- 1/5Müellif: HALİL KURTBölüme GitKızıldeniz’e ve Hint Okyanusu’nun Aden körfezine kıyısı olan Yemen kuzeyden Suudi Arabistan, doğudan Uman ile komşudur. Bâbülmendep Boğazı ile Afrika …
- 2/5Müellif: CENGİZ TOMARBölüme GitII. TARİH Osmanlılar’a Kadar. Antik Grek ve Romalı coğrafyacılar tarafından Arabia Felix (mesut Arabistan) diye adlandırılan Yemen, genel olarak Mekke…
- 3/5Müellif: İDRİS BOSTANBölüme GitOsmanlı Dönemi. Osmanlılar’ın Yemen’e ilgi duyması, XVI. yüzyıl başlarında Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’nda baş gösteren Portekiz tehlikesinin bir neti…
- 4/5Müellif: CENGİZ TOMARBölüme GitSon Dönem. Yemen’de Osmanlı hâkimiyeti Mondros Mütarekesi’nin ardından fiilen sona erdi ve Osmanlı askerî-sivil bürokrasisi Hudeyde’de İngilizler’e te…
- 5/5Müellif: CENGİZ TOMARBölüme GitIII. KÜLTÜR ve MEDENİYET Yemen’de İslâmiyet’in erken dönemlerden itibaren yayılmaya başlamasının ardından eski kültür mirası ve mimari geleneği devam …
Kızıldeniz’e ve Hint Okyanusu’nun Aden körfezine kıyısı olan Yemen kuzeyden Suudi Arabistan, doğudan Uman ile komşudur. Bâbülmendep Boğazı ile Afrika kıtasından ayrılır. Resmî adı el-Cumhûriyyetü’l-Yemeniyye, yüzölçümü 536.869 km2, nüfusu 24.200.000 (2012), başşehri San‘a (2.300.000), diğer önemli şehirleri Aden (738.000), Taiz (592.000), Hudeyde (495.000), İb (330.000) ve Mükellâ’dır (222.000).
I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA
Yemen, yapısal olarak sert bir temel üzerine oturmuş olmakla beraber tektonik hareketler bakımından tamamen sakin bir bölge değildir. Eski temel arazi yer yer yüzeyde de görülür, ancak çoğu kesimde yaşça daha yeni tabakalarla örtülüdür. Bu örtü arazisi genelde ikinci ve üçüncü zaman tortulları ile (rüsûbî kayalar) eski ve yeni lavlardan oluşur. Batıdaki yüksek kesimlerde San‘a ve Taiz arasında riyolit, andezit, trakit, ignimbirit ve bazaltlardan meydana gelen volkanik örtünün kalınlığı 500 m. ile 3000 m. arasında değişir. Volkanik püskürmeler Yemen adalarında günümüzde de aralıklarla etkisini sürdürmektedir. Yemen doğal özellikleri bakımından kıyılardan iç kesimlere doğru sıralanan birbirinden farklı bölgelere ayrılır. Bunlar Kızıldeniz kıyısında Tihâme adı verilen kıyı ovası, Aden körfezi kıyısındaki dar kıyı ovası, bunun gerisinde yer alan platolar, merkezî dağlık sahalar, kuzeydoğudaki çöl sahası ve adalardır. Tihâme, batıda Kızıldeniz kıyısı boyunca kuzey-güney yönünde genişliği 8-65 km. arasında değişen ve yer yer kıyı kumulları ile kesintiye uğrayan yarı çöl özelliğinde düzlüklerden meydana gelir. Sıcak, kurak, fakat bağıl nemi yüksek olan bu kesimde liman şehri Hudeyde yer alır. Aden’den doğuya doğru küçük balıkçı yerleşmeleri ve Mükellâ’nın bulunduğu Aden körfezi kıyısı az verimli bir ova görünümündedir. Kıyı ovasının gerisinde yükselen Yemen platosu (500-1200 m.) özellikle batı kesiminde engebeli bir görünüm arzeder ve Kızıldeniz’e doğru yönelen akarsuların vadileri tarafından yer yer derin biçimde yarılır. Doğuda Uman sınırına doğru Hadramut bölgesinde eski temel üzerinde yayılan lav örtüsünün maskelediği plato sahalarını, Hint Okyanusu’na ulaşan periyodik akışlı akarsular derin vadilerle parçalara ayırır. Yemen’in merkezî dağlık alanlarının batısında ülkenin en yüksek dağı olan Hadûr Şuayb (3750 m.) bulunur (bk. HADÛR). Bu kesimde kademeli şekilde alçalan yamaçlar, vadi tabanları tarım ve yerleşmeye en uygun yerlerdir. Nitekim volkanik arazinin geniş yer kapladığı Taiz ve İb çevreleri tarım ürünlerinin çeşitliliğinin arttığı alanlardır. Merkezî dağlık kütlenin doğu kesiminde dünyanın en yüksek rakımlı başşehirlerinden olan San‘a (2200 m.) bulunur. San‘a çevresi nisbeten daha az yağış alır ve ülkede su kıtlığının en fazla hissedildiği yerler arasındadır. Suudi Arabistan’daki Rub‘ulhâlî çölünün uzantısını teşkil eden, doğu ve kuzeydoğuda ülkenin yaklaşık yarısını kaplayan çöl sahasının yükseltisi 1000 metrenin altındadır. Burası hemen hemen hiç yağış almayan, göçebe bedevî çobanların dışında yerleşik nüfusun fazla olmadığı ülkenin en tenha kesimlerinden biridir.
Ülkede iklim enlem etkisiyle genelde sıcaktır. Ancak yükseltiye bağlı olarak sıcaklık dağılışında farklılıklar görülür. Başşehir San‘a’da haziranda en yüksek aylık ortalaması 31 °C, en düşük sıcaklık ise aralıkta 24 °C’dir. Kıyıdaki Aden’de en yüksek sıcaklık haziranda 37 °C, en düşük sıcaklık ocakta 27 °C’dir. Yemen’de yağışlar genelde, batıda marttan mayısa kadar hüküm süren Kızıldeniz üzerindeki hava akımları ile güneyden kuzeye doğru şubat-eylül arasında gelişen musonların etkisi altındadır. Yıllık ortalama yağış miktarı kıyı düzlüklerinde (Tihâme) 120-130 mm., yüksek dağlık alanlarda 520-760 mm. arasında değişir. San‘a’da yıllık ortalama yağış 200 mm. civarındadır. Ancak bazı yıllar 150 milimetreye kadar düşerken bazı yıllarda 500-600 milimetreye ulaştığı görülür. Yağışlar şubattan ağustos ayına kadar etkilidir. Yemen’de ormanlar ülke yüzölçümünün ancak % 4’ünü kaplar. Kıyı kesiminde yer yer çalılarla birlikte görülen step formasyonu, dağ eteklerinde özellikle ülkenin batı kesiminde yerini kurakçıl orman topluluklarına bırakır. Bu orman topluluklarının başlıca türlerini akasya, ardıç, hurma, incir, şişe ağacı ve baobap ağacı oluşturur. Sular coğrafyası açısından ülkenin dikkat çeken özelliği sürekli akarsuların bulunmayışıdır.
Yemen dünyada nüfusu en hızlı artan ülkeler arasındadır. 1950’de 4.316.000 olan her iki Yemen’in nüfusu 1990’daki birleşmede Kuzey Yemen 7.161.000, Güney Yemen 2.586.000 olmak üzere toplam 9.747.000, 1994 sayımında 14.588.000, 2004’te 19.720.000 idi. Yemen’de nüfus artış oranı 2005-2010 arası dönemde % 2,86 olmuştur. Nüfusun büyük bölümü (% 68) kırsal alanda yaşar ve nüfus yoğunluğu bakımından kilometrekareye kırk altı kişi düşer. Yemen nüfusunu daha çok Araplar teşkil eder. Ayrıca küçük topluluklar halinde Hintliler, Pakistanlılar, Somalililer vardır. Nüfusun tamamına yakını müslümandır. Müslümanların % 70’ini Sünnîler (Şâfiî mezhebi), % 30’unu Şiîler (Zeydî, az sayıda İsmâilî) oluşturur. Ülkedeki yahudilerin büyük çoğunluğu 1950’den sonra İsrail’e göç etmiştir. Ülke dışında çalışmaya giden ve sayıları 1 milyonu aşan Yemenliler gönderdikleri dövizlerle ekonomiye önemli katkı sağlar. Yemen aynı zamanda Afrika ülkelerinden, özellikle Somali ve Etiyopya’dan göç alır. Birleşmiş Milletler’in 2000 yılına ait raporuna göre bir yılda Afrika ülkelerinden Yemen’e 50.000 göçmen gelmiştir.
Ülke topraklarının ancak % 3’ü tarıma elverişlidir; buna rağmen ekonomide tarım önemli yer tutar ve millî gelirin % 15’ini oluşturur, iş gücünün yarıdan fazlasını istihdam eder ve nüfusun üçte ikisi geçimini tarımdan sağlar. Ülkenin batı ve iç kesimlerindeki yüksek plato sahası önemli tarım alanlarını bünyesinde toplar. Başlıca tarım ürünleri tahıllar, kahve, kat, meyveler, sebzeler, hurma ve pamuktur. Ayrıca kümes hayvancılığı, koyun, keçi, sığır ve deve yetiştiriciliğiyle balıkçılık halkın başlıca geçim kaynaklarıdır. 1970’li yıllara kadar hububat üretimi ülke ihtiyacını karşılarken 1980’li yıllardan itibaren daha fazla gelir getiren meyve, sebze ve kat üretimine doğru bir eğilim meydana gelmiştir. 2000’li yıllarda hızla artan nüfusun da etkisiyle ülkede 3-3,5 milyon ton hububat ithalâtı yapılmıştır. Dünyada su konusunda en fakir ilk on ülke arasında yer alan Yemen’de yer altı ve yer üstü su kaynaklarının yaklaşık yarısı boyu 1,5 m. ile 20 m. arasında değişen kat bitkisinin sulamasında kullanılmaktadır. Nüfusun yarıdan fazlasının kullandığı kat bitkisinin yaprakları ağızda çiğnenmekte ve uyuşturucu etkisi yapmaktadır. Her geçen yıl üretimi ve kullanımı artan kat Yemen’i bir felâkete doğru sürüklemektedir.
Yemen’de sanayi fazla gelişmemiştir. Petrol rafinerileri, sıvılaştırılmış doğal gaz santrali, küçük ölçekli gıda, alüminyum ve tekstil imalâtı ve gemi onarımı başlıca sanayi faaliyetleridir. Çin, Hindistan, Birleşik Arap Emirlikleri en fazla ticaret yapılan ülkelerdir. Yemen’in ekonomisi büyük ölçüde petrol üretimine bağlıdır. Me’rib ve Mesîle bölgelerinden çıkarılan ham petrol Me’rib, Aden, Mükellâ ve Re’süîsâ’daki rafinerilere boru hatları ile taşınır. Ancak petrol rezervleri hızla azalmaktadır, bu da petrol ihracatını olumsuz etkileyecektir. Buna karşılık Yemen’de 1993 yılında Me’rib’in 73 km. doğusunda Safer bölgesinde bulunan doğal gaz rezervleri gelecek için ümit vericidir. Ülkede ilk likit doğal gaz santralinde (LNG) Ekim 2009’da üretime başlanmıştır. Yemen’in diğer yer altı kaynakları az miktarda kömür, kaya tuzu, mermer, altın, nikel ve bakırdır. Ülkenin başlıca ihraç ürünleri ham petrol, kahve, sıvılaştırılmış doğal gaz ve konserve balık, ithal edilen ürünler ise tahıl, gıda ürünleri, canlı hayvan, makine ve ekipmanları ile çeşitli kimyasallardır. Yemen tarihî ve kültürel zenginliği, doğal güzellikleriyle üstün turizm potansiyeline sahip olmasına rağmen uzun yıllar süren iç savaş, terör ve siyasî kargaşalar yüzünden turizm önemli bir gelişme kaydetmemiştir.
BİBLİYOGRAFYA
Sami Öngör, Orta Doğu (Siyasi ve İktisadi Coğrafya), Ankara 1964, s. 183-188.
İhsan Süreyya Sırma, Osmanlı Devleti’nin Yıkılışında Yemen İsyanları, İstanbul 1996, s. 37.
Ramazan Özey, Ortadoğu Coğrafyası: Ülkeler, İnsanlar, Sorunlar, İstanbul 1997, s. 203-208.
Selami Gözenç, Güneybatı Asya “Ortadoğu” Ülkeler Coğrafyası, İstanbul 1999, s. 222-228.
İbrahim Atalay, Resimli ve Haritalı Dünya Coğrafyası, İstanbul 2001, s. 84-86.
Ömer Turan, Medeniyetlerin Çatıştığı Nokta Ortadoğu, İstanbul 2003, s. 359-362.
H. J. de Blij – P. O. Muller, Geography: Realms, Regions and Concepts, New York 2006, s. 363-365.
Serpil Açıkalın v.dğr., Yemen Dosyası: Fakirlik ve Terör Kıskacında Bir Ülke, Ankara 2010, s. 21-25.
Yemen Ülke Bülteni (DEİK: Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu), İstanbul 2011, s. 3-16.
Ahmed al-Ameri, Regional Stable Isotope and Hydrochemistry Investigation in Yemen and in the Representative Area “Sana’a Basin” (doktora tezi, 2011), Freie Universität Berlin, s. 5-7.
Adolf Grohmann, “Yemen”, İA, XIII, 371-373.
W. C. Brice, “al-Yaman”, EI2 [İng.], XI, 270-271.
Kudret Büyükcoşkun, “Arabistan”, DİA, III, 248-252.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 43. cildinde, 400-401 numaralı sayfalarda yer almıştır.
II. TARİH
Osmanlılar’a Kadar. Antik Grek ve Romalı coğrafyacılar tarafından Arabia Felix (mesut Arabistan) diye adlandırılan Yemen, genel olarak Mekke’yi dünyanın merkezi kabul eden İslâm coğrafyacılarına göre doğuya doğru dönüldüğünde Kâbe’nin güneyinde (sağında-yemîn) kaldığından bu adı almıştır. Araplar’dan ayrılan bir grubun sağ tarafa doğru gittiği için bu adın verildiği de zikredilir (Yâkūt, V, 447). İsmin Araplar’ın efsanevî kahramanı Yemen b. Kahtân’dan geldiğini ileri sürenler bulunmakla birlikte Yemen isminin sağ yan veya güneyle ilgisi olduğu anlaşılmaktadır.
İslâm tarihçilerine göre Yemen’in ilk sakinleri Hz. Nûh’un Araplar’ın atası olan oğlu Sâm ve neslidir (İbn Sa‘d, I, 42-43; İbn Kuteybe, s. 13). Yemen’de hüküm süren en eski devletlerden Maîn Krallığı’nın tarihi milâttan önce III. binyılın ortalarına veya daha eskiye dayanır; başşehri de San‘a’nın doğusunda kalan Maîn’dir (Karno). Maînliler’in Rub‘ulhâlî’den Yemen’in kuzeyine göç ettikleri tahmin edilir. Hâkimiyetlerini bazı dönemlerde Hicaz, Fedek ve Teymâ sınırlarına kadar genişleten Maînliler’in ekonomisi büyük ölçüde ülkeler arası ticarete dayanıyordu. Arabistan’da yetiştirilen ürünlerle Hindistan ve Çin’den gelen ticaret mallarını Suriye, Filistin ve Mısır’a kervanlarla taşıyarak büyük bir malî güç elde etmişlerdi. Maîn dışında Berâkış, Athlula, Beycân, Beydâ, Nestum, Nesca ve Lûk, Maînliler döneminde Yemen’in gelişmiş şehirleri arasında zikredilmektedir. Bölgenin en eski devletlerinden biri de Sebe’nin güneyindeki Beycân ve Hureyb vadilerinde hüküm süren Katabân Krallığı olup başşehri Timna‘dır (günümüzdeki Hecer Kehlân). Katabân Krallığı’nın milâttan önce IX-VII. yüzyıllar arasında kurulduğu tahmin edilmektedir. Katabân Devleti en parlak dönemini, Sebe’nin desteğiyle Evsân işgali altındaki topraklarını geri almasının yanı sıra Evsân ülkesinde de hâkimiyet kurduğu milâttan önce III ve II. yüzyıllarda yaşamıştır. Kurulan barajlar ve açılan kanallarla ileri seviyede bir sulama sistemi oluşturulmuş, ziraat ve iktisatla ilgili kanunlar kitâbelere nakşedilmiştir. Ziraatın yanı sıra iç ve dış ticaret de gelişmişti. Milâttan önce 100 yılı civarında tahrip edilen Timna‘ şehrinin harabeleri günümüze ulaşmıştır. Katabân ve Sebe kitâbelerinde zikredilen, ancak hüviyeti bilinmeyen Evsân Devleti, Merha vadisinde Aden körfezi kıyılarında hüküm sürüyordu. Helen kültüründen etkilenen Evsân Devleti tesbit edilemeyen bir dönemde bölgenin en nüfuzlu devleti haline gelmiş, Sâhilülevsânî denilen Doğu Afrika kıyılarını da nüfuzu altına almıştı. Milâttan önce 1500 yıllarında Yemen’in Hadramut bölgesine geldiği tahmin edilen Hadramutlular başşehri Sabata olan bir devlet kurdular. Daha sonra Sebe Devleti’nin hâkimiyetine giren Hadramut Krallığı, Sebe zayıflayınca istiklâlini tekrar kazandı.
Sebe İslâm öncesi Yemen tarihinin en önemli devleti olup başşehri Me’rib’dir; ancak komşuları Maîn, Katabân ve Hadramut devletlerinden önce mi yoksa sonra mı kurulduğu hususu hâlâ tartışmalıdır. Bazı araştırmacılar bölgede hüküm süren en eski devletin Sebe olduğunu ileri sürmüştür. Fakat Sebeliler’in Kuzey Arabistan’dan Yemen’e Maîn, Katabân ve Hadramut halkından üç asır sonra milâttan önce 1200 yıllarında geldiği görüşü daha yaygındır. Sebe Devleti’nden ilk defa milâttan önce VIII. yüzyılın ortalarına ait Asur kitâbelerinde açıkça söz edilmiş, Sebe hükümdarının (mukarrib) Asur kralına vergi ödediği belirtilmiştir. Kendilerinden Ahd-i Atîk’te de bahsedilen Sebeliler, Kur’an’da halkı güneşe tapan ve kadın bir hükümdar (Belkıs) tarafından yönetilen güçlü bir devlet şeklinde nitelendirilir. Hz. Süleyman’ın Sebeliler’e peygamber olarak gönderildiği Kur’an’da zikredilmiştir (en-Neml 27/20-44). Sebe’ sûresinde (34/15-21) maddî refaha sahip güçlü Sebe toplumunun Allah’a kulluktan yüz çevirdiği ve bu yüzden büyük bir sel felâketiyle (Arim seli) cezalandırıldığı anlatılır. Sebe Devleti, Mukarribler (m.ö. ? – m.ö. 650) ve Melikler (m.ö. 650-115) dönemlerine ayrılır. Melikler döneminin ilk hükümdarı Kariba-il Vitar komşuları Maîn, Katabân ve Hadramut’u egemenliği altına aldı; Evsân Devleti’ni ortadan kaldırıp ülkenin sınırlarını genişletti ve Yemen bölgesinin tamamında hâkimiyet kurdu. Ülkeler arası ticaretteki başarıları ve inşa ettikleri barajlar sayesinde geliştirdikleri ziraatçılıkla büyük servetler edinen Sebe hükümdarları başta Me’rib olmak üzere Necran, Gurâb ve Nakbülhucre gibi büyük şehirlerde kalıntıları günümüze ulaşan çok sayıda saray, köşk, mâbed, kale inşa ettirdiler ve şehirlerin etrafını surlarla çevirdiler (bk. SEBE).
Sebeliler döneminde milâttan önce V. yüzyıldan sonra Hemdân kabilesi etkili olmaya başladı. Milâttan önce II. yüzyılın ortalarında iktidarı Hâşidîler’e kaptıran Sebeliler çeyrek asır sonra yönetimi tekrar ele geçirdilerse de on yıl kadar dayanabildiler. Sebeliler’in akrabalarından olan Himyerî kabilesinin lideri Yeşerha b. Yahdub Sebe’yi zaptetti; Melikü Sebe ve Zû Reydân unvanıyla Himyerî Devleti’ni kurdu (m.ö. 115). Araplar’ın Kahtânîler koluna mensup bulunan Himyerîler kısa zamanda bütün Yemen’i egemenlikleri altına aldılar. Devletin başşehri Reydân daha sonra Zafâr adıyla şöhret kazandı. Himyerîler, milâttan sonra III. yüzyılın sonlarına doğru sınırlarını Hadramut ve Orta Arabistan’a kadar genişlettiler. Arap yarımadasının en güçlü ve en kalabalık devleti haline geldiler; Habeşliler ve Sâsânîler’le mücadeleye girdiler. Güney Arabistan’ın İslâm öncesi en uzun ve en parlak medeniyetini temsil ettiler. Himyerî Devleti, Akdeniz havzası ile Uzakdoğu arasındaki kara ve deniz ticaret yolu üzerinde bulunduğundan hareketli bir ekonomik yapıya sahipti. Güneyden ve kuzeyden gelen bütün yolların kavşak noktasında yer alan San‘a en önemli ticaret merkeziydi. Debâ, Mehre, Aden, Sebâ ve Râhiye’de kurulan panayırlar Arabistan yanında Akdeniz ve Çin-Hint ülkelerinden gelen tüccarlar için buluşma noktasıydı (bk. HİMYERÎLER).
Yemen kabileleri ay, güneş ve yıldızlardan oluşan çok tanrılı bir dine sahipti. Romalı kumandan Titus’un milâttan sonra 70 yılında Filistin’i ele geçirerek Kudüs’ü tahrip etmesinin ardından yahudilerin bir kısmı Hicaz ve Yemen’e göç etti. Bu tarihten itibaren Araplar arasında Yahudiliği benimseyenler oldu. Diğer taraftan Bizans İmparatoru Konstantios döneminde (337-361) Yemen’e ilk misyonerlerin gönderilmesinin ardından San‘a, Aden, Me’rib ve Zafâr gibi merkezlerde Hıristiyanlık yayıldı. Necran, bu dönemde Güney Arabistan’da Hıristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri haline geldi. Ardından bölgede Hıristiyanlık’la Yahudilik arasında giderek şiddetlenen bir rekabet başladı. Himyerîler yahudileri, Habeşliler ile Bizanslılar ise hıristiyanları destekliyordu. Himyerîler’in son hükümdarı Zûnüvâs (Yûsuf Eş‘ar), Yahudiliği kabul ederek bu dini devletin resmî dini haline getirdiği gibi hıristiyanları Yahudiliği kabul etmeye zorladı. Özellikle 523’te ele geçirdiği Necran’daki hıristiyanlara şiddetli baskı yaptı. Bundan sonuç alamayınca Necranlı hıristiyanlardan 4000 veya 20.000 kişiyi ateş çukurlarına (uhdûd) attırdı. Kur’ân-ı Kerîm’de bu olaya işaret edilerek zalimler şiddetle kınanmaktadır (el-Burûc 85/4-9). Bu katliam hıristiyan dünyasını harekete geçirdi. Habeş Aksum Kralı Kaleb Ela-Esbaha, Bizans imparatoruyla anlaşıp Yemen’e bir ordu gönderdi. Bu ordu Zûnüvâs’ı mağlûp ederek Himyerî Devleti’ne son verdi (525). Ardından Yemen yaklaşık yarım yüzyıl Habeşliler’in elinde kaldı. Habeşistan’ın Yemen valisi Ebrehe, Hz. Muhammed’in doğduğu yıl Kâbe’yi yıkmak için Mekke’ye bir saldırı düzenledi. Ancak Kur’an’da da zikredildiği üzere kalabalık ordusu ilâhî bir ceza ile helâk edildi (el-Fîl 105/1-5). Habeşliler’in kötü idaresi Yemen’de yerli halkın tepkisine yol açmıştı. Himyerî hükümdar ailesinden Seyf b. Zûyezen, Sâsânî Hükümdarı I. Hüsrev’den (Enûşirvân-ı Âdil) aldığı askerî destekle Habeş hâkimiyetini sona erdirdi. Seyf b. Zûyezen’in kisrâya vergi vererek tahta oturmasıyla birlikte (573 civarı) Yemen’de İslâm dönemine kadar sürecek olan Sâsânî hâkimiyeti başladı. Sâsânî döneminin sonlarına doğru Yemen, İranlı askerlerin Yemenli kadınlarla evlenmesi sonucu ortaya çıkan ve Ebnâ (oğullar) denilen zümre tarafından yönetiliyordu. Ebnâ Mecûsîliğe mensuptu. Habeşistan-Bizans ittifakı ile Sâsânîler arasındaki mücadele yüzünden büyük zarar gören Yemen halkı, İslâmiyet’in doğduğu yıllarda sosyal açıdan parçalanmış ve ekonomik bakımdan zayıflamış durumdaydı ve kabile mücadeleleri sebebiyle tarihinin en güç dönemlerinden birini yaşıyordu. Diğer taraftan bölgede Yahudilik ve Hıristiyanlık halk tarafından fazla ilgi görmemişti. Ahalinin çoğu hâlâ putlara tapıyordu; Zülhalesa, Zülkeffeyn, Yegūs, Yeûk ve Nesr adlı putları vardı. Bununla birlikte Kâbe kutsal bir mekân olarak tanınır ve hac mevsiminde ziyaret edilirdi. Bölgede Hz. İbrâhim’den kalan inanç kalıntılarını benimseyen bir miktar Hanîf de bulunuyordu.
İslâm öncesinde Mekke’ye yakınlığından dolayı kurulan siyasî ve ticarî ilişkiler sayesinde Hicaz halkı Yemen hakkında kısmen bilgi sahibiydi. Yemenliler de bilhassa hac için gittikleri Kâbe vesilesiyle Mekke’yi ve Hicaz bölgesini tanıyorlardı. Onlar da Hz. Peygamber’in davetini açığa vurması üzerine Mekke’de yeni bir dinin ortaya çıktığını öğrenmişlerdi. Nitekim Resûl-i Ekrem, hac mevsiminde Kâbe’yi ziyarete gelen Arap kabilelerine İslâm’ı tebliğ ederken Hadramut’tan gelen Kindeliler’e ulaşmışsa da bu kabilenin ileri gelenlerinden Müleyh onun tebliğini reddetmişti. Yemenliler’in İslâm’la gerçek anlamda tanışmalarının Medine’ye hicretten sonraki yıllara rastladığı anlaşılmaktadır. Rivayete göre Hz. Peygamber’in, halkı İslâm’a davet ettiği duyulunca Ebû Mûsâ el-Eş‘arî ile iki ağabeyinin de aralarında bulunduğu elli iki kişilik bir heyet Medine’ye gitmek üzere bir gemiye binmiş, fakat gemi kötü hava şartları yüzünden Habeşistan’a sürüklenince orada Ca‘fer b. Ebû Tâlib ve arkadaşlarıyla karşılaşmış, bir süre Habeşistan’da kaldıktan sonra 7 (628) yılında buradaki müslümanlarla birlikte Medine’ye ulaşmıştır. Bazı kaynaklarda ise Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’nin İslâmiyet’i Mekke döneminde kabul ederek memleketine döndüğü ve kabilesini İslâm’a davet ettiği zikredilmektedir. Resûlullah’ın 7 (629) yılından itibaren mahallî Himyerî meliklerine İslâm’a davet mektupları göndermesi İslâmlaşma sürecini hızlandırdı. Konuyla ilgili dağınık rivayetlerden anlaşıldığına göre Resûl-i Ekrem, Ayyâş b. Ebû Rebîa’yı bir mektupla Himyerîler’in meliklerinden Hâris, Mesrûh ve Nuaym b. Abdükülâl’e yollamıştı. Mektubunda yahudilerin Üzeyir’i, hıristiyanların Îsâ’yı Allah’ın oğlu kabul ederek hak yoldan saptıklarını bildiriyor ve onları İslâm’a davet ediyordu. Sonuçta melikler müslüman oldu (İbn Sa‘d, I, 282). Hz. Peygamber’in kisrâya davet mektubu göndermesiyle ortaya çıkan gelişmelerin ardından Sâsânîler’in Yemen valisi Bâzân’ın İslâmiyet’i benimsemesiyle birlikte San‘a halkı ve Ebnâ da İslâm’a girdi (628-631). Ebnâ’nın müslüman olmasıyla Yemen’de yabancı hâkimiyeti siyasî açıdan sona erdi. Bu arada Resûl-i Ekrem, Mekke fethinin ardından bazı Yemen kabileleri üzerine seriyye gönderdi.
Heyetler yılı (senetü’l-vüfûd) denilen 9. (630) yılda Yemen’den Medine’ye çeşitli gruplar geldi. Bunların arasında Hadramut’ta oturan Benî Tücîb’e mensup on üç kişilik heyet de vardı. Hz. Peygamber, bunlarla bizzat ilgilenip sohbet ettikten sonra güzel bir şekilde ağırlanmalarını ve kendilerine diğerlerinden daha çok hediye verilmesini istedi. Resûlullah’ın Tebük Seferi’nden döndüğü günlerde Medine’ye gelen Himyerî meliklerinin elçisi Mâlik b. Mürâre er-Rehâvî de Hâris b. Abdükülâl, Nuaym b. Abdükülâl, Nu‘mân ve Zür‘a (b.) Zûyezen’in müslüman olduğunu bildirdi. Bu habere çok sevinen Resûl-i Ekrem, Muâz b. Cebel’in başkanlığında bir heyeti Yemen’e yolladı. Muâz’ı Yukarı (Kuzey) Yemen’e elçi, zekât memuru ve kadı olarak görevlendirdi. Cened âmilliğine ilâveten Muâz kazâ işlerini yürütmek, halka İslâm’ın esaslarını ve Kur’an’ı öğretmek, diğer güney bölgelerinde muallimlik yapmak ve bu yoldaki faaliyetleri denetlemek gibi görevleri de yerine getirecekti. Muâz b. Cebel birçok kabilenin İslâmiyet’i kabul etmesini sağladı. Bu arada Ebû Mûsâ el-Eş‘arî de Aşağı (Güney) Yemen’e tayin edildi. Yemen’de ve özellikle San‘a’da İslâm’ın yayılmasında, aslen Ebnâ’dan olup Hz. Peygamber’i gördükten sonra müslüman olan sahâbeden Vebr b. Yuhannis ile Fîrûz ed-Deylemî’nin büyük katkıları oldu; San‘a’daki el-Câmiu’l-kebîr ilk defa bunlar tarafından yaptırıldı. Hz. Ali de Resûlullah tarafından Ramazan 10’da (Aralık 631) Yemen seferine gönderilmişti. Bu sırada Yemen’den gelen heyetler arasında bulunan Necranlı hıristiyanlar özel bir anlaşma ile İslâm devletinin hâkimiyetini kabul ettiler. Kaynak yetersizliği sebebiyle Yemen’in diğer bölgelerinde Müslümanlığın yayılmasına dair fazla bilgi olmamakla birlikte sonraki kaynaklarda İslâm’ın Yemen halkı tarafından büyük bir ilgiyle karşılandığı belirtilmektedir. Nitekim Yemenliler İslâm ordularına büyük oranda katılmış ve fetihlerde önemli yararlılıklar göstermiştir.
Yemen’de Resûl-i Ekrem’in sağlığında peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan Esved el-Ansî (Abhele b. Kâ‘b) önce Necran’ı ele geçirmiş, ardından San‘a üzerine yürümüş, ancak Ebnâ tarafından ortadan kaldırılmıştı (11/632). Hz. Ebû Bekir döneminde ayaklanan Kays b. Mekşûh’u da Ebnâ’ya mensup San‘a Valisi Fîrûz ed-Deylemî yenilgiye uğrattı. Aynı dönemde zekât vermeyi reddederek ayaklanan Kinde kabilesinden Eş‘as b. Kays’ın nüfuzunu Hadramut bölgesinde yayması üzerine Medine’den gönderilen İslâm orduları isyanı bastırdı.
Hz. Ebû Bekir döneminden itibaren Yemen San‘a, Cened, Hadramut’un bir kısmı olmak üzere üç bölgeye ayrılmıştı ve halifenin tayin ettiği valiler tarafından idare ediliyordu. Bazı bölgeler ise Himyer ve Hemdân gibi kabilelerin yönetimindeydi. Halife Ömer zamanında Yemen’de önemli bir siyasî güce sahip olan Necran hıristiyanlarının büyük kısmı Kûfe’ye sürüldü (13/634). San‘a Valisi Ya‘lâ b. Ümeyye halkın şikâyeti üzerine üç defa Medine’ye çağrılarak sorguya çekildi. Hz. Osman döneminde Yemen hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Onun öldürülmesinin (35/656) ardından çıkan siyasî karışıklıklar Yemen’i de etkiledi. Bazı Yemenli kabileler Hz. Ali’ye biat etmek için Medine’ye geldi. Ardından Ali, Yemen’deki valileri görevden aldı ve Ubeydullah b. Abbas’ı San‘a, Saîd b. Sa‘d b. Ubâde’yi Cened valiliğine tayin etti. Bu arada azledilen Ya‘lâ b. Ümeyye, Cemel grubuna katılmak üzere Mekke’ye gitti. Cemel Vak‘ası’ndan sonraki süreçte Muâviye taraftarları Hz. Ali’nin San‘a ve Cened valilerine karşı isyan ettiler. Muâviye’nin isyancılara yardım için gönderdiği Büsr b. Ebû Ertât kumandasındaki ordu isyanı bastırdı (40/660-61).
Muâviye döneminde Ebnâ’dan olan valilerin görevlendirildiği Yemen, onun vefatından sonra çıkan karışıklıklar sırasında Hicaz’da halifeliğini ilân eden Abdullah b. Zübeyr’in egemenliği altına girdi ve 64-73 (683-692) yılları arasında San‘a ve Cened valileri İbnü’z-Zübeyr tarafından tayin edildi. Bu esnada Yemen, Hâricî saldırılarına mâruz kaldı (68/687-88). Tekrar Emevîler’e bağlanan Yemen’e gönderilen yirmiden fazla valinin genelde Yemen dışından ve çoğunlukla Emevî ailesine mensup olduğu dikkati çekmektedir. Bu valilerin Yemen halkına oldukça sert davrandıkları zikredilir. Abdülmelik b. Mervân döneminde Haccâc b. Yûsuf, Yemen valiliğini üç yıl elinde bulundurdu. Yemen’de Emevîler’e karşı ilk isyan 107 (725-26) yılında Abbâd er-Ruaynî tarafından başlatıldı. Emevîler döneminde Yemen’de çıkan en önemli ayaklanma ise Tâlibü’l-Hak lakabıyla bilinen Hadramut Kadısı Abdullah b. Yahyâ el-Hadramî’nin ayaklanmasıdır. Kadı Abdullah, Emevîler’in ilk dönemlerinden itibaren Uman’da geniş biçimde yayılan Hâricî İbâzîleri’nin desteğiyle Emevîler’e baş kaldırdı ve halifeliğini ilân etti, Hadramut’un ardından San‘a’yı da ele geçirdi (129/746). Tâlibü’l-Hak, kuvvetlerini arttırdıktan sonra Mekke ve Medine’yi de zaptedince II. Mervân’ın orduları tarafından yenilgiye uğratıldı ve San‘a yakınlarında öldürüldü (130/748). Hâricî İbâzî hareketi bu yıllardan itibaren Yemen ve özellikle Uman tarihinde önemini korudu ve Yemen Hâricîler’in merkezlerinden biri olarak kaldı.
Yemen, Abbâsîler zamanında da merkezden gönderilen valiler yahut bunların vekilleri tarafından idare edildi ve Abbâsîler de Yemen’e kendi ailelerine mensup kişileri vali tayin etti. Bu dönemde valilerin kısa aralıklarla değiştirilmesi yanında bazı valilerin haksız uygulamaları yüzünden isyanlar çıktı. Heysam b. Abdüssamed el-Hemdânî’nin 184’te (800) başlattığı isyan dışında Yemen Tihâmesi’nde ayaklanmalar baş gösterdi. Yemen’de Abbâsî yönetimi için büyük tehlike oluşturan bu hareket ancak 191’de (807) bastırılabildi. Öte yandan 199 (815) yılında Kûfe’de halifeliğini ilân eden Ali evlâdından İmam Ebû Abdullah İbn Tabâtabâ yönetimindeki ayaklanma Yemen’e de sirayet etti. İmam Mûsâ el-Kâzım’ın oğlu İbrâhim, Yemen’e giderek Sa‘de’yi hâkimiyeti altına aldı; Yemen’de büyük tahribat yaptı ve Me’mûn tarafından gönderilen birlikleri yenip San‘a’yı da ele geçirdi (200/815), kendi adına para bastırdı. Ancak ertesi yıl bölgeye vali tayin edilen Hamdeveyh b. Mâhân karşısında tutunamayıp Sa‘de’ye çekildi. İbrâhim b. Mûsâ, daha sonra kardeşi Ali er-Rızâ’yı veliaht tayin eden Me’mûn tarafından Yemen valiliğine getirildiyse de (202/818) Hamdeveyh valiliği bırakmadı, İbrâhim’i yenerek bağımsızlığını ilân etti (203/818). Ardından bölgeye gönderilen yeni vali Îsâ b. Yezîd el-Celûdî, Hamdeveyh’i bertaraf etti (205/820).
Abbâsîler döneminde Mekke-Medine-Yemen arasında posta teşkilâtı kuruldu. Yemen’de İslâm kültürünün giderek yayılması sonucunda San‘a, Zemâr, Cened ve Sa‘de birer ilim merkezi haline geldi. Abdürrezzâk es-San‘ânî ve Hişâm b. Yûsuf el-Ebnâvî gibi âlimler sayesinde Yemen ilim yolculuğu yapılan bölgeler arasına girdi. Edebiyat alanında Bişr b. Ebû Kibâr el-Belevî ile İbn Ebü’t-Talh eş-Şihâbî, Abdullah b. Abbâd ve Ahmed b. Îsâ er-Ridâî gibi şairler bu dönemin önemli isimlerindendir.
Me’mûn devrinde Ak (Akk) ve Eş‘ar kabilelerinin çıkardığı isyanlar yüzünden Tihâme bölgesinde istikrar bozuldu. Abbâsî valisinin isyanları bastıramaması üzerine Halife Me’mûn, Tihâme’yi Yemen’den ayrı bir vilâyet yapmayı kararlaştırdı ve kumandanlarından Muhammed b. Abdullah b. Ziyâd’ı ordusunun başında vali olarak bölgeye gönderdi. 203’te (818) Tihâme’ye ulaşan Muhammed b. Abdullah üç yıl içinde bölgede hâkimiyeti sağladı. Hadramut’tan sahildeki Aden’e kadar uzanan vilâyetin başşehri olarak Zebîd’i kurdu. Onun 245’te (859) ölümünün ardından yerine geçen oğlu İbrâhim döneminde daha da güçlenen Ziyâdîler’in Bağdat’la ilişkileri iyice zayıfladı. 299-371 (911-981) yılları arasında hüküm süren Ebü’l-Ceyş İshak b. İbrâhim’in ilk yıllarında Karmatîler Zebîd’i tahrip etmiş (302/914), son yıllarında da Aden ve Hadramut gibi şehirlerdeki valiler istiklâllerini ilân etmişti. Ebü’l-Ceyş’in ölümünden sonra yönetim köle asıllı vezirlerin eline geçti. Bunlardan Necâh Ziyâdîler’e son verdi (412/1022). Ziyâdîler döneminde Yemen’de yeni şehirler kurulduğu gibi özellikle başşehir Zebîd’de pek çok cami yapıldı. Şehrin surları yenilendi. Hac yolunda çeşitli tesisler inşa edildi ve su kuyuları açıldı.
San‘a ve çevresi, 232 (847) yılına kadar Bağdat’tan gönderilen valiler tarafından yönetildi. Emîr Ya‘fur (Yu‘fîr) b. Abdurrahman el-Hivâlî el-Himyerî bu tarihte bölgeyi ele geçirerek kuzeyde Sa‘de, güneyde Cened arasında başkenti San‘a olan Ya‘furîler’i kurdu. Onun döneminde hutbeler tekrar Abbâsî halifesi adına okundu ve Abbâsîler’e bağlı Ziyâdîler’le iyi ilişkiler kuruldu. Yemen’de büyük kabilelerin desteğini sağlayan bu hânedan giderek güçlendi. 265 (879) yılında görevden çekilen babasının yerine hükümdar olan İbrâhim b. Muhammed’in 269’da (882) babasını ve amcasını öldürmesi yüzünden Yemen idarecileri ve ileri gelenleri isyan etti. Diâm b. İbrâhim el-Erhabî’nin San‘a’yı ele geçirmesiyle daha da yayılan isyan İbrâhim b. Muhammed’in 273’te (886) katledilmesiyle sona erdi. Bu karışıklıklar üzerine Bağdat yönetimi tarafından Yemen’e gönderilen Ali b. Hüseyin Ceftem 286’da (899) San‘a’yı ele geçirip bölgede istikrarı yeniden sağladı. Onun Bağdat’a dönmesinin ardından bölge bir müddet Hicaz’a bağlandı. Bölge ileri gelenlerinin davetiyle 284’te (897) Zeydî imâmetini tesis etmek üzere Sa‘de’ye gelen Zeydîler’den İmam Hâdî-İlelhak Yahyâ b. Hüseyin 288 (901) yılında San‘a’yı eline geçirdiyse de Ya‘furîler ertesi yıl şehri geri aldılar. Yahyâ b. Hüseyin, Sa‘de’ye çekilmek zorunda kaldı. Bu dönemde San‘a zaman zaman Karmatî saldırılarına uğradı. Es‘ad b. Ya‘fur’un 332’de (944) vefatı üzerine Ya‘furîler’in bölgedeki hâkimiyeti zayıflamaya başladı. Bununla birlikte son hükümdarlardan Abdullah b. Kahtân’ın uzun hâkimiyeti döneminde Ya‘furîler, Ziyâdîler’e karşı başarılar kazandılar ve başşehirleri Zebîd’e kadar ulaştılar. Abdullah’ın 387’de (997) vefatının ardından metbû bir hânedan olarak ancak dört yıl kadar ayakta kalabilen Ya‘furîler’in hâkimiyeti Abdullah’ın oğlu Es‘ad döneminde 391’de (1001) sona erdi. Egemenliklerini bir buçuk asır devam ettiren Ya‘furîler zamanında günümüze ulaşan Şibâm Camii yapılmış ve 262’de (876) selden zarar gören San‘a Ulucamii yenilenmiştir.
İmam Hâdî-İlelhak Yahyâ b. Hüseyin’in 284’te (897) Sa‘de’ye gelip bazı inkıtâlarla birlikte hâkimiyetini 1962 yılına kadar devam ettiren ve güçlü dönemlerinde Yemen’in tamamına hükmeden Zeydî İmâmeti’ni kurması Yemen tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı sayılır. Sa‘de ve çevresinde egemenliğini sürdüren Yahyâ b. Hüseyin’in oğulları döneminde pek çok Yemen kabilesi Zeydîler’e tâbi oldu. Ahmed b. Yahyâ en-Nâsır (913-934), Fâtımî dâîsi İbn Havşeb’le mücadeleye girerek onu bertaraf etti ve Güney Yemen ile Aden’i nüfuzu altına aldı. Onun ölümünün ardından oğulları arasında uzun süre devam eden (934-977) taht kavgaları yüzünden bilhassa Sa‘de’de yoğun çatışmalar meydana geldi. Yûsuf b. Yahyâ’nın 369-371 (979-981) yıllarında San‘a’yı ele geçirmesi, iktidar mücadelesinin buraya kaymasına ve Ya‘furîler’in de müdahalesine yol açtı. 389’da (999) Sa‘de’ye gelen Kāsım b. Ali b. Abdullah el-İyânî, el-Mansûr lakabıyla kendisini imam ilân etti. Kāsım’ın imâmetinde (999-1003) Zeydî hâkimiyeti San‘a ve Zemâr’a kadar yayıldı; onun vefatının ardından Mehdî lakabıyla yerine geçen oğlu Hüseyin 404’te (1013) kabile isyanları sırasında öldürüldü. Daha sonraki dönemde kısa aralıklarla iki imam ortaya çıktı. 418’de (1027) Hicaz’dan bölgeye gelerek Hâşid’de imâmetini ilân eden Yahyâ b. Hüseyin birkaç defa San‘a’ya girdiyse de şehirde tutunamadı ve 1067 yılında Suleyhîler tarafından ortadan kaldırıldı. Mekke’den Sa‘de’ye gelip Benî Havlân kabilesini kılıçtan geçiren ve 437’de (1045) en-Nâsır-Lidînillâh lakabıyla imâmetini ilân eden Ebü’l-Feth ed-Deylemî de San‘a’yı elinde tutamadı ve Suleyhîler’le mücadelesi esnasında öldürüldü (444/1052).
Zebîd’de hüküm süren Ziyâdîler’in son dönemlerinde yönetim Habeşli vezirlerin eline geçmişti. Mercan adlı vezirin kölelerinden Necâh bütün rakiplerini bertaraf ederek 412’de (1022) kendi hânedanını kurdu. Şâfiî mezhebine mensup olan Necâh aynı dönemde bölgede hüküm süren Suleyhîler’le mücadeleye girdi. Necâh’ı öldürten Suleyhîler (452/1060) Zebîd’i ele geçirdilerse de Necâh’ın oğulları mücadeleye devam ettiler. Ceyyâş b. Necâh 482’de (1089) Zebîd’e hâkim olmayı başardı ve ardından devletini güçlendirdi. Ceyyâş’ın ölümünden sonra taht kavgaları yüzünden bir müddet bölgede istikrar sağlanamadı. 503’te (1109) hükümdarlığa gelen Mansûr döneminden itibaren vezirlerin yönetimde etkinliklerini arttırdıkları bir devir başladı; çocuk yaşta tahta çıkarılan sultanlar vezirlerin kontrolü altındaydı. Vezir Sürûr el-Fâtihî döneminde (1150-1156) büyük güç kazanan Necâhîler, Mehdî Emîri Ali b. Mehdî’nin Zebîd’i ele geçirmesiyle tarihe karıştı.
İmâmiyye Şîası dâîlerinden Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed es-Suleyhî’nin Cebelimesâr’ı ele geçirip kendisine merkez edinmesiyle Yemen’de Suleyhî hânedanı kuruldu (439/1047). Ali b. Muhammed kısa zamanda komşu hânedanlara karşı başarılar kazandı ve önce Harâz bölgesinin tamamını, ardından San‘a’yı egemenliği altına aldı (440/1048). San‘a’yı başşehir edinen Ali b. Muhammed 445’te (1053-54) Senâ’yı, 448’de (1056) Hirâbe’yi ve 452’de (1060) Zebîd’i zaptetti; Fâtımîler’in desteğiyle Hadramut, Güney Yemen ve Aden bölgesine hâkim oldu; Ortaçağ Yemen tarihinde bir istisna olarak Yemen’in birliğini sağladı. el-Melikü’l-Mükerrem Ahmed es-Suleyhî döneminde Necâhîler’in elinde bulunan Zebîd tekrar ele geçirildi (460/1068). Yarınkuş kumandasındaki Selçuklu ordusu 485’te (1092) Yemen bölgesinde kısa bir süre egemenlik kurdu. Seyyide Hürre Ervâ bint Ahmed’in yönetiminde başşehir San‘a’dan Zûcible’ye taşındı. Daha sonra Necâhîler Zebîd’i geri alırken 491’de (1098) San‘a Suleyhîler’in elinden çıktı. Ervâ’nın yardım talebi üzerine Fâtımîler’in Yemen’e gönderdiği İbn Necîbüddevle, Güney Yemen’de istikrarı yeniden sağladı (513/1119). Ervâ 532’de (1138) öldüğünde Suleyhîler’in topraklarının büyük kısmı Zürey‘îler’in eline geçmişti. Suleyhîler, Yemen’de çeşitli imar faaliyetlerinde bulundular. Suleyhîler’le aynı dönemde Tihâme’de Süleymânîler (1069-1173) hâkimiyetlerini devam ettirdiler.
Suleyhîler’e bağlı olarak Aden ve çevresinde hüküm süren Benî Ma‘n’ın ödemesi gereken vergiyi aksatması yüzünden 473’te (1080-81) Aden’e bir sefer düzenleyen el-Melikü’l-Mükerrem Ahmed bölgeyi Zürey‘îler’in atası Mükerrem el-Hemdânî’nin iki oğlu Abbas ve Mes‘ûd’a verdi. Böylece Zürey‘î hânedanı başlamış oldu (476/1083 civarı). Abbas’ın ertesi yıl ölümünün ardından yerine geçen oğlu Zürey‘ amcası Mes‘ûd’la birlikte ikili bir yönetim kurdu. Bir müddet sonra tamamen bağımsız hale gelen (504/1110) bu hânedan Fâtımîler tarafından destekleniyordu. 533’te (1138) Ali b. Sebe b. Ebü’s-Suûd b. Zürey‘ istikrarı sağlayarak Aden çevresini kontrol altına aldı. Onun ölümünün ardından kardeşi Muhammed döneminde de çevredeki küçük beylikler Zürey‘îler’in hâkimiyetine girdi. Ancak Muhammed’in 548’de (1153) vefatından sonra zayıflayan hânedan Eyyûbîler tarafından yıkıldı (571/1175).
Suleyhî hâkimi Sebe b. Ahmed’in 492’de (1098) vefatını müteakip San‘a ve çevresi, bölgeyi Suleyhîler’e tâbi olarak yöneten Hemdânîler’den Hâtim b. Gaşîm’in hâkimiyetine geçti. Hemdânî kabilesine mensup üç aile, Eyyûbîler’in Yemen’de idareyi ele almasına kadar Fâtımîler’in desteğiyle bölgede egemenliğini sürdürdü. 510’da (1116) Ma‘n b. Hâtim’in öldürülmesinin ardından idare kabilenin Benî Kubeyb koluna geçti. Benî Kubeyb’den üçüncü emîr Hâtim b. Humâs’ın hâkimiyeti 533’te (1138) sona erince oğulları arasında taht mücadelesi başladı. Bunun üzerine kabile ileri gelenleri, hânedanın üçüncü kolunu kuran ve Hemdânîler’in en önemli sultanı olan Hâtim b. Ahmed’i yönetime getirdiler. Bu dönemde Hemdânîler’in hâkimiyeti kuzeyde Sa‘de’ye kadar uzanıyordu. Aden’i de ele geçiren Hemdânîler, Eyyûbîler karşısında tutunamayıp sonunda San‘a’yı teslim ettiler (570/1174). Aynı dönemde Necâhîler’i ortadan kaldıran Ali b. Mehdî 554’te (1159) Zebîd merkezli kısa ömürlü Mehdîler’i kurdu; Ali ve onun ardından oğulları Aden’e ve çevredeki diğer bölgelere pek çok hücumda bulundu. Onların saldırıları Eyyûbîler’in Yemen’e sefer açmasında etkili oldu. Bu hânedan da Eyyûbîler’in 569’da (1174) başşehirleri Zebîd’i ele geçirmesiyle son buldu.
Mısır, Suriye ve Hicaz’a hâkim olan Selâhaddîn-i Eyyûbî, birbirleriyle mücadele eden küçük hânedanların idaresindeki Yemen’i stratejik öneminin yanı sıra siyasî ve mezhebî sebeplerle temel hedeflerinden biri haline getirdi ve ağabeyi Turan Şah’ı 569’da (1174) bölgeye gönderdi. Turan Şah kısa süre içerisinde Hemdânîler, Mehdîler ve Zürey‘îler’e karşı başarı sağladı, onların elindeki bölgeleri Eyyûbî hâkimiyeti altına aldı. Turan Şah’ın Mısır’a dönmesinden sonra Yemen valiler yoluyla yönetildi. Ancak bu dönemde Yemen’de pek çok karışıklık çıktı. Tuğtegin b. Eyyûb’un 577’de (1181) bölgeye gelmesiyle Yemen’de Eyyûbî idaresi istikrar kazandı. Onun halefleri döneminde Yemen’de Eyyûbî hâkimiyeti tekrar zayıfladı ve İmam Abdullah b. Hamza el-Mansûr-Billâh’ın San‘a’yı 595’te (1199) işgal etmesiyle Yemen’de istikrar bozuldu. Eyyûbî Sultanı el-Melikü’l-Âdil, düzeni sağlaması için torunu el-Melikü’l-Mes‘ûd Selâhaddin Yûsuf’u bölgeye yolladıysa da onun 626’da (1229) ölümüyle Eyyûbîler’in Yemen kolu sona erdi ve hâkimiyet Resûlîler’e geçti.
Eyyûbîler’in hizmetinde bulunan ve onların ordusu içinde Yemen’e gelen Resûlî ailesi mensupları çeşitli şehirlere vali tayin edilmişti. Mekke Valisi Nûreddin Ömer b. Ali er-Resûlî son Eyyûbî hükümdarı el-Melikü’l-Mes‘ûd Selâhaddin Yûsuf’un ölümü üzerine atabeg sıfatıyla Yemen hâkimiyetini üstlendi ve 632’de (1235) bağımsızlığını kazanarak Yemen’de iki yüzyıldan fazla süren Resûlî hânedanını kurdu. el-Melikü’l-Muzaffer I. Yûsuf, öncelikle iktidar mücadelesi esnasında elden çıkan Zebîd ve Aden gibi şehirleri tekrar ele geçirdi, ardından Zeydîler’den Zafâr, Hadramut ve Şibâm’ı aldı (1279-1280). el-Melikü’l-Müeyyed Dâvûd zamanında Hacce bölgesini de topraklarına kattılar (698/1299). el-Melikü’l-Mücâhid’in Memlükler tarafından tutuklanarak Mısır’a götürülmesiyle (751/1350) dağılma aşamasına gelen devlet onun ertesi yıl serbest bırakılarak Yemen’e dönmesi üzerine tekrar toparlandı. el-Melikü’l-Eşref I. İsmâil, Zeydî imamları ve kabile isyanlarına karşı büyük başarı kazanıp ülkede istikrarı yeniden sağladı. I. İsmâil’in 803’te (1400) ölümünden sonra Yemen tarihinin karakteristik özelliği tekrar ortaya çıktı ve şehir devletçikleri merkezden ayrılarak bağımsızlıklarını ilân etmeye başladı. Son büyük Resûlî sultanı el-Melikü’n-Nâsır Ahmed bu devletçikleri itaat altına aldı ve Zeydî İmamı Mansur Ali’yi yenilgiye uğrattı (820/1417). el-Melikü’n-Nâsır Ahmed’in vefatının ardından (827/1424) Resûlîler tekrar küçük şehir hânedanlıklarına dönüştüler. Bunun üzerine Tâhirîler, Aden’i zaptederek Resûlî hânedanını ortadan kaldırdı (858/1454). Resûlîler döneminde doğu-batı yönünde yapılan deniz ticareti ve bu ticaretten alınan vergiler sayesinde oldukça müreffeh bir dönem yaşanmış, bu dönemden günümüze Yemen’de pek çok cami, medrese, hamam ve hankah kalmıştır. Sünnî olan Resûlîler dönemindeki istikrar sayesinde zengin vakıflarla desteklenen medreselerin ve ilmî hareketin geliştiği bilinmektedir.
Rada‘ bölgesinde nüfuzlu bir aile olan Tâhirîler son dönemlerinde Resûlîler’in hizmetine girmişti. Tâhir’in iki oğlu Ali ve Âmir, Resûlîler’in taht mücadelelerinde önemli rol oynadı. Resûlîler’in sona ermekte olduğunu gören iki kardeş Aden’i el-Melikü’l-Mes‘ûd’dan alarak Tâhirîler hânedanını kurdu (858/1454). el-Melikü’z-Zâfir I. Âmir döneminde Taiz ve Zebîd gibi önemli şehirler Tâhirî hâkimiyetine geçti. Ardından Şihr de itaat altına alındı. Zeydîler’le yoğun bir mücadeleye giren Tâhirîler, Zemâr’ı ele geçirdilerse de (865/1460) San‘a’yı zaptedemediler. el-Melikü’l-Mücâhid Ali döneminde Tihâme bölgesindeki kabileler egemenlik altına alındı. el-Melikü’l-Mücâhid Ali’nin ölümünden sonra (883/1478) hânedan mensupları arasında başlayan taht mücadeleleri Tâhirîler döneminin karakteristik özelliğini oluşturur. II. Âmir döneminde taht kavgalarının son bulmasının ardından Tâhirîler, San‘a ve kuzey taraflarını zaptederek Yemen’in büyük kısmına hâkim oldular. Ancak XVI. yüzyılın başlarında bölgede Portekiz tehlikesi baş gösterdi. Portekizliler’e karşı Memlükler’den yardım isteyen Tâhirîler, Kemerân adasındaki Memlük donanmasına erzak göndermeyince Memlük-Tâhirî ilişkileri bozuldu. Zeydîler’in ve Yemen kabilelerinin desteğini alan Memlükler, Zebîd’de yapılan savaşta Tâhirî ordularını mağlûp ettiler (923/1517). Böylece Yemen’in büyük kısmı Memlükler’in eline geçti. Tâhirî ailesi mensupları, Memlük Devleti’nin aynı yıl Osmanlılar tarafından yıkılmasının ardından Aden ve Taiz gibi şehirlerde hânedanı ihya etmeye çalıştılarsa da yine taht kavgaları buna engel oldu. Tâhirîler’den Âmir b. Dâvûd 1521’de Aden’de yönetimi ele geçirdi. Bölgede faaliyet gösteren Portekizliler’e karşı mücadeleye giren Osmanlılar, stratejik önem taşıyan Yemen’le ilgilenip Âmir b. Dâvûd’a yardım teklif ettiler. Bu yardımın kabul edilmemesi üzerine Hadım Süleyman Paşa 1538’de Aden’i alarak Tâhirîler hânedanına son verdi.
BİBLİYOGRAFYA
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, I, 42-43, 282.
İbn Kuteybe, el-Maʿârif (Sâvî), s. 13.
Belâzürî, Fütûh (Fayda), bk. İndeks.
İbn Hurdâzbih, el-Mesâlik ve’l-memâlik, bk. İndeks.
İbn Havkal, Ṣûretü’l-arż, s. 21-41.
Ahmed b. Abdullah er-Râzî, Târîḫu medîneti Ṣanʿâʾ (nşr. Hüseyin Abdullah el-Amrî – Abdülcebbâr Zekkâr), San‘a 1974.
Bekrî, el-Mesâlik, I-II, bk. İndeks.
Umâre el-Yemenî, Târîḫu’l-Yemen: el-Müfîd fî aḫbâri Ṣanʿâʾ ve Zebîd (nşr. Hasan Süleyman Mahmûd), Kahire 1957.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, V, 447-449.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, bk. İndeks.
İbnü’l-Mücâvir, Ṣıfatü bilâdi’l-Yemen ve Mekke ve baʿżi’l-Ḥicâz: Târîḫu’l-Müstebṣır (nşr. O. Löfgren), Leiden 1951-54, I-II.
el-Melikü’l-Eşref er-Resûlî, Ṭurfetü’l-aṣḥâb fî maʿrifeti’l-ensâb (nşr. K. W. Zetterstéen), Beyrut 1412/1992.
İbn Hâtim, es-Simṭü’l-ġāli’s̱-s̱emen fî aḫbâri’l-mülûk mine’l-Ġuz bi’l-Yemen: The Ayyūbids and Early Rasūlids in the Yemen (nşr. G. R. Smith), London 1974-78, I-II.
Muhammed b. Yûsuf el-Cenedî, es-Sülûk (nşr. Muhammed b. Ali el-Ekva‘ el-Hivâlî), San‘a 1414/1993.
Abdülbâkī b. Abdülmecîd el-Yemânî, Târîḫu’l-Yemen: el-Müsemmâ Behcetü’z-zemen fî târîḫi’l-Yemen (nşr. Mustafa Hicâzî), Beyrut 1985.
Ali b. Hasan el-Hazrecî, el-ʿUḳūdü’l-lüʾlüʾiyye (nşr. M. Besyûnî Asel), Kahire 1329-32/1911-14, I-II.
İbnü’l-Ehdel, Tuḫfetü’z-zemen fî târîḫi sâdâti’l-Yemen (nşr. Abdullah Muhammed el-Habeşî), Ebûzabî 1425/2004, I-II.
İbnü’d-Deyba‘, Ḳurretü’l-ʿuyûn (nşr. M. Ali el-Ekva‘), Kahire 1978.
a.mlf., el-Fażlü’l-mezîd ʿalâ Buġyeti’l-müstefîd fî aḫbâri medîneti Zebîd (nşr. Yûsuf Şülhud), San‘a 1983.
Yahyâ b. Hüseyin es-San‘ânî, Ġāyetü’l-emânî fî aḫbâri’l-ḳuṭri’l-Yemânî (nşr. Saîd Abdülfettâh Âşûr), Kahire 1388/1968.
a.mlf., Enbâʾü’z-zamân fî aḫbâri’l-Yemen (nşr. M. Abdullah el-Mâzî), Berlin 1936.
Hüseyin b. Feyzullah el-Hemdânî, eṣ-Ṣuleyḥiyyûn ve’l-ḥareketü’l-Fâṭımiyye fi’l-Yemen, Kahire 1955.
Hamîdullah, İslâm Peygamberi (Mutlu), I, 277-280, 408, 411-420; ayrıca bk. İndeks.
Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, II, 73-599.
Eymen Fuâd Seyyid, Meṣâdiru târîḫi’l-Yemen fi’l-ʿaṣri’l-İslâmî, Kahire 1974, s. 19-188.
M. Abdülâl Ahmed, Benû Resûl ve Benû Ṭâhir ve ʿalâḳātü’l-Yemen el-ḫâriciyye fî ʿahdihimâ, İskenderiye 1980.
Muhammed b. Ahmed el-Akīlî, Târîḫu’l-miḫlâfi’s-Süleymânî, Riyad 1402/1982.
Mustafa Fayda, İslâmiyetin Güney Arabistan’a Yayılışı, Ankara 1982, s. 23-128.
M. Abdülkādir Bâfakīh, Târîḫu’l-Yemeni’l-ḳadîm, Beyrut 1985.
a.mlf. v.dğr., Muḫtârât mine’n-nuḳūşi’l-Yemeniyyeti’l-ḳadîme, Tunus 1985.
M. Yahyâ el-Haddâd, et-Târîḫu’l-ʿâm li’l-Yemen, Beyrut 1407/1986, II-IV.
Yemen: 3000 Years of Art and Civilisation in Arabia Felix (ed. W. Daum), Innsbruck 1988.
Abd al-Muhsin Mad‘aj M. al-Mad‘aj, The Yemen in Early Islam (9-233/630-847): A Political History, London 1988.
C. E. Bosworth, The New Islamic Dynasties, Edinburgh 1996, s. 96-111.
Abdullah Hasan eş-Şeybe, Dirâsât fî târîḫi’l-Yemeni’l-ḳadîm, Taiz 1999-2000.
Ahmed Sâlih Muhammed el-Abbâdî, el-Yemen fi’l-meṣâdiri’l-ḳadîmeti’l-Yûnâniyye ve’r-Rûmâniyye, San‘a 1425/2004.
İhsan Süreyya Sırma, “Yemen”, İA, XII/2, s. 373-376.
G. R. Smith, “al-Yaman”, EI2 (İng.), XI, 271-274.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 43. cildinde, 401-406 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Osmanlı Dönemi. Osmanlılar’ın Yemen’e ilgi duyması, XVI. yüzyıl başlarında Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’nda baş gösteren Portekiz tehlikesinin bir neticesidir. Memlük Sultanı Kansu Gavri’nin yardım talebi üzerine Osmanlı Devleti adına Mısır’a giden Selman Reis’in 920’de (1514) Süveyş’te inşa ettirdiği donanmaya kaptan, Hüseyin Bey’in de Cidde beyi ve Yemen serdarı tayin edilmesiyle Kızıldeniz’de ilk harekâtın başladığı bilinmektedir. Süveyş donanması 922 (1516) yılı başlarında Yemen denizine geldi; ordunun yerleştiği Kemeran adasında üs edinmek amacıyla burçlu bir kale inşa edildi. Bu sırada erzak sıkıntısı baş gösterince kendilerini bölgeye davet eden Yemen Emîri II. Âmir b. Tâhir’den yardım istemelerine rağmen karşılık görmediler. Bunun üzerine Yemen sahillerini yağmalayan müttefik Osmanlı-Memlük ordusundaki Osmanlı askerleri ateşli silâhların üstünlüğü sayesinde 19 Cemâziyelevvel 922’de (20 Haziran 1516) Zebîd’i teslim aldılar. Şehir Sultan Kansu Gavri’nin beylerinden Barsbay’ın yönetimine bırakıldı. Yirmi iki kadırga ve iki barçadan oluşan donanma daha sonra Aden’i kuşatmakla birlikte Mürcan el-Âmirî’nin şiddetli savunması dolayısıyla şehir ele geçirilemedi. 11 Receb 922’de (10 Ağustos 1516) Aden Limanı’ndan ayrılan Hüseyin Bey ve Selman Reis önce Zeyla‘ Limanı’nda gemilerine hububat yükledi; ardından Muhâ (Mehâ), Mutayne, Kemeran ve Lühayye Limanı’na, oradan Cidde’ye gitti. Bu, Türkler’in Yemen’e ilk gelişiydi (İbn İyâs, V, 83; Abdullah b. Muhammed b. Abdullah Bâsencele, s. 36-37).
26 Rebîülevvel 923’te (18 Nisan 1517) bir Portekiz donanmasına karşı Cidde’yi başarıyla savunan Selman Reis, Kızıldeniz ve Yemen hakkındaki düşüncelerini öğrenmek isteyen Yavuz Sultan Selim’in daveti üzerine beraberinde ele geçirdiği Portekizli esir ve ganimetler bulunduğu halde Kahire’ye gitti. Bu sırada Zebîd hâkimi olan Barsbay’ın San‘a’da yağma ve katliam yapması, dönerken de yolda saldırıya uğrayarak hayatını kaybetmesi üzerine Emîr İskender, Osmanlı beylerinden Taiz Emîri Ramazan Bey’in desteğiyle Zebîd’de hâkimiyet kurdu. Yemen’deki son Memlük idaresinin ortadan kalkması ve Osmanlı leventlerinin etkin konuma gelmesiyle Emîr İskender, Osmanlı kıyafeti ve kimliğiyle yaşamayı tercih etti. Son Memlük ve ilk Osmanlı yöneticisi olması sebebiyle “Muhadram” denilen Emîr İskender, Mısır’daki Osmanlı valisi Hayır Bey tarafından Yemen hâkimi tayin edildi ve üç yıl görevde kaldı. Bu sırada ilk defa Yavuz Sultan Selim adına hutbe okundu; Osmanlı usul ve kanunları uygulanmaya başlandı (Nehrevâlî, s. 32-33; Âlî, vr. 14a-15a). 926’da (1520) Hayır Bey tarafından Cidde muhafızlığına getirilen Hüseyin Bey (Rûmî) sahipsiz kaldığını düşündüğü Yemen’i almak istediğinde Emîr İskender’in tepkisiyle karşılaştı. Bu esnada Yavuz Sultan Selim’in ölümü üzerine Kanûnî Sultan Süleyman’ın cülûs haberi geldiğinden Hüseyin Bey Cidde’ye döndü ve yerine bıraktığı Kemal Rûmî, İskender Muhadram’ı öldürerek Yemen’e hâkim oldu. Zebîd’de yeni padişah adına hutbe okuttu, Taiz’i Ramazan Bey’e bıraktı (927/1521). Ancak leventler Safer 930’da (Aralık 1523) onun yerine İskender Karamânî’yi getirdiler, Uzun (Tavil) Ali Bey’i de Taiz’e yönetici yaptılar (Nehrevâlî, s. 34-36).
Osmanlılar’ın Yemen’e karşı asıl ilgisi Selman Reis’in bölgeye ikinci defa gelişiyle başladı. Mısır Beylerbeyi Ahmed Paşa ismen Osmanlı hâkimiyetini tanıyan, ancak eski Memlük beylerinin yönetiminde kalan Yemen’i ikinci defa fethetmek ve bölgedeki askerleri kontrol altına almak üzere Cidde Beyi Hüseyin Bey ile Selman Reis’i Yemen’e gönderdi (929/1523). Selman Reis ile Hüseyin Bey, Portekizliler’in işgal ettiği Kemeran adasına çıkarak bunların çoğunu kılıçtan geçirdiler ve adaya leventleri yerleştirdiler. Ardından itaat yanlısı olmasına rağmen Zebîd hâkimi İskender Karamânî’nin emrindeki levent ve askerlerin isyanı karşısında Yâfi‘, Mehre ve Câzân (Cîzân) kuvvetlerinin desteğiyle Zebîd’i ele geçirdiler; şehir Hüseyin Bey’e teslim edildi (Receb 930 / Mayıs 1524). Donanma bir müddet Yemen sahillerinde dolaştı (Abdullah b. Muhammed b. Abdullah Bâsencele, s. 41; Nehrevâlî, s. 39-40).
Vezîriâzam İbrâhim Paşa’nın ıslahat yapmak için Mısır’a gelmesiyle birlikte Selman Reis, kendisine Yemen ve Uzakdoğu hakkında 10 Şâban 931 (2 Haziran 1525) tarihli bir rapor sundu; Hindistan deniz ticaret yolunun önemi üzerinde durarak yol güvenliğinin sağlanması için Portekizliler’in elindeki kalelerin geri alınması gerektiğini bildirdi. Mısır’dan daha bayındır olan Yemen’in sahipsiz kaldığını, Osmanlı padişahı adına hutbe okunan bir sancak büyüklüğündeki Zebîd’in yıllık 180.000 altın geliri bulunduğunu, Taiz’in ise Bursa kadar güzel, verimli bir yer olduğunu anlattı. Selman Reis ayrıca bağı bahçesi ve 300 köyü bulunan Cebelisabr’ın ve etrafındaki İb, Cible, Radâ‘, Damar, Mikrâne, San‘a gibi sancak büyüklüğünde şehirlerin Osmanlı yönetimi altına alınması gerektiğini yazıyordu. Ona göre Yemen’de üretilen kızıl boya büyük bir gelir sağlıyordu ve yıllık 200.000 altın geliri olan Aden’e her yıl Hindistan’dan elli altmış gemi geliyordu. Bu sebeple Yemen’in fethi Hindistan’a hâkim olmak demekti (TSMA, nr. E. 6455). İbrâhim Paşa, Selman Reis’in görüşlerini benimsedi ve onu, Süveyş’teki donanmanın hazırlıklarını yaptıktan sonra yeni emirlerle Yemen’deki Hüseyin Bey’in yanına gönderdi. Bölgede bulunan levent, urbân ve Zeydîler’in itaatini sağlayan Hüseyin Bey, Yemen’de tam bir hâkimiyet kurduysa da hastalanıp vefat edince vasiyeti gereği yerine Rûmî Mustafa Bey geçti. Bundan rahatsız olan Selman Reis yeniden Mısır’a döndü ve İbrâhim Paşa’ya son gelişmeleri bildirerek asker ve yetki verildiği takdirde Yemen’in tamamını fethedebileceğini söyledi. İbrâhim Paşa, Mısır’daki 4000 Türk levendinden kurduğu orduya Hayreddin Bey’i serdar, Selman Reis’i donanma kaptanı tayin etti. Donanma 933’te (1527) Kemeran’a ulaşıp adayı imar ettikten sonra Yemen’e geçti. Zebîd yöneticisi Mustafa Bey’e Hayreddin Bey’in yeni Yemen valisi olduğu ve kendisinin hiçbir yetkisinin kalmadığı bildirilince isyan çıktı; meydana gelen savaş neticesinde Selman Reis Zebîd’i ele geçirdi ve kendi adamlarından Emîr Yûnus’u buraya yönetici yaptı. Ardından Taiz’i alıp Zeydîler üzerine gitti, reisleri İbn Hamza’yı yenilgiye uğrattı. İbn Hamza, Beytülfakīh’e kaçtıysa da orada tutunamadı, diğer Zeydî beyleriyle iş birliği yaparak tekrar Zebîd’e hücum etti ve şehri ele geçirdi, Selman Reis’e ait olan her şeyi yağmaladı. Ancak Selman Reis tekrar Zebîd’i kuşatıp aldı. İbn Hamza beraberindeki askerlerle birlikte Aden’e Mustafa Bey’in yanına gidince Selman Reis de Aden’e giderek Mustafa Bey’i mağlûp etti (Muharrem 934 / Ekim 1527), böylece Aden ve Yemen’i hâkimiyet altına aldı (Nehrevâlî, s. 49-52).
Selman Reis’in donanma kaptanı olmasına rağmen fetihlerde öne çıkması ve halk üzerinde şiddet uygulaması Yemen Serdarı Hayreddin Bey’in tepkisine yol açtı ve leventlerle iş birliği yaparak Selman Reis’i öldürttü (934/1528); onun yeğeni Mustafa Bey de Hayreddin Bey’i aynı âkıbete uğrattı. Mustafa Bey, Yemen’i ele geçirdikten sonra yerine Ali Rûmî’yi bırakıp Hoca Sefer’le birlikte 936’da (1530) Hindistan’a gitti (a.g.e., s. 54-55; Serjeant, s. 55). Bütün bu hadiseler, Yemen’in Osmanlı hâkimiyetine geçişinin çok uzun sürede ve birçok olay neticesinde gerçekleştiğini ortaya koyar. Bununla birlikte Hadım Süleyman Paşa’nın, birinci Mısır beylerbeyiliği sırasında Portekizliler’in Kızıldeniz’deki faaliyetlerini engellemek ve Yemen işlerini düzene koymak için harekete geçmesiyle idare giderek yerleşti. Hadım Süleyman Paşa yetmiş parça gemiden oluşan ve içinde 7000 yeniçeri, 20.000 asker bulunan donanmasıyla 30 Muharrem 945’te (28 Haziran 1538) çıktığı Hindistan seferinde Kemeran’a uğrayıp kendisine itaat etmeyen Aden Emîri Âmir b. Dâvûd’u idam ettirdi ve Behram Bey’i Aden yöneticiliğine getirdi, padişah adına hutbe okuttu. Hindistan seferi dönüşünde Yemen’in güney sahilindeki Şihr’i idarecisinin itaat etmesi üzerine Osmanlı hâkimiyetine dahil etti. Aden’e uğradıktan sonra Muhâ’ya geçti; Zebîd hâkimi Nâhudâ Ahmed’i ortadan kaldırıp Zebîd ve Aden bölgelerinden meydana gelen Osmanlı Yemeni’ni bir sancak halinde teşkilâtlandırdı. 8 Şevval 945’te (27 Şubat 1539) Gazze sancak beyi Mustafa Bey’i vali ve hâkim tayin ederek Yemen beylerbeyiliğinin temellerini attı (BA, D.BRZ, nr. 20614, s. 9-10; Nehrevâlî, s. 85-86).
Yemen’e ilk beylerbeyi tayin edilen Neşşâr Mustafa Paşa (947/1540) Zebîd’de beş yıl kaldıktan sonra (BA, KK, nr. 1864, s. 16; BA, A.RSK, dosya, I, 24) ikinci beylerbeyi Üveys Paşa’nın (1545-1547) devlet işlerine kayıtsızlığı yüzünden, daha çok dağlarda yaşayan Zeydîler, İmam Şerefeddin’in etrafında toplanarak bir kuvvet teşkil ettiler. Ancak Şerefeddin’in oğulları imâmet konusunda anlaşmazlığa düşünce Üveys Paşa’ya itaat edip desteğini kazanan Mutahhar’ın imâmetini kardeşleri kabul etmek zorunda kaldı. Bu karışıklıktan yararlanan Üveys Paşa harekete geçip Taiz’i zaptetti, ancak San‘a üzerine yürüdüğü sırada bir levent tarafından öldürüldü. Yemen’in bu durumuna Taiz sancak beyi Özdemir Bey tarafından son verildi; İmam Mutahhar’ın elinde bulunan San‘a ele geçirilerek (1547) suçlular cezalandırıldı. Bu olaylar, gelecekte Osmanlı yöneticileriyle Yemen imamları arasında cereyan edecek iktidar mücadelesinin başlangıcını teşkil etti. Özdemir Bey, bu hadiseleri ve Yemen’in üç beylerbeyilik büyüklüğünde olduğunu anlattığı bir fetihnâme kaleme alarak İstanbul’a gönderdi (Blackburn, Ar.Ott., VI [1980], s. 63-100). Yemen beylerbeyiliğine tayin edilen Ferhad Paşa, Muhâ’ya vardığında Ali b. Süleyman tarafından ele geçirilen Aden’i geri almak üzere bir ordu gönderdi. Daha sonra eyalet merkezi Zebîd’e gitti, Cîzân’ı zaptedip kısa zamanda Yemen’de asayişi sağladı (Nehrevâlî, s. 94-104; Yavuz, I, s. XCVII-CVII).
Özdemir Paşa’nın beylerbeyiliği sırasında (1549-1555) onun iyi yönetimi sayesinde Yemen tamamen kontrol altına alındı. Bölgeyi Mutahhar tehlikesinden kurtarmak için Özdemir Paşa’nın Kanûnî Sultan Süleyman’dan istediği yardımcı kuvvetlerle ve Mutahhar’a hitaben yazılan bir nâme-i hümâyunla gelen Neşşâr Mustafa Paşa’nın (Ahmed Râşid, I, 260-273; BA, KK, nr. 1766, s. 105) Sülâ Kalesi’ndeki Mutahhar’ı kuşatmak yerine ona eman verip barış yapması Özdemir Paşa’yı rahatsız etti. Bununla beraber Özdemir Paşa yeni kuvvetlerle Yemen’deki pek çok yeri Osmanlı topraklarına kattı. Devlet işlerini liyakatla yürütüp halka kendisini sevdirmesine rağmen, Neşşâr Mustafa Paşa’nın beylerbeyiliğe tayini için Dîvân-ı Hümâyun nezdinde teşebbüste bulunduğunu haber alınca görevinden ayrılmak istedi ve isteğinin kabul edilmesi üzerine Yemen’den ayrıldı. Devlete bağlılığına pek güvenmediği ve Yemen’deki isyanları desteklemesi yüzünden hoşlanmadığı Mekke emîri ile karşılaşmamak için gemiyle Sevâkin’e geçti ve oradan kara yoluyla Mısır’a ulaştı (Âlî, vr. 54b-55a).
Neşşâr Mustafa Paşa ikinci defa Yemen beylerbeyi olduğunda (1555-1559) hac emirliği teşkilâtını kurdu ve adaletle davranarak halkın teveccühünü kazandı. Onun Yemen’de vefat etmesinin ardından Kara Şahin Mustafa Paşa kısa bir süre beylerbeyilik yaptı (1559-1560). Mustafa Paşa’nın yerine geçen Mahmud Paşa (1560-1565) Zebîd’e gelince ilk iş olarak servetine göz diktiği darphâne eminini öldürttü. Bazı tanınmış kimseleri haksız yere idam ettirmesi, akçenin değerini düşürüp eksik maaş ödetmesi muhafızlardan bir kısmının Yemen’den ayrılmasına, bazılarının da Mutahhar tarafına geçmesine yol açtı. Zeydîler’in dağlardan inerek eşkıyalık hareketlerine başlaması yüzünden eyalette yönetim kötüye gitti. Bununla beraber Mahmud Paşa, merkezini Taiz’e taşıdığı Yemen eyaletinin gelir giderini gösteren bir muhasebesini hazırlattı. 968-969 (1561-1562) yıllarına ait bu muhasebede Zebîd, Taiz, San‘a ve Sa‘de sancaklarının mukātaa, arazi ve iskele gelirlerine karşılık beylerbeyi ve sancak beyi sâlyâneleriyle müteferrika, gönüllü, tüfekçi, nevbetçi, müstahfız gibi askerlerin maaşları ve eyaletin diğer giderleri yer alıyordu (TSMA, nr. D. 314; Özbaran, The Ottoman Response, s. 46-60). Onun zamanında artan zulüm sebebiyle her haksızlığa “mahmûdiye” denilmesi âdet haline geldi ve Zeydî isyanları yayıldı.
Mahmud Paşa, kendi isteğiyle Mısır beylerbeyiliğine geçtikten sonra yerine gelen Rıdvan Paşa (1565-1567) onun yaptığı haksız uygulamaları divana bildirdi. Durumdan haberdar olan Mahmud Paşa, Yemen’in çok geniş topraklara sahip bulunması dolayısıyla ikiye bölünmesi gerektiğini divana telkin edince San‘a beylerbeyiliği Rıdvan Paşa’ya, Zebîd’in merkez olduğu Yemen beylerbeyiliği Murad Paşa’ya verildi. Böylece Mahmud Paşa, hakkındaki suçlamalardan kurtulmuş oldu (Blackburn, Turcica, XXVII [1995], s. 229-230). Ancak iki beylerbeyinin anlaşmazlığa düşmesinden yararlanan Mutahhar’ın 1567’de halktan zorla vergi toplandığını ileri sürüp isyan etmesi ve Murad Paşa’nın tarafını tutması üzerine Rıdvan Paşa azledilerek yerine Rus Hasan Paşa tayin edildi. Yine Zeydî isyanlarının artması ve Murad Paşa’nın Mutahhar taraftarlarınca öldürülmesiyle San‘a isyancıların eline geçti, Hasan Paşa da Zebîd’e gitmek zorunda kaldı. Hasan Paşa’nın askerin ihtiyacını karşılamak amacıyla halktan haksız yere vergi toplaması ve nüfuzlu kişileri öldürtmesi tedirginliği arttırdı ve halkın Mutahhar’a meyletmesine yol açtı. Mart 1568’de iki eyalet birleştirilerek merkezi Zebîd olan Yemen beylerbeyiliği kuruldu, yönetimi de Hasan Paşa’ya verildi. Bu sırada eski bir Osmanlı sancak beyi olmasına rağmen Mutahhar’ın yanına geçen Zeydîler’den Ali b. Şevî, Aden’i ele geçirdi, böylece Zebîd ve Tihâme bölgesi hariç Yemen Osmanlı hâkimiyetinden çıkmış oldu (Blackburn, WI, XIX/1-4 [1979], s. 148-171). Bu isyan hareketlerinin, Portekiz’e karşı Osmanlılar’dan yardım isteyen Açe Sultanlığı’na güçlü bir donanmanın sevkedilmesi zamanına rastlaması manidardır.
Yemen isyanlarının tehdit boyutuna ulaşması üzerine Habeş Beylerbeyi Özdemiroğlu Osman Paşa San‘a beylerbeyi, Şam Beylerbeyi Lala Mustafa Paşa da serdar olarak Yemen’e gönderildi (BA, MD, nr. 7, hk. 611). Ancak Lala Mustafa Paşa, sadâret makamında gözü olması ve aralarındaki anlaşmazlık yüzünden Mısır Beylerbeyi Sinan Paşa’dan tam destek göremedi; Mısır’a kadar gitmesine rağmen görevi ihmalden azledildi (976/1568); yerine kendi isteğiyle Sinan Paşa vezir olarak Yemen serdarı tayin edildi (BA, MD, nr. 7, hk. 1922; BA, KK, nr. 1867, s. 18). Özdemiroğlu’nun Yemen’e gelmesiyle birlikte Osmanlı ordusu önce Taiz’i ele geçirdiyse de Kahiriye Kalesi’nin kuşatmasında zorlandı. Nihayet Sinan Paşa’nın yardımıyla kale alındı (976/1569) ve Mutahhar’ın ordusu geri çekilmek zorunda kaldı (BA, KK, nr. 1767, s. 15; nr. 1867, s. 97); ardından kara ve denizden kuşatılan Aden zaptedildi.
Sinan Paşa, aralarındaki anlaşmazlıktan dolayı Özdemiroğlu’nun azlini ve yerine Hasan Paşa’nın yeniden Yemen beylerbeyiliğine tayinini gerçekleştirdikten sonra yeni fetihlere başladı. San‘a şehrinin kilidi durumundaki Kevkebân’ın uzun bir kuşatmanın ardından alınması üzerine Mutahhar Sa‘de’ye çekilmek zorunda kaldı ve Yemen’de yeniden kontrol sağlandı. Hasan Paşa’nın yerine getirilen Behram Paşa’nın da (1570-1575) gayretleriyle yaklaşık 220 kale ele geçirildi. Yemen’i ikinci defa fethederek düzeni sağlayan ve “Yemen fâtihi” unvanını alan Sinan Paşa 4 Şevval 978’de (1 Mart 1571) Yemen’den ayrıldı (Yavuz, I, s. CXLI-CLX). Behram Paşa, Yemen’deki ıslahatı sırasında yeni bazı kaleler fethettiği gibi kabile şeyhlerinin itaatini sağlayarak onları etrafında topladı, adaletli uygulamaları sayesinde halkın güvenini kazandı. Mutahhar’ın ölümü üzerine (1573) isyanlar hemen tamamıyla durmuştu. Kuyucu Murad Paşa’nın (1576-1580) ardından bu göreve gelen Yemenli (Arnavut) Hasan Paşa (1580-1604) ilk birkaç yıl içinde daha önce Mutahhar ailesine bırakılan kale ve şehirleri de geri aldı (Feridun Bey, II, 199-201); başarılarından dolayı 992’de (1584) kendisine vezirlik tevcih edildi (Selânikî, I, 394). Hasan Paşa’nın 994’te (1586) İstanbul’a gönderdiği, kaynaklarda “evlâd-ı Mutahhar” olarak geçen Mutahhar’ın dört oğlu ile birlikte yedi kişiye günlük 15 akçe maaş bağlandı ve Yedikule’ye hapsedildi (BA, MAD, nr. 397, s. 30; nr. 5531, s. 109; Seyyid Mustafa Sâlim, s. 384). Böylece bölgeye tamamen hâkim olan Hasan Paşa “vilâyet-i Yemen ve Aden beylerbeyi” diye şöhret kazandı. Hasan Paşa, o sırada Portekiz Krallığı’na da hükmettiği için Hint Okyanusu’na gelen İspanya donanmasına ait dört gemiyi Aden açıklarında ele geçirerek kaptanlarını İstanbul’a yolladı (Selânikî, I, 175-176, 185). Yaklaşık yirmi dört yıl süren görevi esnasında halk tarafından sevilen Hasan Paşa bu sebeple “Yemenli” adıyla anılmıştır. Onun hazırlattığı kendi zamanına ait eyalet bütçeleri ve mukātaa muhasebeleri, Yemen’in 1000-1008 (1592-1600) yılları arasındaki ekonomik durumunu ve idarî yapısını göstermektedir (BA, MAD, nr. 2215, 3084, 4118, 4699, 7092, 7555, 20619; BA, KK, nr. 2288).
Hasan Paşa kendi isteğiyle beylerbeyilikten ayrılınca yerine geçen kethüdâsı Emîr Sinan Paşa zamanında (1604-1607) Zeydîler’in Kevkebân’ı zaptetmesiyle ortaya çıkan isyan Salâh b. Mutahhar’ın öldürülmesi üzerine kısmen sona erdi. Yemen’i talep ettiği için Habeş beylerbeyiliğinden Yemen’e tayin edilen Câfer Paşa’nın (1607-1612) Taiz’e ulaşması esnasında Yemen’den ayrılmak üzere olan Sinan Paşa yolda hastalanarak Muhâ’da vefat etti. Câfer Paşa, Mutahhar ailesinden isyan eden Abdürrahim’i ele geçirip İstanbul’a sürgüne gönderdi. İmam Kāsım b. Muhammed’le olan anlaşmazlık ise yapılan on senelik bir antlaşma ile çözümlendi (1608). Câfer Paşa, Osmanlı idaresine baş kaldıran Sa‘de Emîri Mehmed’i de yakalayıp İstanbul’a yolladı. Bu olay azline sebep olduysa da yerine gelen İbrâhim Paşa daha San‘a’ya ulaşmadan yolda vefat edince (1613) Câfer Paşa tekrar yönetime geçti (1612-1616). Ancak bir taraftan İbrâhim Paşa’nın kethüdâsı Abdullah Çelebi’nin beylerbeyilik iddiasıyla isyan etmesi ve Yemen’i Câfer Paşa ile kendi arasında taksim etmek istemesi, diğer taraftan bu karışıklıktan yararlanan İmam Kāsım’ın Sa‘de’de ayaklanması Yemen’de çatışmaların yeniden başlamasına yol açtı. San‘a’ya gelen Câfer Paşa, İmam Kāsım üzerine kuvvet sevkederek Sa‘de’yi geri aldı, ancak bu mücadele iki yıl kadar sürdü. Yeni Yemen beylerbeyi Mehmed Paşa (1616-1622), Yemen’in tek kükürt madeni olan San‘a yolundaki Cebelikibrît’te dağı korumak maksadıyla bir kale yaptırdı. San‘a’ya geldiğinde daha önce İmam Kāsım’la yapılan antlaşma sona erdiğinden çatışmalar tekrar başladı. Nihayet barış sağlanıp Mehmed Paşa ile Zeydîler arasında on yıl sürmesi planlanan bir antlaşma imzalandı (1028/1619). Buna göre Osmanlı askerleri İmam Kāsım’ın ele geçirdiği topraklardan geri çekilecekti. Sükûnet içinde geçen Fazlı Paşa’nın beylerbeyiliği sırasında (1622-1624) yeni Zeydî imamı Müeyyed-Billâh Muhammed b. Kāsım’la iyi ilişkiler sürdürülmeye çalışıldı. Bu arada bazı kabilelerin isyanına karşı İstanbul’dan istenen yardım muhtemelen şehirdeki karışıklıklar yüzünden gönderilemedi. Haydar Paşa da (1624-1626) ayaklanan eski Taiz Beyi Emîr Mehmed’i öldürttü. 1036’da (1626) İmam Müeyyed ile barış bozulduğundan Zeydîler, San‘a’nın kuzey kesimini zaptettiler. İmam Müeyyed ile kardeşleri San‘a’yı kuşattı; şehre erzak girişi yasaklandığından Haydar Paşa ordusuyla birlikte San‘a’dan ayrıldı. Onun yerine getirilen Ahmed Paşa’nın yolda uğradığı Cidde’de Mekke şerifi tarafından zehirletilerek öldürülmesi üzerine Habeş Beylerbeyi Aydın Paşa 1037’de (1628) Yemen beylerbeyiliğe tayin edildi; 300 asker ve iki gemiyle birlikte Sevâkin’den Muhâ’ya geçmesine rağmen kuşatılmış olan şehre giremedi. Bu sırada Haydar Paşa San‘a’da muhasara altındaydı, İmam Müeyyed de Taiz’i kuşatmıştı. Haydar Paşa 1038’de (1629) bir anlaşma ile San‘a’yı İmam Müeyyed’e bırakmak zorunda kaldı. Muhâ kuşatmasını kaldıran imamın kardeşi Hasan Taiz’i ele geçirdi. Zebîd’e çekilen Haydar Paşa burada tutuklanarak Muhâ’ya ve Aydın Paşa tarafından Kemeran adasına gönderildi. 1629’da Yemen’e vezir ve serasker tayin edilen Kansu Paşa 20.000’den fazla askerle Yemen’e ulaştı. Âlî Efendi, Kansu Paşa’nın Yemen’e götürdüğü asker ve cephanenin Sinan Paşa zamanındakinden daha çok olduğunu söyler. Kansu Paşa Zebîd’e vardığında kethüdâsını bir miktar askerle Muhâ’ya yolladı ve Aydın Paşa’yı öldürttü. Haydar Paşa’yı da gemiyle Habeş tarafına gönderdi (Ahbârü’l-Yemânî, vr. 209b-213a). Kansu Paşa kethüdâsı Yûsuf’u 7-8000 kişilik bir orduyla Taiz’e yolladıysa da yaklaşık 100.000 Zeydî tarafından 1039 Ramazanında (Nisan 1630) şehrin kuzeyindeki bir vadide kuşatılan birlikler ağır kayıplar verdi. Bu yenilgi üzerine Kansu Paşa, Muhâ’ya çekilerek şehrin surlarını tahkim ettirdi. Öte yandan Muhâ, kahve ticareti sayesinde Kızıldeniz limanları arasında hızla gelişmeye başlamış ve Hollanda, İngiltere, Fransa gibi Avrupa devletlerinin ilgisini çekmişti (Brouwer, s. 45-47, 148-167; Kara, s. 77-80).
Kansu Paşa, Muharrem 1040’ta (Ağustos 1630) İmam Müeyyed’le bir anlaşma yaptı. Zeydîler’in elinde bulunan Aden’de karışıklık çıkınca Hasan b. Kāsım ordusuyla Aden’e, Zebîd’de de Osmanlı askerleri arasında anlaşmazlık çıktığından Kansu Paşa Zebîd’e gitti. Anlaşmanın 1043’te (1633) bozulması üzerine Kansu Paşa, Aden’e iki gemi gönderdiyse de şehir alınamadı ve gemiler geri döndü. Kuşatma altında olan Zebîd’deki Osmanlı askerlerinin başlattığı hücumla iki taraf arasında şiddetli çarpışmalar meydana geldi. Osmanlı yardım güçleri yolda Zeydîler’e yenildiğinden Zebîd teslim olmak zorunda kaldı; Hasan b. Kāsım bu defa Muhâ’yı kuşattı. Muhâ’da bulunan Kansu Paşa, kuşatma altında iken askerlerin kendisine isyan etmesi ihtimali karşısında Hasan b. Kāsım’la anlaşarak Yemen’i terketti. Bu sırada Osmanlılar’ın elinde sadece Muhâ kalmıştı. Buradaki askerlerin vali kabul ettiği Mustafa Bey altı ay kadar şehri savunduysa da Mısır’dan yardım gelmediği için sonunda Hasan b. Kāsım’dan eman istedi. Mustafa Bey, 10 Cemâziyelevvel 1045’te (22 Ekim 1635) kendisiyle birlikte kalan askerlerle bütün top, tüfek ve cephaneleri alarak bir Hint kalyonuyla Süveyş’e gitmek üzere Muhâ’dan ayrıldı; Hasan b. Kāsım da Zebîd ve Muhâ’ya kendi adamlarını tayin etti. Tihâme bölgesindeki şehirlerde yaşayan Osmanlılar’ın bir kısmı Yemen’i terkettiği halde bir kısmı Yemen’de kaldı (Âlî, vr. 209b-220a; Ahmed Râşid, I, 246-250).
Osmanlı ordusunun çekilmesinin ardından Yemen’de Kāsımîler dönemi başladı. İmam Müeyyed’den (1620-1644) sonra Kāsımî ailesi arasında imamlık mücadelesi ortaya çıktı, ancak Mütevekkil İsmâil b. Kāsım’ın (1644-1676) yönetimi ele almasıyla Aden, Bilâdıhanfer, Zafâr, Hadramut Zeydîler’in eline geçti ve Kāsımîler en geniş sınırlarına ulaştı. Osmanlı Devleti’nin Yemen’de kurduğu idarî ve malî yapı Kāsımîler döneminde devam ettiği gibi Yemen’de kalan Osmanlı idarecileri ve askerleri de yeni yönetimde görev aldı. Ayrıca Osmanlı tüccarları özellikle kahve ticareti vesilesiyle sürekli Yemen sahillerine gidiyordu. Hatta Yemen’de Osmanlı idaresinin yeniden kurulması için 1672’de bir teşebbüste bulunulduğu, bazı nâme-i hümâyunlarda Yemen’in de Osmanlı hâkimiyet alanları arasında sayıldığı görülmektedir (BA, NMH, nr. 6, s. 290). Ayrıca Yemen İmamı Ahmed b. Hasan’ın 1092’de (1681) muhaliflerine karşı kendisinin Yemen’i Osmanlı sultanı adına yönettiğini belirtmesi dikkat çekicidir. Mekke şerifleriyle iş birliği yaparak Hicaz’a hâkim olma emelleri ise Osmanlı makamlarından çekinildiği için sonuç vermeyecektir (Kara, s. 68-74). 1106’da (1694) Yemen’e yapılması düşünülen bir sefer için İskenderiye’ye götürülen topların geri gönderilmesinin istenmesi böyle bir düşünceden vazgeçildiğini göstermektedir (BA, MD, nr. 105, hk. 324). Cidde Valisi Süleyman Paşa’nın 1114’te (1702) Yemen İmamı Mehdî’ye elçi yollamasına karşılık imam da İstanbul’a hediyelerle elçi gönderdi (Defterdar Sarı Mehmed Paşa, s. 755). Mekke şerifleri kahve ticareti için Yemen imamlarıyla irtibat halinde oldukları gibi Fransa’nın Mısır’ı işgali sırasında (1798) Mekke şerifi, asker toplamak amacıyla İstanbul’dan kendisine gönderilen mektupların sûretini imama yollayarak idarî bakımdan da aradaki bağı sürdürmekteydi (Lutfullah b. Ahmed Cehhâf, s. 106-133). Bununla beraber XIX. yüzyılın başlarına kadar Yemen’de Osmanlı varlığından söz etmek mümkün değildir.
Osmanlılar’ın Yemen’e ikinci gelişi, Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’ya isyan eden Türkçe Bilmez adlı bir beyin Cidde’den topladığı askerlerle 1833’te Yemen’e girmesi ve birkaç şehri ele geçirmesiyle başladı; ancak orada tutunamadı. Mehmed Ali Paşa 1835’te Emin Bey’in emrinde bir orduyu ve deniz gücünü Yemen’e sevkedip Lühayye ve Hudeyde’yi aldıktan sonra oğlu İbrâhim Paşa ile gönderdiği yeni kuvvetler Tihâme’yi zaptetti. Mısır kuvvetlerinin Asîr’i boşaltırken yönetimi bıraktığı Şerîf Hüseyin b. Ali, İmam Muhammed b. Yahyâ’ya yenilince Hudeyde idarecisi olan yeğeni tarafından kurtarıldı. Daha önce 1820’de işgal amacıyla Muhâ’yı denizden bombalayan (Osmanlı Arşiv Belgelerinde Yemen, s. 346-356) ve 1839’da Aden’de bir kömür deposu yapma izni alarak işgale çalışan İngiltere’nin bölge üzerinde planlarının bulunması Osmanlılar’ı yeniden harekete geçirdi (Farah, Arabian and Islamic Studies, s. 214-224). Mısır ve Hicaz’dan toplanan 3000 askerle birlikte Mekke Şerifi İbn Avn (Muhammed b. Abdülmuîn) ve Kıbrıslı Tevfik Paşa deniz yoluyla Hudeyde’ye ulaştıktan sonra San‘a’yı ele geçirmek istedilerse de halkın isyanı yüzünden Hudeyde’ye geri dönmek zorunda kaldılar (1849). Ertesi yıl Tevfik Paşa’nın ölümüyle Yemen’in Osmanlılar idaresindeki kısmı vali veya mutasarrıflar tarafından yönetilmeye başlandı (Ahmed Râşid, I, 295-305). Mustafa Sabri Paşa (1850-1851) ve Sırrı Paşa’nın (1851-1852) valiliklerinde Hudeyde ve Asîr civarında baş gösteren ayaklanmalar bastırılmaya çalışıldı ve bazı kaleler alındı. Bonapart Mustafa Paşa, üç aylık valiliği sırasında idarî kurumları düzene koyduktan sonra isyan eden kabileleri tenkil etmek için denizden Muhâ’ya gitti; fakat Zebîd ile Beytülfakīh arasında yaşayan Zerânik kabilesiyle giriştiği çatışmada yenildi ve yolda hayatını kaybetti. Yemen sahillerinde güvenliğin sağlanması çabaları Ahmed Muhtar Paşa’nın (Gazi) Yemen’i yeniden fethine kadar geçen dönemde görevlendirilen valiler zamanında da sürdürüldü (a.g.e., I, 307-322).
Ahmed Muhtar Paşa görevli olduğu fırka-i ihtiyâtiyye ordusuyla birlikte, Asîr’de isyan eden Muhammed b. Âiz’i ortadan kaldırdıktan sonra 1871’de tayin edildiği Yemen vali ve kumandanlığı sırasında San‘a’yı da alarak devlet otoritesini yeniden kurdu. Yemen’i bir vilâyet haline getirip askerî ve idarî bakımdan teşkilâtlandırdı; ülkeyi imar etmeye çalıştı. San‘a’da bir kale, cami ve imaret yaptırdığı gibi bir matbaa kurdu ve San‘a-Hudeyde arasında telgraf hattı döşetti. Ahmed Muhtar Paşa’nın Yemen’de sağladığı asayiş ve düzen sonraki valiler döneminde yaklaşık yirmi yıl sürdü. Ancak bölgede görev yapan Osmanlı memurlarının yetersiz kalması ve idarî işlerde âdil davranılmaması yüzünden 1889’da Yemen’i kendi imamlarının yönetmesini isteyen Zeydîler isyan etti. İsyanı bastırmakla görevlendirilen Hicaz Valisi Ahmed Feyzi Paşa Hudeyde’ye geldi ve kısa sürede San‘a’ya giderek isyancıları dağıttı, Taiz’i ele geçirip Yemen’e hâkim oldu. 1895’te başlayan ve iki yıl süren ayaklanmayı Hüseyin Hilmi Paşa bastırdı. Yemen’de çıkan isyanların askerî güçle bastırılması devlete çok pahalıya mal olduğu gibi ıslahat projelerinin yeterince uygulanamaması yüzünden halkın hoşnutsuzluğu giderilemiyordu. 1902’de İmam Yahyâ Hamîdüddin’in başlattığı ayaklanma sırasında Yemen Valisi Fâik Paşa San‘a’da kuşatıldı. Halkın savunmaya katılması ve Medine’deki Ârif Hikmet Paşa kuvvetlerinin Hudeyde üzerinden yardıma gelmesi karşısında bir ara İmam Yahyâ barış istediyse de kabul edilmedi. 1905’te isyan şiddetlenip kuşatma altındaki San‘a’da açlık baş gösterince Ali Rızâ Paşa kumandasında yeni bir takviye ordusu gönderildi. Fakat Zeydîler’in saldırısıyla askerlerin çoğu yolda zayiata uğradı. Zor şartlar altında kalan San‘a halkı ve ordu şehri isyancılara teslim etmeye mecbur oldu. Bu olayın ardından Mihrali Bey’in kumandasındaki 40. Hamidiye Süvari Alayı Yemen’e sevkedildiği gibi yeni kuvvetlerle bölgeye vali olarak yollanan Ahmed Feyzi Paşa, 15 Temmuz – 1 Eylül 1905 tarihleri arasında yürüttüğü harekâtta Taiz’deki kuvvetlerin desteğiyle San‘a’ya girdi ve isyan halindeki kabile reislerini kısa sürede bertaraf etti (Çakaloğlu, s. 172).
II. Abdülhamid, Yemen meselesinin çözümü için gerekli ıslahatı yapmak amacıyla Yemen ulemâsı ve ileri gelenlerinden bir heyeti İstanbul’a davet ettiyse de aralarındaki görüş ayrılığı yüzünden bir sonuç alınamadı. Bu defa İmam Yahyâ’nın beş kişilik bir temsilciler heyeti İstanbul’a geldi ve düşüncelerini belirten bir rapor sundu. Ancak bu da hükümet değişikliği sebebiyle hayata geçirilemedi. 1909’da Asîr’de Şeyh İdrîsî’nin başlattığı isyan 1911’de İmam Yahyâ’nın büyüyen isyanıyla yeniden alevlenince Osmanlı makamlarının âcil tedbir alması icap etti (İsmail Hakkı Tevfik, s. 5-29). Nihayet Yemen meselesini çözmek üzere 28 Şubat 1911’de Ahmed İzzet Paşa, Hamidiye kruvazörüyle Yemen’e gönderildi. Yemen’deki Yedinci Ordu ile birlikte İstanbul’dan ve diğer Osmanlı vilâyetlerinden topladığı 50.000 kişilik orduyla San‘a kuşatmasını kaldırdı ve İmam Yahyâ ile 13 Ekim 1911’de bir antlaşma yaparak isyanlara son verdi. Yirmi iki alenî madde ile beş gizli maddeden oluşan antlaşmaya göre San‘a dahil Zeydîler’in yaşadığı dağlık bölgelerin yönetimi İmam Yahyâ’ya bırakılacak, fakat kendisine yabancı devletlerle antlaşma yapma hakkı tanınmayacaktı. İmam Yahyâ “emîrü’l-mü’minîn” olma iddiasından vazgeçecek, her yıl kendisine 20.000 Osmanlı altın lirası verilecekti (BEO, nr. 353194; Bayur, II/1, s. 46-47). Böylece sağlanan barış I. Dünya Savaşı boyunca devam etti ve bu sürede İmam Yahyâ, Yemen’deki Osmanlı ordusunun ihtiyaçlarının karşılanmasında yardımcı oldu. Hatta San‘a’daki 7. Kolordu birliklerinin gerek Asîr’deki İdrîsî güçlerine gerekse İngilizler’in Aden’deki üssüne karşı giriştiği harekâta askerleriyle destek verdi. Mondros Mütarekesi gereği Osmanlı askerlerinin İngilizler’e teslim olması sırasında onlara sahip çıktı. Taiz kumandanı Ali Said Paşa’nın 39. Tümen’le Aden’de teslim olmasına karşılık Tihâme’deki 40. Tümen kumandanı Galib Bey’in Ahmed Tevfik Paşa ile birlikte hareket etmesi sayesinde Osmanlılar’ın Yemen’deki bütün ağır silâhları ve cephaneleri gerektiğinde İngilizler’e karşı direnişte kullanılmak üzere İmam Yahyâ’ya bırakıldı. 5 Mart 1919’da Yemen’de 3883 kişiden oluşan asker ve sivil memur kadrosu Hudeyde’de İngilizler’e teslim oldu. Hudeyde mutasarrıfı Ahmed Râgıb Bey ise Yemen’de kaldı ve daha sonra İmam Yahyâ’nın Hariciye nâzırlığına getirildi (Seyhun, s. 138; Ehiloğlu, s. 191-204). Yemen’deki Osmanlı ordusunun tasfiyesinin ardından son Yemen valisi Mahmud Nedim Bey’le birlikte temsilî de olsa San‘a’da görev başında bulunan on civarında subay ve memur, Kasım 1920 – Mayıs 1923 tarihleri arasında İstanbul ve Ankara hükümetlerinden maaşlarının gönderilmesini talep ediyordu (BEO, nr. 349609, 353194; Öke – Karaman, s. 31-64). Nihayet Yemen, Lozan Antlaşması sonucunda hukuken Osmanlı toprağı olmaktan çıktı ve Mahmud Nedim Bey, Mayıs 1924’te Yemen’den ayrıldı (a.g.e., s. 106).
Stratejik konumu bakımından Yemen, Uzakdoğu’dan Avrupa’ya deniz yoluyla giden baharat ticaret yollarının kesişme noktasında yer aldığından önce Portekiz ve Hollanda, ardından özellikle XIX. yüzyıldan itibaren İngiltere, Fransa ve İtalya gibi Avrupalı sömürgeci devletlerin ilgi odağı haline gelmişti. Bu devletler Yemen üzerindeki emellerini, Osmanlı idaresinin etkili olmadığı bölgelerdeki kabile şeyhi ve yöneticileriyle kurdukları ilişkiler yanında Arapça konuşan casusların müslüman kılığında dolaşarak para karşılığında halkı isyana teşvik etmesiyle gerçekleştiriyordu (Sırma, Osmanlı Devleti’nin Yıkılışında Yemen İsyanları, s. 69-103). Portekiz’in Mekke ve Medine gibi kutsal yerleri ele geçirme amaçlı dinî sebepler öne sürerek Yemen sahillerini üs edinmek istemesinin altında ticarî gayeler yatıyordu. Buna karşılık XVI. yüzyılda Kızıldeniz üzerinden Hindistan’a kadar uzanan Osmanlı varlığının Yemen’de bulunma gerekçesinin “tahsîl-i mâl” için değil “Kâ‘be-i Mükerreme’nin sıyâneti”ne yönelik olduğu belirtiliyordu (BA, MD, nr. 7, hk. 2738). XIX. yüzyılın başlarından itibaren bölgede üs edinmek isteyen İngiltere’nin 1839’da Aden’i işgal etmesiyle yeni bir süreç başladı. Osmanlılar’ın Yemen’i tekrar kontrol altına alma teşebbüsü de aynı zamanlara rastlıyordu. İngilizler’in Asîr’de İdrîsî isyanını desteklemesi (1912), Nevâhî-i Tis‘a şeyhleriyle himaye anlaşmaları yapması (1913) Osmanlılar’ın etrafını kuşatma amacı taşıyordu. Aralarında Lehic (Lahic), Abdelî, Ebyen ve Yâfi‘ gibi şeyhliklerin bulunduğu Aden civarındaki Nevâhî-i Tis‘a’yı Yemen’den ayırma teşebbüsü halk için hiçbir zaman siyasal bir sınır ayırımından öteye geçmedi (Rumbeyoğlu Fahreddin – Mehmed Nâbî, s. 3-39; Abdülkerîm el-Uzeyr, s. 326). Özellikle I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere donanmasına ait gemiler başta Hudeyde ve Lühayye olmak üzere Yemen’in liman şehirlerini ve Kızıldeniz’deki bazı adaları zaman zaman bombaladı. İngiltere ile rekabet halindeki Fransa’nın XIX. yüzyılın ortalarında Kızıldeniz’e gelerek Yemen’i askerî ve ekonomik açıdan tanımaya çalışması, Kemeran adasını satın alma teşebbüsü (1851) ve Şeyh Said adasını işgali (1865) bu stratejinin sonucuydu. 1905’te bölgeye gelen İtalya’nın ise Kızıldeniz’in batı kıyılarında Eritre’de yerleşme mücadelesi, 1911’de Akdeniz’de Trablusgarp’ı işgal ederken Kızıldeniz’deki Kunfüze, Hudeyde, Şeyh Said gibi Osmanlı idaresindeki Yemen liman şehirlerini bombalaması, Asîr’de İdrîsî isyanına destek verme ve her iki denizdeki Osmanlı deniz gücünü etkisiz hale getirme amacına yönelikti. Osmanlılar İngiliz, Fransız ve İtalyanlar’ın Kızıldeniz’deki silâh ve mal kaçakçılığına karşı tedbir aldıkları gibi Yemen’deki güçlü orduları sayesinde sömürgeci güçlerin Yemen’e girmesini engelledi (İA, XIII, 378-380).
Osmanlı döneminde Yemen’de idarî yapının ilk kuruluşu, Hadım Süleyman Paşa’nın otuz sancak büyüklüğünde bir beylerbeyilik olabileceğini belirttiği, Zebîd ve Aden vilâyetlerinden meydana gelen bir sancak statüsünde teşkil edildiği 1539’a kadar götürülebilir (TSMA, nr. E. 9663). İlk beylerbeyi Neşşâr Mustafa Paşa zamanında Yemen eyaletinde esas olarak Zebîd, Aden ve Câzân sancakları bulunuyordu. Daha sonra beylerbeyi olan Özdemir Bey de Câzân sancakbeyi idi (BA, A.RSK, nr. 1452, s. 397-402; Emecen – Şahin, XIX/23 [1999], s. 98). Aden’de ise 951’de (1544) Şücâ Bey sancak beyliği yapıyordu (BA, D.BRZ, nr. 20614, s. 187, 194). Yemen’de toprakların zaman zaman Osmanlılar ve Yemenli isyancılar arasında el değiştirmesi idarî yapıdaki durumu da etkiledi. San‘a fâtihi Özdemir Bey 1547 tarihli San‘a fetihnâmesinde Yemen’in Zebîd, Taiz ve San‘a’dan meydana gelen üç eyalete ayrılabilecek büyüklükte olduğunu belirtiyordu (TSMA, nr. E. 8342; Blackburn, Ar.Ott., VI [1980], s. 87, 99). Mahmud Paşa’nın beylerbeyiliği zamanına ait bir eyalet bütçesinde “vilâyet-i Yemen” adıyla Zebîd, Taiz, San‘a ve Sa‘de sancakları yer alıyordu (TSMA, nr. D. 314). Mahmud Paşa’dan sonra onun telkinleriyle Yemen, 1565’te Zebîd’in merkez olduğu on iki sancaklı Yemen ile on yedi sancaklı San‘a adlı iki eyalete ayrıldı. Hadramut ve Şihr’i kapsayan bölgenin mahallî idarecesi Sultan Bedr, Osmanlılar’ca tanınan yetki dahilinde idareci sıfatıyla kalmıştı. 1568’de Yemen yeniden tek eyalet haline getirildi. Hasan Paşa’nın beylerbeyiliği dönemine ait bir bütçeye göre 1600’de Yemen önceki gibi dört sancaktan ibaretti (Sahillioğlu, s. 302-305). Ahmed Muhtar Paşa’nın Yemen’i tekrar fethiyle birlikte 1872’de yeni bir idarî yapı oluşturuldu. Merkezi San‘a olan Asîr, Hudeyde, Taiz sancakları ortaya çıktı ve diğer Osmanlı vilâyetlerindeki idarî düzenlemelere uygun biçimde yapılandırıldı (Abdülkerîm el-Uzeyr, s. 147-155). 1869’da Yemen’de kurulan Yedinci Ordu’da 25.000 asker bulunuyordu. Yemen sahillerini korumak ve Kızıldeniz’de silâh kaçakçılığıyla mücadele etmek için Kızıldeniz filosu Bâbülmendep, Muhâ, Hudeyde, Lühayye, Câzân ve Kunfüze gibi limanlar arasında faaliyet gösteriyordu (a.g.e., s. 274-283).
Osmanlılar zamanında arkası gelmeyen isyanlara rağmen çeşitli dinî, askerî, idarî ve içtimaî yapılar inşa edildi; Yemen bayındır bir vilâyet haline getirilmeye çalışıldı. Osmanlılar devrinde San‘a’nın batı kesiminde Osmanlı memurları için bahçeli evlerin yer aldığı bir Türk mahallesi kurulmuştu. Bu dönemde asıl büyük mimari eserler San‘a’da yapıldı. Özdemir Paşa, San‘a’nın Bâbüşşuûb kısmında bir cami ve bir medrese inşa ettirdi. Murad Paşa kalede bir cami ve sebil, Sinan Paşa büyük bir kasır, Hasan Paşa 1005’te (1597) kubbeli büyük bir cami (Bekiriye), bir hamam, sur dışında bir mescid ve han yaptırdı. Fazlı Paşa, San‘a’da Bi’r-i Bâşâ adıyla anılan büyük bir su kuyusu, Terîm şehrinde bir cami ve etrafına sur inşa ettirdi, San‘a ve Zebîd surlarını onarttı. Ferhad Paşa, Zemâr’da bir kasır yaptırdı. XIX. yüzyılın sonlarından itibaren San‘a, Hudeyde ve Ebhâ’da hastahane ve eczahaneler, Hudeyde, Muhâ ve Kemeran’da karantinahâneler açıldı. San‘a’da II. Abdülhamid adına Hamidiye Camii ve çeşitli askerî binalar inşa edildi. Eğitim amacıyla sancak merkezlerinde rüşdiye ve idâdîler, kaza ve nahiyelerde sıbyan mektepleri, San‘a’da dârülmuallimîn ve sanat mektepleri faaliyete geçti. Hamidiye Sanayi Mektebi günümüzde askerî müze olarak kullanılmaktadır. Hudeyde-San‘a arasında inşası planlanan demiryolu Hâcile’ye kadar gelebildi. Osmanlılar, Yemen’deki son dönemlerinde tuz elde etmek için su kanalları açma, Kızıldeniz sahillerindeki yer altı madenlerini çıkarma, Me’rib’de baraj yapma gibi projeler hazırlattıysa da Yemen’den çekilmeleri sebebiyle bu projeler hayata geçirilemedi. Yemen, Osmanlılar’ın bölgeye ayak bastığı ilk günlerden itibaren pek çok asker yanında beylerbeyi, vali, sancak beyi ve mutasarrıf düzeyinde Osmanlı idarecilerinin vefat edip defnedildiği bir vatan toprağı olmuştur. Acıklı türküleriyle hâfızalarda yer eden Yemen’de bugün 20.000 civarında Türk nüfusu yaşamaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
Osmanlı Arşiv Belgelerinde Yemen (haz. Mümin Yıldıztaş v.dğr.), İstanbul 2008, s. 346-356.
İbn İyâs, Bedâʾiʿu’z-zühûr, V, 83, 203.
Abdullah Tayyib Bâ Mahreme, Ḳılâdetü’n-naḥr fî vefeyâti aʿyâni’d-dehr: Political History of the Yemen at the Beginning of the 16th Century (nşr. ve trc. L. O. Schuman), Amsterdam 1961, s. 21-24, 32.
Abdullah b. Muhammed b. Abdullah Bâsencele, Târîḫu’ş-Şiḥr: el-ʿİḳdü’s̱-s̱emînü’l-fâḫir fî târîḫi’l-ḳarni’l-ʿâşir (nşr. Abdullah Muhammed el-Habeşî), San‘a 1428/2007, s. 36-37, 41, 43.
Nehrevâlî, el-Berḳu’l-Yemânî fi’l-fetḥi’l-ʿOs̱mânî (nşr. Hamed el-Câsir), Riyad 1387/1967, s. 21-24, 32-36, 39-40, 47-55, 85-86, 94-104.
Feridun Bey, Münşeât, II, 199-201.
Selânikî, Târih (İpşirli), I, 175-176, 185, 394.
Âlî, Ahbârü’l-Yemânî, Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 886, vr. 14a-15a, 54b-55a, 209b-220a.
Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekayiât (haz. Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, s. 755.
Lutfullah b. Ahmed Cehhâf, Nuṣûṣ Yemeniyye ʿani’l-ḥamleti’l-Fransiyye ʿalâ Mıṣr (nşr. Seyyid Mustafa Sâlim), San‘a 1989, s. 106-133.
Ahmed Râşid, Târîh-i Yemen ve San‘a, İstanbul 1291, I, 246-250, 260-273, 295-305, 307-322; II, 336-338.
Âtıf Paşa, Yemen Tarihi, İstanbul 1326, s. 61, 70, 79, 97.
Rumbeyoğlu Fahreddin – Mehmed Nâbî, Aden ve Nevâhî-i Tis‘a Meselesi, İstanbul 1334, s. 3-39.
İsmail Hakkı Tevfik, 1911 Asir Isyanı (trc. Ali Kemal), Filibe 1936, s. 5-29.
Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, İstanbul 1940, I, 148, 182, 268, 301-302; Ankara 1943, II/1, s. 46-47.
R. B. Serjeant, The Portuguese off the South Arabian Coast, Oxford 1963, s. 55.
Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nun Güney Siyaseti: Habeş Eyaleti, İstanbul 1974, s. 15-20.
İhsan Süreyya Sırma, Osmanlı Devleti’nin Yıkılışında Yemen İsyanları, İstanbul 1980.
a.mlf., “Yemen”, İA, XIII, 373-384.
M. Tuchscherer, “La formation d’un état: La république démocratique et populaire du Yémen (1839-1981)”, La péninsule arabique d’aujourd’hui (ed. P. Bonnenfant), Paris 1982, II, 211-260.
C. E. Farah, “Anglo-Ottoman Confrontation in the Yemen: The First Mocha Incident, 1817-1822”, Arabian and Islamic Studies (ed. R. Bidwell – G. R. Simith), London 1983, s. 214-224.
a.mlf., “Anglo-Ottoman Confrontation in the Yemen: 1840-9”, Arabian Studies (ed. R. Bidwell – R. B. Serjeant), New York 1990, s. 137-169.
Halil Sahillioğlu, “Yemen’in 1599-1600 Yılı Bütçesi”, Ord. Prof. Yusuf Hikmet Bayur’a Armağan, Ankara 1985, s. 302-305.
Mustafa İsmet İnönü, Hatıralar (haz. Sabahattin Selek), İstanbul 1992, I, 59-73.
Salih Özbaran, The Ottoman Response to European Expansion, İstanbul 1994, s. 46-60.
a.mlf., Yemen’den Basra’ya Sınırdaki Osmanlı, İstanbul 2004, s. 94-144.
C. G. Brouwer, Al-Mukhā: Profile of a Yemeni Seaport as Sketched by Servants of the Dutch East India Company (VOC), 1614-1640, Amsterdam 1997, s. 45-47, 148-167.
Mehmet Arif Seyhun, Katıldığım Dört Savaş ve Yaşam Öyküm (haz. Müşerref Seyhun), Ankara 2000, s. 136-138.
Zeki Ehiloğlu, Yemende Türkler: Tarihimizin İbret Levhası, İstanbul 2001, s. 191-204.
Mim Kemal Öke – M. Lutfullah Karaman, Adı Yemendir, İstanbul 2002, s. 31-64, 106.
Hulûsi Yavuz, Yemen’de Osmanlı İdâresi ve Rumûzî Târihi, Ankara 2003, I, s. XCVII-CVII, CXII, CXLI-CLX, CLXVIII.
Abdülkerîm el-Uzeyr, et-Teşkîlâtü’l-merkeziyyetü’l-ʿOs̱mâniyye ve’l-idâretü’l-maḥalliyye fi’l-Yemen: 1850-1918, San‘a 2003, s. 147-155, 274-283, 326.
M. Abdülazîz Sa‘d Yüsr, el-Mevrûs̱ü’l-ḥaḍârî li-Sanʿâʾ el-ḳadîme, San‘a 1425/2004, s. 111-144.
Seyyid Mustafa Sâlim, el-Fetḥu’l-ʿOs̱mânî el-evvel li’l-Yemen: 1538-1635, San‘a 2006, s. 384.
Cengiz Çakaloğlu, Yemen’den Dönmeyen Bir Karapapak: 40. Hamidiye Süvari Alayı Komutanı Mihrali Bey, İstanbul 2011, s. 172-224.
Ayşe Kara, XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı Yönetiminde Yemen ve Kasimiler Dönemi (yüksek lisans tezi, 2011), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 68-74, 77-80.
Fotoğraflarla Tarih Boyunca Türkiye-Yemen Dostluğu, İstanbul 2011, s. 52, 74, 78.
J. R. Blackburn, “The Collapse of Ottoman Authority in Yemen, 968/1560-976/1568”, WI, XIX/1-4 (1979), s. 148-171.
a.mlf., “The Ottoman Penetration of Yemen”, Ar.Ott., VI (1980), s. 63-100.
a.mlf., “Two Documents on the Division of Ottoman Yemen into Two Beglerbegiliks, 973/1565”, Turcica, XXVII, Paris 1995, s. 229-230.
İdris Bostan, “Muhammed Hilâl Efendi’nin Yemen’e Dair İki Lâyihası”, Osm.Ar., sy. 3 (1982), s. 301-326.
a.mlf., “Selman Reis”, DİA, XXXVI, 444.
Feridun M. Emecen – İlhan Şahin, “Osmanlı Taşra Teşkilâtının Kaynaklarından 957-958 (1550-1551) Tarihli Sancak Tevcih Defteri”, TTK Belgeler, XIX/23 (1999), s. 98.
E. van Donzel, “al-Luḥayya”, EI2 (İng.), V, 807-809.
G. R. Smith, “al-Yaman”, a.e., XI, 273-274.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 43. cildinde, 406-412 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Son Dönem. Yemen’de Osmanlı hâkimiyeti Mondros Mütarekesi’nin ardından fiilen sona erdi ve Osmanlı askerî-sivil bürokrasisi Hudeyde’de İngilizler’e teslim oldu. Lozan Antlaşması’yla da Yemen Osmanlı toprağı olmaktan çıktı. Osmanlılar’ın çekilmesi üzerine Yemen, Aden bölgesindeki İngiliz himaye bölgesi, San‘a ve çevresinde Zeydî Emirliği, Asîr ve Tihâme bölgelerinde hüküm süren Muhammed b. Ali el-İdrîsî ve diğer kabile şeyhleri arasında bölünmüştü. Aden himaye bölgesinin sınır problemini çözmek isteyen İngilizler, Hudeyde’yi işgal ettilerse de daha sonra burayı ve Tihâme sahilini İdrîsîler’e bıraktılar. Böylece İngiliz himaye bölgesi hariç Yemen sahil ve dağlık bölge olarak İdrîsîler ve Zeydîler arasında ikiye bölündü. Yemen Zeydîleri’nin seksen yedinci imamı Yahyâ (Mütevekkil-Alellah Yahyâ Hamîdüddin) 1904-1918 yılları arasında Yemen’in siyasetinde önemli rol oynadı. Yemen’de Osmanlı idaresinin sona ermesinin ardından bağımsız Yemen Zeydî Emirliği’ni kurarak ilk hükümdarlığını üstlendi. Yemen Zeydî Emirliği daha sonra Yemen Mütevekkilî Krallığı adını aldı ve İmam Yahyâ ilk kralı oldu (1920-1948).
İmam Yahyâ’nın Türkiye ile 1924 yılına kadar devam eden ilişkileri bazı yazışmalardan ibaret kaldı. Muhammed el-İdrîsî’nin ölümünden (1923) sonra ortaya çıkan taht mücadelesinden faydalanan İmam Yahyâ 1925’te Hudeyde’yi ele geçirdi. 1926’da İtalya ile bir anlaşma yaparak onlardan silâh ve teçhizat aldı. 1934’te İngiltere ile gerçekleştirdiği anlaşmayla Aden’de İngiliz himaye bölgesinin sınırlarını kabul etti ve kurduğu krallığın İngiltere tarafından tanınmasını sağladı. Aynı yıl Suudi Arabistan Kralı Abdülazîz’le Tâif Antlaşması’nı imzaladı; Hudeyde’nin kendi idaresinde kalması karşılığında Asîr ve Necran’ın içinde yer aldığı Kuzey Yemen’in bir kısmını Suudi Arabistan’a bıraktı. İtalya ve İngiltere ile uzlaşma sağlayıp özellikle İtalya’dan teknik ve eleman desteği gördü. Ülkede 1918’den beri kendisiyle mücadele eden Hâşid, Murad, Ubeyde gibi kabileleri ve çeşitli grupları sert bir şekilde bastırdı; böylece İngiliz himaye bölgesi hariç Yemen’de birliği ve istikrarı sağlamaya muvaffak oldu. II. Dünya Savaşı yıllarında siyasî açıdan istikrar içinde olan Yemen 1939-1941’de veba salgını ve kıtlık yüzünden zor günler geçirdi. İmam Yahyâ’nın izlediği dışa kapalı ve sert politika ülkede siyasî istikrarı bir süre temin etti; ancak bunun dışında gözle görülür bir gelişme kaydedilememesi ülkede tepkilerin artmasına yol açtı. Aynı dönemde Aden ekonomi ve nüfus bakımından büyük bir gelişme göstermişti. 1940’larda Aden’de İmam Yahyâ yönetimine karşı Hizbü’l-ahrâri’l-Yemeniyyîn tarafından temsil edilen, geniş halk kesimlerinin katıldığı bir hareket ortaya çıktı. Bu hareket ulemânın desteğiyle yayıldı. İmam Yahyâ, oğullarından Seyfülhak İbrâhim’in de bulunduğu muhalif grup tarafından bir suikast sonucu öldürüldü (17 Şubat 1948). Yemen bu dönemde Arap Birliği’ne (1945) ve Birleşmiş Milletler’e (1947) üye oldu.
Yahyâ’nın ardından imam seçilen oğlu Seyfülislâm Ahmed (Nâsır-Lidînillâh, 1948-1962), suikast esnasında çıkan karışıklıklarda tahribata uğrayan San‘a’da yeterli desteği bulamadı ve Taiz’i başşehir yaptı. Yemen’de, 1950’li yıllarda özellikle Mısır’da Cemal Abdünnâsır’ın şahsında temsil edilen Arap milliyetçiliğinin de etkisiyle milliyetçi akımlar yaygınlaştı. Güneydeki İngiliz yönetimine karşı gösteriler düzenlendi ve isyanlar vuku buldu. 1954’te İngiliz himaye bölgesinde mahallî liderlerin bir federasyon oluşturma çabalarına karşılık İmam Ahmed de Yemen’in bütününü kendi idaresi altında toplamaya çalışmaktaydı. Ancak o da babası gibi yönetimde sert davranıyordu. Rakiplerini ve özellikle liberal düşünceye sahip aydınları hapse attırdı. Bununla birlikte babasının dönemine göre dış dünyaya daha fazla açıldı. Bu arada tam bir merkeziyetçi politika izledi, bakanlıklara kardeşlerini ve yakın arkadaşlarını yerleştirdi. Eyaletlerde daha ziyade kadı ailelerinin mensuplarına öncelik tanıdı. İmam Yahyâ döneminde din ön planda yer alırken İmam Ahmed’in politikalarında dünyevî bir temayül görülmektedir. Bu arada dinî aşırılıklara müsamaha gösterilmedi. Onun devrinde tarım ve ticarette iyileşme görüldü. Öte yandan İngiliz hâkimiyetindeki Aden ve çevresi özellikle İran petrolünün dünyaya sevkedilmesinde önemli bir merkez haline geldi, burada büyük bir rafineri kuruldu, ayrıca çok sayıda okul açıldı.
Arap ülkelerinde kurulan siyasî partiler 1950’li yıllarda Yemen’i de etkilemişti. Seyyid kökenli bir aileden gelen Muhammed el-Cifrî, Yemen’de İngiliz hâkimiyetindeki bölgeleri bağımsızlığa kavuşturmak amacıyla Güney Arap Birliği’ni kurdu. Aynı yıllarda Baas Partisi, Yemen’de de etkili olmaya başladı. Bu dönemde Yemen’deki kabileler arasında pek çok isyan çıktı. 1955’te İmam Ahmed’e karşı başlatılan hareket başarısızlıkla sonuçlandı. Ertesi yıl Mısır, Suudi Arabistan ve Yemen arasında imzalanan Cidde Antlaşması’yla İngilizler ortak düşman ilân edildi. Yemen liberal hareketinin Mısır’da yaşayan liderleri Aden’de İngiliz yönetimine karşı çeşitli protestolar düzenledi. İmam Ahmed 1956’da Mısır’ın teşvikiyle Ruslar’a yakınlaştı, onlardan büyük miktarda silâh ve teçhizat aldı, Rusya ve Çin’den Yemen’e uzmanlar geldi. 1956-1959 yıllarında kuraklık yüzünden ülkede kıtlık yaşandı ve halk büyük zorluklarla karşılaştı. Bu durum Yemen’deki aydınların 1959’da seslerini yükseltmelerine sebep oldu. Aynı yıl hastalanarak İtalya’ya giden İmam Ahmed’in yokluğunda özellikle orduda maaşların ödenememesi yüzünden San‘a ve Taiz’de pek çok isyan çıktı. Diğer taraftan İngilizler 1958’de Aden’i Ortadoğu’daki karargâhlarının merkezi haline getirdi. İmam Ahmed, Mısır ve Suriye’nin teşkil ettiği Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin 1961’de dağılmasının ardından Mısır ile olan bağlarını kopardı. Onun Eylül 1962’de ölümü üzerine oğlu Muhammed Bedr imam seçildiyse de bir hafta sonra San‘a’da askerî birlikler tarafından kuşatılınca görevi bırakıp kaçmak zorunda kaldı (26 Eylül 1962). Böylece Yemen’de monarşi sona erdi ve Mısır’ın desteğiyle Yemen Arap Cumhuriyeti (Kuzey Yemen) kuruldu, cumhurbaşkanlığına da Abdullah Sellâl adlı bir subay getirildi.
Öte yandan Suudi Arabistan monarşi yanlılarını destekledi ve onlara yardım etti. Ancak monarşi yanlılarının bütün çabaları başarısızlıkla sonuçlandı. Abdullah Sellâl döneminde (1962-1967) ülke dışa açıldı ve Yemen’de modernleşme çabaları görüldü. İngiliz himayesindeki Aden ile kabileler arasında bölünen tarımsal alanlardan oluşan yerleri (Güney Yemen) İngiliz yönetiminden kurtarmak amacıyla 1963’te San‘a’da toplanan Arap millî hareketi Millî Kurtuluş Cephesi’ni kurdu ve bazı kabilelerin de katılımıyla İngilizler’le mücadeleye başlandı. Bu mücadele Güney Yemen ile Aden’in 1967’de bağımsızlığına kavuşmasıyla sonuçlandı. Aden şehri İngilizler döneminde gelişmekle birlikte himaye yönetimindeki Güney Yemen herhangi bir alt yapıya sahip değildi ve oldukça geri durumdaydı. Bu bölgelerde içe kapalı tarım toplulukları yaşıyordu. 1967-1969 yıllarında Aden ve Güney Yemen, Kahtân eş-Şâbbî liderliğindeki Millî Kurtuluş Cephesi tarafından yönetildi. 1969’da yönetime gelen Selîm Rubey Ali ve Abdülfettâh İsmâil zamanında Güney Yemen 1 Aralık 1970’teki bir anlaşma ile Sovyetler Birliği ve Çin’le ilişki kurdu; ardından sosyalist blokta yer alan Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti teşkil edildi. Yemen Arap Cumhuriyeti 1969’da İslâm Konferansı Teşkilâtı’na üye oldu. Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nde bütün partiler birleştirilerek Yemen Sosyalist Partisi oluşturuldu ve ülke bu parti tarafından yönetildi. Kuzey Yemen’le Güney Yemen arasında 1972’de ve 1979’da savaş çıktıysa da bu çok uzun süreli olmadı. Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdülfettâh İsmâil 1980’de görevinden istifa edince yerine Ali Nâsır Muhammed seçildi (1980-1986). Aynı dönemde Yemen Arap Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdurrahman el-İryânî ve İbrâhim el-Hamdî’nin ardından 1988’de Ali Abdullah Sâlih cumhurbaşkanı oldu ve ülkeyi 1990 yılına kadar yönetti. Ali Abdullah Sâlih döneminde Kuzey Yemen siyasî istikrara kavuştu, petrolün bulunmasıyla da ekonomik açıdan gelişme gösterdi.
Güney Yemen’de 1986’da parti içi çekişmeler yüzünden görevinden ayrılan Ali Nâsır Muhammed’in ardından ülkede dört yıl boyunca siyasî kriz yaşandı. Kuzey Yemen 1989’da Güney Yemen’le birleşmeyi önerdi. Güney Yemen, Sovyetler Birliği’nin de desteklemesiyle 22 Mayıs 1990’da Kuzey Yemen’le birleşti. Ülke iki buçuk yıllık geçiş döneminde iki parti tarafından ortaklaşa yönetildi. 1992 sonunda yapılan seçimin ardından iki ülke tamamen birleşti. Bu seçimleri Kuzey Yemen’in eski cumhurbaşkanı Ali Abdullah Sâlih kazandı. Yemen siyasetini tek başına şekillendiren Ali Abdullah Sâlih döneminde ekonomik durumun kötüleşmesi ve Körfez krizinde Yemen’in Irak tarafında yer alması gibi sebeplerle cumhurbaşkanı ile Güney Yemenli ileri gelenler arasında gerginlik ortaya çıktı. Nisan 1993 seçimlerini yine Ali Abdullah Sâlih’in kazanmasının ardından 1994 ortalarında ülkede iki ay süren bir iç savaş çıktı. Bu savaşı Ali Abdullah Sâlih’in kuvvetleri kazandı. İç savaş ülkede esasen bozuk olan ekonomiyi daha kötü bir hale getirdi. Her şeye rağmen yapılan bütün seçimleri kazanan Ali Abdullah Sâlih 2000 yılında anayasayı değiştirerek tekrar iki defa daha seçilme hakkı kazandı. Halk tarafından seçilen meclisin yanı sıra üyeleri cumhurbaşkanı tarafından belirlenen bir şûra meclisi (senato) kuruldu. 2000’li yıllarda ülkede pek çok isyan çıktı. Eylül 2006’daki seçimleri de kazanan Ali Abdullah Sâlih, Zeydî Hüseyin Husî’nin Şebâbü’l-mü’minîn adlı hareketiyle uğraşmak zorunda kaldı. 2009’da Güney Yemen’de ortaya çıkan hareket silâhlı direnişe geçti. 2011 yılı başlarında Tunus’ta başlayıp Arap dünyasına yayılan “Arap baharı” Yemen’i de etkiledi. Uzun süren protesto gösterileri ve çatışmaların ardından Kasım 2011’de imzalanan Körfez İşbirliği Konseyi Antlaşması’yla Ali Abdullah Sâlih’in otuz üç yıllık yönetimi fiilen sona erdi. Göreve başkan yardımcısı Abdürabbih Mansûr el-Hâdî getirildi. 21 Ocak 2012’de yapılan seçimlerde Abdürabbih Mansûr el-Hâdî’nin cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra Ali Abdullah Sâlih 27 Şubat 2012’de görevi resmen ona devretti.
BİBLİYOGRAFYA
W. H. Ingrams, The Yemen: Imams, Rulers and Revolutions, London 1963.
M. W. Wenner, Modern Yemen: 1918-1966, Baltimore 1967.
Abdullah Ahmed Sevr, Hâẕihî hiye’l-Yemen, San‘a 1969.
H. Cruse – M. Azzâzî, el-Cumhûriyyetü’l-ʿArabiyyetü’l-Yemeniyye, Beyrut 1975.
Muhammed b. Muhammed b. Yahyâ, Eʾimmetü’l-Yemen bi’l-ḳarni’r-râbiʿ ʿaşer li’l-hicre, Kahire 1396, I-II.
Ahmed Câbir Afîf, el-Ḥareketü’l-vaṭaniyye fi’l-Yemen, Dımaşk 1982.
J. E. Peterson, Yemen: The Search for a Modern State, London 1982.
R. W. Stookey, South Yemen: A Marxist Republic in Arabia, Boulder 1982.
R. L. Bidwell, The Two Yemens, Essex 1983.
Ahmed Kāyid es-Saîdî, Ḥareketü’l-muʿârażati’l-Yemeniyye, Beyrut 1403/1983.
Ahmed b. Muhammed eş-Şâmî, Riyâḥu’t-tâġyîr fi’l-Yemen, [baskı yeri ve tarihi yok] 1405/1984.
M. Yahyâ el-Haddâd, et-Târîḫu’l-ʿâm li’l-Yemen, Beyrut 1407/1986, IV.
The Yemens: Country Study (ed. R. F. Nyrop), Washington 1986.
Sayed Hassan Amin, Law and Justice in Contemporary Yemen: The People’s Democratic Rebuplic of Yemen and the Yemen Arab Republic, Glasgow 1987.
J. L. Douglas, The Free Yemeni Movement: 1935-1962 (ed. G. Chimienti), Beirut 1987.
Sultân Nâcî, et-Târîḫu’l-ʿaskerî li’l-Yemen: 1839-1967, San‘a 1988.
Fazl Ali Ahmed Ebû Gānim, el-Ḳabîle ve’d-devle fi’l-Yemen, Kahire 1990.
Abdülmelik el-Mukramî, et-Târîḫu’l-ictimâʿî li’s̱-s̱evreti’l-Yemeniyye, Beyrut 1411/1991.
Târîḫu’l-Yemeni’l-muʿâṣır: 1917-1982 (trc. M. Ali el-Bahr), Kahire, ts. (Mektebetü Medbûlî).
P. Dresch, Tribes, Government and History in Yemen, Oxford 1993.
a.mlf., A History of Modern Yemen, Cambridge 2000.
Hasan Ebû Tâlib, el-Vaḥdetü’l-Yemeniyye, Beyrut 1994.
Beşîr Bekr, Ḥarbü’l-Yemen: el-Ḳabîle tentaṣıru ʿale’l-vaṭan, Beyrut 1995.
R. D. Burrowes, Historical Dictionary of Yemen, Lanham 1995.
a.mlf., “al-Yaman”, EI2 (İng.), XI, 274-276.
el-Mevsûʿatü’l-Yemeniyye, Beyrut 1423/2003, I-IV.
A. Rouaud, “Yaḥyā b. Muḥammad”, EI2 (İng.), XI, 247-248.
Mustafa Öz, “Mütevekkil-Alellah, Yahyâ Hamîdüddin”, DİA, XXXII, 215-216.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 43. cildinde, 412-414 numaralı sayfalarda yer almıştır.
III. KÜLTÜR ve MEDENİYET
Yemen’de İslâmiyet’in erken dönemlerden itibaren yayılmaya başlamasının ardından eski kültür mirası ve mimari geleneği devam etmekle birlikte İslâm dininin getirdiği yeni unsurlar da bölgeye nüfuz etmeye başlamıştı. Yemen’de inşa edilen ilk camilerin başında San‘a Ulucamii, Zemâr Camii ve Muâz b. Cebel tarafından yaptırılan Cened Camii gelmektedir. Bu camiler aynı zamanda diğer yerlerde olduğu gibi İslâm’ın öğretildiği mekânlardı. Bazı sahâbîlerin Yemen’e yerleşmesi, diğer bölgelerden talebe ve ulemânın hadis almak üzere buraya gelmesine vesile olmuştur.
Yemen mimarisi, İslâmî dönemde yeni fonksiyonlar kazanmakla birlikte kendine has özelliklerini muhafaza etmiştir. Arap yarımadasının en eski şehirlerinden olan San‘a, Yemen’in tarihî başşehridir. Şehirde Sâsânîler’in son ve İslâm devletinin ilk valisi olan Bâzân tarafından ilk defa bir mescid inşa edilmiş, ardından bu mescidin yerine San‘a Ulucamii (Câmiu’l-kebîr) yapılmıştır. Cami Emevî Halifesi I. Velîd devrinde genişletilmiş, bugünkü şeklini 134’te (751) yapılan çalışmalar sonunda almıştır. Ya‘furîler’den Emîr Muhammed b. Ya‘fur döneminde büyük bir onarım geçirmiş ve zamanla bir külliye haline gelmiştir. Erken dönemde pek çok çarşısı bulunan San‘a’da bugün on sekiz çarşı faal durumdadır. Şehirde on dört hamam mevcuttur. Öte yandan San‘a’da birçok âlim yetişmiştir. Muhaddis Abdürrezzâk es-San‘ânî ve Zeydî âlimi Emîr es-San‘ânî bunlar arasında zikredilebilir.
Tarihî Terîm şehri meşhur camisinin etrafında zamanla bir ilim merkezi haline gelmiştir. Yemen’den ve Yemen dışından birçok âlim ve talebenin şehre geldiği kaydedilir. Burada yetişen ulemâ arasında fakih Yahyâ b. Sâlim, Ali b. Ahmed Bükeyr, fakih Şerefeddin Ahmed b. Muhammed b. Safah, Ali b. Ahmed Bâ Mervân sayılabilir. Taiz şehrinde ilk camiyi sahâbî Muâz b. Cebel inşa ettirmiş, şehir özellikle VI. (XII.) yüzyılda gelişmiştir. Resûlîler döneminde imar edilen Taiz’de birçok cami ve medrese yapılmıştır. Medreseler arasında Mansûriyye, Muzafferiyye, Eşrefiyye, Müeyyediyye, Mücâhidiyye ve Efdaliyye önemlidir. Suleyhîler devrinde V. (XI.) yüzyılın sonundan itibaren yetmiş yıl kadar devlet merkezi olan Zûcible şehri büyük gelişme göstermiştir. Dârüliz ile (Dârü’l-izz) camisi bu yıllarda yapılmıştır. Fakih Abdullah b. Ahmed b. Es‘ad el-Mukrî, fakih Ebü’l-Hasan Ali b. Ebû Bekir el-Hemdânî ve tarihçi Ahmed b. Hasan b. Kāsım el-Ciblî bu şehirde yetişen âlimlerdir. Hz. Peygamber’in son yıllarında veya Ebû Bekir’in hilâfeti sırasında yapılan Zemâr Camii, Yemen’in en eski camisi olarak bilinir. İmam Yahyâ, İmam Mutahhar, Hüseyin, Emîr Sünbül ve Esed camileri Zemâr’daki diğer camiler arasında zikredilebilir. Muhaddis ve dilci Ebû Nizâr el-Hadramî ez-Zemârî şehrin en çok tanınan âlimlerindendir. Abbâsî Emîri Muhammed b. Abdullah b. Ziyâd döneminde kültürel açıdan gelişme gösteren Zebîd Ziyâdîler, Benî Necâh ve Eyyûbîler döneminde başşehir oldu. Muhaddis Mûsâ b. Târık ez-Zebîdî, muhaddis Ebû Hâme Muhammed b. Yûsuf, Yemen’de Şâfiî mezhebinin yayılmasında önemli katkısı bulunan Ebû Bekir b. Mizrab ez-Zebîdî, fakih Abdullah b. Îsâ b. Eymen el-Heremî, İbnü’l-Hattâb olarak tanınan Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekir, fakih ve dilci Sirâceddin Abdüllatîf b. Ebû Bekir b. Ahmed ez-Zebîdî bu şehirde yetişmiş önemli âlimlerdir.
Ortaçağ’da Yemen’de yetişen diğer meşhur âlimler arasında Ali b. Ömer b. Ömer el-Adenî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdürabbih b. Hasan el-Adenî, Kādî Şüreyh, Zeydî imâmetinin kurucusu Yahyâ b. Hüseyin el-Hâdî-İlelhak, Abdullah b. Hamza el-Mansûr-Billâh, Zeydî imamı Yahyâ b. Hamza el-Müeyyed-Billâh, İbnü’l-Murtazâ el-Mehdî-Lidînillâh, Ahmed b. Ömer el-Müzecced isimleri ilk akla gelenlerdir. Muhaddis olarak Hemmâm b. Münebbih ve Abdürrezzâk es-San‘ânî’nin yanı sıra Ca‘fer b. Ahmed el-Bühlûlî, edipler arasında el-İklîl ve Ṣıfatü Cezîreti’l-ʿArab adlı eserlerin müellifi Hemdânî, Neşvân el-Himyerî ve İbn Füleyte el-Hikemî sayılabilir. Yemen, tarihçilik alanında özellikle VI. (XII.) yüzyıldan itibaren verimli bir döneme girmiştir. Bu alanda Umâre el-Yemenî, Humeyd b. Ahmed el-Vâdiî, İbn Hâtim, Muhammed b. Yûsuf el-Cenedî, Yâfiî, Ali b. Hasan el-Hazrecî, İbnü’d-Deyba‘ ile aynı zamanda fakih ve astronom olan Bâ Mahreme zikredilmelidir.
Yemen’de ilk müstakil medreseler Eyyûbîler zamanında Taiz ve Zebîd’de inşa edilmiştir. Eyyûbîler’den sonra Yemen’e hâkim olan Resûlîler’in hemen hemen tamamı âlim olan ve âlimleri himaye eden hükümdarları gerek yazdıkları eserler gerekse Taiz, Cened, Zebîd, Zafâr ve Aden gibi şehirlerde açtıkları medrese ve kütüphanelerle ilim ve öğretim hayatının gelişmesine büyük katkı sağlamışlardır. el-Melikü’l-Müeyyed Dâvûd’un başşehir Taiz’de inşa ettirdiği medresenin kütüphanesinde 100.000 kitap bulunduğu rivayet edilir. Resûlîler’den sonra Tâhirîler zamanında da ilmî faaliyet devam etmiş, Radâ‘ şehrinde kurulan Âmiriyye Medresesi günümüze kadar gelmiştir. Diğer birçok şehirde cami ve medreseler inşa eden Tâhirîler döneminde medreselerde genel olarak Şâfiî mezhebi öğretimi yapılmış ve Şâfiîlik Yemen’de giderek güçlenmiştir. Osmanlılar’ın ve Zeydîler’in muhtelif şehirlerde kurdukları medreselerle sayıları 200’ü bulan bu eğitim kurumlarının bir kısmı günümüze kadar varlığını korumuştur. Yemen’deki ilmî ve kültürel mirası yansıtan birçok yazma eser çeşitli cami ve medrese kütüphaneleriyle özel kitaplıklarda zamanımıza ulaşmış, önemli bir kısmının katalogları hazırlanmıştır.
Osmanlılar döneminde de Yemen’de imar faaliyetlerine büyük önem verilmiş, San‘a’da Osmanlı tarzında yedi cami yapılmıştır. Bunlar Özdemir Paşa, Murâdiye, tek kubbeli ve tek minareli Bekîriyye, Cenâh, Müzhib, Tavâşî, Talha ve Mehmed Paşa camileridir. San‘a’da inşa edilen medreseler Yemen Beylerbeyi Murad Paşa tarafından yaptırılan Âdiliyye, Vezir Yemenli Hasan Paşa’nın yaptırdığı Bekîriyye, Zebîd’de Yavuz Sultan Selim dönemi devlet adamlarından Kemal Bey’in inşa ettirdiği Kemâliyye ile Vali Neşşâr Mustafa Paşa Medresesi’dir. San‘a’da Osmanlılar dönemine ait Tavâşî ve Meydan hamamları bugüne ulaşmıştır. XIX. yüzyılda özellikle birçok askerî bina, kışla ve askerî okul yaptırılmıştır. Bunlar arasında günümüzde askerî müze olarak kullanılan kışla önemlidir. 1898’de Vali Hüseyin Hilmi Paşa’nın inşa ettirdiği vilâyet binası da zamanımıza ulaşmıştır. Osmanlılar devrinde Yemen’de ilim hayatı kesintiye uğramadan gelişimini sürdürmüş, bu dönemde özellikle edebiyat, tarih ve terâcim alanında pek çok eser kaleme alınmıştır. En meşhur simalar Safiyyüddin İbn Ebü’r-Ricâl, Ahmed b. Abdullah Haneş, Muhammed b. İbrâhim b. Mufaddal, Abdullah b. Ali, İbnü’l-Vezîr, Muhammed Murtazâ ez-Zebîdî, Ahmed b. Muhammed el-Hîmî el-Kevkebânî, Abdülkādir el-Kevkebânî ve Makbilî’dir. Osmanlılar devrinde Yemen’de yetişen âlimler arasında Zeydî âlimi Şevkânî’nin özel bir yeri vardır.
BİBLİYOGRAFYA
Muhammed b. Yûsuf el-Cenedî, es-Sülûk (nşr. Muhammed b. Ali el-Ekva‘ el-Hivâlî), San‘a 1414/1993.
Şevkânî, el-Bedrü’ṭ-ṭâliʿ, I-II.
Ahmed Hüseyin Şerefeddin, Târîḫu’l-Yemeni’s̱-s̱eḳāfî, Kahire 1387/1967, IV.
Eymen Fuâd Seyyid, Meṣâdiru târîḫi’l-Yemen fi’l-ʿaṣri’l-İslâmî, Kahire 1974, s. 19-188.
İsâmüddin Abdürraûf el-Fıkī, el-Yemen fî ẓılli’l-İslâm, Kahire 1981, s. 309-360.
Hüseyin b. Abdullah el-Amrî, The Yemen in the 18th and 19th Centuries, London 1981, s. 103-192.
a.mlf., el-Ḥaḍâretü’l-İslâmiyye fi’l-Yemen, Rabat 1414/1993.
İsmâil b. Ali el-Ekva‘, el-Medârisü’l-İslâmiyye fi’l-Yemen, Beyrut 1986.
a.mlf., Hicerü’l-ʿilm ve meʿāḳılüh fi’l-Yemen, Beyrut 1416/1995, I-III, tür.yer.
M. Yahyâ el-Haddâd, et-Târîḫu’l-ʿâm li’l-Yemen, Beyrut 1407/1986, II-IV, tür.yer.
B. Serjeant, “Regional Literature: The Yemen”, ʿAbbasid Belles-Lettres (ed. J. Ashtiany v.dğr.), Cambridge 1990, s. 460-468.
R. Giunta, The Rasūlid Architectural Patronage in Yemen: A Catalogue, Naples 1997.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 43. cildinde, 414-416 numaralı sayfalarda yer almıştır.