıları üzerinde tenkitli filolojik incelemeler yapılmıştır.
İslâm tarihçiliği geleneğine uygun Malayca tarih kitabı oldukça azdır. Bu özelliğe sahip iki eserden ilki Hint asıllı âlim Nûreddin er-Rânîrî’nin 1638-1643 yılları arasında Açe’de yazdığı, yedi kitaptan meydana gelen Bustânü’s-selâṭîn adlı çalışma olup Malaka ve Açe hakkında bölümler ihtiva eden genel bir İslâm tarihidir. Açe Sultanı II. İskender’in hükümdarlığı döneminde sarayda çalışan Nûreddin er-Rânîrî eserine evrenin yaratılışıyla başlayıp peygamberler ve ilk dönem İslâm tarihiyle devam eder. Diğer eser Malaylı âlim Raca Ali Hacı’nın 1865’te tamamladığı Salasilah Melayu dan Bugis adlı kitaptır. Malezya ve Endonezya’da modern anlamda tarihçilik XX. yüzyıl başlarında tarih derslerinin okullarda okutulmasıyla başlar. Malezya’da tarih öğretiminin İngiliz sömürge döneminde 1918’de Malaka Teacher-Training College’deki ders programına girmesiyle birlikte R. O. Winstedt’in Kitāb Tawarikh Melayu (Singapore 1918) ve Abdullah Hâdî’nin Sejarah Alam Melayu’su (Singapore 1920) gibi modern tarzda ders kitapları yazılmıştır. Özellikle Abdullah Hâdî tarafından yayımlanan Sejarah Alam Melayu (I-V, Kuala Lumpur 1948) 1960’lı yıllara kadar önemini korumuştur. I. Dünya Savaşı öncesinde tarih kitaplarının bir kısmı amatör yazarlar tarafından kaleme alınırken savaşın ardından Malay millî hareketini, bağımsızlık düşüncesini ve İngilizler’e karşı direnen Malaylı lider ve kahramanların hayat hikâyelerini konu alan ideolojik tarih yazıcılığı gelişmiştir. 1957’de bağımsızlığın ilânından sonra eski Malay sultanlıklarıyla ilgili kitaplar yazılmaya devam edilmiş, bu arada Malayca tarihî roman yazıcılığı da gelişmiştir.
Bağımsızlığın ardından Malayca’nın resmî eğitim dili olmasıyla birlikte tarih kitaplarının artmasına paralel şekilde tarih yazıcılığında da bazı yeni yaklaşımlar gündeme gelmiştir. Akademisyenler arasında Avrupa merkezli tarih yazıcılığına tepki olarak Asya merkezli ulusal ve yerel tarih yazıcılığı gibi eğilimler ortaya çıkmıştır. Khoo Kay Kim, Muhammad Yûsuf Hâşim ve Cheah Boon Kheng gibi akademisyen tarihçiler Malay tarihçiliğinin özellikleriyle ilgili eserler kaleme almışlardır. Başta İngiliz ve Hollandalı tarihçiler olmak üzere Avrupalı tarihçiler sömürge döneminden itibaren bölge tarihi üzerinde çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar Malayca ve diğer mahallî dillerdeki bölgesel tarihleri tamamlayan önemli kaynaklardır. 350 yıl boyunca bütün resmî belgelerin ve diğer kaynak eserlerin Felemenk dilinde yazıldığı göz önüne alınırsa Endonezya tarihinin yazımında Felemenkçe kaynakların ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Malezya tarihi için İngiliz kaynakları da önemlidir. Hollandalı tarihçiler Endonezya adalarının tarihini, Cava ve Sumatra’daki eski Hindu-Budist krallıklarının ihtişamını konu alan Hindu-Budist dönemi, İslâmiyet’in bölgede yayılışını ve ilk müslüman sultanlıkların tarihini kapsayan İslâmî dönem ve Hollanda dönemi olmak üzere üç kategoride ele almışlardır. Frederik Wilhelm Stapel, Willeme Fruin-Mees ve Nicolaas Johannes Krom gibi Hollandalı tarihçiler, Endonezya’da bilimsel tarihçiliğin ve modern tarih yazımının gelişimine önemli katkılar sağlamıştır.
II. Dünya Savaşı sonrasında Endonezya’da bağımsızlığın kazanılmasıyla Endonezya merkezli millî tarih anlayışı hâkim olmuş, XX. yüzyılın ilk yarısında Endonezyalı aydınlar ülkelerinin bağımsızlık mücadelesini desteklemek için tarihi temel olarak almışlardır. Japon işgaliyle birlikte 1940’lı yılların başlarından itibaren milliyetçi ve sömürge aleyhtarı tarih yazıcılığı gelişmeye başlamıştır. Milliyetçi lider ve geleceğin ilk cumhurbaşkanı Ahmed Sukarno’nun yazıları, Sanusi Pane’nin ders kitapları ve hukukçu Muhammed Yamin’in tarihe dair eserleri bu tür tarih yazımının ilk örnekleridir. Endonezya tarihçiliğine ilk önemli katkıyı sağlayan Sanusi Pane’nin II. Dünya Savaşı yıllarında hazırladığı, Hindu dönemi öncesinden savaş yıllarına kadar gelen Sejarah Indonesia adlı ders kitabı bir süre okullarda okutulmuştur. Sanusi, tarihçilik ve Endonezya tarihinin problemlerine dair görüş ve değerlendirmelerini Indonesia Sependjang Masa adlı eserinde (Djakarta 1952) ortaya koymuş, aynı dönemlerde L. M. Sitorus Sedjarah Pergerakan Kebangsaan Indonesia ismiyle yazdığı kitabında (Djakarta 1951) Endonezya millî hareketinin tarihini anlatmıştır. 1920’li yıllarda Malay ve Sumatra tarihi üzerine yazılar kaleme alan ve millî hareket içinde aktif biçimde çalışan Muhammed Yamin, Sukarno döneminde enformasyon bakanlığı yapmıştır. 1962’de eski Macapahit İmparatorluğu ve yönetimine dair üç ciltlik bir eser yayımlayan Yamin şair, hukukçu ve siyasetçi kimliğiyle Endonezya merkezli millî tarih yaklaşımının ilk savunucularından biri olmuştur.
Endonezya tarih yazıcılığındaki aşırı milliyetçi tavır 1960’lı yılların başında Muhammed Ali gibi bazı akademisyen tarihçilerce eleştirilmiştir. Kısaca Hamka diye bilinen Hacı Abdülmelik Abdülkerim Emrullah, 1961 yılında yayımladığı dört ciltlik Sedjarah Ummat Islam adlı eserinde mitoloji ve efsaneleri ayıklamaya çalışan ilmî bir metot izlemiştir. 1965’te başlayan Suharto rejimiyle birlikte tarihçilik yeni bir ivme kazanmış ve tarih bilinci Endonezya kimliğinin temel bir parçası olarak görülmüştür. Tarihî romanlar, tarih ders kitapları millî bakış açısıyla kaleme alınmaya devam etmiş, üniversitelerde tarih bölümlerinin sayısının artmasıyla akademik tarih yazıcılığı gelişmeye başlamıştır. Öte yandan Güneydoğu Asya bölgesi üzerinde çalışan Avrupalı, Amerikalı ve Avustralyalı bilim adamları ve tarihçiler Malezya ve Endonezya tarihçiliğine önemli katkılarda bulunmuştur. 1960’lı yıllarda Avrupa merkezli tarihçilik anlayışına karşı gelişen Asya merkezli tarihçilik geleneği yanında üçüncü bir yol olarak otonom tarihçilik adıyla yeni bir tarih tezi ortaya atılmıştır. Milliyetçi tarih anlayışını kapalı bir sisteme benzeten John R. W. Smail’in otonom tarihçilik düşüncesi daha tarafsız ve evrensel nitelikli bir anlayış olarak görülmüştür. 1998’de Suharto yönetiminin sona ermesinin ardından Cakarta’daki Endonezya Üniversitesi ile Padang’daki Andalas Üniversitesi’nin tarih bölümü öğrencileri milliyetçi-resmî tarih anlayışını eleştirip yerel ve otonom tarihçiliğin daha fazla önem kazanması gerektiğini savunmuş ve bu militarist yaklaşımın terkedilmesini istemiştir. Son yıllarda yapılan yoğun eleştiriler ışığında, geçmişin ideolojik bakış açılarına göre şekillenen resmî-milliyetçi tarihçilik anlayışının yerini bağımsız ve bilimsel bir tarih yazımına bırakması beklenmektedir.
BİBLİYOGRAFYA
Historians of South East Asia (ed. D. G. E. Hall), London 1961.
An Introduction to Indonesian Historiography (ed. Soedjatmoko v.dğr.), Ithaca 1965.
Khoo Kay Kim, “Local Historians and the Writing of Malaysian History in the Twentieth Century”, Perceptions of the Past in Southeast Asia (ed. A. Reid – D. Marr), Singapore 1979, s. 299-311.
H. A. J. Klooster, Indonesiërs Schrijven Hun Geschiedenis: De Ontwikkeling van de Indonesische Geschiedbeoefening in Theorie en Praktijk, 1900-1980, Dordrecht 1985.
Muhammad Yusuf Hashim, Persejarahan Melayu Nusantara, Kuala Lumpur 1988.
Illuminations: The Writing Traditions of Indonesia (ed. A. Kumar – J. H. McGlynn), New York 1996.
Constructing a National Past: National History and Historiography in Bruney, Indonesia, Tailand, Singapore, The Philippines and Vietnam (ed. P. Davies), Bandar Seri Begawan (Bruney) 1996.
J. D. Legge, “The Writing of Southeast Asian History”, The Cambridge History of Southeast Asia: From Early Times to c. 1500 (ed. N. Tarling), Cambridge 1999, I/1, s. 1-50.
K. Sartono, Indonesian Historiography, Yogyakarta 2001.
New Terrains in Southeast Asian History (ed. Abu Talib Ahmad), Chicago-Singapore 2003.
Frank N. Trager, “Recent Southeast Asian Historiography”, Pacific Affairs, XXX/4, Vancouver 1957, s. 358-366.
J. M. van der Kroef, “On the Writing of Indonesian History”, a.e., XXXI/4 (1958), s. 352-371.
J. R. W. Smail, “On the Possibility of an Autonomous History of Modern Southeast Asia”, Journal of Southeast Asian History, II/2, Singapore 1961, s. 72-102.
H. J. Benda, “The Structure of Southeast Asian History: Some Preliminary Observations”, a.e., III (1962), s. 106-138.
N. Notosusanto, “Problems in the Study and Teaching of National History in Indonesia”, a.e., VI (1965), s. 1-16.
D. G. E. Hall, “Problems of Indonesian Historiography”, Pacific Affairs, XXXVIII/3-4 (1965-66), s. 353-359.
J. M. Pluvier, “Recent Dutch Contributions to Modern Indonesian History”, Journal of Southeast Asian History, XVIII (1967-68), s. 201-225.
S. Nichterlein, “Historicism and Historiography in Indonesia”, History and Theory, XIII/3, Middletown 1974, s. 253-272.
A. Vickers, “Balinese Texts and Historiography”, a.e., XXIX (1990), s. 158-178.
Cheah B. Kheng, “Writing Indigenous History in Malaysia. A Survey of Approaches and Problems”, Crossroads: An Interdisciplinary Journal of Southeast Asian Studies, X/2, Illinois 1997, s. 33-81.
G. van Klinken, “The Battle for History after Suharto: Beyond Sacred Dates, Great Men, and Legal Milestones”, Critical Asian Studies, XXXIII/3, Philadelphia 2001, s. 323-350.
A. Nagazumi, “Toward an Autonomous History of Indonesia with Special Reference to the Dutch Historical Writings on Indonesia”, The Developing Economics, VI/2, Chiba 2007, s. 207-220.
I. Proudfoot, “Taʾrīk̲h̲”, EI2 (İng.), X, 301-302.
“Indonesian Historiography”, A Global Encyclopedia of Historical Writing (ed. D. R. Woolf), New York-London 1998, I, 465-467.
“Malay Historical Writing”, a.e., II, 585-588.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 61-64 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Osmanlılar’dan Önce Anadolu. XI. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen Selçuklu fetihleri ve aynı yüzyılın son çeyreğinde Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşu Anadolu’yu kısa sürede İslâm kültür muhitine dahil etmiştir. XII. yüzyılın ortalarında Tokat ve Niksar gibi Orta Anadolu şehirlerinde ilk medreseler kurulmuştur. İslâm tarih yazıcılığının Anadolu coğrafyasındaki ilk örneği, Burhâneddîn-i Ânevî’nin 1166-1212 yılları arasında kaleme aldığı manzum Enîsü’l-ḳulûb adlı Farsça eserdir. Müellif eserini Tebriz’de yazmaya başlamış, bir süre Malatya’da kadılık yaptıktan sonra 607’de (1210) Konya’ya gelmiş ve kitabını burada tamamlayarak I. İzzeddin Keykâvus’a sunmuştur. Yaklaşık 28.000 beyitten meydana gelen eser genel bir İslâm tarihi niteliğindedir. Ânevî esas itibariyle bir vekāyi‘nâme değil dinî-ahlâkî mahiyette bir eser meydana getirme amacı güttüğü eserinde Selçuklular’a ayrı bir kısım ayırmamış, son Abbâsî halifelerini anlatırken Selçuklular’dan da bahsetmiştir. Selçuklular hakkında verdiği mâlûmat arasında muhtemelen halk rivayetlerine dayanan birçok yanlış bilgi bulunmaktadır.
Tarih yazıcılığının Anadolu coğrafyasında ikinci örneği, I. Alâeddin Keykubad’ın (1220-1237) emriyle Emîr Kāniî-i Tûsî’nin Firdevsî’nin Şâhnâme’sini örnek alarak hazırladığı manzum Selcûḳnâme’dir. Günümüze ulaşmayan bu eser hakkında bilinenler müellifin Kelîle ve Dimne adlı eserinde verdiği kısa mâlûmata dayanmaktadır. Buna göre Moğol istilâsı esnasında Horasan’da bulunan müellif Hindistan, Aden, Medine ve Bağdat’a yolculuk yaptıktan sonra Anadolu’ya gelmiştir. Burada I. Alâeddin Keykubad için yazdığı methiyeleriyle sultanın ihsanına mazhar olmuş ve zenginleşmiştir. Müellif, 300.000 beyitten meydana geldiğini söylediği otuz ciltlik eserini yaklaşık kırk yılda hazırlamıştır (Kelîle ve Dimne, vr. 8b-9a, 108a-b). Bu hacimli eserde de tarihçilik ikinci planda olmalıdır. İbn Bîbî’nin bu eserden geniş ölçüde faydalandığı anlaşılmaktadır.
Hoca Dehhânî’nin III. Alâeddin Keykubad devrinde (1298-1302) Şâhnâme tarzında kaleme aldığı, 20.000 beyitten oluşan Farsça Selcûḳnâme, Anadolu’da manzum tarih yazma geleneğinin XIII. yüzyılın sonlarında devam ettiğini göstermektedir. Bu eser de günümüze intikal etmemiştir. Aynı geleneğin Karamanoğulları zamanında da sürdüğü ve Alâeddin Bey’in emriyle Yârcânî tarafından Farsça Karamanoğulları tarihi yazıldığı bilinmektedir. XVI. yüzyıl müellifi Şikârî bu eserden geniş ölçüde yararlanmıştır. XIV. yüzyıl ortalarında Hâce Selmân’ın muhtemelen Türkçe kaleme aldığı, Aydınoğlu Umur Bey’in gazâlarına dair manzum vekāyi‘nâme de aynı gelenek içerisinde değerlendirilmelidir. Adına Sâdullah Enverî’nin kaynakları arasında rastlanan bu eser de günümüze ulaşmamıştır. Şâhnâme’nin etkisinde yazılan adı geçen eserlerde asıl amacın okuyucunun tarih merakını edebî, şiirsel ve hamâsî bir üslûpla gidermek olduğu anlaşılmaktadır. İlk örneklerinin kaybolmasına rağmen söz konusu geleneğin kökenlerinin İran coğrafyasında ve Büyük Selçuklu sarayı ile ilişkili çevrelerde aranması gerektiğinde şüphe yoktur.
Anadolu’da XIII. yüzyılın son çeyreğinden itibaren farklı bir tarih yazıcılığı geleneğinin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu geleneğin zamanımıza kadar gelen ilk örneği İbn Bîbî’nin el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye fi’l-umûri’l-ʿAlâʾiyye adlı eserdir. Müellif kitabını İlhanlı devri tarihçisi ve bürokratı Alâeddin Atâ Melik el-Cüveynî’nin isteği üzerine kaleme aldı. İbn Bîbî hâmisinden, Selçuklu Devleti’nin Anadolu’nun fetihten kendi zamanına kadar gelen tarihini yazma görevini aldıysa da eski dönemlerle ilgili yeterli bilgi bulamadığı için esere II. Kılıcarslan devrinin sonlarından başladı. 1192-1280 yılları arasındaki dönemi içeren eserin asıl önemli kısmını müellifin ailesiyle birlikte Selçuklu Devleti hizmetine girdiği 1232’den sonrasına ait bölüm teşkil etmektedir. İbn Bîbî eserin ilk kısımlarında I. Gıyâseddin Keyhusrev, I. İzzeddin Keykâvus ve I. Alâeddin Keykubad devirleri için Kāniî-i Tûsî’nin Selcûḳnâme’sini kullandı; sonraki kısımlar için kendi şahsî gözlemleriyle babasından ve çevresinden duyduğu bilgilerden faydalandı. Bu durum eserin esas itibariyle bir tarih kitabından çok bir hâtırat özelliği taşımasına yol açtı. Oldukça ağır bir üslûpla yazılan eserde bir kısmı müellifin kendisine ait çok sayıda Farsça ve Arapça şiir yer almaktadır. İbn Bîbî, Cüveynî’nin Târîḫ-i Cihângüşâ adlı eserini örnek almakla birlikte ne üslûp ne muhteva ne de tarihçilik bakımından ona ulaşabildi. Buna rağmen eser, özellikle XIII. yüzyılın ilk yarısı için ihtiva ettiği zengin malzeme ile Selçuklu tarihi araştırmalarında büyük öneme sahiptir. Ancak eserde dikkatle kullanılmasını gerektiren bazı hususlar mevcuttur. Müellifin zikrettiği hadiselerin tarihlerini genelde vermemesi ve zaman zaman kronolojik sıraya riayet etmemesi araştırmacıların yanılmasına sebep olmaktadır. Bir başka husus, İbn Bîbî’nin bilhassa uçlarda devlet otoritesine karşı gelen Türkmenler’le zaman zaman büyük şehirlerde karışıklık çıkaran “fityân” ve “rünûd” gibi zümrelere yönelik ön yargılı tutumudur. Nitekim müellif, Moğol zulmüne baş kaldıran Türkmenler’i şiddetle eleştirir. el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye’nin İbn Bîbî henüz hayatta iken 1284-1285 yıllarında yapılmış anonim bir muhtasarı mevcuttur. Bazı faydalı ilâveleri de içeren muhtasarda süslü üslûp terkedilirken tarihî malzeme başarılı biçimde korundu. Bu metin Yazıcıoğlu Ali tarafından Türkçe’ye çevrilerek II. Murad’a sunuldu. Mütercim, 827 (1424) veya 840 (1436-37) yılında tamamladığı tercümesine Râvendî’nin Râḥatü’ṣ-ṣudûr’u, Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî’nin Câmiʿu’t-tevârîḫ’i ve Oğuznâme’den aldığı bazı kısımları da ekledi.
Kerîmüddin Aksarâyî’nin Farsça Müsâmeretü’l-aḫbâr ve müsâyeretü’l-aḫyâr’ı Anadolu’da Selçuklu devri tarih yazıcılığının en dikkate değer eserlerinden biridir. Uzun süre İlhanlılar’ın Anadolu nâibi Mücîrüddin Emirşah’ın hizmetinde bulunduktan sonra 701 (1301) yılında Gāzân Han tarafından Anadolu’daki vakıfların nâzırlığına tayin edilen müellif, 723’te (1323) tamamladığı eserini İlhanlı Devleti’nin Anadolu valisi Emîr Timurtaş b. Çoban’a takdim etti. Eserin birinci bölümü İslâm dünyasında kullanılan takvimler, ikinci bölümü Hz. Peygamber devrinden Bağdat’ın Moğollar tarafından tahribine kadar (1258) muhtasar bir İslâm tarihi, üçüncü bölümü Büyük Selçuklular ve Anadolu’nun fethinden II. Gıyâseddin Keyhusrev’in vefatına kadar (1246) Anadolu Selçuklu tarihi, dördüncü bölümü XIII. yüzyıl ortalarından 723’e (1323) kadar Anadolu’da meydana gelen olaylarla ilgilidir. Müellif, eserin yaklaşık beşte dördünü oluşturan dördüncü bölümde özellikle kişisel gözlemlerine dayanarak Anadolu’da İlhanlı hâkimiyetine dair son derece önemli bilgiler verir. Aksarâyî, eserine İslâm tarihini de ekleyip umumi bir tarih yazmaya teşebbüs ettiyse de bir tarihçi olmaktan ziyade bizzat kendisinin de belirttiği gibi divan görevlisi iken gördüklerini anlatan, her türlü sırrı açıklayan ve başından geçenleri nakleden bir hâtırat müellifi durumundadır (Müsâmeretü’l-aḫbâr, s. 34-35; a.e., trc. M. Öztürk, s. 26). Daha önceki dönemler için verdiği bilgiler İbn Abdürabbih, Ebû Bekir es-Sûlî ve Kādî Beyzâvî gibi birkaç müellife dayanmaktadır. Ayrıca Büyük Selçuklular ve Anadolu’nun fethiyle ilgili bölümde muhtemelen selçuknâmelerden birini kullanmıştır. Eserin ilk üç bölümünü oldukça sade bir üslûpla kaleme alan Aksarâyî dördüncü bölümden itibaren çağdaşlarına uyarak edebî tarihçiliğe yönelmiştir. Müellif dördüncü bölümü kaleme alırken kullandığı kaynakları zikretmez. Onun, çağdaşı İbn Bîbî’den hiç bahsetmemesi ve eserinden habersiz görünmesi dikkat çekicidir. Eser, özellikle İbn Bîbî tarihinin sona erdiği 679 (1280) yılından 723 (1323) yılına kadar meydana gelen hadiseler için en önemli yerli kaynak durumundadır. Yaşadıkları coğrafya ve toplum, kullandıkları dil ve üslûp, yaptıkları iş ve mensup oldukları zümre İbn Bîbî ile Aksarâyî’yi olayları algılamada birbirine yakınlaştırmıştır. Buna rağmen her iki müellif birbirinin devamı olan iki farklı nesli temsil etmektedir. Bu durum, hadiseleri daima Selçuklular noktasından ele alan İbn Bîbî’ye göre Aksarâyî’nin bakış açısının daha çok İlhanlılar’a odaklanmasına yol açmıştır.
Yine Farsça kaleme alınan ve Selçûḳnâme adıyla tanınan anonim bir eser Selçuklular’ın başlangıçtan Muharrem 765’e (Ekim 1363) kadar kısa bir tarihini içermektedir. Eserde Büyük Selçuklular, son Hârizmşah hükümdarları ve Anadolu Selçukluları’nın ilk sultanlarından kısaca bahsedildikten sonra II. Gıyâseddin Keyhusrev devrinden (1237-1246) itibaren olaylar daha ayrıntılı biçimde ele alınmaktadır. Özellikle Geyhatu’nun Anadolu umumi valiliği ve tahta çıkmasının ardından Anadolu’ya yaptığı seferin bütün ayrıntılarıyla anlatılması müellifin XIII. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olabileceğini düşündürmektedir. Metin 696’da (1297) kesintiye uğramakta ve eser bundan sonra âdeta tarihî bir takvim şeklinde 765 (1363) yılına kadar gelmektedir. Muhtemelen başka biri tarafından eklenen ve iki sayfa tutan bu takvim üslûp bakımından asıl metinden bâriz şekilde ayrılmaktadır. Eserini bozuk bir Farsça ile kaleme alan müellifin İbn Bîbî, Aksarâyî ve Niğdeli Kadı Ahmed gibi müelliflerin kitaplarını kullandığına dair herhangi bir ipucu bulunmamaktadır. Zaten eser bu kaynakların çok gerisindedir. Müellif kitabını Farsça tarih yazıcılığının olgunluk döneminde kaleme almasına rağmen olayların anlatımında anekdot, hikâye ve rivayetlerle yüzeysel kronolojik bilgilerin ötesine geçememiştir. Ayrıca eserde hiçbir Selçuklu kaynağında yer almayan yanlış bilgilere de rastlanmaktadır. Sultan Melikşah’ın Konstantiniye seferi, Sultan Hârizmşah Muhammed’in 615 (1218) yılında denize atılarak boğulması, Cengiz Han’ın Celâleddin Hârizmşah’a yenilip ona haraç vermeyi kabul etmesi, I. Alâeddin Keykubad’ın Hülâgû’nun oğulları Melütey ve Mengü Timur’u mağlûp ederek derilerini yüzdürmesi eserdeki fahiş hatalardan sadece birkaçıdır. Bu durum, müellifin yazılı kaynakların yanında halk rivayetlerinden yararlanması sebebiyle ortaya çıkmış olmalıdır. Bütün bunlara rağmen kitap, bilhassa İbn Bîbî ve Aksarâyî’nin suskun kaldığı bazı konularda yer yer kısa fakat önemli bilgiler içermektedir.
Niğdeli Kadı Ahmed’in el-Veledü’ş-şefîḳ ve’l-ḥâfidü’l-ḫalîḳ adlı eseri bir ansiklopedi niteliğindedir. 600 (1203) yılı civarında Hoten’den Anadolu’ya göç ederek Selçuklu sultanlarının hizmetine giren bir aileye mensup olan müellif önce Kayseri’de divitdârlık ve hizmetgüzârlık görevlerinde bulundu, daha sonra Niğde’de kadılık yaptı. İlhanlı Hükümdarı Ebû Said Bahadır Han’a ithaf ettiği eserini 13 Zilhicce 733 (25 Ağustos 1333) tarihinde Niğde’de tamamladı. Peygamberler tarihi ve Acem melikleri; İslâm tarihi; fizikî ve felekî coğrafya ile kıyamet ve âhiret ahvali; sîre, şemâil, ahlâk ve fazilet-i nebî ile kelâm olmak üzere beş bölümden meydana gelen eser bu özellikleriyle diğer tarih kitaplarından ayrılmaktadır. Eserin Anadolu Selçukluları’na dair bölümü Büyük Selçuklular’la ilgili bölümüne göre daha kısa ve uzun süre Selçuklular’ın hizmetinde bulunan bir aileye mensup bir müelliften beklenmeyecek kadar zayıftır. Bu durumu, müellifin gerekli bilgileri elde edememesinden ziyade bilinçli bir tercih şeklinde değerlendirmek daha yerinde olur. Esasen müellif olayları bilhassa özetlediğini, ay ve gün tayin etme ihtiyacı duymadığını belirtir (Ertuğrul, I, 536). Kadı Ahmed’in dedelerine bağlılığı, onun dedelerinin hâmisi olan Selçuklu hânedanından her fırsatta övgü ile bahsetmesine yol açmıştır. Müellif İbn Bîbî’nin eserinden habersiz görünse de Aksarâyî’nin kitabından faydalanma imkânı bulmuştur. Eser tarihçilik bakımından zayıf olmakla birlikte özellikle İlhanlı Devleti’nin sonlarına doğru Anadolu’nun dinî, sosyal ve kültürel durumuna dair verdiği bilgiler açısından önemlidir. Kadı Ahmed, Selçuklu tarihine dair Selçuknâme adıyla bir eser daha kaleme almış, ancak Emîr Şemseddin Dündâr Beg b. Hamza-yi Nikîdî adına yazıldığı anlaşılan bu eser günümüze ulaşmamıştır (a.g.e., I, 91, 131; A. C. S. Peacock, s. 105).
Daha geç bir tarihte yazılmasına rağmen söz konusu geleneğin bir devamı niteliğinde olan Azîz b. Erdeşîr-i Esterâbâdî’nin (ö. 800/1398 yılından sonra) Bezm ü Rezm adlı eserini de burada zikretmek gerekir. Celâyirliler’in hizmetinde iken Timur istilâsı yüzünden Sivas’a gelip Kadı Burhâneddin Ahmed’in hizmetine giren Esterâbâdî eserini bu hükümdarın isteği üzerine kaleme aldı. Müellifin, eserini Arapça yazmak istediği halde bu dönemde Farsça’nın Anadolu’da daha yaygın bulunmasından dolayı bu dili tercih ettiğini vurgulaması dikkate değerdir (Bezm ü Rezm, s. 537). Esterâbâdî, sadece birinci cildi günümüze ulaşan eserinde gördüklerine ve duyduklarına dayanarak Kadı Burhâneddin ve devleti hakkında ayrıntılı bilgi verir. Bu sebeple eser Orta Anadolu’nun XIV. yüzyılın ikinci yarısındaki tarihine ışık tutan en önemli kaynak durumundadır.
Anadolu’da Selçuklu devri tarih yazıcılığı incelenirken yukarıdaki eserlerden dil, muhteva ve tarihçilik bakımından ayrılan iki eserden daha söz etmek gerekir. Bunlardan ilki Mardin, Meyyâfârikīn ve Dımaşk’ta idarî görevlerde bulunan İbnü’l-Ezrak el-Fârikī’nin Arapça Târîḫu Meyyâfâriḳīn ve Âmid’idir. Üç cilt olan eserde başlangıçtan 572 (1176-77) yılına kadar vuku bulan hadiseler anlatılmıştır. İlk iki cildi günümüze ulaşmayan eserin özellikle müellifin şahit olduğu olaylarla ilgili bölümleri oldukça önemlidir. Eser bilhassa Güneydoğu Anadolu, el-Cezîre, Irak ve Suriye bölgesinin 572 (1176-77) yılına kadar olan tarihiyle Artuklular hakkında ihtiva ettiği zengin malzeme açısından önemli bir kaynak durumundadır. Tarihçi, tıp ve hadis âlimi İbn İlalmış’ın (ö. 640/1242 [?]) yine Arapça kaleme aldığı, Düneysir’e (Kızıltepe) mensup âlim, şair ve ediplerin biyografilerini içeren Ḥilyetü’s-seriyyîn min ḥavâssi’d-Düneysiriyyîn’i de (Târîḫu Düneysir) bölgenin kültür tarihi için değerli bir kaynaktır. Bununla birlikte eseri klasik bir şehir tarihinden ziyade biyografi veya tabakat kitabı olarak değerlendirmek mümkündür.
BİBLİYOGRAFYA
İbnü’l-Ezrak el-Fârikī, Meyyâfârikîn ve Âmid Tarihi: Artuklular Kısmı (trc. Ahmet Savran), Erzurum 1992, tür.yer.
Kadı Burhâneddîn-i Ânevî, Enîsü’l-ḳulûb, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2984 (Selçuklular’la ilgili kısmın neşri için bk. M. Fuad Köprülü, “Anîs al-Kulûb”, TTK Belleten, VII/27 [1943], s. 459-521).
İbn İlalmış, Târîḫu Düneysir (nşr. İbrâhim Sâlih), Dımaşk 1413/1992, s. 5-19.
İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye.
Kāniî-i Tûsî, Kelîle ve Dimne, British Museum, Add., nr. 7766, vr. 8b-9a, 108a-b.
Aksarâyî, Müsâmeretü’l-aḫbâr, s. 28 vd., 34-35, 304; a.e. (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 2000, s. XIII-XX, 26.
Esterâbâdî, Bezm ü Rezm (nşr. Kilisli Muallim Rifat), İstanbul 1928, mukaddime, s. 5-21, metin, s. 537.
Yazıcızâde Ali, Tevârîh-i Âl-i Selçuk [Oğuznâme-Selçuklu Tarihi]: Giriş-Metin-Dizin (haz. Abdullah Bakır), İstanbul 2009, s. XXV-LXXIII.
Şikârî, Karamanoğulları Tarihi, s. 8-9.
Târîh-i Âl-i Selçuk (nşr. ve trc. Feridun Nafiz Uzluk), Ankara 1952, metin, s. 16, 32-33, 47.
Târîḫ-i Âl-i Selçûḳ der Ânâṭûlî (nşr. Nâdire Celâlî), Tahran 1377/1999, tür.yer.
M. Cevâd Meşkûr, “Târîḫ-i İbn Bîbî”, Nâme-yi Mînovî (nşr. Habîb Yağmâî – Îrec Efşâr), Tahran 1350/1971, s. 450-466.
M. Emîn Riyâhî, Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı (trc. Mehmet Kanar), İstanbul 1995, s. 74, 123-126, 144-146.
Dânişnâme-i Edeb-i Fârsî (nşr. Hasan Enûşe), Tahran 1383/2005, VI, 235-236, 285-286, 388-389, 661-663.
Ch. Melville, “The Early Persian Historiography of Anatolia”, History and Historiography of Post-Mongol Central Asia and the Middle East: Studies in Honor of John E. Woods (ed. J. Pfeiffer – Sholeh A. Quinn), Wiesbaden 2006, s. 135-166.
Ali Ertuğrul, Anadolu Selçukluları Devrinde Yazılan Bir Kaynak: Niğdeli Kadı Ahmed’in el-Veledü’ş-şefîk ve’l-hafîdü’l-halîk’i (doktora tezi, 2009), Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, I, 85, 91, 131, 512, 536-538, 542-543, 550-551.
H. W. Duda, “Zur Geschichtsforschung über die Rum-Seldschuken”, ZDMG, LXXXIX (1935), s. 19-20.
a.mlf., “İbn Bîbî’nin Selçuk Tarihi”, ŞM, II (1957), s. 1-10.
Mükrimin Halil Yinanç, “Anonim Tarih-i Âl-i Selçuk”, Tarih Semineri Dergisi, I, İstanbul 1937, s. 39-50.
M. Fuad Köprülü, “Anadolu Selçukluları Tarihi’nin Yerli Kaynakları”, TTK Belleten, VII/27 (1943), s. 379-521.
Aydın Taneri, “Müsâmeretü’l-Ahbâr’ın Türkiye Selçukluları Devlet Teşkilâtı Bakımından Değeri”, TAD, IV/6-7 (1966), s. 127-171.
Mehmet Altay Köymen, “Türkiye Selçukluları Tarihine Dair Yeni Bir Kaynak: el-Veledü’ş-şefik”, TTK Belgeler, XV/19 (1993), s. 1-22.
A. C. S. Peacock, “Ahmad of Niğde’s al-Walad al-Shafiq and the Seljuk Past”, Anatolian Studies, LIV, Cambridge 2004, s. 95-107.
İsmail Aka, “Aksarâyî, Kerîmüddin”, DİA, II, 293.
Abdülkerim Özaydın, “İbn Bîbî”, a.e., XIX, 379-382.
Ahmet Savran, “İbnü’l-Ezrak el-Fârikī”, a.e., XXI, 34-35.
Tahsin Yazıcı, “Esterâbâdî, Azîz b. Erdeşîr”, a.e., XI, 438.
a.mlf., “Ebn Bībī”, EIr., VIII, 8-9.
Ca‘fer Şuâr, “Âḳsarâyî”, DMBİ, I, 490-491.
Mecdüddin Keyvânî, “İbn Ezraḳ”, a.e., II, 722-726.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 64-66 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Osmanlı. Osmanlı Devleti’ne gelinceye kadar Türkler kendi dillerinde tarihlerini yazmamıştır. Selçuklu Devleti’nin dağılmasından sonra Anadolu’da ortaya çıkan Türk beylikleri gibi Osmanlı Beyliği’nde de erken dönemlerde kaleme alınıp bugüne ulaşan bir tarih telifine rastlanmaz. Tarih kapsamında değerlendirilebilecek ilk Osmanlı kaynakları kuruluştan yaklaşık yüzyıl sonra ortaya çıkmıştır. Bu durum Osmanlı tarihçiliğinin bu ilk eserleri hakkında birçok problemi beraberinde getirmiştir. Osmanlı tarihçiliğinin ilk yılları üzerine XX. yüzyıl başlarından beri W. Friedrich Giese, M. Fuad Köprülü, Paul Wittek, Halil İnalcık gibi tarihçilerin yürüttüğü çalışmalar birçok sorunun çözümüne önemli katkılarda bulunmuştur. Âşıkpaşazâde’nin Târih’i içinde yer alan Yahşi Fakih menâkıbnâmesi bir tarafa bırakılırsa müstakil olarak günümüze kadar gelen ilk Osmanlı tarihi Ahmedî adlı bir şaire aittir. Ahmedî Mısır’da öğrenim görmüş, Germiyan ve Osmanlı saraylarında yaşamış, I. Bayezid’in oğlu Emîr Süleyman tarafından korunmuştur. İskendernâme adını verdiği 8000 beyitlik şehnâmesinin sonuna eklenmiş ve “edebî zevki tatmin etmek arzusuyla” yazılmış Osmanlı tarihi kısmı sadece modern tarihçiler için değil Osmanlı tarihçileri için de bir kaynak teşkil eder. Eser, hem anonim Osmanlı tarihleri hem de Şükrullah’ın Behcetü’t-tevârîh (nşr. Atsız, İstanbul 1949) ve Rûhî’nin Tevârîh-i Âl-i Osmân’ı için başlıca kaynağı oluşturur. Ahmedî’nin ayrıca Neşrî tarihi içinde yer aldığı tahmin edilen mensur bir tarihinin bulunduğu (gazânâme) belirtilmektedir. Tarih diye adlandırılabilecek asıl eserler XV. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmıştır. Bu yüzyılın ilk yarısında II. Murad döneminde Yazıcıoğlu Ali’nin İbn Bîbî’nin Farsça eserini Türkçe’ye çevirmesi ve buna Oğuz boylarının soy kütüğünü ekleyerek Osmanlı hânedanının kökenini Kayı boyu çerçevesinde izaha çalışması dönemin ideolojisini yansıtması bakımından dikkat çekicidir.
Bu ilk Osmanlı tarihçiliğinin ortaya çıkışı meselesinde V. L. Ménage özellikle saray takvimleri üzerinde durmaktadır. Peygamberlerin, halifelerin listeleriyle başlayan ve Selçuklu, Osmanlı, Karamanlı hânedanlarının önemli olaylarına işaret eden, daha sonra içinde bulunulan yılla ilgili bilgileri, kehanetleri, rüya tabirlerini içeren takvimler önemli görünmektedir. Bunlardan ilk ikisi (1444, 1446) II. Murad’a sunulmak üzere hazırlandı. 856 (1452) yılında düzenlenen bir başka takvim Nihal Atsız tarafından yayımlandı. Bu tür eserlerin ilk Osmanlı tarihçilerinin kullandığı ana malzemeyi meydana getirdiği kabul edilmektedir. Bütün bu takvimler Süleyman Şah’ın Anadolu’ya gelişiyle başlamakta ve değişik yıllara ait olaylarla sona ermektedir. Halil İnalcık ayrıca menâkıbnâme, gazavatnâme gibi eserlerin ilk Osmanlı tarihçileri için önemli bir başvuru kaynağı olduğunu söyler. Yahşi Fakih menâkıbnâmesi Âşıkpaşazâde tarihinin ana kaynaklarından biri ve belki de başlıcasıdır (“Orhan Gazi’nin imamı İshak Fakı oğlu Yahşi Fakı’dan kim ol Sultan Bâyezid Han’a gelince bu menâkıb ol Yahşi Fakı’da yazılmış buldum …”). Âşıkpaşazâde tarihi yazarı belli, Türkçe kaleme alınmış ilk mensur Osmanlı tarihidir. Bundan önce Fâtih Sultan Mehmed döneminde yazılmış Behcetü’t-tevârîḫ Farsça, Karamânî Mehmed Paşa’nın tarihi ise Arapça ve muhtasardır. Anadolu’nun fethi sırasında oluşan Battalnâme, Dânişmendnâme ve Saltuknâme gibi halk hikâyelerinin aynı zamanda tarihî vak‘alarla ilgili önemli veriler sakladığında şüphe yoktur. II. Murad’ın Varna Savaşı’nı (848/1444) anlatan anonim bir gazavatnâme ilginçtir (nşr. Halil İnalcık – Mevlûd Oğuz, Ankara 1989). Enverî’nin Düstûrnâme’sinde yararlandığı, büyük ölçüde Aydınoğlu Umur Bey’in savaşlarını anlatan kaynağının da bu tür bir gazavatnâme ya da menâkıbnâme olduğu kabul edilmektedir. Enverî’nin Düstûrnâme’si, Bizans ve Latin kaynakları yanında XIV. yüzyıl Doğu Akdeniz dünyası için göz önüne alınması gereken mühim bir kaynaktır. İlk eserler için sözlü rivayetlerin de önemine özellikle değinmek gerekir. XV. yüzyılda kaleme alınan ve Osmanlı hânedanının övgüsünü yapan, sınır boylarındaki gaziler için bir tür psikolojik el kitabı niteliği taşıyan anonim tevârîh-i Âl-i Osmânlar ile yazarları bilinen tarihler arasındaki benzerlik ve alıntılar dikkati çekmektedir. F. Giese, Avrupa kütüphanelerinde bulunan on üç anonim tevârîh-i Âl-i Osmân’ı inceledi. Bu anonimlerde Ayasofya efsanesi de önemli bir yer tutmaktadır. Muhyiddin Mehmed Şah, yazarı bilinmeyen çeşitli Osmanlı tarihlerini “Târîh-i Âl-i Osmân” adı altında yeniden ele aldı. Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarından başlayan bu tarihler Mehmed Şah tarafından 956 Zilhiccesinin ilk günlerine (Aralık 1549), Kanûnî Sultan Süleyman’ın İran seferinden İstanbul’a dönüşüne kadar devam ettirildi. Tarihin biri uzun, diğeri kısa iki metni vardır. Kısa metin Joannes Gaudier (Spiegel) tarafından Almanca’ya çevrildi. Joannes Leunclavius’un Latince ve Almanca’ya tercüme ettiği (Frankfurt 1588, 1590) Türkçe vekāyi‘nâmenin Muhyiddin Mehmed’in eseri olduğu kabul edilmektedir.
Fâtih Sultan Mehmed döneminde Osmanlı tarihi üzerine birçok eser yazıldı ve bu zamanın birikimi büyük ölçüde II. Bayezid’in saltanat yıllarında ürünlerini vermeye başladı. Tursun Bey’in Târîh-i Ebü’l-Feth başlıklı eseri II. Bayezid döneminde yazılmış olup 1444’ten başlamakta, bütün Fâtih dönemini kapsamakta ve 1488 yılına kadar gelmektedir. Eserin giriş kısmı, Fâtih Sultan Mehmed’in saltanat anlayışını ortaya koymaya yönelik biçimde belirli bir ideolojik temel sağlar. Burada hükümdarın konumunu, yetkilerini, örfî hukukun kapsamını açıklayan bir çeşit toplum ve tarih felsefesine yer verilir. Tursun Bey’in kendisine ait olmasa da burada ileri sürdüğü görüşler Osmanlı tarihçiliğinin fikrî boyutta ilk dikkat çekici örneğini meydana getirir. Büyük ölçüde Âşıkpaşazâde’nin eserini izleyen Neşrî de kitabını bu dönemde yazdı. Günümüze ulaşan bölüm kaleme aldığı dünya tarihinin (Kitâb-ı Cihânnümâ) altıncı ve son kitabıdır. İlk beş bölüm muhtemelen tasarı halinde kalmış, belki de hiç kaleme alınmamıştır. II. Bayezid’in İdrîs-i Bitlisî’ye Farsça (Heşt Bihişt), Kemalpaşazâde’ye Türkçe birer Osmanlı tarihi yazdırması tarihçilikte bir dönüm noktasıdır. İdrîs’in verdiği bilgiler pek özgün olmamakla birlikte kendisi İran dili ve edebiyatının bütün özelliklerini ve inceliklerini kullanmaya çalıştı, Osmanlı hânedanı tarihinin Cüveynî’nin Târîḫ-i Cihângüşâ, Hamdullah Müstevfî’nin Târîḫ-i Güzîde gibi örneklere göre yazılabileceğini ortaya koydu. Ardından gelen Osmanlı tarihçilerini tarz ve üslûp açısından geniş ölçüde etkiledi. Ayrıca bu eserde ilk defa Osmanlı müesseseleri hakkında bilgi verilmektedir.
Kemalpaşâzade’nin Türkçe ağır, fakat birçok arkaik kelime içeren ayrıntılı Tevârîh-i Âl-i Osmân’ı 1508’de tamamlandı; buna Kanûnî Sultan Süleyman döneminin ilk yıllarını içine alan X. defter (cilt) eklendi. Şeyhülislâmlığa kadar yükselen Kemalpaşazâde, Osmanlı tarihini genel Türk tarihinin bütünlüğü içinde gören ilk tarihçi olması bakımından önemlidir. Devletin yükselme sebeplerini oldukça doğru biçimde ortaya koydu, kaynakları ve râvileri eleştirel bir gözle değerlendirdi. Fâtih Sultan Mehmed dönemini yazarken Ayasofya’ya dair “lisân-ı Yunânî üzerine merkum ve mesfur” bir kaynağın Farsça çevirisini kullandı. Orhan Gazi devrini kapsayan II. ciltte de aynı dille yazılmış bir Bulgar tarihinden yararlandı (II, 99). Tevârîh-i Âl-i Osmânlar arasında Rûhî’nin eseri, Hadîdî’nin 929 (1523) yılına kadar gelen manzum tarihi tevârîh-i Âl-i Osmân geleneğinin XVI. yüzyılda sürdüğünü gösterir. Yavuz Sultan Selim’in tahta çıkışıyla birlikte onun Trabzon valiliğinden başlayarak önce Gürcüler’le, ardından babası ve kardeşleriyle olan savaşlarını, Safevî ve Memlükler’e karşı başarılarını ele alan bağımsız eserler ortaya çıktı. “Selimnâme” adı verilen bu eserler Osmanlı tarihçiliğinin zenginleşmesine önemli katkılarda bulundu. Özellikle İshak Çelebi’nin, Keşfî’nin, İdrîs-i Bitlisî’nin ve Celâlzâde Mustafa Çelebi’nin Selimnâmeler’i dikkat çekicidir. Selimnâmeler övgü dışında belgesel kaynak olma niteliğini taşır.
Bu tarz Kanûnî Sultan Süleyman devrinde Süleymannâmeler’le sürdürüldü. Fakat Osmanlı Devleti’nin bir imparatorluk özelliği kazanması resmî tarihçiliği öne çıkardı, şehnâmecilik özel bir önem kazandı. Aslında şehnâmecilerin ilk örnekleri Fâtih Sultan Mehmed dönemine kadar çıkmış olup Kâşifî’nin Gazânâme-i Rûm’u ile Meâlî’nin Hünkârnâme’si buna örnektir. Şehnâmeci manzum ve övgü niteliğinde Farsça Osmanlı tarihi yazmakla görevliydi. İlk şehnâmeciler Ârifî Fethullah Çelebi, Şirvanlı Eflâtun ve Seyyid Lokmân’dır. Sonuncusunun yazdığı Hünernâme çok ünlüdür ve minyatürlerle bezelidir. 1591’de şehnâmecilik görevine getirilen Tâlikîzâde Mehmed Subhi hem Farsça hem Türkçe şiir yazabilecek düzeyde idi. Tarihî olaylar açısından şehnâmelerin içeriği zayıftır. XVI. yüzyılda tarih alanında eser veren yetmiş beş müellif tesbit edilebilmektedir. Bunların büyük bir kısmı Kanûnî Sultan Süleyman’ın çağdaşıdır. Müellifler arasında kadı, müderris, defterdar, nişancı, beylerbeyi, sancak beyi, kâtip vb. bulunmaktadır. Çeşitli yerlerin fethine bağlı olarak pek çok Süleymannâme kaleme alındı. Matrakçı Nasûh’un Kanûnî dönemini içine alan parça parça yazdığı eseri, özellikle bu çerçevede ayrı bir eser haline getirdiği Irakeyn Seferi’nin (1534-1535) geçtiği yollardaki menzilleri konu alan minyatürlerle süslü Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irâkeyn oldukça önemlidir. XVI. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı tarihçiliğine değer katan iki önemli eserden biri Hoca Sâdeddin’in Yavuz Sultan Selim dönemi sonlarına kadar getirdiği Tâcü’t-tevârîh’i, diğeri de Âlî Mustafa Efendi’nin başlangıçtan itibaren III. Mehmed dönemini de içine alan Künhü’l-ahbâr’ıdır. Selânikî Mustafa Efendi ise sadece bizzat şahit olduğu devrin (1563-1600) olaylarını yazdı. Özellikle Hoca Sâdeddin Efendi pek çok kaynak görerek, fakat esas itibariyle İdrîs-i Bitlisî’nin Heşt Bihişt’ini takip etmek suretiyle yazdığı, Yavuz Sultan Selim’in yakın hizmetinde bulunan babası Hasan Can’dan dinlediklerini de eklediği eseri daha sonraki Osmanlı tarihçilerince çok tutuldu ve buna muhtelif zeyiller yazıldı. Eserde ulemâ biyografilerine yer verilmiş olması tarihçilik geleneği açısından bir farklılık ortaya koyar. Eserin Avrupa’da daha erken dönemlerde büyük ilgi gördüğü ve birçok Batı diline çevrildiği bilinmektedir. Benzeri şekilde tarih alanında çok sayıda eser kaleme alan Âlî Mustafa Efendi’nin Künhü’l-ahbâr’ı Osmanlı tarihçiliğinin ulaştığı seviye bakımından belirleyicidir. Burada hadiselerin farklı bir tasnif içinde ve pek çok kaynak görülmek suretiyle yazıldığı dikkati çeker. Âlî biyografik bilgilere de yer verdi. Eserin girişi ayrıca büyük bir değer taşır. Tarihçinin görevleri üzerine daha sonra Naîmâ’da görülecek açıklamalar burada yer alır. Eserin ilk bölümü dünyanın yaratılışına, coğrafyaya ve insana dairdir. İkinci bölüm İslâm öncesinden başlayarak Moğol istilâsına kadar gelir. “Türk ve Tatar Faslı”nı Osmanlı tarihi izler. XVI. yüzyılın ikinci yarısı için kendi tanıklığı önemlidir. Âlî’nin olaylara eleştirel yaklaşımı, dönemin düşüncesini ve kültürel yapısını göz önüne alması ona farklı bir yer kazandırır. XVI. yüzyıl Osmanlı teşkilâtının ayrıntılı bir açıklaması onun tarafından yapılmıştır.
İslâm kaynaklarından beslenen Osmanlı tarihçiliği, XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren devletin bir dünya devleti haline gelmesinin de etkisiyle Batı tarihinin gelişmelerine ilgi duymaya başladı. Nişancı Feridun Ahmed Bey’in 1572’de bir tercümanla bir kâtibine çevirttiği Tevârîh-i Pâdişâhân-ı Françe Batı dillerinden Türkçe’ye yapılan tercüme olarak dikkat çeker; daha doğrusu XVI. yüzyılda bilinen Fransız tarihlerinden yapılan bir derlemedir (nşr. J-L. Bacqué-Grammont, La première histoire de France en turc ottoman, Paris-Montréal 1997). Buna Tercüman Mahmud’un Macar tarihi çevirisi de eklenebilir (Târîh-i Üngürûs). Mehmed Suûdî Efendi’nin 1580’de Batı kaynaklarından derleyip III. Murad’a sunduğu coğrafya kitabı Târîh-i Hind-i Garbî’nin kapsam ve önemi Thomas D. Goodrich’in çalışmaları ışığında daha iyi anlaşılır (The Ottoman Turks and The New World, Wiesbaden 1990). Batı dillerinden Türkçe’ye tercüme edilen bir başka eser Johann Carion’un Chronik adını verdiği dünya tarihidir. 1531’de Almanca yayımlanan eser Latince ve Fransızca’ya da çevrilmiştir. Bu eser Târîh-i Frengî başlığı altında Kâtib Çelebi tarafından Türkçe’ye aktarıldı. Bazı bölümleri Tasvîr-i Efkâr’ın 55. sayısından başlamak üzere yayımlanan eserin Müneccimbaşı tarafından kullanıldığı belirtilmelidir. XVII. yüzyılda Batı kaynaklarıyla ilişkinin biraz daha yoğunlaştığı görülmektedir. Peçuylu İbrâhim, Kanûnî Sultan Süleyman’ın Macaristan seferlerini anlatırken Macarca kaynaklara başvurmak gereğini duyar. Onun kullandığı Macarca kaynaklar bugün çok iyi bilinmektedir (Gáspár Heltai ve Istvánffý’nin kronikleri). Macarca bilen Peçuylu’nun Macar ve Sırp kaynaklarından yararlandığı anlaşılmaktadır. Peçuylu, Avrupa’daki gelişmeleri yakından kavramıştı; barutun, matbaanın icadından, kahvenin, tütünün Türkiye’ye girişinden söz etmekte, eserinde yabancı kelimelere de yer vermektedir.
XVII. yüzyılda Osmanlı aydınlarıyla Beyoğlu’ndaki Frenkler arasında yakın ilişki kuruldu. Fransız elçisi Marquis de Nointel, Antoine Galland, Comte de Marsigli, Dimitrie Cantemir, François Pétis de la Croix ve Ali Ufkî’yi (Bobovius) tanıyan Hezarfen Hüseyin Efendi bunlardan biriydi. Eseri Tenkīhu’t-tevârîh-i Mülûk genel bir tarih olup Batı kaynaklarına da başvurularak yazıldı. Yunan, Rum, Bizans tarihinden söz etmektedir. Bu konuları Türkçe’de ele alan ilk kaynak olan eser 1673 yılına kadar gelir, fakat yayımlanmamıştır. XVII. yüzyılın ikinci yarısında eserini kaleme alan Müneccimbaşı Ahmed Dede’nin Câmiʿu’d-düvel başlıklı Arapça genel tarihi Osmanlı tarihçiliğinde yeni bir çığır açar. Eser her şeyden önce geniş bir kaynak taramasına dayanır ve eski dönemlerden başlayarak 1670 yılına (bazı yazmalarda 1684) kadar gelir. Bir dünya tarihi niteliği taşıyan eserde İbrânî ve Roma kaynaklarının kullanıldığı anlaşılmaktadır ve Johann Carion’un tarihinden doğrudan doğruya yararlanıldığı ileri sürülmektedir. Ermeni kaynaklarından da istifade edilen ender Osmanlı tarihlerinden biridir. Müneccimbaşı XVII. yüzyıl Fransa, Almanya ve İngiltere tarihine de yer verdi. XVI. yüzyılın sonlarında Mustafa Cenâbî’nin yazdığı el-ʿAylemü’z-zâḫir adlı Arapça genel tarih diğer kaynaklarda bulunmayan farklı bilgileri ve biyografik mâlûmatı ile dikkat çeker. Müellif eserin Türkçe çevirisini yine kendisi yaptı. Ayrıca bir de muhtasarı vardır. Cenâbî’nin eseri sonraki tarihçilerce esas alınmış görünmektedir. Bunlardan biri olan ve genel bir tarih yazan Mehmed b. Mehmed Edirnevî çeşitli İslâm hânedanlarının soy kütüklerini eserine ekledi. Nuhbetü’t-tevârîh ve’l-ahbâr I. Ahmed dönemine (1603-1617) kadar cereyan eden olayları kapsar. Kâtib Çelebi 1641 yılına kadar gelen Arapça Feẕleketü’t-tevârîḫ’inde İslâm devletleri tarihi için bu eseri ana kaynak olarak kullanır. Kâtib Çelebi eserinde ayrıca tarihin anlam ve niteliğini açıklar, aynı zamanda tarihçinin bilmesi gereken kurallar üzerinde durur; özellikle Arapça Feẕleketü’t-tevârîḫ’in kronolojisi olmak üzere Takvîmü’t-tevârîh’i yazar. Şeyhülislâm Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi yaratılıştan 1058 (1648) yılına kadar gelen genel bir tarih kaleme aldı. Bunun dördüncü bölümü Osmanlı tarihiyle ilgilidir. Ardından bu kısım 1657’ye kadar uzatılmıştır (Zeyl-i Ravzatü’l-ebrâr, haz. Nevzat Kaya, Ankara 2003).
Osmanlı tarihini de kapsayan bu genel tarihler dışında XVII. yüzyılda belirli dönemleri içine alan eserlerin çoğaldığı dikkati çeker. Bunlar arasında Hasanbeyzâde’nin Târîh-i Âl-i Osmân’ı, Kâtib Çelebi’nin Türkçe Fezleke’si, Solakzâde’nin derlemelerden oluşan tarihi, Fındıklılı Silâhdar Mehmed Ağa’nın tarihi ve birtakım özel tarihler sayılabilir. Bunlardan Reîsülküttâb Küçük Hasan Bey’in oğlu Hasanbeyzâde, Dîvân-ı Hümâyun tezkirecisi olarak Eğri, Varad, Uyvar, Kanije seferlerine katıldı ve birçok olaya tanık oldu. Tâcü’t-tevârîh’i özetleyerek başladığı Osmanlı tarihini 1032 (1623) yılına kadar getirir. Kâtib Çelebi, Peçuylu ve Solakzâde’nin kaynakları arasında yer alır (nşr. Nezihi Aykut, Ankara 2004). Kâtib Çelebi, İstanbul ahalisinin lisanı Türkçe olduğu için herkesin yararlanması amacıyla 1000 (1592) yılından 1065 (1655) yılına kadarki olayları Fezleke’de toplar. Eserin önemli bir bölümü yaşadığı dönemle örtüşür; bu bakımdan yer yer kendi gözlem ve görüşlerine yer verir. Tütünün, kahvenin Türkiye’ye girişi üzerinde durur. Ayrıca her yıl ölen ricâlin biyografisini verir. Solakzâde Mehmed Hemdemî’nin XVII. yüzyılda kaleme aldığı Tevârîh-i Âl-i Osmân, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1067 (1657) yılına kadar cereyan eden hadiseleri kapsar ve Hasanbeyzâde’nin tarihini bazan kelime kelime tekrar eder. Silâhdar Mehmed Ağa’nın tarihi Zeyl-i Fezleke ve Nusretnâme diye bilinmektedir. Zeyl-i Fezleke, Silâhdar Târihi adıyla tanınır ve Kâtib Çelebi’nin Fezleke’sine zeyil şeklinde kaleme alınmıştır. 1654-1695 yılları olaylarını aktarmaktadır (I-II, İstanbul 1928). Nusretnâme II. Mustafa’nın tahta çıkışıyla başlar, 1721 yılına kadar devam eder. Defterdar Sarı Mehmed Paşa’nın Zübde-i Vekāyiât ile anonim bir tarihte yer alan olaylar Silâhdar Târihi’ndeki olaylarla iç içe girer. Vecîhî Hasan Efendi kısa ve özlü olarak 1047-1071 (1637-1661) yıllarını kapsayan bir eser bıraktı. Vecîhî saray ve çevresinin idarî ve malî bozukluklardaki rolünü çekinmeden açıklar. Hüseyin Tûğî’nin Sultan Osman’ın katline dair Musîbetnâme’si, Mehmed Halîfe’nin Târîh-i Gılmânî başlıklı eseri ve IV. Mehmed’in özel tarihini gayri resmî vak‘anüvis gibi kaleme alan Nişancı Abdi Paşa’nın 1648-1682 yıllarını ihtiva eden Vekāyi‘nâme’si (nşr. Fahri Çetin Derin, İstanbul 2008) XVII. yüzyılın belli başlı kaynakları arasında yer alır.
XVII. yüzyılda Osmanlı tarihçiliğinin yalnız çok sayıdaki telifatla değil aynı zamanda tarihin felsefî anlamı ve yeri, metodoloji arayışları ile farklı bir yönelim gösterir. Özellikle tarihin devletler için ne anlam ifade ettiği, faydaları ve buna bağlı şekilde olayları ele alma hassasiyeti bu dönemde kendini gösterir. Bu bağlamda Kâtib Çelebi, İbn Haldûn’un görüşlerini esas alır. Aslında XV. yüzyılda Tursun Bey ve XVI. yüzyılda Âlî Mustafa Efendi, İbn Haldûn’u tanımadan olayların hikmeti hususunda ve determinist yaklaşımlarla onunla ortak görüşlere varabilmişlerdi. XVII. yüzyılda Kâtib Çelebi, İbn Haldûn’u esaslı şekilde inceler. Devletin tavırlar kuramına göre çökeceğine inanmakla birlikte tedavinin bu süreci uzatacağını kabul ediyordu. İbn Haldûn, Kâtib Çelebi’den başlamak üzere Naîmâ, Cevdet Paşa ve Ziya Gökalp’e kadar Türk tarihçi ve düşünürlerini etkilemeye devam eder. Osmanlı tarihçiliği bakımından değinilmesi gereken bir başka gelişme, tarihî bilgilerle dolu olup türünün neredeyse tek örneği olan Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’si yanında klasik biçimini alan kurumların bu dönemde siyâsetnâme ya da lâyihalarda ifadesini bulmuş olmasıdır. Osmanlı siyâsetnâmecileri, devletin çöküş sebeplerini incelerken ideal kabul edilen eski düzene dönmenin çarelerini araştırır ve kurumların tanıtımını yapar. XVI-XVII. yüzyıl klasik Osmanlı devlet ve siyaset felsefesinin belli başlı temsilcileri Kınalızâde Ali Efendi, Lutfi Paşa, Âlî Mustafa Efendi, Hasan Kâfî Akhisârî, Kitâb-ı Müstetâb müellifi Koçi Bey, Kâtib Çelebi gibi düşünür, devlet adamı ve yazarlardır.
XVIII. yüzyıl tarihçiliği, bir önceki yüzyıl tarihçiliğinin devamı gibi görünmekle birlikte yeni gelişmelerin etkisi altında kalır. En önemli gelişme vak‘anüvisliğin kurumlaşması ve süreklilik kazanmasıdır. Vak‘anüvislik, şehnâmecilikten ve hükümdarın herhangi bir kimseyi tarih yazmak için görevlendirmesinden ayrı bir yapılanmadır. Vak‘anüvislik Dîvân-ı Hümâyun’a bağlı bir kurum olarak gelişti, vak‘anüvislerin hâcegânlık rütbesine ulaşan kâtipler arasından seçilmesine özen gösterildi. İlmiye sınıfına mensup olanlar da bu göreve getirildi. Vak‘anüvisler Osmanlı tarihinin bir bütün halinde yazılmasını sağladı. Matbaanın devreye girmesiyle birlikte vak‘anüvis tarihleri basılarak halka ulaştırıldı. Gerçekten ilk matbaa ile daha sonraki matbaalarda vak‘anüvis tarihlerinin basılması -bazı boşluklara rağmen- önemli bir yer tutmaktadır. Damad İbrâhim Paşa’nın sadâretinde (1718-1730) bilimsel bir kurul oluşturularak Doğu kaynaklarını esas alan bir tercüme hareketinin başlaması da üzerinde durulması gereken bir gelişmedir. Bu bağlamda Nedîm, Yanyalı Esad Efendi ve diğer kişiler önemli rol oynar. Türkçe’nin öne çıkarılması ve sadeleştirilmesi yolunda atılan ileri bir adımdır. Bu çerçevede Bedreddin el-Aynî’nin ʿİḳdü’l-cümân’ı, Hândmîr’in Ḥabîbü’s-siyer’i, Müneccimbaşı Ahmed Dede’nin Câmiʿu’d-düvel’i ve daha başka eserler Türkçe’ye çevrilir. Avrupa’ya gönderilen elçilerin hazırladıkları sefâretnâmelerin, Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’den başlamak üzere vak‘anüvis tarihlerine dercedilmesi de yeni bir uygulamadır. Bu sefâretnâmeler uzun süre “Avrupa ahvali” üzerine temel kaynak olur.
İlk vak‘anüvis Naîmâ, Amcazâde Hüseyin Paşa’nın kendisine verdiği Şârihülmenârzâde Ahmed Efendi’nin müsveddelerini düzene koydu. Tarihinin bu ilk düzenlemesi 982-1065 (1574-1655) yılları olaylarını kapsar; tarihini 1114 (1702) yılına kadar getirmek istiyordu. Edirne olayının ardından sadârete gelen Damad Hasan Paşa eserin devamını yazmasını emrettiği için Naîmâ, ilk düzenlemedeki 1000 tarihine kadar olan kısmı ayırıp 1000-1070 (1592-1660) dönemini kapsayan yeni bir eser yazdı (nşr. Mehmet İpşirli, I-IV, Ankara 2007). Renkli anlatımı, olayların iç yüzünü ortaya koyan ayrıntıları ve dönemine göre oldukça sade diliyle Naîmâ’nın Târih’i büyük ilgi çekti. Aslında yazdığı dönem vak‘anüvislik döneminin çok öncesidir. Naîmâ eserinin girişinde İbn Haldûn, Kınalızâde Ali Efendi, Kâtib Çelebi ve diğer İslâm ulemâsından yola çıkarak bir çeşit toplum ve tarih felsefesi yapar. Ona göre tarih şehrin tercümanıdır. Tarihten habersiz olanları gafil diye niteler. Bu arada tarih yazanların uyması gereken kuralları yedi başlık altında sayar. Naîmâ’nın Târih’i gördüğü ilgi sebebiyle imparatorluk döneminde dört defa basıldı (1147, 1259, 1280, 1281-1283). Naîmâ’dan sonra bu göreve getirilen Şefik Mehmed Efendi önemli bir eser bırakmadı. Râşid Mehmed Efendi’nin kaleme aldığı Vekāyi‘nâme ise Naîmâ’nın devamı niteliğindedir, 1660-1722 olaylarını kapsar. Küçükçelebizâde Âsım Efendi 1722-1729 yılları olaylarını kaleme aldı. Mustafa Sâmi Bey ancak I. Mahmud’un cülûsundan sonraki olayları yazdı. Bu sebeple Osmanlı tarihinde 1730 olayları yazılmadı. Sâmi Bey iki yıllık olayları zaptetti. Ardından Şâkir Hüseyin ve Subhi Mehmed Efendi vak‘anüvislik görevinde bulundu. Üç vak‘anüvisin kaleme aldığı tarih Târîh-i Sâmi, Şâkir ve Subhî adıyla basıldı (İstanbul 1198). Bu eserin bitimi olan Şubat 1744 tarihinden sonraki olayları 1751’e kadar İzzî Süleyman Efendi kaleme aldı (İstanbul 1199). İzzî’nin yerine getirilen Hâkim Mehmed Efendi 1166 (1752) başlarından 1180 (1766) yılına kadar geçen olayları yazdı. Çeşmîzâde Mustafa Reşid Efendi 1768 yılına kadar gelişmeleri kaydetti. Eser Vâsıf’ın Târih’inin kaynağı olması açısından önemlidir (nşr. Bekir Kütükoğlu, İstanbul 1959).
Sâdullah Enverî 1768-1774 savaşının tarihini yazmak için cepheye gönderildi. Bir ara görevden alındıysa da tekrar görevine iade edildi. Enverî’nin II. cildi 1188-1197 (1774-1783) yılları olaylarını kapsar. Bu cilt Cevdet Paşa’nın başlıca kaynaklarından biridir. Enverî üçüncü vak‘anüvislik döneminde (1787-1792) cephedeki olayları kaleme aldı. Fakat Ahmed Vâsıf, Enverî’nin ahvale vukufsuzluğundan yakınır. Cevdet Paşa her duyduğunu tahkik etmeden tarihine aldığını yazar. Vak‘anüvis Vâsıf Efendi’nin basılmış tarihinin I. cildi 1752-1770, II. cildi 1770-1774 olaylarını içine alır (İstanbul 1219; Bulak 1243, 1246). Onun temel kaynakları Hâkim ve Çeşmîzâde tarihleridir. Vâsıf’ın eserinin 1197-1201 (1783-1787) yılları olaylarına dair kısmı yayımlandı (nşr. Mücteba İlgürel, İstanbul 1978). Mütercim Âsım Efendi, III. Selim’in iradesi üzerine vak‘anüvisliği kabul etti. 1218-1221 (1804-1806) yılları olaylarını yazıp sadârete sundu. Ardından 1807-1808 yıllarını kaleme aldı. Âsım Efendi tarihi eğitim için temel bir araç olarak görür, III. Selim dönemini ağır biçimde eleştirmekten çekinmez. Saray erkânı ve ilmiye ricâlini kısa görüşlü, kendini beğenmiş, zevk ve eğlence düşkünü, gösteriş meraklısı diye niteler. XVIII. yüzyılda özel tarihler de kaleme alındı. Kâtib Çelebi’nin Takvîmü’t-tevârîh’ini ve ona yapılan zeyilleri devam ettiren Şem‘dânîzâde Süleyman Efendi, önce 1146 (1733) yılına kadar getirdiği eserini 1191’e (1777) kadar uzatarak takvim türünün önemli ve ayrıntılı bir örneğini verdi. Osmanlı tarihini kendine özgü biçimde ve daha ziyade sosyal yönden inceleyen bir tarihçi olması açısından dikkati çekmektedir (nşr. Münir Aktepe, I-III, 1976-1981). Şem‘dânîzâde tarihine ve tarihçilik anlayışına temas ederek bu hususta ilginç bilgiler verir.
XIX. yüzyıl tarihçiliğini dönemin gelişmeleri ve şartları içinde ele almak gerekir. Yenileşme hareketlerinde devlet kurumlarının Batı örneğine göre yapılanması için ileri adımlar atıldı. Takvîm-i Vekāyi‘in yayıma başlaması (1831), daha sonra özel gazetelerin çıkması bir efkârıumumiyenin doğuşuna ortam hazırladı. Medreselerin yanında çağdaş okullar açıldı. Yabancı dil bilen ve Batı dillerinde yazılmış eserlerden yararlanan tarihçiler yetişti. 1851’de Encümen-i Dâniş, 1861’de Cem‘iyyet-i İlmiyye-i Osmâniyye kuruldu. Yine ilk defa Osmanlı başşehrinde bir üniversite açıldı. Matbaanın özelleştirilmesi basın yayında bir canlılık sağladı. Okulların programlarında tarih derslerine yer verildi. Batılılaşma çabalarının bir sonucu olarak tarih yazıcılığında büyük değişim oldu. XIX. yüzyılın başında vak‘anüvisliğe tayin edilen, 1808-1821 olaylarını kaleme alan Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi büyük bir hekim olduğu kadar birkaç dil bilen, Batı kaynaklarına inebilen bir âlimdi. Avrupa’daki gelişmeleri, ülkeleri demokrasiye, parlamenter düzene götüren gelişmeleri incelemişti. Tarihinin önsözü büyük bir değer taşır. Heredotos’tan dahi söz etmesi anlamlıdır. Şânîzâde’nin Yunan ve Roma tarihlerini bildiği, hatta bazı Batı kaynaklarını okuduğu anlaşılmaktadır (nşr. Ziya Yılmazer, I-II, İstanbul 2008). Şânîzâde’den boşalan vak‘anüvisliğe Sahaflar Şeyhizâde Mehmed Esad Efendi getirildi. Esad Efendi, II. Mahmud döneminin önde gelen ricâli arasında yer alır. Ordu kadılığında bulunmuş, nüfus sayımında görev almıştı. Yeniçeriliğin kaldırılması olayının ayrıntılı bir tarihini yazdı (Üss-i Zafer, İstanbul 1243, 1293). Takvimhâne nâzırlığına tayin edilerek Takvîm-i Vekāyi‘in çıkarılmasında büyük rol oynadı. Tanzimat’ın ilk yıllarında Mekâtib-i Umûmiyye Nezâreti’ne kadar yükseldi. Teşrîfât-ı Kadîme’yi kaleme aldı (İstanbul 1287). Tarihi 1821-1826 yıllarını kapsayan iki ciltlik bir eserdir. İlk cildi Şânîzâde’nin zeyli kabul edilmektedir. II. cildi doğrudan doğruya kendi vak‘anüvisliğinin ürünüdür (nşr. Ziya Yılmazer, İstanbul 2000).
Cevdet Paşa XIX. yüzyılın bütün ilerlemelerine, yenileşme hareketlerine damgasını vuran devlet adamı ve hukukçudur. Osmanlı tarihinin en büyük tarihçilerinden biridir. Encümen-i Dâniş kendisini 1774’ten 1826 yılına kadarki dönemin tarihini yazmakla görevlendirdi. Eser otuz yıl gibi uzun bir çalışmanın sonunda tamamlandı. Cevdet Paşa bu eserini yazmak için vekāyi‘nâmeleri, terâcim-i ahvâl kitaplarını, hâtıraları, sefâretnâmeleri taradı; bazı görgü tanıklarına, Hazîne-i Evrak belgelerine başvurdu. Bütün bunların yanında yabancı kaynakları da kullandı. Sağlam ve tutarlı bir tarih görüşünün ışığında iyi bir terkip yapmayı başardı. Ele aldığı dönem imparatorluğun bunalımlı, kurumların çözülmeye yüz tuttuğu bir süreçti. Cevdet Paşa bu süreci eleştirel bir gözle değerlendirdi. Eserini kurumların bozulması bağlamında ele aldı. Olayların yanında pek çok kavram ve kurumu bağımsız olarak işledi. İbn Haldûn’un görüşlerinden yola çıkıp bir toplum ve tarih felsefesi yapmaya çalıştı. Avrupa tarihine geniş yer verdi. Fransız İhtilâli’nden sonra Osmanlı tarihini Avrupa tarihi çerçevesinde işledi. Târîh-i Cevdet yazıldıkça basıldı (1270-1301). 1303 ve 1309 tertîb-i cedîdlerde esaslı değişiklikler yapılarak eser son biçimini aldı. Tezâkir (nşr. M. Cavid Baysun, I-IV, Ankara 1991) ve Ma‘rûzât (nşr. Yusuf Halaçoğlu, İstanbul 1980) gibi eserleri 1839-1876 yılları için çok önemli kaynaklardır. Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ özellikle dili ve anlatımının yalınlığı açısından değerli bir eserdir.
Cevdet Paşa’dan sonra vak‘anüvisliğe Ahmed Lutfi Efendi getirildi (Mart 1866). Cevdet tarihinin kaldığı yerden başlayarak vekāyi‘nâmesini kaleme aldı. İlk cildini 1871’de tamamlayıp Sultan Abdülaziz’e sundu. Lutfi Efendi, başlangıçta daha çok Hazîne-i Evrak ile Dîvân-ı Hümâyun ve Sadâret Mektûbî Kalemi’ne başvurarak, birtakım kimselerden bilgi alarak tarihini yazmaya koyuldu. 1866’dan ölüm tarihi olan 1907 yılına kadar 1825-1879 olaylarını kaydetti. Ancak yazdığı kısımlar, Cerîde-i Havâdis ve Takvîm-i Vekāyi‘de haberlerin aktarılmasından ibaret olduğu gerekçesiyle eleştirildi. Ölümünün ardından bir süre yerine kimse tayin edilmedi. 1909 yılında Sultan Reşad’ın iradesiyle son vak‘anüvis Abdurrahman Şeref bu göreve getirildi. Târîh-i Lutfî’nin yedi cildi peyderpey basıldı. VIII. cildi Abdurrahman Şeref yayımladı (İstanbul 1328). IX-XV. ciltler Münir Aktepe tarafından neşre hazırlandı (IX-XII, İstanbul 1984; XIII-XV, Ankara 1993). Lutfi’nin eski harflerle basılan kısmı yeni harflerle de yayımlandı (haz. Yücel Demirel, Vak’anüvis Ahmed Lutfi Efendi Tarihi, İstanbul 1999).
XIX. yüzyılda resmî tarihçiler dışında yeni ve modern yöntemleri kullanan tarihçiler de vardır. Muhtemelen Hammer tarihinin ortaya çıkışı Osmanlı aydınlarını benzer şekilde Osmanlı tarihi yazmaya sevketti. Bunlardan biri Hayrullah Efendi’nin kaleme aldığı Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye Târihi’dir (İstanbul 1273-1292). Kendisi yabancı dil biliyordu. Yabancı kaynakları ve özellikle Hammer tarihini geniş ölçüde kullandı. Hayrullah Efendi eserinde her padişah dönemini bir cüzde inceledi ve Avrupa tarihindeki gelişmeleri karşılaştırmalı olarak verdi. Bu eser kuruluştan I. Ahmed zamanına kadar (1603-1617) gelmektedir. Ahmed Vefik Paşa da farklı bir arayış içinde Osmanlı tarihini ele aldı. Yazdığı Fezleke-i Târîh-i Osmânî’de Osmanlı tarihini kuruluş, yükselme ve gerileme şeklinde dönemlere ayırdı. Onun yaptığı bu tasnif okul kitaplarına girdi. Abdurrahman Şeref’in liseler için hazırladığı Târîh-i Devlet-i Osmâniyye’de (İstanbul 1309-1312) bu bölümlemenin temel alındığı görülmektedir. Mustafa Nûri Paşa’nın Netâyicü’l-vukūât’ı bu dönem tarihçiliğinin oldukça seçkin eserlerinden biri olup devletin kuruluşundan 1841 yılına kadar gelir. Eser olayları sıradan anlatan bir tarih kitabı değil Osmanlı Devleti’nin iç yapısında, kurumlarında görülen gelişme ve değişmeleri derinlemesine çözümleyen bir kılavuz niteliğindedir. Müellif, Osmanlı tarihi üzerine yazılanları okuyup tam bir eleştiri süzgecinden geçirdi ve bir bütün halinde değerlendirdi. Asıl amacının her yüzyılda geçerli olan idarî düzeni, askerî kurumları, malî ve ekonomik örgütü ve diğer ayrıntıları açıklamak olduğunu belirtir. Olayları sebep-sonuç bağlamında araştırmak gibi çağdaş tarihçiliğin bir yöntemini başarıyla uyguladı.
Tanzimat dönemi tarihçiliği Avrupa ve dünya tarihine de ilgi duydu. Konuya dair birtakım eserler Türkçe’ye çevrildi. Yabancı tarihçi ve Türkologlar’la iletişim kurulması yoluna gidildi. Bu yüzyılın Osmanlı tarihçiliği Avrupa’nın güncel sorunlarıyla da ilgilendi. Dreyfüs olayının ayrıntılı bir araştırma konusu yapılması bunu kanıtlamaktadır (Ali Reşâd – İsmâil Hakkı, Dreyfus Meselesi ve Esbâb-ı Hafiyyesi, İstanbul 1315). Yerel tarihlerin yazılması yolunda ilk adımlar atıldı. Şâkir Şevket’in Trabzon Tarihi, Mehmed Rauf’un Mir’ât-ı İstanbul’u ilk akla gelen eserlerdir. Bu dönemde Ahmed Hilmi, Süleyman Paşa ve Ahmed Midhat Efendi genel tarihler kaleme aldı. Mizancı Murad Bey, Fransız tarihçisi Duruy’nin lise ve orta okullar için yazdığı ders kitaplarını esas alarak altı ciltlik bir genel tarih yazdı. Eser düzenli, açık, olayların üzerine inen ve eğitsel yanı ağır basan bir yöntemle kaleme alındı. Onun gerek bu eseri gerekse farklı bir görüşle yazdığı Osmanlı tarihi kendisini büyük bir üne kavuşturdu. Fakat sonraları sert eleştirilere hedef oldu. Daha önce yazılan, ancak Meşrutiyet’ten sonra basılabilen Mahmud Celâleddin Paşa’nın Mir’ât-ı Hakîkat’i dikkate değer bir eserdir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın siyasal tarihini konu alır.
XIX. yüzyılda Avrupa’ya giden öğrenciler, burada Türk tarihi ve dilinin üniversitelerde önemli bir araştırma konusu yapıldığını gördüler. Avrupa’da okutulan Türk tarihinin İslâm’dan ve Osmanlı’dan önceye gittiğini kavradılar. Mustafa Celâleddin Paşa, 1869’da yayımladığı Les turcs anciens et modernes başlıklı eserinde Türk boylarının dünya tarihindeki yerini ve rolünü açıkladı. Mustafa Celâleddin Paşa aynı zamanda Türkler’in Turo-Aryan bir soya mensup olduklarını ileri sürüyordu. Léon Cahun Introduction à l’histoire de l’Asie adlı kitabında Asya tarihinde Türk göçebelerinin rolünü romantik öğelerle açıklar. Cahun’ün kitabını 1899’da Türkçe’ye çeviren Necip Âsım (Türk Tarihi, İstanbul 1316), bununla yetinmeyip Batı’daki Türkoloji çalışmalarının verimlerini Türkiye’de tanıtmak için büyük çaba gösterdi. Süleyman Paşa, 1876’da yayımlanan Târîh-i Umûmî’sinde Osmanlılar’dan önceki Türk tarihine önemli bir yer verdi. Ahmed Midhat Efendi’nin bir genel tarih yazma çalışmaları ve Kâinat külliyatı her milletin tarihinden söz eden bölümlerden oluşuyordu.
Okullarda okutulan tarih kitapları istibdat döneminde epeyce budandı. Genel tarihler okullarda yasaklandı. Bütün sosyal ve kültürel alanlarda olduğu gibi tarihle ilgili ciddi ve bilimsel eserlerin telifi ve çevirisi hürriyetin ilânından sonra başladı. Seignobos’un eserleri başta olmak üzere birçok eser Türkçe’ye çevrildi. Çeviri hareketi bir sistem içinde yapılmamakla birlikte yine de olumlu sonuçlar verdi. Ali Reşad telif ve tercüme suretiyle epeyce eser ortaya koydu. Mehmed Atâ Bey, Hammer’in ilk on cildini çok geniş dipnotları ve eklerle Türkçe’ye kazandırdı (1329-1337). Ali Reşad ve Macar İskender Kapitülasyonlar’ı, Goryanow’un Devlet-i Osmâniyye ve Rusya Siyaseti’ni Türkçe’ye çevirdi (1331). Yine Ali Reşad, Engelhardt’ın Türkiye ve Tanzimat’ını tercüme etti. Ali Reşad dönemin en verimli tarihçilerinden biridir. Ders kitapları, çeviriler yanında pek çok makaleye imza attı. Ayrıca iki ciltlik resimli Fransız İhtilâli tarihi de vardır. Bu dönemde yapılan bazı tercümelerin büyük tepkilere yol açtığını da eklemek gerekir. Abdullah Cevdet’in R. Dozy’den çevirdiği Târîh-i İslâmiyyet bunun ilginç bir örneğidir. Gösterilen tepkiler karşısında hükümet kitabı toplatmak zorunda kaldı. Eserin yazarının İslâmiyet aleyhtarı olması yanında Abdullah Cevdet’in önsözde İslâm ulemâsını eleştirmesi bu tepkilerin odak noktasını meydana getirir (Berkes, s. 388, 403).
Doğrudan doğruya Osmanlı tarihini bilimsel yöntemlerle araştırmak üzere İstanbul’da 27 Kasım 1909’da Târîh-i Osmânî Encümeni kuruldu. On iki kişilik encümenin kurucuları arasında ünlü tarihçiler vardı. Encümenin görevi “Devlet-i Osmâniyye’nin bir tarihini vücuda getirmek ve târîh-i Osmâniyye’ye ait resâil ve evrak ve kuyûdatı tab‘ ve neşretmek”ti. 1910 yılından başlamak üzere Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası (TOEM) yayıma girdi ve aralıksız yirmi yıl yayımını sürdürdü. Derginin her sayısında forma halinde kaynak eserler ek olarak veriliyordu. Encümenin yazmayı tasarladığı tarihin ancak I. cildi neşredildi. Daha pek çok araştırma encümenin neşir programında yer aldı. Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemiyle ilgili birçok kitâbe de ilk defa yayımlandı. Fuad Köprülü, encümen üyelerinin birkaçı dışında bilimsel düzeylerinin çok düşük olduğunu iddia ediyordu. Olayları yan yana dizmekle tarih yazılamayacağını söylüyor, askerî ve siyasî olayların dışında hiçbir olayı tarihin inceleme alanına sokmadıklarını yazıyordu. Yine Köprülü 1909’ların Türkiye’sinde Ağaoğlu Ahmet, Ahmed Refik (Altınay) ve Akçuraoğlu Yusuf’un iyi bir gelecek vaad ettiklerini belirtiyordu. Ahmed Refik bir yandan Osmanlı Arşivi’nden yığınla belgeyi yayıma hazırlar, çeviriler yapar, tutarlı araştırmalar ortaya koyarken bir yandan da tarihi geniş halk kitlelerine sevdiren bir tarihçi olarak tanındı.
Türkçülük, Sultan Abdülaziz ve özellikle II. Abdülhamid döneminde bir fikir hareketi şeklinde gelişti. Türkçülüğün ortaya çıkmasına yol açan bir dizi gelişmenin varlığını göz önünde bulundurmak gerekir. Türkçülük imparatorluğun Türk olmayan unsurlarında milliyet bilincinin ortaya çıkmasına, ayrılık hareketlerinin doğmasına karşı bir tepki halinde doğdu. Genç Türkler, Türkçülüğe siyasal bir içerik vermekten özenle kaçındı. Çünkü bu durumda imparatorluğun dağılması kaçınılmazdı. Dilde Türkçülük, Türk tarih ve kültürünün incelenmesi hareketin özünü oluşturmaktadır. Türkçülük fikri II. Meşrutiyet döneminde Osmanlıcılık, İslâmcılık, Batıcılık akımlarının yanında yerini aldı. Biraz daha açıklığa kavuştu. 1904 yılında Akçuraoğlu Yusuf, yazdığı Üç Tarz-ı Siyâset başlıklı eserinde bir Osmanlı milleti teşkil etmenin imkânsızlığına değiniyor, aynı zamanda bütün müslümanları tek bir millet halinde birleştirmenin güçlüğü üzerinde duruyordu. Türk dili, Türk tarihi ve kültürüyle ilgili çalışmalar II. Meşrutiyet döneminden daha sistemli hale geldi. Özellikle Ziya Gökalp sosyolojinin verilerinden yararlanarak Türkçülüğü sistemleştirmeye çalıştı. Türk Yurdu ve Millî Tetebbûlar Mecmuası’nda çıkan araştırmalar dil, tarih, hukuk, folklor vb. konularla ilgiliydi. Sayıları giderek artan dergilerin yanında gazeteler de tarih konularının geniş kitlelere ulaşmasında dinamik bir işlev üstlendi. Türk Ocakları’nın kurulması (1912) Türkçülük hareketi ve bilincinin taşrada kök salmasına büyük katkıda bulundu. Osmanlı tarihçiliği yalnız siyasal ve askerî alanlarla sınırlı kalmadı. Sanat tarihi, çeşitli alanlarda temayüz etmiş sanatçılar, vefeyât, terâcim-i ahvâl, bilim tarihi vb. konularda eserler üretildi. Tarihler ya da bu bağlamda yazılanların önemli bir bölümü basılmakla birlikte gerek Türkiye’de gerek Türkiye dışında yığınla yazmanın bulunması tarihçiliğin yüksek verimini göstermektedir. Osmanlı tarihçiliği yöntem açısından zayıftı. Sosyal bilimlerin yöntemlerinin kullanımı ancak imparatorluğun son döneminde Batı’yla temaslar çerçevesinde yaygın hale geldi.
BİBLİYOGRAFYA
Âşıkpaşazâde, Târih (Atsız).
İbn Kemal, Tevârîh-i Âl-i Osmân, II, 99.
İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihî Takvimler (nşr. Osman Turan), Ankara 1954.
Gazavât-ı Sultân Murâd b. Mehemmed Hân (nşr. Halil İnalcık – Mevlûd Oğuz), Ankara 1989.
Hadîdî, Tevârîh-i Âl-i Osmân (nşr. Necdet Öztürk), İstanbul 1991.
Enverî, Düstûrnâme, tür.yer.
Rûhî Târîhi (TTK Belgeler, XIV/18 [1992] içinde, tıpkıbasımı ile birlikte nşr. Yaşar Yücel – Halil Erdoğan Cengiz), s. 1-359.
Çeşmîzâde, Târih (nşr. Bekir Kütükoğlu), İstanbul 1959.
Şem‘dânîzâde, Müri’t-tevârîh (Aktepe), I-III.
Osmanlı Müellifleri, I-III.
Yusuf Akçura, Türk Yılı: 1928, İstanbul 1928.
a.mlf., “Tarih Yazmak ve Tarih Okutmak Usullerine Dair”, TTK Bildiriler, I (1932), s. 577-607.
Mükrimin Halil Yinanç, “Tanzimattan Meşrutiyete Kadar Bizde Tarihçilik”, Tanzimat I, İstanbul 1940, s. 573-595.
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, “Türkiye’de İbn Haldunizm”, 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, s. 153-163.
Levend, Gazavatnâmeler, tür.yer.
Kâtip Çelebi: Hayatı ve Eserleri Hakkında İncelemeler, Ankara 1957.
Enver Koray, Türkiye Tarih Yayınları Bibliyografyası, İstanbul 1959.
V. L. Ménage, Neshrī’s History of the Ottomans: The Sources and Development of the Text, London 1964.
a.mlf., “Sultan II. Murad’ın Yıllıkları” (trc. Salih Özbaran), TD, sy. 33 (1980-81), s. 79-98.
Historians of the Middle East (ed. B. Lewis – P. M. Holt), Oxford 1964, tür.yer.
L. V. Thomas, A Study of Naima (ed. N. Itzkowitz), New York 1972.
Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Ankara 1973, s. 388, 403.
Bekir Kütükoğlu, Kâtib Çelebi “Fezleke”sinin Kaynakları, İstanbul 1974.
Felsefe Kurumu Seminerleri, Ankara 1977, tür.yer.
Babinger (Üçok), tür.yer.
C. H. Fleischer, Bureaucrat and Intellectual in the Ottoman Empire. The Historian Mustafa Âli (1541-1600), Princeton 1986.
Mücteba İlgürel, “Vak’anüvislerin Taltiflerine Dair”, Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul 1991, s. 183-192.
R. Mantran, “L’historiographie ottomane á l’époque de Soliman le magnifique”, Soliman le magnifique et son temps (ed. G. Veinstein), Paris 1992, s. 25-32.
Halil İnalcık, “Tursun Beg, Historian of Mehmed the Conqueror’s Time”, The Middle East and the Balkans under the Ottoman Empire Essays on Economy and Society, Bloomington 1993, s. 417-431.
a.mlf., “How to Read ‘Āshik Pashsazāde’s History”, Studies in Ottoman History in Honour of Professor V. L. Ménage (ed. C. Heywood – C. Imber), İstanbul 1994, s. 136-156.
Ramazan Şeşen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, İstanbul 1998, s. 281-339.
Suraiya Faroqhi, Approaching Ottoman History: An-Introduction to the Sources, Cambridge 1999.
Abdülkadir Özcan, “Kanuni Süleyman Devri Tarih Yazıcılığı ve Literatürü”, Prof. Dr. Mübahat S. Kütükoğlu’na Armağan (ed. Zeynep Tarım Ertuğ), İstanbul 2006, s. 113-154.
Köprülüzâde Mehmed Fuat, “Bizde Tarih ve Müverrihler Hakkında”, Bilgi, I/2, İstanbul 1329, s. 185-196.
Akdes Nimet Kurat, “Bizans’ın Son ve Osmanlıların İlk Tarihçileri”, TM, III (1935), s. 185-206.
Münir Aktepe, “Naîmâ Tarihi’nin Yazma Nüshaları Hakkında”, TD, I/1 (1949), s. 35-52.
B. Lewis, “History-Writing and National Revival in Turkey”, Middle Eastern Affairs, IV (1953), s. 218-227.
a.mlf., “Ottoman Observers of Ottoman Decline”, IS, I (1962), s. 71-87.
I. Beldiceanu-Steinherr, “Un legs pieux du chroniqueur Uruj”, BSOAS, XXXII/2 (1970), s. 359-363.
Şehabeddin Tekindağ, “Osmanlı Tarih Yazıcılığı”, TTK Belleten, XXXV/140 (1971), s. 655-663.
a.mlf., “Selimnameler”, TED, I (1970), s. 197-230.
C. Woodhead, “An Experiment in Official Historiography: The Post of Şehnameci in the Ottoman Empire, c. 1555-1605”, WZKM, LXXV (1983), s. 157-182.
a.mlf., “Taʾrīk̲h̲”, EI2 (İng.), X, 290-295.
P. Fodor, “Ahmedī’s Dāsitān as a Source of Early Ottoman History”, AOH, XXXVIII/1-2 (1984), s. 41-54.
a.mlf., “Stade and Society, Crisis and Reform, in 15th-17th Century Ottoman Mirror for Princes”, a.e., XL/2-3 (1986), s. 217-240.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 66-72 numaralı sayfalarda yer almıştır.